1.bölüm

716 Kelimeler
Mardin sabaha taş duvarlara vuran ilk ışıkla uyanmıştı. Gökyüzü griye çalan bir maviye boyanırken, taş evlerin dar aralıklarında eski bir keder geziniyordu. Şehir sessizdi ama içten içe konuşuyordu; kulaktan kulağa dolanan, yıllardır söylenmeyen şeylerin, hesaplaşmaların, suskunlukların şehriydi burası. Bora Demiralp, konaktaki avlunun tam ortasında durmuş, kahvesinden bir yudum alıyordu. Gözleri karşısındaki yaşlı incir ağacına takılmıştı. Dalları biraz eğilmişti; bir çocuk gibi sanki, yük taşımaktan yorgun. Her sabah burada, taş duvarların arasında bir çeşit yüzleşme yaşardı. Dışarıdan bakıldığında her şey yerli yerindeydi; büyük bir konak, hizmetliler, saygı, otorite… Ama içeride, onun içindekiler, yıllardır duvarlara çarpıp geri dönüyordu. İç çekti. “Zaman,” dedi kendi kendine, “geçmiyor, sadece iz bırakıyor.” Kahvesinden son yudumu alırken gözleri yukarıdaki gökyüzüne takıldı. Açık maviyle karışan sabah serinliği, taşlara işlemişti. Duvarda bir gölge kıpırdadı. Ardından konağın içinden gelen bir ayak sesi. Hafifti, saygılıydı. Evin hizmetlilerinden biri, başı eğik bir şekilde yaklaştı. — Bora Bey… Asuman Hanım yoldaymış. Bir saate kadar burada olacaklar. Bora başını hafifçe salladı. “İyi… Hazırlıkları tamamlayın.” Hizmetli sessizce geri çekildi. Oysa bu kadar basit değildi gelen. Asuman bir ziyaretçi değil, bir hesap gibiydi. On yıl önce İstanbul’a gönderilen o genç kız, şimdi kadın olmuş, gözlerinde başka sorularla dönüyordu. Babası öldüğünde bile gelmemişti. Şimdi geliyorsa bir nedeni vardı. Bora bunu biliyordu. Ve içten içe o nedenin ne olduğunu da tahmin ediyordu. O zamanlar her şey sessizlikle örtülmüştü. Zeynep’in o korkunç geceden sonra sustuğu, konağın duvarlarının sessizlikle yankılandığı günlerde, bir karar vermek gerekmişti. Ve o karar, adaleti mi, töreyi mi korumuştu? Yoksa sadece kendi soyadını mı? Bora, avlunun öte yanındaki taş oturma yerine yürüdü. Oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu. O an, bir anlığına, gençliğini düşündü. O kararı nasıl verdiğini… Kalbinin attığını hissettiği, ama sustuğu anları. Bir çocuğun gözyaşları karşısında hiçbir şey yapamamanın ağırlığını… Zeynep. Asuman’ın kız kardeşi. O gece sustu, Bora da sustu. Herkes gibi. Ama adalet susmazdı. Yıllar geçse de beklerdi. Taş duvarların arasında çürüyüp gitmezdi. Bir gün çıkar, bir yüzle, bir sesle, bir gelişle kapına dayanırdı. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Konaktaki kadınların sesleri artmıştı. Mutfaktan yemek kokuları geliyor, bahçeye minderler seriliyor, duvarlara taze ipek şallar asılıyordu. Gelenek bozulmazdı bu evde. Ne yaşanırsa yaşansın, görünüş korunurdu. Ama Asuman görünüş değil, geçmiş getirecekti. Ve geçmiş, bu evin yumuşak karnıydı. Bir araba sesi duyuldu. Avlunun diğer ucunda, kapının kilidi çevrildi. Bora ayağa kalktı. Elini ceketinin düğmelerine götürdü, düzeltti. Gözlerini kapıya dikti. Gelenin kim olduğunu bilerek, yüzünü göstermeden önce yüreğini hazırlamak istedi. Kapı aralandı. Önce güneş ışığı vurdu içeriye, sonra bir kadın silueti belirdi. İnce uzun boyu, tok yürüyüşü, gözlerinde taşıdığı dik bakışla Asuman içeriye adım attı. Zarifti. Siyah bir keten elbise giymişti, saçları topuz yapılmış, boynunda sadece bir inci kolye vardı. Ama bütün bu zarafetin altında, gözlerinde ateş gibi bir şey yanıyordu. Sakin, sessiz, ama yakan bir öfke. — Selamünaleyküm, Bora Bey. — Aleykümselam, Asuman. Bora’nın sesi yumuşaktı ama içinde buz gibi bir ağırlık taşıyordu. — Buyur, geç otur. Yorgunsundur. Asuman başını eğdi, sonra yanına doğru yürüdü. Oturmadı. Ellerini önünde birleştirdi, gözlerini Bora’nın gözlerinden ayırmadı. — Oturmayayım. Fazla kalmayacağım zaten. Bora’nın kaşları çatıldı. “Ziyarete gelmedin o zaman?” Asuman hafifçe gülümsedi, ama o gülümseme sevinç taşımıyordu. — Ziyaret değil bu. Sadece… bir şey sormaya geldim. — Sor. Asuman gözlerini yere indirdi, bir an durdu. Sonra göz göze geldi Bora’yla. — O gece… Zeynep’e ne oldu, Bora Bey? Bu soru, avluda bir çan sesi gibi yankılandı. Güneşin altında bile hava bir anda soğudu. Kuşlar sustu. Kadınlar içeride sessizleşti. Bora’nın elleri istemsizce dizlerinde kenetlendi. — Bu sorunun cevabını zaten biliyorsun, Asuman. Asuman başını salladı. — Hayır. Bildiğimi sandığım her şey yalanmış. Ama artık gerçeği öğrenmek istiyorum. Kimin sustuğunu, kimin korunduğunu, kimin cezalandırılmadığını… Zeynep hâlâ konuşamıyor. Ama ben artık susamam. Bora ayağa kalktı. Geniş omuzlarıyla bir duvar gibi Asuman’ın önüne dikildi. — O zaman bil: Gerçeği öğrenmek sana huzur vermez. Asuman geri çekilmedi. — Huzur aramıyorum, Bora Bey. Yıllar önce bizden çalınan adaleti arıyorum. Bir anlık sessizlik oldu. Sonra içeriden bir hizmetli yaklaştı, mahcup şekilde eğildi. — Sofra hazır efendim… Bora, Asuman’ın gözlerine baktı. — Yemek ye, sonra gidersin. Asuman başını iki yana salladı. — Yemek yiyemem. Ama dönerken bir şey götüreceğim bu evden. — Neymiş o? — Gerçeğin izi. Ve sonra arkasını döndü. Konağın taş merdivenlerinden ağır adımlarla çıkarken, Bora olduğu yerde kaldı. Gözleri Asuman’ın sırtında, zihninde Zeynep’in sessiz çığlığı yankılanıyordu. Taş duvarlar sustu. Ama içinde bir şey çatlamıştı artık.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE