İbrahim nihayet geri çekildiğinde, gözleri hala Simya’nın gözlerine kilitlenmişti. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Hiç öpülmemiş dudaklardan daha güzel bir şey tatmadım,” diye mırıldandı, sesi karanlık ve arzulu bir tını taşıyordu.
Simya, yüzü kızarmış bir şekilde başını eğdi. Kalbi hızlıca atıyordu, ama İbrahim’in bu sözleri ona hem garip bir çekim hem de mutluluk getirmişti.
Simya, kalbinin atışlarını kontrol edemediğini fark etti. Göğsü inip kalkıyor, içinde bir yerlerde kıpırdanan karmaşık duygulara anlam vermeye çalışıyordu. İbrahim, onun bu çaresiz ve çekingen hâline alaycı ama aynı zamanda arzu dolu karanlık bir ifadeyle bakıyordu.
“Ne oldu?” diye sordu İbrahim, bir eliyle Simya’nın eline uzanarak. Parmakları, onun titreyen ellerine değdiğinde Simya hafifçe irkildi.
“Hiç…” dedi Simya, sesi titriyordu. Kaçamak bir şekilde yüzünü diğer tarafa çevirdi, ama İbrahim’in yakıcı bakışları onu nereye bakarsa baksın takip ediyordu.
İbrahim, onun bu masum ve savunmasız tavrından hoşlanmış gibiydi. “Hiç mi?” dedi, dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle. Ardından eğildi, ona daha da yaklaştı. “Hiç gibi durmuyor,” diye ekledi.
Simya, aralarındaki mesafenin bu kadar kapanmasından dolayı gerilmişti. Fakat bu gerginliğin içinde, bedenini ve ruhunu ele geçiren bir sıcaklık da vardı. İbrahim’in varlığı, onun tüm savunma mekanizmalarını bir bir kırıyordu.
“Benden korkuyor musun?” diye sordu İbrahim, sesi bu kez daha yumuşaktı.
Simya, ona bakmaktan kaçınarak başını iki yana salladı. Ama bu hareket, İbrahim’i tatmin etmemişti. “Yalan söyleme,” dedi, sesi biraz daha sertleşmişti. “Gözlerinden okuyorum, korkuyorsun.”
Simya, derin bir nefes aldı. “Korkmuyorum,” diye fısıldadı, ama sesi zayıftı. “Sadece… bilmiyorum.”
İbrahim, bu sözlere bir süre cevap vermedi. Gözleri, Simya’nın yüzünde gezindi. Onun bu kadar karmaşık duygularla boğuştuğunu görmek, içinde hem garip bir zafer hissi hem de garip bir koruma isteği uyandırıyordu.
“Bak,” dedi, parmaklarını nazikçe onun yüzüne uzatarak. Simya’nın yanağına dokundu, parmakları sıcak ve güven vericiydi. “Ben de canını yakmak istemem. Ama sözümü dinlemezsen…” Cümlesini tamamlamadı, sadece gözlerinde beliren karanlık bir ifadeyle ona baktı.
Simya’nın nefesi yeniden hızlandı. İbrahim’in sözleri hem bir tehdit hem de bir güvence taşıyordu. Onun bu karmaşık kişiliği, Simya’yı her geçen gün daha fazla etkisi altına alıyordu.
“Beni anladın mı?” diye sordu İbrahim, sesi bu kez daha yumuşaktı.
Simya, sessizce başını salladı. İbrahim’in bu kadar yakınına olmasının verdiği etkiyle, dudaklarından başka bir kelime dökülmedi.
“Güzel,” dedi İbrahim, sanki bir anlaşmaya varmışlar gibi. Ardından, bir kez daha onun dudaklarına doğru eğildi. Bu kez daha kararlı, daha derin bir öpücükle ona dokundu. Simya, istemsizce gözlerini kapattı ve bu beklenmedik yakınlığı kabul etti.
Öpüşmeleri uzarken, Simya bedenine dalga dalga yayılan bir sıcaklık hissetti. Bu sıcaklık, korkusunu bir nebze olsun bastırmıştı. İbrahim’in dudakları, ona alışık olmadığı ama reddetmekte de zorlandığı bir his yaşatıyordu.
İbrahim, nihayet geri çekildiğinde gözleri yine onun gözlerindeydi. “İşte böyle,” dedi, hafif bir gülümsemeyle.
Simya, ne diyeceğini bilemeden ona baktı. Kafası karışıktı, ama içinde bir yerlerde İbrahim’in bu yakınlığından hoşlandığını kabul ediyordu.
“Artık daha iyi anlaşıyoruz,” dedi İbrahim, ardından arkasına yaslanarak yatağa uzandı. Simya, hâlâ oturduğu yerde kalmıştı. Kalbi hızlıca atmaya devam ederken, ne yapacağını bilemeden ellerini önünde birleştirdi.
Simya, ellerini kucağında sıkıca birleştirerek başını önüne eğdi. Gözleri, yere bakarken zihninde çalkalanan düşüncelerle doluydu. İbrahim, yüzünde beliren tatmin olmuş bir ifadeyle onu izliyordu. Onun bu masum ve şaşkın hâli, içindeki arzuyu daha da körüklüyordu.
“Simya,” diye seslendi, sesi alçak ama buyurgandı.
Simya, başını kaldırmadan “Efendim?” diye yanıtladı.
“Bana bak,” dedi İbrahim, sesi biraz daha yumuşaktı bu kez.
Simya, yavaşça başını kaldırarak ona baktı. Gözlerinde karışık duygular vardı: utanç, korku ve… başka bir şey. İbrahim’in bakışlarında ise hâkimiyetin yanı sıra, anlamlandıramadığı bir sıcaklık da vardı.
İbrahim, bir elini yastığa yaslarken diğer elini Simya’nın bileğine uzattı. “Beni yalnız bırakmayacaksın, değil mi?”
Simya, ne söyleyeceğini bilemedi. Yutkundu ve bakışlarını kaçırmaya çalıştı. Ama İbrahim’in parmakları, bileğinde sıkıca, ama nazikçe duruyordu.
“Simya,” dedi tekrar, sesi buyurgan bir emir tonundaydı.
İbrahim, onu yanına çekti. “Gel,” diye devam etti.
Simya, yavaşça yerinden kalkarak İbrahim’in yanına uzandı. İbrahim, onun ürkek tavrını izlerken bir yandan da elini onun beline koyarak onu kendine çekti. Simya, onun bu hareketine hafifçe irkilse de kaçmadı.
“Benden hâlâ korkuyor musun?” diye sordu İbrahim, onun yüzüne dikkatle bakarak.
“Hayır,” dedi Simya, ama sesi kendisini ele veriyordu.
İbrahim, onun bu çelişkili hâline hafifçe güldü. Ardından yüzüne bir daha eğilerek dudaklarına dokundu. Bu kez öpüşü daha yumuşak, daha sabırlıydı. Simya, bu yakınlığa alışmaya çalışırken İbrahim, parmaklarını nazikçe onun saçlarında dolaştırdı.
Zaman durmuş gibiydi. Odadaki ağır hava, ikisi arasında dolaşan duygularla dolup taşmıştı. Simya, gözlerini kapatmış, İbrahim’in öpüşüne karşılık vermeye başlamıştı bile. Ama bu, onun için yeni ve karmaşık bir deneyimdi.
İbrahim, dudaklarını onun dudaklarından çektiğinde bir süre daha göz göze kaldılar. Simya’nın yüzü kızarmıştı, nefesi hızlanmıştı. İbrahim, bu hâlini izlerken onun ne kadar masum ve çekici olduğunu bir kez daha fark etti.
Gece ilerlerken, İbrahim yatağın yanındaki abajuru yavaşça söndürdü. İbrahim, Simya’ya sarılıp uyumaya karar vermişti. Bugün çok yoğun ve gerilimliydi. Biraz sakinleşmek ve dinlenmek en iyisiydi. Bu yakınlık, ikisi için de beklenmedik bir dönüm noktasıydı. Bunu hissedebiliyordu. Bu yüzden daha fazlasını zorlamanın bir anlamı yoktu.
Simya, İbrahim’in kollarında yavaşça uykuya dalarken, İbrahim onun yüzüne baktı. İçinde bir yerlerde, bu kırılgan genç kızı koruma ve sahiplenme isteğiyle doluydu. Ama aynı zamanda ona sahip olma ve tamamen kendine ait kılma isteğiyle de doluydu. Bu bile aralarındaki bağın ne kadar karmaşık ve tehlikeli olduğunu kanıtlıyordu.
Gece, sessizlik ve dolunayın ışığıyla odanın içinde yankılanırken, İbrahim ve Simya arasında sözcüklere dökülmeyen bir çekim vardı: Bu çekim, onları ne kadar karmaşık ve zorlu bir yola sürükleyecekse de, artık ikisi için de geri dönmek mümkün değildi.