bc

LAVİNA( AŞKIN BEYAZ HALİ _1)

book_age18+
2.4K
TAKİP ET
9.8K
OKU
love after marriage
arranged marriage
goodgirl
twisted
sweet
childhood crush
enimies to lovers
first love
illness
twink
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

"Mirza is. .İstemezse? Hem ben nasıl derim ?Diyemem valla."

"Sen istersen oda ister. Artık karı kocasınız bu çocuk oyuncağı değil, ikinizde çocuk değilsiniz ablam. Bak mesela bende ilk gecemde çok korktum ama nikahımdan sonra eşime karşı bir bağ oluştu. Rabbim iki çifti bir birine ısındırıyor. Sende hissettin mi öyle bir şey?"

Kafamı salladım. Gülistan abla elini sırtımda gezdirdi. Gusül abdesti al namazını kıl, Selimde biraz sonra Mirzaya yardım edecek. Teyzem çekmecelerden birine gece giymen için bir şeyler koymuş. Hazırlan olur mu?"

"Tamam.."

Gülistan abla yanımdan kalkıp masanın üstünde duran tepsiyi alıp odadan çıktı. İçimdeki garip duygu ile banyoya doğru gittim. Gülistan ablanın dediği gibi niyet ettim gusül abdestti almaya, Suyun altına kendimi bıraktım. Gözlerim kapalı kendime güç verdim

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1.BÖLÜM KARAR
Kars'ın gece zifiri karanlığında saat ikiyi geçerken gökyüzünde ne bir rüzgar vardı nede bir yıldız. Gece benimle beraber yasa burunmuş beni yalnız bırakmamıştı. Gece bile benim acıma ortak oluyor. Penceremden konağın kapısına baktım. Saat gecenin ikisi idi. Kars'ta herkes derin uykusunda yataklarındayken ben içimdeki korku ile uyuyamamış pencerenin başında özgürlüğünü bekleyen kuşlar gibi kardeşimi bekliyordum. O gelirse ablasının özgürlüğüne kavuşacak kelimeleri söylerdi. Güzel şeyler der o ablasına.. O ablasını üzmezdi çünkü.... Ömer.. Hayat ikimiz için ağlarını ölüyordu ama ablam biz ikimizde bu örülen kader ağlarına razı değiliz. Kalbime giren şirk tohumunu dilimle tövbe ederek Rabbime sığındım. Hem kötü haber tez yayılır demezler mi? Derler. Eee saat kaç olmuştu kötü haber olsaydı duyulurdu şimdiye .Duyardım bende. Kalbimde yeşeren umut sarmaçığın dalları ile tebessüm ettim. Umut insanı ne diyarlara götürüyordu. Ömer. O bana iyi haberler verecek. Ömer ablasına iyi haber verecek. "Lütfen ablam. Lütfen hayırlı haberler ile gel. " Ayağa kalkarak derin nefes aldım. Yüreğime çöken hisse rağmen kafamı dağıtmak istedim. "Lütfeen... Allah'ım lütfen şu içimdeki sıkıntıyı gider kardeşim güzel haberlerle gelsin. " Ablaa kurtuldun! Kurtuldun bitti dese ne güzel olur.. Gözümden akan yaşı titreyen ellerimle sildim. İki kelime ya iki kelime .Abla kurtuldun Bu! Çok mu şey istiyorum? İsyan etme kalbim. Tam bir inanış ile sabret. Mirza ile ben yapamazdım. Ben o kadar güçlü bir insan değilim ki?.. Kafamda dolaşan şeytanın fısıltısını besmele çekerek kovdum. Rabbime sığındım .Ondan başka sığınacak, gidecek yerim mi vardı? Allah'ım yardım et. Sen bu yolda bana yardım et. Göğsüm daraldı nefes alamadım şu Kars diyarında benim için bir oksijen kalmamıştı sanki. Annemin de benden farkı yoktu. Eminim şuan oda benim gibi Babama kızgındı. Aşirete de kızgındım. Töre denilen lanet şeye de kızgındım.. Hayatım, geleceğim, gelecek için kurduğum güzel hayallerim bir yaprağın ağaçtan dökülen kurumuş yaprakları gibi uçup yere düşmüştü. Sonuç onların kurmuş gazellere dönmesiydi. Bunun tek sorumlusu, sebebi Kan davası denilen iğrenç adetlerimizdi. Oda da volta atmayı keserek dolaptan üstüme siyah şalımı aldım. Odadan çıkıp aşağı doğru inmek için merdivenlere yöneldim. İkinci katta ki annemin odasından ağlama sesi geldi. Durup merdivenlere oturdum. Annem odasında benim için ağladı. Ben ne için ağladığımı bilmeden ağladım. Kafamı dizlerime koyarak sesimi bastırdım. "Lavina? " Annemin telaşlı sesi geldi ilk kulağıma sonra şefkatli elleri sırtımda yer aldı. Kollarımı onun boynuna sardım. Ben ağladım, o sırtımı sıvazladı. Ağlama demedi. Dese saçma olurdu zaten. O zaman onun da ağlamaması gerekti. Saat kaça kadar orda öyle anne kız ağladık bilmiyorum. Kafamı annemin göğsünden kaldırıp göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Burnumu çekerek anneme bakmaktan kaçırdım. Perişan halini görmek istemedi gözlerim. Gözlerde kaçarmış acıdan.. Yaşayarak neler öğreniyorduk böyle. Sorsalardı öğrenmek istersin diye buna net cevabın kesinlikle hayır olurdu. "Anne ben biraz hava alacağım. ", diyerek ayağa kalkıp annemin elleri arasından elleri ayırdım. Merdivenlerden yavaşça sallana sallana yürüyerek indim. Adım atmaya derman yoktu dizlerimde. Avluya çıkınca yüzüme yumuşak rüzgar çarptı. Sanki rüzgar kucaklamıştı beni. Avluda ki masaya doğru yürüdüm. Şark sedire varıp oturdum. Başımı gökyüzüne kaldırıp yıldız bulur muyum umuduyla baktım gökyüzüne. Koca gökyüzü karanlık ile bana tebessüm etti. Ettiği tebessümü acı yüzü ifadesi ile karşılayarak kafamı gökyüzüne çekerek yere eğdim. Gökyüzü de benim gibi bu gece yalnızdı. Yalnız. Koca avluda ses seda yokken, bir çıt bile çıkmıyordu. Oturdum bekledim .Gözlerimin görüş açısının puslanmasına neden olan göz yaşlarımı silerek parmaklarım ile oynadım. Karanlık yavaş yavaş aydınlığa dönmeye başladı. Gözlerimin acısını bir tarafa bırakıp kapıya baktım. Gelecekti. Gelecek. Bir hafta önce anlattığım sohbet sanki kulaklarımda çınlıyordu. BİR HAFTA ÖNCEKİ SOHBET... Dilan yerinden saygı içinde ayağa kalkıp meraklı bir eda ile sordu. "Lavina Hocam kadere iman ne demektir? Kader inkâr edilebilir mi? ", diyerek gözlerimin içine bakarak sordu. Elimde ki kalemi kenara bırakıp onun gözlerinin içine bakarak sorduğu soruyu dilim döndükçe cevaplamaya çalıştım. " Dilan geçen derste öğrendiğimiz gibi imanın altıncı şartı, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna imandır. Amentü'deki, ifadesi, kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir. " Masanın üstünde duran çayımdan bir yudum alarak uzun sohbet için kendimi hazırladım. "İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir. Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir. " Dilan ve diğer kızlar beni pür dikkat dinliyordu. Bu şekli anun bozulmaması için sohbete aynı şevkle devam ettim. " Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların [katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler], her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan Odur. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır." Dilan hissesine düşeni kafası sallayarak almıştım Dudaklarından dolu dolu subhanallah kelimesi dökülmüştü. Elif bu sefer anlattıklarımı düşünüp kafasında tartı. Aklındaki soruyu gözlerinden anlayabiliyordum. Çekinceli haliyle sordu. " Peki hocam kainatta yaratılmış olan her şey, belli bir sebeple yaratılmaktadır dediniz. İnsanların yakmak için kullandıkları ateş de bu sebepler zincirinden birisi midir? " Elifin sorusuna ve cesaretine içten mutlu oldum. Anlattılatımı irdelemesi soru sorması yeni bir bilgi peşinde olması onun ilerde çok güzel bir mailime olacağının kanıtıydı. " İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan da Odur. Her şeyi belli bir sebep ile yaratmaktadır. " Konuyu biraz daha açmak için örnek vermek en güzel şeydi. Ellerimi hareket ettirerek anlatmaya devam ettim. " Mesela, ateş yakıcıdır. Halbuki, yakan Allahü teâlâdır. Ateşin, yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat, adeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlk okulu bitiren bir kimse, ateş yakıyor sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek, ilim deryalarından damlalara kavuşan İslâm âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta, birer sebep ve mahluk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. Yakıcı, Allahü teâlâdır. Ateşsiz de yakar. Fakat, ateş ile yakmak adetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde de yakmaz. İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, adetini bozdu. Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri, kimyagerler bulmaktadır. " Dinlenip bir kaç saniye mola verdim. " Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz, uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen, İslamiyet'e uyar. Kendini tabanca ile vuran ölür. Zehir içen ölür. Terli iken su içen, hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de, Cehenneme gider. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider. " Kenarda duran çayında bir kaç yudum aldım. kuruyan boğazıma sıcak iyi gelmişti. " Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir: Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır. Kaynağı kim söylemek ister? " Sorduğum soruyu sınıftan Elif heyecan içinde söylemişti bile. " Kamer 52, 53. Lavina hocam" " Parmak.", dedim Elife bakara sonra sözlerime devam ettim; "Kimse kimsenin hakkına girmesin. Elif bu arada doğru cevap afferim. Peki Araf 34 ? " Önden Parmak kaldıran öğrencim Hülya'ya söz hakkı verdim. " Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider." " Doğru. Peki Sebe 3 ?" Hülya'nın sıra arkadaşı olan Kardelen parmağını kaldırdı. "Seni dinliyorum Kardelen? " "Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır." " Afferim, buda doğru. " Kardelen kızaran yanakları ile kafasını eğdi. " Fatır 11?",dedim.Yağmur parmağını kaldıran ilk kişi olduğu için ona söz hakkı verdim. " Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.)"Kafamı sallayarak onu doğruladım. " Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise Allah'ın kaderini inkâr eder. İki hadis-i şerif meali şöyledir: Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da. Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır. Kader, bir ilm-i mütekaddimdir." Çayımdan bir yudum alıp sınıfım baktım. Peki aklına takılan, sorusu olan? " Kader, Allahü teâlânın olacakları önceden bilmesi midir yoksa, kullarına zorla yaptırması mıdır? " Bu soru arkadan gelmişti. Soruya ilk kaşlarımı çattım. Aynı zamanda böyle bir soruyu sorma şekli beni şaşırtmıştı da. " Kaza ve kadere inanmak, imanın şartlarındandır. Kaza ve kader, zeki insanların en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kaza ve kaderi iyi anlamamaktan ileri gelmektedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılsa, hiç kimsenin şüphesi kalmaz ve imanları da kuvvetli olur. Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zerreden Arş'a kadar hepsini, maddeleri, manaları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık, ikincisi, hariçte, maddeli varlıktır." Kitabımın katlı olan yerini naifce açarak anlatımına devam ettim. "İmam-ı Gazâlî hazretleri bunu bir misal ile, şöyle anlatmıştır: Bir mühendis mimar, yapacağı bir binanın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu planı, mimara ve ustalara verir. Bunlar da, bu plana göre, binayı yapar. Kâğıttaki plan, binanın, ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna, ilmi, zihni, hayali vücut isimleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan bina da, hariçteki varlıktır. Mühendis mimarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yani bu şekle olan bilgisi, binaya olan kaderidir. Kaza ve kader bilgisi karışık olduğundan, okuyanlarda, birtakım yanlış fikirler, evham ve hayaller hasıl olabilir. Bunun için, din büyükleri, kaza ve kaderi çeşitli şekilde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinleyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, tariflerin birinden faydalanabilir ve şüpheye düşmekten kurtulurlar." Kitabı açtığım sayfada çıkan kurumuş gülü elime aldım. " Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Allahü teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir. Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır. Kader bir ilm-i mütekaddimdir, cebr-i mütehakkim değildir. Allahü teâlânın sonsuz öncelerden bilmesidir, kullarına zorla yaptırması değildir. Ehl-i sünnet vel-cemâat, kadere iman etmiş, kadere inanmak imanın şartıdır demiştir. Kadere inanmayan, mümin değildir dediler. Kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir. " Kurumuş gülü tekrar eski yerine koyarak bakışlarımı kızlarımın üstünde gezdirdim. " Sorusu olan?" Kocaman bir sessizlik. İçten tebessümle ayağa kalktım. " Peki bu konuyu iyi anladığınızı düşünerek bir sonraki ders sözlü yapabilirim sizi değil mi?, dedim tüm sınıf bir ağızdan konuştu; "Kesinlikle hocam. " Geçmişin sayfalarından Kars'ın soğuk havası il kendime geldim. Kadere iman noktasında sınanıyordum galiba. Bilmekle müslüman olunmazdı. Yaşamak şarttı azizim. Bilgiyi eyleme dökmek gerekti. Koca konağın kapısı yavaş hareketler ile açıldı. Yerimden kalkıp bir umur şark sedirden çıktım. Babam girdi omuzları yerde bakışlarında derin bir çöküklük hakimdi. Savaşı kaybetmiş komutan edasına daha fazla bakamadım. Gözlerim bu sefer bir umut kardeşim Ömer'e döndü. Beni fark etmemişlerdi daha. Kardeşim Ömer elinde sıktığı ceketi sinirle yere attı. " Yanlış yaptık baba yanlış. " Babam onu duymuyor gibiydi. Sessizce konağa girdi. Ömer'e baktım ağzında ettiği küfürlere yüzümü buruşturup şark sedirine tekrar varıp oturdum. Derin bir nefes çektim içime, yükselip inen omuzlarım ile öylece geleceğimi düşündüm biraz. Belliydi. Belli işte. Mirza ve ben. Kafamı salladım düşünmek istemedim geri. Başa ne gelirse çekilir. Kadere iman önemliydi. Kabullenmek ve beklemek gerekti. Adımları şark sedirinin önünde durdu. Belli ki sonunda beni görmüştü. Şark sedirinin içine girdi, yanıma gelip oturdu. Bana güzel haberi verecek olan tek umudum.. Görüş açıma giren Ömer'e dudaklarım acı bir tebessüm sundu. Sessizce abla kardeş oturduk .Elimi tutan kardeşim bana güven vermek için mi tutuyordu bu eli yoksa, pişmanlığının belirtisi miydi? İki el bir birine kenetlenmiş bunları hiç birini yaşamak isteyen iki kardeş vardı şark sedirinde. Düşüncelerimden çıkıp sonunda dudaklarımdan döküldü kelimeler. " Ömeriimm ne oldu.. " Yüzleşmem gerekti gerçekleri ile onlardan kaçarak mutlu olmazdım. Bu karşımdaki benim kardeşim miydi?.. Omuzları düşmüş kafası yerde. Anlamıştım biz bu savaşı kaybetmiştik. "Kaldır kafanı Ömer, ne oldu? ", dedim dik durmasını istedim. Ömer kafasını sağa çevirip yüzünü sildi işte o zaman fark ettim ağladığını kafasını bana çevirip gözlerini kaşırdı. Küçük çocuklar gibiydi hali. Kim inanırdı bu oğlanın on sekiz yaşında olduğuna. Sanki benim halim ondan farklıydı. Şekeri elinden alınmış çocuklar gibiydim ben ama geleceğim, hayallerimi almışlardı. Sonra o ağlamaklı sesini duydum. "Şeye karar verdiler..."dedi. Aklımda dolana kelime ile derin nefes aldım. Karar. Acı tebessüm etti dudaklarım .Acıyı kucaklamak gerekti. Güçlü ol Lavina. Sen Güçlü bir kızsın., "Ne.. Neye?. ", dedim titreyen sesim ile zar zor konuştum "Şeye işte abla.. Çok direndik, kan yerine başka şeyler olsun dedi babam. Hatta tüm topraklarını, malını mülkünü verdi ama.. Gene de olmadı.. Yok diyorlar. Aziz Pehlivanlı Kana kan yada evlilik.. Mirza da istem dedi ama onu da bizim gibi dinleyen yok... " "Anladım ablam.. anladım.. " sesim fısıltı gibi çıktı. Cümlenin devamını dinlemek istemedim çünkü insanın içini cayır cayır yakan şeyleri daha fazla duymak istemiyor zaten duyacak güce de sahip değilken. Nasıl olsun ki zaten! Kan davasına kurban gitmek.. Kars çarşısında dün azılı iki düşman ağa aralarındaki sorunu halletmek için çıkan kavgada Aziz Pehlivanlının kardeşi hayatını kaybetti. Aziz Pehlivanlı kardeşinin ölümüyle yüreği yandı ve o ateşin içinde beni de yaktı. Belden aşağısı tutmayan oğluna beni istedi. Mirza.. Belden aşağı tutmayan konaktan dışarı bile çıkmayan Mirza. Onun ilgili anılarım çok geçmişin tozlu sayfalarındaydı. İki aşiret kan davası olmadan önce oyun arkadaşımdı. Bir gün geçirdiği hastalık yüzden daha küçük yaşta tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Aziz Pehlivanlı kardeşinin kanı için ,kan davasının artık bitmesi için beni oğluna istedi. Kan davasının bitmesinin tek şartının bu olduğunu yoksa kardeşinin kanına karşılık Ömer'in kanı dediler. Bir abla olarak tercihim Belliydi ama Babam bugün son kez ağaları topladı. Son kez benim için savaştı. Savaşı kaybettiğimiz Belliydi. Babamın tek oğluydu Ömer. Burada erkek evlat çok önemli, kız evladın önemsiz olduğu kadar .Aziz Pehlivanlı'nın böyle yapmasının tek sebebi hayatımız boyunca bizde kapanmayacak bir yara açmak istemesiydi. Ve bu Kan davası bizim hayatımız boyunca yaşayarak ödeyeceğimiz bir kefaretti. Çünkü bu şartlar sunulduğunda babamın kardeşleri, diğer akrabalarımız düşünmeden beni vermeyi kabul etti. Ben hangi ara ağladığımı bile bilmeden Ömer'in yanından kalktım. Arkamı Ömer'e dönerek konağımıza baktım. Gidiyordum. Çocukluğum, gençliğim her anım burada bu duvarların içinde ,dışında, sağında köşesinde oldu. Nefesimi sessizce dışarı vererek ağır ağır adımlar ile odama doğru çıktım. Biraz önce annemle beraber ağladığım merdivenleri gene gözü yaşlı terk ettim. Odanın kapısını açarak içeri girdim. Biraz sonra gelecek annem ve Ömer için kapıyı kilitledim. Bitmişti. Bundan sonra konuşmaya bile gerek yoktu. Kendimi kapının arkasına çuval gibi bıraktım ve avazım çıktığı kadar bağırıp içimdeki yangını haykırdım. " Yaktınız beni...! " dedim sessizce.. "Yaktın beni Aziz pehlivanlı !" İç çektim gözyaşlarımın arasında. " Yaktın beni Ba.. Ba.. " Arkamda tam durmadın, koruyamadık beni Baba.. ******* Gözlerimi açtığımda yanımda Ninem vardı. Her zaman ki gibi nasırlı elleriyle saçlarımı okşuyordu. " Nine ne zaman geldin sen? ", dedim uykulu sesimle, Nineme baktım. " Bilmem saate bakmadım. Dünyada yetişecek bir yerim kalmadığı için saate bakmayı yıllar önce bırakım torun bilmez misin?" " Bilirim bilmem mi. Seni senin o güzel sohbetlerini çok özleyeceğim Nine.. ", dedim yüreğimdeki hüzün huzmeleriyle.. "Kendi nasıl hissedersin torun, halini pek iyi görmedim.", dedi Ninem. Nasıl iyi olabilirdim ki? " Nine kendimi kötü hissediyorum. Sanki göğsümün içine bir korku girdi çıkıp gitmek bilmez. Nine ben korkuyorum.. " Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Boğazımda gitmeyen yumru ile başımı Ninemin dizlerine koydum. "En son ne zaman dizlerinde ağlamıştım Nine? " " Ömer dünyaya geldiği zaman. Sümüklü sümüklü halinle Annem Babam beni artık sevmeyecek diye ağlamıştın. Altı yaşında falandın galiba. " " Bak gene sümüklü sümüklü geldim dizlerine yattım.. Gene kırgın o kalbim gene içimde derin bir korku.. Ne yapacağım ben Nine?" Ninem eliyle saçlarımı okşamaya devam etti. Soruma cevap vermedi durup düşündü. " Korkuyu arayan adamı bilir misin sen Torunum? " ,dedi bilmezdim, anlatmamıştı. " Nasıl korkuyu arayan adam Nine? Bilmem, okumadım bir yerde sende anlatmadın. ", dedim omuzlarımı kaldırıp indirdim. " Ee her şey zamanını bekler torun. Her şeyi her zaman anlatamazsın ki. Zamanını kollar her şey. ",dedi Ninem bana bakıp bilmiş bir edayla tebessüm etti. " Sen öyle diyorsan öyledir Nine. ", dedim içimde bu konu hakkında şüphe yoktu. Ninem başladı anlatmaya sonuna doğru gelirken bana baktı. " Çok yer gezdim, ama en sonunda korkuyu öğrendim." deyip memleketine geri döner." Ninem bitirmesi ile anlamaya çalıştım dediklerini. " Korkuyu öğrenmiş yani sonunda. " ,dedim anlattığı hikayedeki anlamı anlamaya çalışarak. Ninem saçlarımı okşayarak kafasını salladı. Ağır ağır konuştu. " Öyle öğrenmiş Torunum.. Sen de öğreneceksin. " " Neyi Nine korkuyu mu? " ,diye sordum. " Yok.", dedi bakışlarımı onun yüzünde gezdirip ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Tekrar sordum ısrarcı bir şekilde. "Neyi o zaman Nine? "Ninem benim bu halime güldü. " Ben söylersem öğreneceğin şeyin ne önemi olur. ", dedi eliyle burnumu sıkarak " Ahh senin bu hallerine hiç anlam veremiyorum. Neyi öğreneceğim Nine? Desene " Ninem sihirli dört kelimesini kurdu; " Hadi uyu dinlen sen. " Bu kelimeler Ninemin bir nevi yemini gibiydi. Ne zaman kursa imkanı yok ağzından başka bir kelam çıkmazdı. Kafamı sola doğru çevirerek Ninemin ne demek istediği konusunda düşünmeye başladım. ******** Sabah kalktığımda yatakta toplanıp oturdum. Yeni gün yeni bir sayfa ve aklıma doluşan düşünceler ile yüzümü elimle kapattım. Çalan kapım ile konuştum. " Buyur? ",dedim uykudan yeni uyandığım ve akşam ki ağlama krizinden sonra sesim değişik çıkmıştı dudaklarımın arasından. Kendi sesime bile yüzümü ekşittim. " Abla benim, müsait misin gelebilir miyim? ",dedi kapının diğer tarafından benimle konuşan kardeşim ile dudaklarım kıvrıldı. " Değilim Ömer git." ,dedim masusca Ömer'in yüz ifadesini hayal ederek güldüm. Ömer'den ses seda gelmeyince tekrar konuştum; " Ömer salak mısın ablam içeri girsene." Ömer kapıyı açarak içeri girdi. Gülerek bana baktı. Dalga geçtiğimi anlamıştı. " Niye dalga geçiyorsun abla benimle. Bir muallime yakışan hareketler değil bunlar haberin olsun söyleyim. " " O muallime şimdi seni yastık savaşı ile bertaraf edecek bilginiz olsun Ömer bey söyleyim de. ",dedim kaşımı kaldırıp yastık savaşı için meydan okudum. " Ne yastık savaşı abla ya? " Ömer'in cümlesi biter bitmez elim de ki yastığı fırlattım kafasına attığım yastık tam on ikiden kafasına geldi. " Bingo! Tam on ikiden isabet.", dedim keyif içinde. Ellerimi bir birine çarparak küçük çocuklar gibi sevindim. Ömer kaşlarını çatarak odaya girdi kapıyı örttü. Ona attığım yastığı yerden alıp bana doğru gülerek yaklaştı; " Seni afacan muallime sen şimdi görürsün kardeşin kafasına yastık atmak ne demek." Yatağımın üstünde ayağa kalkıp zıpladım. Ömer'e dil çıkardım. " Bacaksın bana ders mi verecek? Gel seni yastıklarımla bertaraf etmeye hazırım ben seni gidi bacaksız sıpa. " Ömer'in attığı yastığı elimdeki yastıkla vurup yere düşürdüm. Ömer yere düşen yastığı eline alarak benimle uzun bir yastık savaşına girdi. Bu savaşın galibi ben olacaktım. ******** Yatağımın bir ucunda ben yatarken diğer ucunda ters bir şekilde Ömer yatıyordu. Yaptığımız yastık savaşı sonrası derin nefesler içinde dinleniyorduk. Ömer'in sözleri ile nefes almayı bıraktım. "Abla kaçalım mı buradan? ",dedi yüzünü bana döndüğünü anlamıştım. Ben bakışlarımı kısarak tavana bakarak konuştum; "Ne?! ",dedim tepkimi yüksek gösterdim. Ömer anlatmaya devam etti; "Gel kaçalım yurt dışına gidelim. Temiz bir hayat açalım. " Beyaz tavanı izlerken kırık tebessüm ile Ömer'e sordum; " Beraber mi gideceğiz peki? ",dedim düşünerek. Neşeli halim yüzünden silindi gerçekler ile tekrar bir kaldırım taşının üstünde karşı karşıya geldik. O bana baktı benden kaçamazsın der gibi ben boynumu yere eğdim. Ömer sorduğum soruyu hemen cevapladı; "Tabi ki. Sadece seni önden yollarım abla bende arkadan söz gelirim." Kafamı yatakta yan çevirip ona baktım. Ömer'im. Benim küçüğüm ama şimdi bana abilik yapmak istiyordu. Aklındaki o şey.. O fikrini biliyordum en azından anlaya biliyordum. Aklı sıra beni yurt dışına salarak kan davası için tek seçenek olarak kendini bırakacaktı. Beni bırakıp kendini benim için siper edecekti. Buna ben nasıl razı olabilirdim? Ömer'e dolan gözlerim ile baktım. Buluşan gözlerimiz ile Ömer konuştu; "Niye öyle bakıyorsun bana abla? Fikrini çabuk ver bak Pehlivanların konakta cenaze varken az bir günümüz var. Ben pasaport işlerini hallederim. Kalacağımız yer falan en kolay işler onlar." Dolan gözlerimi kırpıştırdım .Ağzımı açsam da bir kelam çıkmadı dilimden. Sanki biri ağzımın içindeki dili kesip atmıştı. Derince yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. Yataktan kalkıp banyoya girdim. Mecnun'a " Neden Leyla'yı alıp kaçmadın " demişler. " Annesi üzülürdü, ben içinde Leyla olan kalbi kıramam." demiş. Ben şimdi kendimi kurtarıp kardeşimi ölüme mi salacaktım? Annemle Babama bu yaştan sonra evlat acısı mı yaşatacaktım? Hayır olmazdı! Yapamazdım ben bunu. Ömer'i bile bile ölüme terk edemezdim. Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim'' demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi de dâhil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Bir gün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, '' Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyruğu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı... '' Hatalı olan oğlum olmalı! '' demiş ve yılandan özür dilemiş. '' Tekrar dost olalım! '' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: '' Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız! '' , demiş. Ben aileme bunu yapamazdım. Kendimi kurtarmak demek kardeşimi ölüme yollamak demekti Kafamı tavana kaldırarak gözlerimi yumdum. "Allah'ım, kalbimi senden gelen bir sevinçle doldur.." dedim .Göz yaşlarımı silerek banyodan çıktım. Ömer yatağımın üstünde bağdaş kurmuş kafası yerde düşünüyordu. "Abla ne yapalım şimdi? ", dedi. Yanına varıp oturdum bende onun gibi kafamı yere eğerek halının desenlerine baktım. "Neşet Ertaş üzdün diyememişte Ömer'im yazımı kışa çevirdin demiş. Sende benim yazımı kışa çevirme be çocuk. Çıkar aklından o fikri.", dedim Ömer kaşlarını kaldırarak ; "Abla?", dedi .İşaret parmağımı havaya kaldırarak onu susturdum. "Sus bak büyüdün demem döverim seni. Karar artık belli, Miraç da bundan sonra yeni sayfa açacak.. Sen de annemi babamı üzecek planlar yapma. Hadi ben açıktım. Annem şimdi gelip bizi dövmedin hadi koş kahvaltı masasına. Bende geliyorum. Çok acıktım. " Ömer'i odamdan kovup üstümü giyerek için dolabımı açtım. Elime gelen ilk elbisemi aldım.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
223.8K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.6K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook