1. Bölüm | Ölümün Soğuk Pençesi

1102 Kelimeler
Sonbahar yağmuru tüm kirleri örterek setrederken, arabanın camlarına çarparak ses tınısını kulaklarda yankılandırıyordu. Yapraklar tüm diyarı kaplamış rüzgar boylu boyunca savuruyordu. Kız kulesinin şehri İstanbul, fısıldıyordu insanlara güzelliğini... Havadaki nem yoğunluğu kimisini boğarken, kimisine ferahlık sağlıyordu. İşte koca diyarların, küçücük bir yerinde boğazda düğümlenenden fazlası yaşanıyordu. Soğuktan yada nemden değil... Kış kapıya dayanmıştı. Yada sonbahar direnişlerini yitirdi. Yerine devasa soğuk bir kış bırakıyordu. Zafer içleri soğutan kışındı. Yağmurun yeri, kar taneciklerine bırakıldı. Arabanın camına çarpan kar taneleri yavaşça şiddetini arttırdı. Umut tüm zihinlerde dolarak taştı. İşte yine bir kış günüydü. Başlangıca çanak tutan koca kış, görevini belkide öbür kışa devretmişti. Direksiyonu sıkıca tutan eller, çıldırmış gibiydi. Yeşil gözler ferini yitirmiş bakışları tüm yolları tarıyor, hızı zihinleri dehşete düşünüyordu. Hayat ve zaman yarışı arasında, kıran kırana mücadelesi kalp çarpıntısını şiddetlendirdi. Tek duyabildiği kalbinin kulaklarını sağır eden atışıydı. "Bak, kar yağıyor." Alt dudağını şiddetle ısırdı, şakaklarında belirginleşen damarlar manzarayı daha dehşet hale soktu. "Karı çok seversin sen oğlum." Nefesi genzinde patladı. "Kar yağarken ölürsen, seni affetmem. Duydun mu beni?" Direksiyona çaresizce vurdu ve bağırma tonunu arttırdı. "Duydun mu? Biliyorum çok kızgınsın, herkese çok kırgınsın. Buralarda yokken kimse seni anlamadı değil mi kardeşim? Anlamazlar seni. Tanımazlar. Bırakıp gidersen bunca insanı haklısın kardeşim. Çok haklısın. Hepsi sonuna kadar hak etti. Annen, baban, kardeşin tüm arkadaşların... Haketti herkes. Sana inanmayan güvenmeyen herkes hak etti bu sonu." Durdu, yutkundu. "Ben hak etmedim. Bir ben... Duyuyor musun beni? Ailemden geriye bir tek Alisa ve sen kaldın oğlum. Annemi kaybettim, babamı kaybettim. Seni kaybedemem duyuyor musun? Tutunacaksın lan, tutunacaksın. Kimse için değilse benim için tutunacaksın." Cansunun hıçkırışı boğazında patladı. Arka koltukta, kucağında kanlar içinde yatan beden git gide soğuyordu. "Üç kurşun." dedi dedi dudakları titrerken. Alp'in hiddetli bakışı aynadan onu yakıp kavurdu. "Biri annesinin, biri babasının biride senin attığın kurşun." Hıçkırışları birbiri ardında geldi. Başını Furkan'ın soğuk bedenine dayandı. "Deme öyle... Deme." "Kardeşim uyanık olsa aynısını söylerdi, değil mi kardeşim? Bu kurşunları sana bunlar sıkmadı mı? İnanmayarak, güvenmeyerek." Ana yola çıktığında, vitesi değiştirdi. Araba ıslak zaminde öylesine kaydı ki, bedenleri savruldu. Konumda ilk hastaneye yetişmek için çaba sarf ediyorlardı. Telefonunu açtı ve Derya Hanımı aradı. "Konum attığım hastaneye gelin." "Neden?" dedi hoparlördeki sakin ses. "Umurunuzda olmayan oğlunuzu buldum. Bedeninde üç kurşun var, belkide son nefeslerini alıyor. Konum attığım hastaneye yetiştirmeye çalışıyorum." Derya Hanımın konuşmasına izin vermeden telefonu yüzüne kapattı. Cansu'nun hıçkırışları durdu, kucağındaki soğuk beden gittikçe ağırlaşıyordu. "Nefes alıyor mu bilmiyorum!" "Alıyordur. Yanınıza geldiğimde alıyordu. Alıyor, alacak!" "Nasıl yaptım ben bunu... İnanmadım ona. İnanmadım. Güvenmedim Alp. Yalvardı bana, güvenmem ve inanmam için öylesine yalvardı ki..." Boşta olan eliyle ağızını kapattı. Aynı sözleri defalarca tekrar etti. "İnanmadım ona... İnanmadım..." Virajı alarak sağa kırdı, hastanenin tam önündelerdi. Alp dışarı fırladı, hastaneye koştu. Sedye ve ekiple birlikte arabanın hemen yanına geri döndü. Arka kapılar açıldı. Önce Cansu indi, sonra hareketsiz beden sedyenin üstüne taşındı. "Acele edin." dedi yabancı ses. Hastane kapısından içeri girildiğinde, açık asansöre binildi. "Nabız var!" dedi tanınmayan adam yüzü. Üzerindeki elbisesi yırtıldı. "Karın bölgesinde üç kurşun var. Hemen ameliyathaneye!" Kadın Alp ve Cansu'yu tutarak gelmesini önledi. "Siz burada kalın." "Tıp okuyorum, lütfen benide alın." dedi Cansu yalvararak. "Ne olur." "Olmaz! Otur burada." Alp Cansu'yu kolundan tutarak, oturttu. "İşlerini zorlaştırma." Kan çanağı gözlerini, Cansu'nun gözlerine dikti. Mavi gözleri onunkiler gibi kıpkırmızıydı. Yüzündeki tüm damarları belirginleşmiş zor nefes alıyordu. "Ya bizi bırakıp giderse." "Bırakmayacak, en azından beni bırakmayacak. Bunu biliyorum." "Ya giderse..." "Hayır, sus! Öyle bir şey olmayacak. Zihnini bulandırma. Olmayacak!" Hıçkırdı. "Ama çok soğuktu o. Fazla soğuktu." "Isınır." dedi Alp, Cansu'nun elini sıkarak. "Isınacak, burası sıcak. Tamam mı?" Ellerini kısa saçlarına götürerek geriye attı. Üzerindeki beyaz elbisenin tümü kan olmuştu. "Güçlü dur Cansu." Üzerindeki kanlara gözü takıldığında, korkuyla ciyakladı. "Bunlar Fur... Furkan'ın kanı. Onun-onun değil mi? Üzerimdekiler onun kanı." "Sakinleş." Cansu'nun yüzünü alnına dayadı. Gözlerine baktı. "Sakinleş." "Ben onun hasta olmasına dayanamazdım, elbisemdeki kanlar onun kanı Alp. Anlıyor musun?" "Kendini bırakma!" diye haykırdı. "Ben onu çok sevdim... Beni bırakmaz değil mi? Gitmez. Beni bu kahrolacası acıyla bırakmaz." "Yaşayacak!" "Ya yaşamazsa." "Yaşayacak! Ne olur sus artık." Gözlerini sımsıkı kapattı. "Allah'ım ne olur, onu bize bağışla. Ne olur.." Koridorda yankılanan topuk sesleri, büyük hengame onlara doğru yaklaştı. Başlarını çevirdiklerinde, Derya Hanım ve Cüneyt Bey endişeli bakışlarla yanlarına vardılar. Elif peşlerinden yetişmişti. Alp çömeldiği yerden doğruldu. Derya Hanım'a baktı. "Hiç gelmeseydiniz, zahmet oldu." "Durumu nasıl?" Gözleri kan çanağı olmuştu. Süzülen yaşlar birere birer yere düştü. "Kötü." Koridorda yankılanan farklı topuk sesleri, kalabalık içinden savruldu. Fulya ameliyathane kapısına çarparak durdu. "Abi!" Yumruklarını savurdu. Derya Hanım elini ağzına götürerek kapattığında, Cüneyt Bey kızının kollarından tutarak uzaklaştırdı. "Abi!" "Yapma kızım." dedi Cüneyt Bey. "Bırak beni!" "Abii!" "Yapma kızım, lütfen. Geçecek." Babasına dönerek öfkeli gözlerini dikti. "Ne geçecek ha! Nasıl geçecek? Biz ona sırtımızı çevirdik. Abim hepimizin yüzüne bakacak mı zannediyorsunuz? Söyle Alp abi? Bakacak mı? Belki senin bakar ya bizim? Ya sen Cansu? Söyle anne, söyle baba... Abim benim, sizin yüzünüze bakacak mı? En iyi ihtimal ölmedi diyelim! Nasıl olacak? Bir daha eve dönecek mi sanıyorsunuz? Konuşacak mı bizimle!" İki elini yumruk yaparak duvara dayadı. "Ya benim yüzüme?" Hıçkırışı koridoru doldururken, Ceren koşarak geldi. Fulya'ya sarılarak kollarına almaya çalıştı. Lakin başaramadı. Fulya güçlü biçimde onu itti. "Git!" Ceren tekrar sarıldı, Fulya'yı kolları arasına aldı. Nihal Hanım hiçbir şey demeyerek önlüğü ile ameliyathaneye girmeye çalıştı. "Lütfen girmeye çalışmayın." "Doktorum ben. İçeri alın." "Alamayız." "Bakın içerdeki benimde oğlum. Bırakın gireyim, hastane çok kalabalık faydam dokunsun." "Yapamayız." "Ben buraya girerim! Zorluk çıkartmayın." "Girin öyleyse." "Birazdan telefon çalacak." Nihal Hanım hışımla insanların arasından yürüdü. Telefonu önlüğünün cebinden çıkartarak, kulağına dayadı. Kısaca birşeyler konuştuğunda, söylediği gibi hastanenin telefonu beş dakika içinde çaldı. "Peki." dedi telefonu açan şahıs. "Buyrun, bu taraftan." Nihal Hanım ameliyathaneye girerken, kızın kanlı olan üstüne bakış attı. Soğuk kanlılığını muhafaza etmeye çalıştı. Kapı kapanırken, Derya Hanım ve Nihal Hanım hiçbir şey konuşmadı. Rüzgar bu taraftada sert esiyordu. Furkan'ın durumu, tüm dengeleri altüst ederek bozmuştu. Elif Cansu'nun önünde çömeldi. Ellerini arkadaşının dizine koydu başını yasladı. "İyi olacak tamam mı?" Cansu gözlerini yumarak bir kaç yaş daha akıttı. "Sana kıyafet bulmalıyız." Ayağa kalktı. Hastane çıkışına doğru ilerledi. Fulya sakinleşmişti. Cansu'nun hemen önünde durdu, hafifçe ağzı aralandı. Elbisesindeki kanlar, zihnini delirtecek gibi oluyordu. "Abimin kanı mı?" Konuşmadı. Sessizlik içinde oturduğu yerden doğruldu. Koridorun sonuna kadar ilerledi. Kadınlar tuvaletinden içeri girerek, soluklandı. Boy aynasına yavaşça döndü. Gözleri kıpkırmızı ve şişti. Tüm damarları belirginleşmişti. Ellerini elbisesinin üzerindeki kan lekelerinin üzerinde gezdirdi. Zihni geriye doğru taşındı. Furkan'ın sesi kulaklarını doldurdu. "Sanırım sana acıyorum. Hiçbir zaman soyadımı taşıyamayacaksın, ama bu sahneyi hep şuranda taşıyacaksın. Oyun bitiyor, hissediyor musun papatya?" Büyük kan lekesinin üzerindeki elini sımsıkı sıktı. Elbiseyi öylesine sertçe çekiştirdiği ki, uzun etekleri boylu boyunca yırtıldı. Hıçkırıkları genzinde düğümlendi. Dudaklarını birbirine bastırarak ağlama şiddetini düşürdü. "Pes etme, lütfen." Duvara sürünerek yere çömeldi. "Lütfen."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE