Artık benimsin…

1400 Kelimeler
Evet, kul kader yazamazdı ama Rozerin kendi kaderini kendi yazmaya karar vermişti. Ezman soluğu Melek’in yanında almıştı. Arka arkaya çalan kapıyı açınca, karşısında Ezman’ı gören kadın anlamıştı bir terslik olduğunu. “Ne oldu?” diyemeden yapışmıştı Ezman dudaklarına; öfkesini, kinini çıkarmak ister gibi öpüyordu. “Biraz sakin ol, canımı yakıyorsun,” deyip geri çekilmeye çalışan kadına, “Benim de canım yanıyor,” deyip öptü tekrar. Melek, amcasının asistanıydı. Aralarında gönül bağı yoktu ama birbirlerini iyi tanırlardı, hem de fazlasıyla iyi. Öteki taraftan Rozerin, kocasına koşulsuz şartsız teslim olmak için girmişti yatağa. Aslında en başta hanımağalığı almadan olmaz demişti ama Zinar Ağa’nın dudakları boynuna, dudaklarına değince ikisi de dayanamayacaklarını anlamıştı. Zinar’ın dili onun dik göğüslerinde gezinirken, o biraz utangaçlık, biraz acemilikle karşılık vermeye çalışmıştı. Olgun bir adamla acemi bir kadının buluşmasıydı bu. Zinar’ın eli bacaklarının arasına, kadınlığına gittiğinde sırtı yay gibi gerilmişti. Zinar bunu fark edince, “Rahatla güzelim, kendini kasma,” deyip devam etti hareket ettirmeye elini. Parmakları işini ustalıkla yaparken, Rozerin inlemelerini bastırmak için dudağını dişliyordu. Bu hali Zinar’ı daha da deli ediyordu. Hele acemiliği içini titretmişti. İyice ıslanan karısının bacak arasındaki yerini aldı, kendini içine itmeye başladığında, korkuyla kasılan Rozerin’e, “Güzelim, kasma kendini. Kasarsan canın yanar,” dedi ve erkekliğini sürttü ıslaklığına. Rozerin birkaç saniye rahatlayınca itti kendini kadınlığının sıcaklığına. Genç kadın acıyla geçirdi tırnaklarını Zinar’ın omzuna. Zinar, “Özür dilerim,” deyip devam etti hareketlerine, yavaş yavaş. Bir yandan “Çok güzelsin,” deyip, bir yandan göğüslerini öpüyordu. Darlığı aklını başından almıştı. Sona yaklaştığında hızlandı ve nefes nefese boşaldı Rozerin’in içine. Bir çocukları olsun istiyordu çünkü. İçinden çıkmadan yığıldı genç kadının üzerine. Göğsü yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Sonra alnına bir öpücük kondurup, “Artık benimsin,” dedi. O gece sabah olmak bilmemişti Ezman için. Güneş doğar doğmaz kalkıp geldi konağa. Atını ahıra bırakıp tepenin yolunu tuttu. Burada başlamıştı her şey, burada bitmişti. Arkadaşının düğününde görmüştü Rozerin’i. Hemen fark etmişti. Gerçi fark edilmeyecek gibi de değildi ya… Orada olan herkes gibi, o da fark etmişti. “Kim bu?” diye sorduğunda, “Rozerin. Zeyno’ların büyük kızı,” demişti arkadaşı. “Daha önce hiç görmedim,” diyen Ezman’a, “Göremezsin zaten. Pek gelmez düğünlere. Bizimki arkadaşı, ondan gelmiş,” demişti. Normalde hiç âdeti olmayan bir şey yapıp, “Beni tanıştır,” demişti Ezman. “Ben yanlış anlamadım değil mi? Sen bir kızla tanışmak istiyorsun?” deyip gülen arkadaşına, “Türkçe anlamıyorsan Kürtçe anlatayım. Bir yolunu bul, tanıştır,” demişti. “Tamam lan, kızma. Bekle şimdi, bir bahane bulup tanıştıracağım sizi,” dedi. Ama zordu… Rozerin’i bir şeylere ikna etmek her zaman zordu. Evet, o gün zor da olsa tanışmışlardı. Ama doğru dürüst bakmamıştı Ezman’ın yüzüne. Tabii sonrasında da defalarca çıktı Ezman onun karşısına, türlü türlü bahanelerle. Ama Rozerin hiç oralı bile olmuyordu. Aslında o da etkilenmişti Ezman’dan. Çünkü o, Rozerin’i etkilemek için elinden geleni yapıyor, bulduğu her fırsatta çıkıyordu karşısına. O gün de Rozerin’i at sürerken görüp takılmıştı peşine. Ne yapıp edip, bugün ondan bir karşılık alacaktı — öyle ya da böyle. İşte tam da bu tepede, attan inen Rozerin’in peşinden o da atladı. “Demek sığınağın burası,” diyerek. “Ne işin var burada? Beni mi takip ediyorsun?” diyen genç kadına, “Etmiyorum ama etmem gerekiyor sanırım. Çünkü hiçbir mesajıma cevap vermiyorsun,” dedi. “Sana cevap vermek gibi bir zorunluluğum olduğunu düşünmüyorumdur belki ha. Çünkü benden sana yar olmaz, Ezman Ağa,” diyen Rozerin’e, “Bence tam tersi. Sen bana yar olacaksın,” deyip yaklaştı. “Bir adım daha atma bence,” diyen genç kadına, “Attım bile,” deyip tutup kendine çekmişti bir anda. “Bırak beni, ileri gidiyorsun!” deyip kurtulmaya çalışan Rozerin’e, “Debelenme güzelim, uslu dur. Konuşalım şimdi. Söyle, niye cevap vermiyorsun mesajlarıma?” demişti. “Vermek istemiyorum dedim ya, neyini anlamıyorsun?” diyen genç kadına, “Bak, hayatımda yapmadığım şeyleri yaptırıyorsun bana. O günden beri çıkmıyorsun aklımdan,” dedi. “Bana… yani bize bir şans versen olmaz mı? Söz veriyorum, eğer olmazsa, hiç olmamışım gibi çıkarım hayatından,” dedi Ezman. Bir iki derken, çekişmeler yerini aşka bırakmaya başlamıştı. “İstemem,” diyen Rozerin, âşık olmuştu bir anda. Hem de deli divane… Her gün burada buluştular. Burada büyüttüler aşklarını. Annesi hastaydı Rozerin’in. Durumu daha kötüye gitmeden, gidip istemekti genç adamın niyeti. O akşam ailesine konuyu açacaktı. Sabah, babasıyla birlikte şirkete gitmek için küçük konaktan çıkmışlardı. Baba-oğul tam şirkete girecekken, duyulan silah sesiyle neye uğradıklarını şaşırmışlardı. “Baba!” deyip arkasını döndüğünde, gördüğü manzarayla aklını kaybetmişti genç adam. Babası, kanlar içinde yere yığılmıştı. Gözlerinin önünde… O gün, bütün hayatı tepetaklak olmuştu Ezman’ın. Bir günde, on yaş birden büyümek zorunda kalmıştı. İstemeye istemeye… Rozerin günlerdir haber alamamıştı Ezman’dan. Babasının öldüğünü duymuş, yıkılmıştı. Ama elinden de bir şey gelmemişti genç kadının. Ezman, intikam yeminleri etmiş, babasının kanını yerde koymamaya söz vermişti. Öyle bir intikam hırsı bürümüştü ki gözünü, sevdiği kadını bile göremiyordu. O gün, “Buluşmamız gerekiyor,” diye mesaj atmıştı Rozerin’e. Rozerin, aldığı mesajla heyecanla çıkmıştı evden. Ama bilememişti sonunun hüsran olacağını… Heyecanla buluşma yerine geldiğinde, Ezman’ı orada görmüştü. Koşup sıkı sıkı sarılmıştı; günlerdir hasretti sevdiklerine. Ama buz gibiydi Ezman. Sanki kendi değil gibiydi. “İyi misin?” diyemezdi, olmadığını biliyordu. Çünkü babasını kaybetmişti, canı yanıyordu. Farkındaydı. “Konuşmamız gerekiyor,” diyen sevgilisine, “Konuşalım,” dedi. “Ben buraya… aramızda yaşanan her şeyin bittiğini söylemeye geldim,” diyen Ezman’a, “Anlamadım… Nasıl?” dedi Rozerin. “Bak Rozerin, dinle beni. Ben ayrılmak istiyorum. Hem senin gibi bir köylü kızıyla benim bir araya gelmem mümkün değil. Aramızda dağlar kadar fark var,” dedi. “Ne diyorsun Ezman? Sen… bunca zaman sonra mı geldi aklın başına? Şimdi mi anladın köylü olduğumu? Bunca şey yaşandıktan sonra mı?” dedi Rozerin. “Hani seviyordun beni? Hani aşıktın? Hani evlenecektik? Ne oldu şimdi?” diye soran Rozerin’e, “Gerçeklerin farkına vardım. Daha fazla uzatmanın manası olmadığını düşünüyorum,” dedi Ezman. “Yapma Ezman… Seni bu kadar severken bunu bana yapma,” diyen genç kadına, “Hoşça kal,” deyip yürümeye başladı. “Ezman! Yapma… Bak, bana bunu yaparsan affetmem seni!” diye bağırdı Rozerin. Ezman, arkasını dönüp, “Affetme beni,” deyip çekip gitmişti… Günlerce, haftalarca yalvardı Rozerin… Ama Ezman dönmedi. Kahroldu genç kadın. Eridi, bitti. Annesi, kendi derdini unutup kızının derdine yandı: “Sana söylüyorum… Her zaman güçlü, dimdik dur. Ayakta kal. Kimsenin önünde eğme başını. Madem o seni istemiyor, sen de onu isteme. Bu sana vasiyetim: Hep güçlü, hep dik dur,” dedi. Çok geçmeden de hayata gözlerini yummuştu annesi. Rozerin, annesinin mezarının başında yemin etmişti. İntikam alacaktı. Ezman’ın “köylü” diye bir köşeye attığı o kız… bir gün gelecek, bu toprakların sahibi olacaktı. Nasıl yapacağını bilmiyordu. Ta ki hayat, karşısına Zinar Ağa’yı çıkarana kadar… Tarlada işçilerle çalışırken, birkaç tarla ötede kendi tarlasındaki işçilerle ilgilenen Zinar Ağa, tesadüfen görmüştü Rozerin’i. O andan sonra, gözü hep o tarafa kaymıştı. Dayanamayıp tarlada çalışan kahyaya sormuştu: “Kim bu?” “Rozerin Ağa’m. Babası Hamza’nın eli iş tutmaz ama o erkek gibi çalışıp idare eder herkesi,” demişti kahya. Bir gün tarlada çalışırken, “Kolay gelsin,” diyen bir ses duydu. Kim olduğunu anlamak için başını kaldırdı Rozerin. Daha önce hiç görmemişti bu adamı. Zinar Ağa’yı tanımıyordu. “Sağ olun,” deyip işine dönmüştü ki… “Kız, sen onun kim olduğunu biliyor musun?” diyen arkadaşı Makbule’ye, “Kimmiş?” dedi. “Zinar Zadebey. Hani Ezman vardı ya, tanıştırmıştık sizi düğünde. Onun amcası,” dedi. “Nasıl yakışıklı adam ama değil mi? Hem de kaç yaşında olmasına rağmen… Hem, biliyor musun, bekar. Zinar Ağa, karısı öldükten sonra hiç evlenmemiş,” diye eklemişti Makbule. Rozerin, “Ne yapalım, bize ne?” dese de, söylediklerini aklının bir köşesine yazmıştı. Ama o duyduklarını Zinar Ağa da unutamamıştı. Çocuk değildi. Yaşının farkındaydı. Ama Rozerin, bir kere yer etmişti zihninde. Çıkmıyordu aklından. Yatakta dönüp durmuştu bütün gece. “Sabah olsa da erkenden tarlaya gitsem,” diyordu. Koskoca adam, ne hale gelmişti iki kez gördüğü bir kız yüzünden… Günler günleri kovalarken, Zinar Ağa neredeyse on gündür izliyordu genç kadını. Farkında değilmiş gibi davransa da… farkındaydı Rozerin. Öğlen molası verdiklerinde, kenara geçmiş, yüzü kararmasın diye sardığı şalı açmış, o güzelim saçlarını özgürlüğüne kavuşturmuştu. Tarlada çalışan işçiler dahil herkesin nutku tutulmuş, izliyordu onu. Yüzüne döktüğü suyla serinlemeye çalışan Rozerin’e öyle bir kıskançlık sarmıştı ki Zinar Ağa’nın bedenini… Ona bakan bütün gözleri kör etmek istemişti o an. Bunlar yetmezmiş gibi… Üzerindeki etekle ata binmişti Rozerin. O süt gibi bacakları, yarıya kadar açılmıştı. “Getirin atımı,” deyip o da bindi. Peşine verdi atı, genç kadının izine…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE