Yine bir sabahı daha ediyordu Yaren çalışma odasında ama, önüne baktığı kağıtlardan bir şey çıkarabilmesi mümkün değildi.
Henüz bu sabah verilmişti bu görev, sanki müddeti bir günle kısıtlıymış gibi, gözlerini ayırmadan bakıyordu kağıtlara.
Kafasının içinde uğuldayan bir sürü ses vardı sanki. “Bu nasıl bir ağrı arkadaş! Sanki kafama birisi çekiçle vuruyor da, hücreler birbirine giriyor” diye hayıflanırken, başını tuta tuta çıktı odasından.
İstikameti belliydi aslında, yatak odası ama kendisini öğlen sularında salonunda ki koltuğunun üzerinde, büzüşmüş uyurken bulmuştu.
Elini boynuna götürüp ovuşturduğu esnada, asıl uyanma sebebi olan kapı sesini duydu. Delinin birisi kapısına dayanmış, kırarcasına çalıyordu.
Bacaklarını koltuktan sarkıtıp, çıplak ayaklarını isyan edercesine yere vura vura kapıya geldiğinde, kendisine aşina olan sesi duydu.
“Allah aşkına Yaren, aç şu kapıyı!”
Kapının kilidini çevirip açtığında, üzerine doğru gelen ağırlıkla beraber, sırt üstü yere düştü Yaren.
Attığı çığlığın ardından ani telaşla kapattığı gözlerini açtığında, burun buruna geldiği adama kaşlarını çatarak bakıp, uyku mahmurluğuyla sesinin müsaade ettiğince bağırdı.
“Senin üzerimde ne işin var Serkan?”
“Benim senin üzerinde ne işim var Yaren? Beni niye üzerine çektin?”
Serkan saçmalamaya başladığında, ellerini yakalarına koyup ateş fışkıran gözleriyle tehdit etti
“Derhal üzerimden kalkmazsan, seni eşek sudan gelinceye kadar döverim Serkan”
Serkan aslında bu fırsatı değerlendirip, Yaren’le uğraşırdı ama, yarım saat boyunca kapıyı çalmış, açılmadığındaysa meraktan ölecek duruma gelmişti.
Yaren’in iyi olduğunu ondan duymaya ihtiyacı vardı.
Üzerinden kalkarak Yaren’e yardım etmek için elini uzattığında, elinin tersiyle vurarak söylene söylene kalkmıştı düştüğü yerden genç kız.
“Allah’ın kalası, uykulu uykulu üzerime abandı resmen!”
Yaren ayakta dimdik durup, bağladığı tokadan firar eden saçlarını geriye doğru iterek hesap sorma moduna girdi.
“Senin sabahın bu saatinde, kapımda ardından üzerimde ne işin vardı bay kalas!?”
Serkan elini belinin üzerine koyarak, tıpkı Yaren gibi kaşlarını çatıp başka bir soru yöneltti.
“Sen neden telefonlarına bakmıyorsun? Onu geçtim kapıyı neden açmıyorsun?”
Yaren ellerini saçlarının arasına geçirip arkaya doğru çekerken, dudaklarına alaycı bir tebessüm yerleştirerek cevap veriyordu Serkan’a.
“Sanane!”
“Ne demek sanane Yaren! Telefonunu en az elli defa aradım, açmadın. Kapına geldim bir şey oldu korkusuyla, açmıyorsun.”
“Serkan, oradan bakınca çocuğa mı benziyorum? Yav ben yirmi beş yaşında, yıllardır tek başına yaşayan bir kızım. Ne bakıcıya, ne de korumaya ihtiyacım yok”
Serkan sıkıntıyla nefesini dışarıya verirken, elini beline koyarak Yaren’e bakmadan mırıldandı.
“Sana bir şey olacak korkusuyla bakıcılıkta yaparım, korumalıkta”
“Ne diyorsun?”
“Önemli bir şey değil, ben seni rahatsız ettim”
“Hadi eyvallah, işim var benim”
Serkan kaşlarını çatarak, anlam veremediği işi sordu.
“Sen bir hafta önce istifa etmedin mi? Ne işi?”
Yaren sabrının son demlerindeyken, açık kapıdan içeriye giren minik kız bacaklarına sarıldı.
“Dünyanın en güzel halası, Naber?”
Yaren bacaklarına sarılan yeğenine eğilerek, yanaklarını sıktı.
“Benim sincabım gelmiş, yerim seni”
Yaren yeğeninin yanaklarını sıkıp gülümserken, Serkan’ın içten içe çocuğa gösterdiği ilgiyi kıskandığını bilmiyordu.
Minik kız halasına doğru eğilip, kendince kısık bir sesle sordu.
“Hala şu sırık abi az önce neden senin üzerindeydi? Ben sizi öyle görünce gelmeyecektim ama, babam sebep sorar diye dönemedim”
Kulağın fısıldamak yerine megafona bağırır gibi konuştuğundan habersiz olan kıza, Serkan cevap verdi.
“Yarım saat boyunca halanın kapısını çaldım ama, açmayınca beklerken başımı kapıya yaslamıştım. Aniden açılınca yere düştük”
Minik kız tek kaşını kaldırmış bilmiş bir edayla Serkan’ı süzerken, dudağını bükerek konuştu.
“Umarım bir daha halamın üzerinde görmem seni”
Yaren kolunu yeğeninin kolunu üzerine koyarak bedenine yasladı.
“Ceyda’cım, Serkan beyin işi varmış biz onu tutmayalım”
Yaren kibarca Serkan’ı kovarken, Serkan kızın bilmiş hallerine nutku tutulmuşçasına bakıyordu kapıyı kapatıp çıkarken.
Aslında pekte haksız sayılmazdı. Ceyda Yaren’in öz yeğeni değildi belki ama, yengesi evladı gibi sevip kollayıp nüfusuna alınca, kendisine halalık yapmak düşmüştü. Üstelik bu minik sincap abisi ve yengesiyle evlenme arifesinde kendisiyle kalınca, küçük Yaren olup çıkmıştı.
Bu bilmiş tavırları, ağız burun büküp konuşmaları, zaman zaman attığı tripleri “Üstadım Yaren halam!” diye haykırıyordu.
Şimdi Yaren bu sincabı sevmesinde ne yapsındı?
Serkan’ın gitmesinin ardından hala yeğen kahvaltı yaptılar birlikte. Minik sincabın bugün anlatacak o kadar çok şey vardı ki, hiç susmaya niyetli değildi.
“Ay hala annemin karnını görmelisin, o kadar çok büyüdü ki, önünü görmüyor”
Yaren kahvaltı masasını toplarken tezgahın üzerine oturmuş, ayaklarını sallaya sallaya konuşan Ceyda’yı dinliyordu.
Anlattıklarını öyle bir heyecan içinde anlatıyor ki, bir çoğunu biliyor olsada sanki ilk defa duymuşçasına tepki vermekten kendini alıkoyamıyordu Yaren.
Akşam üzeri gelen abisiyle birlikte sincabını yolculayıp, doğruca çalışma odasının yolunu tuttu.
Sabaha karşı yatıp öğle vaktinde uyandığı için başında amansız bir ağrı vardı.
Yaren önüne aldığı dosyaları incelerken, bu sefer başına gelecekleri düşünmüyordu. Öncesinde de istihbaratta çalışmıştı, iki yıl sonra tekrar mesleğine geri dönmek ona fazla da zor gelmemişti aslında.
Bu sefer işi kendisine verilen tek ismi araştırmaktı; Oğuzhan Aksoy.
Adamın suçunun ne olduğunu bilmiyordu ama, Ekrem bey bu işi ona verdiğine göre önemsediği bir mevzu olmalıydı.
İşi dolayısıyla silah kullanmayı, bazı dövüş hareketlerini, ve tüm teknoloji aletlerini kullanmayı biliyordu.
İki yıl öncesinde abisi yengesini bulması için ona yalvarınca, kendi kaybedişini göze alarak abisinin aynı acıyı yaşamasına müsaade etmeyerek, işinden ayrılıp yengesi Masal’ın peşine düşmüş ve olayın sonunu mutlu sona kavuşturmuştu.
Onlar için mutlu olmayı beceriyordu Yaren ama, söz konusu kendisi olduğunda geçmişiyle kalbi arasında sıkışıp kalıyordu. Ondandı tüm bu uzak duruşları etrafındaki yabancılardan.
Hiç kimse canı olsun, kimsenin sevdiği olsun, kalbinde hüküm süren bir beyaz atlısı olsun istemiyordu. Bir kez daha kaybetmeye dayanamazdı yüreği. O acıların en büyüğünü yaşamıştı.
Halbuki bilmediği bir şey vardı yaralı ceylanın; kalbine girecek olan beyaz atlısı gerekirse kendi kalbinden vazgeçecek, ama ondan vazgeçmeyecekti...