İstanbul’un sabahı, Aras’ın dünyasında hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Güneşin şehri ısıttığı saatler, onun için sadece yeni planların daha iyi görüldüğü zamanlardı. Nihat’ın verdiği görev basit gözüküyordu: bir dosya, birkaç imza, işleri saptıracak bir belge. Ancak işin içinde Nihat’ın beklediği daha fazlası vardı — hem zekâ hem de cesaret isteyen bir sınav: rakip bir grubu itibarsızlaştırmak, önemli birinin itibarını yok etmek ve gerektiğinde fiziksel tehdidin uygulanmasını sağlamaktı.
Aras notlarını tekrar gözden geçirdi. Masanın üzerinde yenilmiş bir sigara külü gibi duran planın kenarları keskinti. Onun zihninde plan bir satranç tahtasıydı; taşların her biri önceden hesaplanmış hamlelerin parçalarıydı. Ama satrançta bile, bazen taş kırılmalıydı.
Akşam yaklaşırken Aras Ceylan’a bir mesaj attı: “Evet benim farklı bir yanım yanım var sırlarla dolu,karanlık,korkutucu ve ben bu yanıma ışık arıyorum sen o ışık olabilecek misin?.” Ceylan mesajı okurken kalbi deli gibi çarptı. Bir yanı olmaz derken korkarken bir yanı deli gibi merak ediyordu. Tabi ki meraklı olan tarafını Aras’ın farkettiğini bilmiyordu. Ceylan yavaş yavaş Aras’a çekilirken Aras’ın elindeki iplerin sıkılığı da tatlı bir gerilimle hissediliyordu. Onun için bu merak duygusu, oyunun en değerli hamlesiydi.
⸻
Plan, iki aşamalıydı. İlk aşama zekiceydi: Murat’ın kontrolündeki bir şirkete sızılacak, oradan Nihat’ın elindeki bir belgeye benzer ama manipüle edilmiş bir kopya sızdırılacaktı. Bu belge internete sızdırıldığında—ya da henüz yetkililere “teslim edildiğinde”—rakip grup kamuoyunda çöküş yaşayacaktı. İkinci aşama ise gereklilik halinde fiziksel bir uyarıydı; rakiplerin cesaretini kırmak için küçük fakat etkili bir gösteri yapılacaktı—aralarında güvendikleri bir unsur zarar görecek, herkes korkacaktı.
Aras, profesyonel ağında bu tür işler için doğru ismi biliyordu: Selim. Selim’in görünüşteki sadakati ile işi bitirmekteki soğukkanlılığı, Aras’ın planı için hayatiydi. Selim, gece vakti sokaklarla, gölgelerle iş yapmayı seven bir adamdı; gerektiğinde eli kirlenmekten çekinmezdi, ama bunu kimselere hissettirmezdi.
“Hazır mısın?” diye sordu Aras, Selim’in gözlerinin içine bakarken.
Selim hafifçe başını salladı; yüzündeki ifadede bir tereddüt yoktu. “Hazırım.”
Aras’ın planının ilk hareketi, Murat’ın ofisine sızmaktı. Ofisin güvenliği, dışarıdan bakılınca sıkıydı ama içerideki zaafları bilen biri için her kilit açılabilirdi. Aras, Murat’ın güvenini kazanmak için birkaç hafta öncesinden küçük jestler yapmıştı; ona pahalı bir yemek, gösterişli bir hediye, birkaç övgü—insanların kaprisleriyle oynayan ince bir sanat. Artık Murat, Aras’ın yüzüne gülerken arkasında duran bıçağı bilmiyordu.
O gece Aras ve Selim, Murat’ın şirket binasının çevresinde sessizce bekledi. Selim, eski bağlantılarını kullandı; bir bekçinin rütbesiz karanlığı, bir kamera açısının o anlık kayışı… Her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Selim içeri girdi, Aras ise binanın başka bir bölümünde bekledi; planın ikinci kısmı onun için hassastı.
İçeri giren Selim dosyayı buldu: üzerinde Murat’ın imzasına benzeyen ancak küçük değişiklikler yapılmış bir belge. O belge, Nihat’ın elindeki gerçeğe benzeyecek kadar inandırıcı olmalıydı; ama aynı zamanda Murat’ı suçlu gösterecek hamleleri içeriyordu. Selim, belgenin dijital kopyasını aldı ve sessizce çıktı. Plan tıkır tıkır ilerliyordu.
⸻
Ertesi sabah, medya kanalları ve karanlık haber siteleri aynı anda harekete geçti. “Murat’ın şirketi yolsuzlukla suçlanıyor” başlıkları atıldı; belgeler internet sitesi abonelerine sızdırıldı. Murat’ın geçmişinde temiz sayılabilecek notlar çabucak karartıldı. Nihat bu ilk aşamadan memnundu; rakibinin ayağı kaymıştı. Ancak Aras bilmeliydi ki bir oyun oynanırken, taşlar her zaman beklenmedik yerlere düşebilirdi.
Murat panikledikçe, ona en yakın olanların karşısında ilk kez zayıf düşüşü görüldü. Bu zayıflık, Nihat’ın isteği üzerine ikinci aşamayı mecburi kıldı. Aras için işi bitiren son hamle, Murat’ın güvenliğinden ödün verecek bir gösteriydi—güvenlik ağının içinde bir kırılma, güvendiği bir adamın saldırıya uğraması. Bu fiziksel eylem, grubun moralini tamamen çökertmeliydi.
Selim’e gelen talimat netti: “Bir gösteri yap, etkileyici olsun. Korku yay.” Selim’in işi zordu; küçük ama etkileyici bir gösteri düzenleyecekti. Bir uyarı, bir mesaj—herkesin aklında kalacak ama gerçek bir trajedi yaratmayacak.
O gece, Murat’ın en güvendiği adamı, taksiyle evine dönerken bir sokak köşesinde saldırıya uğradı. Gösteri planlandığı gibi çalıştı; fotoğraflar, yarım yarım paylaşılan kavga görüntüleri, gazetecilerin sorduğu sorular… Her şey senkronizeydi. Murat artık savunmasızdı ve grubun içinde derin bir güvensizlik tohumu ekilmişti.
⸻
Ancak Aras planın ortasında beklenmedik bir dalgalanma hissetti. Ceylan, onu aradı. Telefonda sesi titriyordu; normalden daha yerinde olmayan bir tonda.
“Aras Bey… bugün haberleri gördüm. Çok korkutucu. Bu işleri yapan siz misiniz? Böyle şeyler neden yapılır?”
Aras, telefonun öteki ucundaki kırılgan sesi duyduğunda, planın gölgesinde bir şey titreşti. Ceylan’ın korkusu onun için hem bir zafer hem de bir yük olmuştu. “Sakin ol Ceylan,” dedi, sesi soğuk ama sakin. “Bunlar iş. Karanlık işlerin aydınlığına ihtiyaç var bazen.”
Ceylan’ın nefesi kesildi.
“Ama insanların hayatı… İnsanlar zarar görüyor. Bunu yapamazsınız, değil mi?”
Aras bir an durdu. Ceylan’ın masumiyeti, ona her zaman bir ayna gibi dönmüştü—kendi karanlığının yüzünü ona gösteriyordu. Bu yüzleşme onu beklenmedik bir şekilde rahatsız etti.
“Bazen bir şeyler kırılmalı ki daha büyüğü korunsun,” dedi sonunda. “Ben işimi biliyorum. Ayrıca bana Aras bey demekten vazgeç.”
Ama Ceylan’ın sesi artık farklıydı; içinde bir soru, içinde bir isteksizlik vardı. Bu, Aras’ın planını sorgulamaya yetiyordu. Telefon kapandıktan sonra Aras uzun süre oturdu; Boğaz’ın karanlık suyu camın ötesinde sessizce akıyordu. İçinde bir sızı vardı, ama hangi duygunun adıydı—merhamet mi, yoksa bir zayıflık mı—henüz net değildi.
⸻
Günler geçtikçe Murat zayıfladı. İş dünyasında güven, paradan daha hızlı eriyordu. Nihat, zafere yakın hissediyordu. Aras, başarılı bir hamlenin rahatlığını yaşarken, zihninde başka bir oyunun kıvılcımı yanıyordu. Ceylan’ın bakışları, geceleri onu takip eden bir gölge gibiydi. Onunla konuştuğunda, kendini bir suç ortağı değil de bir suçun sahibinden öte biri gibi görüyordu. Bu yabancı, ona hem çekici hem de tehditkâr geliyordu.
Bir gece Ceylan’ın kapısını çaldı. Yanı başındaki lüks arabadan inip çelikten soğuk bir ifade takınmadı; içeri girdiğinde yüzünde gerçek bir yorgunluk vardı. Ceylan oturma odasında, çekilmiş perdelerin arkasında bekliyordu.
“Bana neden söyledin?” diye sordu Ceylan, gözleri dolu dolu. “Neden bana böyle bir dünyayı gösterdin?”
Aras, bir an susup sonra cevap verdi: “Çünkü seni gördüğümde, başka bir yansıma gibi hissettim. İnsanların yüzlerinde gördüğüm o boşluğu senin gözlerinde görmedim. Seni özel hissettim. Ve özel görünen her şey, benim için bir deneydir.”
Ceylan gözyaşlarını tutamıyordu.
“Deney mi? Ben bir denek miyim?”
Aras kelimeleri dikkatle seçti.
“Sen bir seçimsin,” dedi. “Ve ben seçim yaparım.”
Ceylan’ın yüzünde bir kırılma oluştu. Dokunulmuş bir güven, geri dönülmez bir noktaya yaklaşmıştı. “Beni seçtin çünkü zayıfım,” dedi fısıltıyla. “Bunu biliyorum. Ama ben de insanım, Aras. Korkuyorum.”
Aras, içindeki bir yerin yumuşadığını hissetti; belki de bu yumuşama, onun için en tehlikeli olan şeydi. “Korku seni gerçek yapar,” dedi. “Gerçekle yüzleşince ne yapacağını görürsün.”
Ceylan, onun sözlerindeki soğukluğu duymuştu ama aynı zamanda bir duygu daha vardı—bir umut. Belki Aras ağlarını örerken, istemeden bir bağ kurmuştu. Bu bağ, Aras’ın beklediği türden bir üstünlük müydü yoksa gerçek bir insan ilişkisi mi—bunu sadece zaman söyleyecekti.
⸻
Bir sonraki hamle, Nihat’ın planladığı bir kutlamaydı: zaferi ilan edecekleri, maskelerin düşeceği bir gece. Ancak Aras bile bilmiyordu ki, o gece onun için bir dönüm noktası olacaktı. Kutlama salonunda şık insanlar, pahalı konuşmalar, kırmızı şarap kadehleri… Herkes kazanmış gibi görünüyordu. Ama gerçek zafer, herkesi susturacak bir yalnızlıkta saklıydı.
Aras masanın başında otururken, herkesin içinde küçük bir ex nihilo (hiçten var olan) boşluk hissetti. Zaferin tatlılığı, onu tatmin etmiyordu. Ceylan’ın gözleri ise kalabalığın içinde onu arıyordu; bulduğunda Aras’ın yanına gelip sessizce elini tuttu. O an, etraftaki tüm gürültü sanki uzaklaşmıştı. Elini tutan o küçük, sıcak dokunuş, Aras’ın içine yeni bir şey soktu—sorumluluk duygusu gibi bir ağırlık.
Aras, bir an için dünyadaki en güçlü adam olduğunu unuttu. Güç, bazen elindeki taşları kırma yeteneğiydi; bazen de onları tutup savunmaktı. O gece Aras, ilk kez korkunun, zaferin ve sevginin aynı masada oturabileceğini hissetti.