2

1612 Kelimeler
Eren Alp ile güreşirken üvey annem onların hallerine alışmış bir şekilde salona birkaç atıştırmalık getirmişti. Evde her zaman misafire ikram etmeye hazır bir şekilde bulunan ev yapımı kurabiyelere hayranlıkla bakarken öğlen yemek yememişim gibi acıkmış olmamdan kaynaklı kendime kızmaya başlamıştım. Aşırı kilo almayı sevmiyordum ve bu durumu sadece kendime olan güvenimden kaynaklı tutuyordum. İnsanlar birbirlerinin dış görünüşü aşağılayarak psikolojik baskı altına tutmasından kaynaklı kötü travmalar meydana geliyordu. ‘Aşırı kilo alırsan seni alan olmaz.’ ‘Çok şişmansın biraz kilo ver!’ ‘Şuna bak kürdan gibisin, kilo al.’ Bakıldığı zaman insan kendisini nasıl güzel görüyorsa aynada o şekilde olması gerekiyordu. Kendisini kilolu seven ve bundan kaynaklı da yemek yemekten kendisini bir kere bile alı koymayan bir insandan sevdiği şeyi alırsan o insanın psikolojisi mahvolurdu. Bir insan istese de kilo alamıyor ama aynadaki görüntüsünü seviyorsa ona zorla yemek yediremezsin, yedirdiğin zaman kendisinden iğrenmeye başlar. Bir insanın kendisinden nefret etmesinden büyük ne olabilir ki? Kendisini sevmeyen, kendi bedeni ile barışık olmayan bir insan hayata yenik düşer. Başka insanların laflarına odaklanarak ve odaklanmanın ardından yanlış tercihler yaparak yaşamdan, yaşamaktan umudu olmamış bir kesim oluşmasının temel nedenidir. Üvey annem ikili koltukta yanıma otururken ellerinde duran kurabiye tabağını orta sehpanın üzerine koydu. ‘’Alp sabahtan beri kusuyordu, Eren’in gelip onunla oyunlar oynaması çok iyi oldu.’’ Dedi sakince çocukları izlerken. Eren, Alp’in yanında tam bir yarım akıllı oluyordu. ‘’Üşütmüş olabilir mi? Ankara bu sıralar düşündüğümüzden de soğuk.’’ Dedim ablalık iç güdülerim baskın çıkarak. ‘’Galiba, evet. Sağlık ocağına götürüp getirdim ama sonra da seni istediğini söyleyerek ağlamaya başladı ve şimdi yüzüne bile bakmadan abi sevdası ile yanıp tutuşuyor.’’ Dedi üvey annem. İstemsizce gülerek Alp ve Eren’i izlemeye koyuldum. Eren Alp’in karnını gıdıklarken Alp sürekli olarak ona tekme atıyor ve işin sonunda Eren’in kollarından kurtulunca da biraz uzaklaşıp koşarak onu yere düşürmeye çalışıyordu. ‘’Senin neyin var bakalım?’’ dedi üvey annem. Okuldaki Tunç Hoca ile geçen garip konuşmaların her birini üvey anneme anlatırken Alp yorgun bir şekilde gelip kucağımdaki yerini almıştı. ‘’Belki de senin nasıl bu kadar çok ders çalıştığını ve resimlerini nasıl çizdiğini merak etmiştir.’’ ‘’Anne, adam şaheserler çıkartıyor bu doğru. Kendisi de yakışıklı ama ne bileyim? Sadece sınıfta ben resim çizmiyorum ki…’’ dedim. ‘’Kim yakışıklı? Tunç hoca mı? Kadın olsam onu ayartmak için uğraşırdım Hazan çok haklı.’’ Dedi Eren tekli koltuktaki yerini alırken. ‘’Ya! Yakışıklı derken onu kastetmedim Eren!’’ diye çıkıştım. ‘’Gözleri ne renk? Ona ilk defa bu şekilde kafa tutabilen bir insansın bayan uzay maymunu. ‘’ dedi Eren. ‘’Ah siz çocukların asla hitap şekillerini doğru bulmayacağım.’’ Dedi üvey annem. Alp kafasını boynuma gömerek yorgunluğu ile kendisini uykuya bırakırken Eren annemin kurabiyelerine odaklanmaya başlamıştı. ‘’Zühal teyze, ne kadar mükemmel olduğun konusunda tartışma ortamı yaratmadan önce senden bir konu hakkında izin almak istiyorum.’’ Dedi Eren ağzının yarısı doluyken. Ağzında yiyecek bir şey varken konuştuğu için ona tiksinerek bakarken elindeki yarısı yenmiş kurabiyenin hepsini benim ağzıma tıkıp konuşmamı engellemişti. ‘’Bu akşam bizim bölümün bir ilk yarı yıl veda partisi var. Tüm sınıf hatta tüm derslik hocalarımız bile orada bizimle beraber olacak. Ne olur Hazan’ın gelmesine izin verin? Akşam çok geç döneceğimiz için onu Tuğçelere de bırakırım, gün boyu benimle beraber olur zaten.’’ Diye cümlesine devam etti. Üvey annem tek kaşını kaldırıp bir Eren’e bir de bana bakınmaya başladığında Eren elinde var olan son kozu kullanmak için annemin ayaklarının dibine çöküp yalvarmaya başladı. Onun bu haline gülmemek ve kucağımdaki Alp’i uyandırmamak için dudaklarımı birbirine sıkıca kenetlemişken üvey annemde de aynı durum söz konusu haldeydi. ‘’Ah Eren kalk yerden, eline bir bez alıp öyle silmeye devam et. Benim iznim bulunuyor ama Hazan önce babasını aramalı. ‘’ dedi annem Alp’in Eren’in garip sesleri içerisinde uyuyor olmasına şaşkınlıkla bakınırken. Eren anneme aynı pozisyonda sonsuz kere teşekkür sunarken ben de Alp’i odasına çıkartarak daha fazla işkence çekmesine izin vermeden yatağına yatırdım. Cebimden telefonumu çıkartıp babamı aradığımda hâl hatır faslını hızlı tutarak partiye gitmek için izin istedim. Babam önce beni sonra annemi sonra da tekrar beni azarlayarak izin verdiğini söylediğinde her ne kadar Eren’e güveniyor olsa da elbise, etek ya da şort gibi parçaları giymemem için beni uyarmıştı. Ankara eksilerde soğukluğu ile dışarıya çıkanı dondurmak için hareket ederken babamın uyardığı kıyafetlerin onda birini giyebilecek kadar kendi canıma kastedemeyeceğimi biliyordum. Annem Eren’in daha fazla yalvarmasına katlanamayarak onu evden gönderdiğinde saat yedi gibi beni almaya geleceği konusunda birkaç kere aynı cümleyi söylemişti. Alp’in odası benim odamın hemen yanında olmasından kaynaklı kolayca odama geçerek evin en küçük odasının kapısından içeriyi izlemeye koyulmuştum. Odamın tam ortasında hemen hemen yarım oda kaplayan yatağım, yatağımın sağ tarafındaki duvara sabitlenmiş kıyafet dolabım ve sol tarafında ise camın tam önünde özenle yerleştirilmiş resim bölümüm bulunuyordu. Odam küçük olduğu için her şey tıkışıkmış gibi görünse de aksine her şey elimin hemen ulaşabileceği mesafedeydi. Odamı babam ve üvey annemle birlikte pastel kırmızı ve su yeşili renkleri ile donatmıştık. Zaman hızlıca akıp geçerken odamda toparlamam gereken yerleri toparlayıp ödevim olan şövalenin üzerine tablomu yerleştirerek kıyafet dolabımın önüne geçmiştim. Dolabım siyahların hakimiyeti altındayken siyah kot pantolonumu yatağın üstüne atarak; toprak rengi, beli açık, ince askılı tişörtümü yatağa koyarak siyah deri ceketimi de yanına koydum. Parti için ne kadar uygun olduğunu düşünüp bunun üzerine derin düşüncelere dalmaktan vazgeçerek her zaman yaptığım gibi planladıklarımı giyinerek yatağımın tam karşısındaki küçük makyaj masama oturdum. Partinin başlama zamanı sonunda benim içinde gelmişti… Tunç Tablo gözlerimin önünden gitmiyordu. Yarı çıplak, ten renginde var olan uyumsuzluk ve kusursuz görünümlü kadın bedeni zihnimin en derinlerinde yer edinmişken; kadının suratındaki ifadesizliğin yarattığı duygusuzluk hissiyatı bedenimde derin bir yer kaplamıştı. Kadının arka planındaki bozuk renkler ise dengemi alt üst etmeye yetmişti. Milyonlarca kusurun içerisinde; karanlığı aydınlatan bir mum gibi duruyordu. Hazan Mumcu… Güzel Sanatlar Fakültesine derece yaparak giren, her dersinden birinci olacak kadar yüksek ortalamadan tutturan, kusursuz fırça taklitleri yapabilen kadın. Dersime girdiğinden beri tek bir kusur yaratmayan, dış güzelliği kadar iç dünyasının da duygularını yansıtan kadın. Koyulu açıklı kahverengi saçları ve dolgun dudakları ile milyon tane erkeği çevresinde koşturması gereken ama aklı fikri resim çizmek dışında bir şey olmayan kadın. Yakın arkadaşları onun kadar büyük başarılar elde edemese de her zaman sınıftaki herkesin yardımına koşan ve kendi bildiklerini başkalarına anlatacak kadar cömertlik sağlayan kadın. Onunla ilk tanıştığım gün, dersliklerimizin ilk başladığı gündü. Sınıfta onu görünce afallamıştım adeta; derece ile okulu bitirecek olan, öğretmenleri arasında fazlaca popüler olmasının yanında samimi de olan kız fazla küçük görünümlüydü. Onunla tanışmam ilk tablosunu sunduğu anda gerçekleşmişti. Ustaca bir şekilde hangi ressamın fırçasını taklit ettiğini, kullandığı boyaların özelliklerini ve tablosunun anlatmak istediğini anlattığında garip bir duygu bedenimi sarmıştı. Okulun ilk mezunlarından biri olmamın yanı sıra bu okulda köklü bir fırça yeteneğine sahip nadir öğretmenlerdendim. Hazan’ın gittiği yolun aynısını gitmiştim. Okulu bitirdiğimde en sevdiğim öğretmenimin anısına okulda öğretmen olarak kalmayı tercih etmiştim ve halimden de fazlaca memnun kalmıştım. Okulun en katı öğretmenleri arasında birinci sıraya yerleşmiş olmam da özel hayatımı okul ile birleştirmemiş olmamdan kaynaklanıyordu. Hazan’ın geleceği benim gibiydi, bir düzen içerisinde okuluna asılmayı devam ederse tabi ki. Bu gece yapacak oldukları partide onu görecek olmak canımı sıkıyordu. Hazan’ın tek uğraşı tabloları ve okul notları olmalıydı. Bu sayede kusursuz ve saygı duyulacak bir geleceği ve geçmişi de olabilirdi. Arabamı garaja park ederek oturduğum apartmana bakınmaya başladım. Üst komşum sürekli köyde kalıyor, alt komşum ise benimle nasıl kavga çıkartacağını düşünmek dışında farklı bir işle meşgul olamıyordu. Yılların peşinde sürüklediği ‘komşuluk’ geleneği yirmi birinci yüz yılda son bulmuştu. Çok nadir eski geleneklere sahip komşuların bulunduğu bu devirde; ‘komşumu nasıl rahatsız ederim?’ ya da ‘onun nasıl taşınmasını sağlarım?’ tiplemelerinde sorularla yaşamanın yanı sıra yardıma muhtaç olup olmadıklarını bile umursamadan herkes kendi derdindeydi. Kimse kimseye bir şey emanet etmeden, kimseye güvenmeden geçinip gittiğimiz bu dönem suratsızlığın baş göstermesine de en büyük nedenlerden biri oluyordu. Oturduğum kata çıkarken beş ve altı numaralı dairede oturan kadınların kapılarının ağzında dedikodu yaptıklarını fark etmiştim. Başımla usulca selam verip ardıma döndüğümde, benim hakkımda konuşmaya başlamaları da peş peşe gelen alışılmış durumlardan olmuştu. Benden fazla benim yalnız yaşamamı şikâyet eden sözde iyi niyetli komşularımı ardımda bırakarak evime girdiğimde derin bir nefes almıştım. Kapıdan içeri girer girmez beni karşılayan beyazlarla çevrili mutfağıma girerek kendime bir kahve yaptım ve bu gece olacak olan partiye gidip gitmeme konusundaki tüm düşüncelerimi masaya yatırdım. Gitmezsem öğrencilerin kişisel alanlarını ve ilgilerini kaçırarak tablolarında yarattıkları olayları algılamak için daha büyük çabalar sarf etmem gerekecekti. En önemlisi de Hazan’ın iç dünyasını anlamak için saatlerce düşünerek kusur bulmaya çalışacaktım. Eğer gidersem fazla gürültü, sürekli içen, birbiri ile oynaşmaya çalışan ve saçma sapan olaylara kavga çıkaran insanlarla birlikte olacaktım. Haz almadığım öğretmenlerin yüzlerine zorlukla gülümseyecek ve geceyi bir kadın ile kapatacaktım. Bekâr olmanın verdiği en büyük rahatlıktı. İstediğin zaman birkaç kadınla birlikte olabiliyordum. Fazla sıkı bir aileden gelmemiştim; belli başlı kendim için yarattığım kurallar dışında normal birer çocukluk ve ergenlik geçirmiştim. Babamla birlikte her türlü aktiviteyi yapmış, annem sayesinde kitap okuma eğilimim artmıştı. Bir kardeşim hiçbir zaman olmamıştı ve ailemde fazladan bir çocuk istemek yerine benimle daha fazla vakit geçirmek derdine girmişlerdi. Aklımın bir köşesinde her zaman kardeş özlemi kalmış olsa da ailemin sevgisi bazı şeyleri zorda olsa unutmama neden olabilmişti. Kahvemden bir yudum olarak partiyle ilgili olan düşüncelerimi incelemeye koyuldum. Eğer evde kalacak olursam; kitap okuyacak, yarım bırakmış olduğum tabloyu tamamlayacak ve üçüncü sınıfların ödev incelemelerine başlayabilecektim. Arka planımda çalan birkaç şarkı ile huzurlu bir sessizlikte kendimle baş başa kalacaktım. Eğer partiye gidersem; biraz içki, birkaç kadın ve tatsız tuzsuz öğrenci atışmalarını izleyecektim. Zihnimde tüm olasılıkları göz önüne alarak; bardağımı aldım ve odama doğru ilerledim. Soğuk Ankara’da ince giyinmek; hasta olmak için bahane arıyorum demekle eş değerdi. Bu yüzden klasik bir siyah pantolon, beyaz bir kazak ve koyu kahve bir trençkot giyinerek botlarımı ayağıma geçirdim. Makyaj gibi bir derdim olmadığından saçlarıma bakınıp, birkaç fıs parfüm sıkarak cüzdanımı ve telefonumu cebime yerleştirdim ve evden çıktım. Geceye biraz içki ve birkaç kadın kötü gitmeyecekti. Aksine biraz iyi bile olabilirdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE