KARŞILAŞMA
2 sene sonra
"Hazel, nerede kaldın ya?"
"Ay ne oldu be?" Dedi mutfaktan çıkıp, kafasını kapıdan uzatarak.
"Ne zaman sürpriz yemeğine çağıracaksın beni?" Dedim şirin şirin gülümseye çalışarak.
"Az kaldı." Dedi ve öpücük atıp mutfağa geri döndü. Bende televizyonda kanalları gezip boş boş bakınırken kollarımı bedenime doladım. Kısa bir süredir kütüphanede çalışıyordum fakat dün kovulmuştum. Zaten hangi işe girsem kovuluyordum, ne beceriksiz insanım! Hazel'in ise bugün izin günüydü, bu yüzden kafede çalışmaya gitmemişti.
Gözlerim, karnıma kaydığında suratımın düşmesini engelleyemedim. Küçük kızım, seni kucağıma alamadım, olmadı biliyorum fakat bunu çok isterdim. Benimle olmanı ve babanın da bizimle kalmasını o kadar çok isterdim ki...
Neyse ki artık gözlerim dolmuyordu, ağlarsam ancak bebeğim öldüğü için ağlardım ya da Kutay için de ağlayabilirdim, emin değilim fakat o beni yüzüstü bıraktı. Bu acılara tek başıma kol kanat gerdim ve açıkçası bu iki sene hayatımın en zor geçirdiğim seneleriydi.
2 Sene Önce
"Hazel?"
Sesim titrek bir şekilde çıkarken bakışlarım karnıma inmişti, yoktu bebek yoktu.
"Hande."
Hazel elimi sıkıca tutarak, gözleri yaşlı bir halde bana baktı.
"Hazel, bebeğim." Dediğim anda boğazından bir hıçkırık kopmuştu.
Hazel sessizce ağlarken onu güçlükle sarstım ama canım çok fena yanıyordu ve ellerim, kollarım sargıdaydı. "Konuşsana!"
"Hande ne olursun sakin ol." Dedi sesi titrerken. "O öldü, maalesef kurtaramadılar."
Duymak istemediğim gerçekler suratıma çarparken, yalnızca ikimizin olduğu bu odada acı bir çığlık attım. Hazel beni teselli etmek istercesine yavaşça sarılırken onu ittirmeye çalıştım, her yerim acıyordu fakat bu umurumda bile değildi. Bebeğim ölmüştü, gitmişti benden.
***
Doktorların sakinleştirici vermesi sonucu uyuduktan sonra nihayet gözlerimi açabilmiştim. Kendimi çökmüş gibi ve berbat hissediyordum. Gözlerim Hazel'e kaydığında beni fark eder etmez hemen yanıma geldi. Sakinleştiricinin etkisinden midir bilmiyorum ama bedenim çok uyuşuktu ve yorgun hissediyordum.
"İyi misin?"
"Kutay nerede?" Diye mırıldandım güçlükle.
"O, gitti." Diye mırıldandı sessizce.
"Nereye?"
"Bilmiyorum." Diye mırıldanınca, gözlerim dolmuştu. Beni terk mi etmişti? Bunca olanlardan sonra, beni bir başıma mı bırakmıştı?
"Ne zamandır hastanedeyiz?" Diye mırıldandım, gözlerimi güçlükle ondan çekerken.
"Bir hafta oluyor."
Günümüz
Böyleydi işte, o zamandan beri yoktu Kutay. Gelmemişti, iyi miyim diye bile bakmamıştı. Bebeğimiz de yoktu, bir başıma kalmıştım. Hastaneden çıktıktan ve yaralarım iyileştikten bir süre sonra kafayı yiyecek dereceye gelmiştim. Her şey üstüme üstüme gelmişti ve boğuluyormuşum gibiydi.
Hazel
Kısa bir zaman olmuştu, Hande'yle tuttuğumuz bir sitenin apartmanında oturuyorduk. Bende fazla masraf yapmamayı öğrendiğim için ikimiz rahatlıkla yaşamamızı sürdürebiliyorduk. Aşk hayatımda hala daha Yamaç vardı fakat Hande artık doğaüstü hiçbir kişiyle arkadaşlık etmek istemiyordu ve beni de sertçe uyarmıştı. Berbat ve perişan bir halde olduğunu biliyordum fakat Yamaç'tan ayrılmaya gücüm yetmemişti. Onunla ilişkimizi Hande'ye rağmen sürdürüyorduk fakat son olay bizi derinden sarsmıştı.
O gün tüm itirazlarıma rağmen buluşmak için direnmişti ve gece yarısı, önceki taşındığımız gecekondu tarzı evimize gelmişti. O gün de olan olmuştu... Lara, Yamaç'ı takip edip birkaç vampirle evimize gelip asabımızı bozmuştu. O gün Hande'yle aramız oldukça açılmıştı çünkü Lara'yla savaşmak zorunda kalmıştı. Hem de yaşadığı onca şeyden sonra... Bu yüzden Yamaç'la söylediklerine rağmen konuştuğumu öğrenince çok büyük olay çıkmıştı. Ben de tabii ki ayrılacağımı söylemiştim fakat bir türlü yapamıyordum. Ayrılsam tekrar barışıyordum, kendime bir türlü hakim olamıyordum. Yine de onunla artık her gün buluşmuyorduk, bu biraz zor olsa da artık haftada bir kere onu görmeye alışmaya çalışıyordum.
Bir aydır ise iyiydik, normal insanlar gibi hayatımız vardı. Ne büyücüler gelmişti, ne vampirler, ne de kurt adamlar. Yalnızca ikimizdik ve böyle iyiydik.
Hande'nin canı çok yanıyordu. Hem canından çok sevdiği adamı, hem de dünyalara değişmeyeceği kızını kaybetmişti.
Yaptığım domates soslu makarnalar hazır olduğunda masalara koyarak, yoğurt kabını çıkardım ve ayran yaptım. Kısa bir süre sonra işim bittiğinde kapıdan kafamı uzatarak, Hande'ye baktım.
"Hadi gel sürpriz yemeğim hazır."
"Çok merak ediyorum ne hazırladın acaba." Dedi dalga geçercesine gülüp ayağa kalkarken.
"Parmaklarını yiyeceksin gel." Diye sırıtınca o da merakla içeri girdi ve makarnaları görünce şaşkınca bana baktı.
"Makarna mı?"
"Evet niye?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Güzel gözükmüyor mu, beğenmedin mi?"
"Yok canım makarna yapmış olamazsın, fırında pirzola falan var değil mi?"
"Yoo o nereden çıktı, hem ben pirzola yapmasını bilmem ki?"
"Ee o zaman 3 saattir ben, sırf şu yarım tencerelik makarna için mi bekliyorum?"
"Şey aslında o öyle olmadı." Diye mırıldanıp mahcupça gülümsedim. "Önceki yaptığım birazcık yanmış olabilir."
"Birazcık?" Dedi kaşlarını havaya kaldırıp bana bakarak.
"Evet ama sorun yok artık her şey kontrolüm altında." Dedim sırıtarak.
"Yanmış tencereyi yıkayıp yaptın değil mi yenisini?"
"Ne?"
Ben ona şaşkınca bakarken masaya oturmuştu. Bana bakıp kafasını sağa sola sallamıştı. "Ne demek ne?"
"Yanmış tencereler yıkanıyor mu?"
"Ee her halde ki!" Dedi bana deliymiş gibi bakarak. "Yıkamadan mı koydun dolaba?"
"Hayır da, ben yanmış tencereler bir daha kullanılamıyor sanıyordum."
"Ne?!" Dedi gözlerini kocaman açıp suratına bakarak. "Ne yaptın tencereye?"
Gözlerim çöpe doğru kayarken korkuyla arkasına döndü. "Yoksa çöpe mi attın?"
"Şey ben-"
"Hazel parçalarım seni, bu tencerelerin çoğunu ben ilk maaşımdan aldım."
"Aaa ayıp ama senin benim mi var?" Derken bana dönüp kısık gözlerle baktı.
"Tamam canım kızma, yemeğimizi yiyelim alır yıkarım. Eskisinden de güzel olur merak etme."
"Umarım öyle yaparsın!" Dedi gözlerini büyütüp ve kaşığı eline aldı.
Masada sakince yemeklerimizi yerken telefonuma mesaj gelmişti, ekran bize dönük olduğu için Hande de görmüştü mesajın kimden geldiğini.
"İbrahim mi?"
Başımı sallayarak onu onayladım ve telefona baktım.
-Şşşt naber kız?
"Şu an ona hiç cevap veremeyeceğim." Diye mırıldandım ve telefonu ters çevirdim.
1 gün sonra
Hande
"Ben çıkıyorum Hazel!" Diye bağırdım içeri doğru, sanırım bu aptal kız hala daha uyuyordu. Halimiz itten beterdi, keyfimiz paşada yoktu!
"Hazel duyuyor musun?!" Diye tekrar bağırdım, kapının önünden evin içerisine doğru.
Birkaç saniye sonra odasından yarım yamalak bakarak dışarıya çıkan Hazel göründü. Paçasının biri yukarı sıyrılmış, ağzının kenarında salya kurumuştu. Saçı başı ise darmadağındı, bu kız uyurken nelerle mücadele ediyor cidden merak ediyordum.
"Nereye ya?" Dedi eliyle bir gözünü ovuşturarak.
"Sokağın arkasındaki caddede büyük şirket var ya, iş için ilan vermişler oraya gideceğim."
Hazel'in anında gözleri büyürken kaşlarını çatarak bana yürüdü. "Saçmalama koskoca şirkette ne yapacaksın?"
"Hazel'cim farkında mısın bilmiyorum ama ufak yerlerden bile sürekli atıldım ben."
"Ee ama büyük yerler de seni atılmaktan beter eder."
"Daha ne kadar beter olacağım ya?" Diye mırıldandım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hem sen niye böyle karşı çıktın ne oluyor?"
"Hayır canım ne karşı çıkması? Hem sen ne yapacaksın ki orada?"
"Asistanlık."
"Tecrüben var mı?"
"Yok."
"Nah alırlar seni işe." Dediğinde suratımı buruşturup ona baktım.
"Güzel dileklerde bulunmak bu kadar zor mu pislik."
"Ya Hande'ciğim ama sen de buna izin vermiyorsun ki..." Dediğinde bıkkınlıkla ofladım.
"Ben gidiyorum Hazel en azından şansımı denemiş olurum, tamam mı?"
"Emin misin?" Diye bana tedirgince bakınca başımı salladım ve evden çıktım.
Bu kıza da sabah sabah haller olmuştu. Hayır yani reddedilmem ona neden bu kadar koyuyor anlamıyorum ki? Reddedilecek olan kişi benim! Sokakta yürürken gözüme tabii ki küçük çocuklar çarptı. Ailelerinin yanında ya da kucağında olan minik çocuklar.
Kendimi kötü hissetmiştim, eğer yaşasaydı benim kızım da iki yaşında olacaktı.
Neyse bu tip şeyleri çok düşündüm artık düşünerek kendimi harap etmeme gerek yoktu. Olan olmuştu...
Aniden yağmur yağmaya başlayınca kaçlarımı çatıp gökyüzüne baktım, şemsiyem bile yanımda değildi. Güne kötü başlamak mı?Harika(!) bakalım daha neler olacaktı?
Üşümemek adına kollarımı bedenime doladıktan sonra kaldırımda yürüyüp caddeye ulaşmak için sol tarafa döndüm.
Hazel
"Yamaç bir şey yap." Dedim telefonda sesimin titrememesine özen göstererek.
"Ne yapabilirim Hazel, benim elimden bir şey gelmiyor ki."
"Ama Hande onu görürse mahvolur."
"Sakin ol, Kutay zaten sürekli şirkete giden biri değil. Hande nereden görsün Kutay'ı?"
"Off ne bileyim ya, kendimi çok kötü hissediyorum. Bir de Kutay'ın gitmesinin asıl sebebi benmişim gibi hissediyorum. Bunu düşündükçe daha da kötü oluyorum."
"Hazel bebeğim konuştuk bunu." Dedi Yamaç sesine samimiyetini yansıtarak. "O anın siniriyle bunu söylemenden daha doğal hiçbir şey yok."
"Peki o zaman."
Hande
Şirketin önüne geldiğimde kafamı kaldırıp yukarı kadar baktım, devasa büyüklükteydi. Aslında şirketin önüne geldiğimde buraya uymadığımı daha iyi anlamış ve fark etmiştim. Buradakiler beni ne yapsın? Kim bilir kaç kişi burada çalışmak için başvuruyordu ve benim gibi tecrübesiz birini kim, niye işe alsın ya?
İngilizcem bile yarım yamalaktı, bu şekilde onlara ayak bağı olurdum. Gerçekten de 'sizi daha sonra ararız' lafını duymayı bu kadar çok istiyor muydum? Çünkü sonuç apaçık ortadaydı, böyle diyeceklerdi ve bir daha asla aramayacaklardı.
Omuzlarım düşerken bakışlarımı yere indirdim. Bir de aptal gibi şirketin önünde dikiliyor ve ıslanıyordum. Yağmurdan dolayı adeta sucuk gibi olmuştum. Bir kere de, bir kere de işler yolunda gitse şaşardım!
Belki de yolunda gider, şirkete girmeden bilemeyiz?
Güzel söylüyorsun iç sesim fakat göz var izan var. Hazel haklıydı, buraya ait değilim.
Arkamı dönecekken kafamın üzerinde tutulan şemsiyeyle kaşlarım çatıldı.
"Islanıyorsun."
Bu ses... Gözlerim anlamsız bir şekilde dolarken dişlerimi sıktım. Hayır, onca zaman sonra yine ağlayamazdım. Sertçe yutkundum ve boğazımı delercesine acı veren düğümlenmeyi göz ardı etmeye çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp ağlamamak adına yukarıya baktım.
Saniyeler geçerken sonunda o cesareti kendimde bularak arkamı döndüm ve Kutay'la yüz yüze geldik.
Bu iki senede içimde o kadar çok şey birikmişti ki, hepsine bağıra çağıra anlatmak istiyordum.
Kutay'a, neden beni yalnız bıraktın ve neden bu acıyı yalnız çekmeme izin verdin, demek istiyordum. Şu an neden gözlerin hiçbir şey olmamış gibi bakıyor demek istiyordum. Ben hala daha paramparçayken sen nasıl olur da böyle hiçbir şey olmamış gibi bakarsın demek istiyordum. Benim içim, dışım simsiyah olmuşken, sen nasıl olur da tüm renklere böylesine kucak açtın demek istiyordum. Çiçeklerim koparıldığında neden beni yağmurda tek başıma bıraktın? Neden Kutay?
Devam edecek ❤️