bc

Sıfırdan

book_age18+
35
TAKİP ET
1K
OKU
sex
family
teacherxstudent
love after marriage
sensitive
powerful
drama
campus
wife
husband
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Hiç sıfırdan başlamak zorunda kaldınız mı?

Ayaklarınızın üzerinde durmuşken, her şeyi yapabilecek özgürlüğe sahipken birden bire tüm sisteminizi kapatıp, umutsuzca sıfırın gerçek benliğinizi yutmasına izin verdiniz mi?

Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencisi olduğum anda her şeyin düzeldiğini umut etmek dışında bir şey yapamıyorken, ikinci sınıfa girdikten yalnızda dört ay sonra en önemli dersimin hocası ile evlenmiş olmam sıfırın beni yok etmesinden daha da kusur doluydu.

Tunç Ardınç...

Karanlığıma bir fırça daha siyahlık katan adam.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1
Yıllar önceydi… Tek bir hayali bile olmayan, sessizlik içinde yaşamını sürdürmeye çalışan, yaşadığı evden korkan ve bu korkudan dolayı çekingenlikte bir numara olan bir çocuktum. Kendi ailemden; annemden ve babamdan korkan, korkmak dışında yaşatılan sıkıntılardan kaynaklı iç dünyasında büyük bir karmaşa olan ve karamsarlık dışında tek bir düşünce barındıramayan çocuktum. Ailemde bulunan tüm iğrençliklerin bilinmesinden kaynaklı asla gerçek arkadaşı olmayan, yalnızlığı ve kendisini arkadaş olarak benimseyen bir çocuktum. Babam kötü bir ortamda büyümüş olmasının etkisi altında kalarak ileri seviyede uyuşturucu, alkol, sigara ve benzeri ne kadar kötü bağımlılık varsa bünyesinde barındıran bir insandı. Kendini uyuşturucu ve benzeri diğer tüm bağımlılık maddelerine adıyor olsa da küçük bir parça parayı daimî olarak anneme ve bana harçlık olarak vermeye çalışırdı. Annem ise keyfi ne isterse onu yapan, çevresinde bulunan hiçbir şeyi işi düşmediği sürece umursamayan bir kadındı. Anneme göre her zaman onlar için var olabilecek en büyük hataydım. Çocukların okula giderken annesinin ellerini tutmaları, çantalarını herhangi bir aile bireylerine taşıtmaları gibi birbirinden farklı duyguları saklayan anıları var olmadan büyümüştüm. Babam ya eve gelmez ya da evde olsa bile kafası güzel olduğu için okulumun var olduğunu bile unuturdu. Annem ise beni görmekten her saniye nefret ettiği için yüzüme bile bakmazdı. Sınıf içerisinde daimî dışlanan, öğretmenlerin gözünde bile değeri olmayan ve annesiz, babasız damgasını her anda duyma zorunluluğu olan bir insandım. Herkes beş ya da on lira harçlık ile okula gelirken, ben evde zar zor hazırladığım ekmek arası peynir sandviçim ve babam hatırlayıp bana verirse birkaç liram ile okula gelirdim. Her öğrenci yıllık olarak formalarını yenilerken ben zar zor babama aldırdığım formayı liseye geçene kadar giymek zorunda kalmıştım. Birbirinden farklı boya kalemlerim, birbirinden farklı etkinlik yapmak için gerekli olan eşyalarım olmasa da her zaman dersleri dinlemek yerine kâğıda bir şeyler karalamaktan kendimi alı koyamazdım. Dersler ile aram çok iyi olmasa da sınıf içerisinde huzur bozmadığım için her zaman öğretmenlerimin gözdesi halini gelmiş olsam da asla bir arkadaşım olmamıştı. Öyle ki kendimi savunmayı öğrenmem yıllarımı almış; ilkokul çağlarımda zenginliği sadece para sanan insanların çocuklarından çoğu kez tuvalete sıkıştırılarak dayak yemiştim. Kimi zaman öğrenciler öğretmenlerimin bana karşı sevgi beslemesini kabullenememiş, kimi zaman ailemdeki sorunları yüzüme vurmuş ve kimi zaman da sıkıldıkları için beni dövmüşlerdi. İşler bu şekilde ilerlerken yedinci sınıfa geçtiğimde annem ile babam boşanmış ve o zamanlardaki aklımın yetmemesinden kaynaklı annemde kalmak adına seçimde bulunmuştum. Çocukken aklımın ermediği bir diğer nokta da annem ile babamın boşanmasının ardından gelen iğrenç günlerdi. Annem bana karşı var olan tüm nefretini her gün hatırlatırken evimize her gün birbirinden yabancı erkekler girip çıkar olmuştu. Zaman ağırlıklı olarak bana kötü anılar yaşatıyor olsa da liseyi bir şekilde kazanmıştım. Liseye gitmeden önce mahallemizde bulunan küçük bir kafede garsonluk yaparak annemden gizli para biriktirmeye başlamıştım. Lise bir ve ikinci sınıfta sessizliğe gömülmüş olan, derslerde aralıksız uyuyan bir insan haline gelmiştim. Lakin ders notlarımı bir şekilde yüksek tutarak ara tatillerde, hafta sonlarında ve yaz tatillerinde gecesini çalışarak geçirebilmiştim. Annemin eve sürekli birbirinden farklı erkekler atarak hayatını sürdürürken kendimi o erkeklerden korumaya başladığım gibi lisede bana zorbalık yapmaya çalışan ilk okul arkadaşlarıma karşı da kendimi koruyabilmiştim. Lise üçe geçtiğimde ise babam ikinci kez evlenmişti. Babamın düğününe katılmam yetmezmiş gibi öz annemden de sürekli olarak babamın evliliği hakkında beddualar duymaya da alışmıştım. Babam ikinci evliliği ile kendisine çeki düzen vermeye başlamış, hayatını değişime almıştı. İlk işi sürekli benimle iletişim halinde bulunmak için üvey annem ile ortak hediye olarak cep telefonu almış ve süreklilik halinde bana harçlık göndermeye başlamışlardı. Annemin davranışlarını her geçen gün mantıksız bulurken on sekiz yaşıma bastığımda annemin yanından taşınıp babamın kollarında kendimi bulmuştum. Üniversite sınavı için uğraşmam gerekirken üvey annem ile babamın hayatlarına umut kaynağı olan kardeşimin doğumu sayesinde bu süreci bir yıllık daha ertelemiştim. Babamın yeni evine taşındığımda artık onun hayatındaki düzenin de içine girmiştim. Üvey annem babamın hayatının merkezi olan uyuşturucu ve benzeri tüm bağımlılık ürünlerinin çıkarılmasında büyük yardımlarda bulunmuş, bir iş ve bir yuva kurmasında ortak olmuştu. Aşklarının son umudu olarak da erkek kardeşimi onun hayatına katmıştı. Alp… Alp doğduğunda tam on sekiz yaşımdaydım. Hayatımın her saniyesi kötü geçmişken bir bebeğin daha benim yaşadığım dünyadaki kötülükler altında yaşamasına müsaade edemezdim. Doğduğu andan itibaren onunla aramda oluşan mükemmel bağ onu bir saniye bile yalnız bırakmama müsaade etmiyordu. Üniversite sınavını bir yıllık hayat planlamalarımdan o zamanlar uzaklaştırmamdan kaynaklı üvey annem ve babama destek olmak için geceleri Alp ile ilgilenir olmuştum. Babam o dönemlerde işe gidiyor, üvey annem Zühal’in gebe olduğunu öğrendiğinde kazandığı maaşı Alp’e yatırdığı için benim odama yatırım yapamamasından dolayı sürekli odamda değişiklikler yaratmaya çalışıyordu. Kimi akşam ben Alp’i kucağımda tutarken üvey annem ve babamın odam için aldıkları eşyaları yerleştirmesini izliyor kimi zamanda üvey annem Alp’i uyutmaya giderken babamla benim baş başa vakit geçirmemizi sağlıyordu. Alp her geçen gün gözlerimin önünde büyürken evde daha önce rastlamadığım bir sıcaklık bulunmaya başlamıştı. Alp’in babamı sevmediği günlerde küçücük yaşında ona aldığı tavırlarından ilk adımlarını bana doğru atmasına kadar birbirinden ilginç ve sevgi dolu günler küçük bir çatının altında gerçekleşiyordu. Daha önce hissetmediğim duygular bedenimi bir kalkan gibi sarıyor, Alp’e olan bağlılığım ise her saniye daha da artıyordu. O ağladığında gözlerim dolarken o küçük kahkahaları ile evi şenlendirdiğinde ise istemsizce yanaklarım acıyana kadar gülüyordum. Koca bir yıl Alp ile ilgilenirken üvey annem öz annemin bana yaşattırdıklarını silmek için elinden geleni yapmıştı. Gelecek planlamalarımı ondan yardım alarak yapar, bana yemek yapmayı öğretirken kendi gençlik günlerini anlatır ve her geçen anda ne kadar mükemmel bir insan olduğumu bana vurgulardı. Çocukluğumdan bu yana çizim yapmayı sevdiğimi bildiği için küçük odamın bir köşesini resim atölyesi haline getirmemde büyük desteklerde bulunurdu. On dokuzuncu yaş günüme basmamın ardından daha fazla Alp ile ilgilenmeme izin vermeden üniversite sınavına çalışmam için bana yardımcı olmuştu. Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi her şeyden çok istediğim yer haline gelmişti o zamanlarda. Üvey annem ben ders çalışırken masama meyvelerden içeceklere kadar her şeyi getirirken babam da sınav için bana yardımcı olacak kitapları temin edip, Alp’in abla sevgisini bastırmak için mücadele verir olmuştu. Zaman su gibi akıp giderken üniversite sınavında derece yapmayı başarmış ve hayalim olan Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesinin resim bölümüne özel yetenek sınavdan da geçerek girebilmiştim. Okulun açılmasına bir ay kadar kısa bir süre varken Alp’in doğum günü ile kendime ve aileme büyük bir söz vermiştim. Daha çok gülümseyen, daha çok konuşan ve korkusuz bir kadın olacağım! Erkek egemenliğinin baskın çıktığı bu dünyada kadınların söz sahibi olması ve bir şeyleri başarmak için uğraş vermesi her şeyden önemliydi. Derler ki ‘Her güçlü erkeğin arkasında güçlü bir kadın durur!’. Kimi için bu doğru bir söylev olmasa da babam için üvey annem, Alp için de ben bulunuyordum. Özellikle de Alp’e erkek adam olmayı değil insan olmayı öğretmem gereken bu devirde zayıf bir insan olamazdım. Üniversitenin kapısından içeri ilk defa adım attığım o günlerde bölüm hocalarım ile aramı iyi tutmuş, sınıfımdan insanlarla arkadaşlıklar kurmuş ve kendime ilk defa birbirinden iyi dostluklar edinmiştim. Eren Armalı. Dersliğin kapısından girdiği ilk anda yanıma oturan, iğrenç ve seviyesiz esprileri ile kahkaha atmamı sağlayan en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Her öğle arasında GSF kantininden çay ve tost alarak yanıma gelen, bir kuruş para harcamama bile izin vermeden saçma sapan tatlıları evde yaparak ikimizi de zehirlemeye çalışan mükemmel bir arkadaşımdı. Üvey annemin ve babamın tanıdığı ilk anda sevdiği ve içlerinin kaynadığı, tanışmalarının ardından her sabah araba ile beni almaya gelen ve babamdan her seferinde benzin fiyatları hakkında öğütler dinlemeyi göze alabiliyordu. Bana verdiği değeri gözlerinden okumak bile mümkünken sınıfta benden bir erkeğin hoşlanmasına bile izin vermeyen koruyucu bir melekti. Siyah, kısa saçları, koyu kahverengi gözleri, benden fazlaca uzun olan boyu ve hafif yapılı vücudu ile birçok kızın göz bebeği olsa da benimle arkadaş olduğu için kimse ona yanaşmıyordu. Sınıf içerisinde Eren ile herkese kıyasla daha samimiyken ailemle tanıştırma fırsatım olan iki yakın arkadaşım daha olmuştu. Tuğçe Vadiloğlu ve Arzu Yılmaz. Tuğçe güzelliği ile insanları baştan çıkartan, beden eğitimi bölümü öğrencileri ile kıyaslandığında bile daha mükemmel bir fiziğe sahip olan bir kadındı. Sınıftaki hiçbir erkeğe yüz vermezken açık kahverengi saçlarının uçlarını aylık olarak farklı renklere boyamaya bayılan, ela gözlerine yaptığı makyaj ile de kadın erkek demeden kendisine hayranlıkla baktıran bir kadındı. Sınıfta onun güzelliğine yaklaşamasalar bile güzel olan kadınlarla değil de derece yapmak için uğraş veren benimle arkadaşlık kurmayı tercih etmişti. Arzu ise; genetik sarışın olması ile birçok kadını bir sıfır sollayarak geçen, yemyeşil gözlerinde manzaralar yazdırabilecek birisiydi. Hafif kilolu olsa bile gözlerindeki güzellik her şeye bedeldi. Eren’in saçma cümlelerine tahammül edebilen, benim sürekli olarak resim çizmemi aldırmayan, Tuğçe’nin adını soy adını ezbere bildiği gibi aralıksız anlatabildiği makyaj malzemeleri hakkında konuşmaları dinleyebilen grubumuzun annesiydi. Birinci sınıfın yarısında sınıftaki insanlar birbirleri ile düşman olurken biz dörtlü grup olarak bağımızı hiç koparmamıştık. Sınavlarda Eren her birimizden kopya çekmeye çalışsa da kendi bildiğini okuyor, ben profesyonel bir ressam edasıyla resmime odaklanıyor, Tuğçe çizdiği her resme ayrı bir makyaj yapıyor ve Arzu da içerisinde barındırdığı her şeyi dışarı aktarabiliyordu. Üniversite birinci sınıfın dörtlü arkadaş grubun, gelişmekte olan aile bağlarım ve birbirinden stresli vize ve final süreçleri ile geçmişti. Yazın Eren sürekli Alp’i görmeye gelirken, Tuğçe ve Arzu havuza ve tatile gitmemiz için yüzlerce kez babama yalvarmış ve her türlü izin almayı başarmışlardı. Birinci sınıfı derece ile bitirmişken yazın üst sıfırlardan aldığımız dedikodular sayesinde ikinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar yakamızdan ayrılmayacak olan öğretmenimizden korkmuştuk. Söylentilere göre öğretmenimizin adı Tunç’tu ve hiçbir öğrencinin eserinden memnun kalmıyordu. Sınıf içerisinde beğenmediği tüm tabloları aşağılayan, öğrencilerin isteklerini hiçe sayan, öğrenciler ile münakaşada bulunmaya bile tenezzül etmeyen bir öğretmenmiş. Tüm yaz tatilimizde öğretmenimizin ne kadar gaddar olabileceği hakkında kafa yorarken zaman su gibi akıp geçmişti. Alp artık daha dikkatli adımlar atmayı öğrenmiş, babam düzenli işi sayesinde mutlu bir aile kurmuş, üvey annem beni Alp’ten asla ayırmadan bana bir yuva sunmuş ve arkadaşlarım sayesinde de mutluluğu tadar olmuştum. Üniversite ikinci sınıfım başladığı andan itibaren öğretmenlerim benim hakkımda aralarında çok ders çalışıyor cümlelerini dolaştırdıkları gibi tüm sınıfta sınav süreçleri boyunca yanımda olmak için uğraşlarda bulunmaya başlamıştı. Eren tüm erkekleri çevremden birer birer kovarken derslerim birinci sınıfa göre daha yoğun olmuş ve artık yağlı boyalar, sulu boyalar, kara kalemler ve nice renkli ürünler ortaya koyarken okul genelinde bir yarışma kulaklarımıza gelmişti. Ana ders öğretmenimiz Tunç Ardınç’ın henüz tarihi belli olmayan bir zaman diliminde açacak olduğu sergide yalnızca okul genelinde kendisinin seçtiği eserleri sunacakmış. Bunu duyduğumuz anda dörtlü ekip olarak birbirinden farklı çalışma hazırlamış olsak da Tunç hocanın göz ucuyla bakmasına bile şahitlik elde edememiştik. Vizelerimiz ve finallerimiz bittikten sonra ise yeniden Tunç hocanın birinci dönemde var olan son dersinde, sessizliğin yeminli olmuş olduğu bir şekilde bulunuyordum. Ödev olarak verdiği hayal gücümüzün her zerresini görmek istediği bir yağlı boya tablosu üzerinde tüm sınıf sessizce çalışıyordu. İşinin bittiğini düşünen ya da daha fazla resim bile görmek istemeyenler sessizce tablosunu da alıp koca bir aylık okula sırtlarını dönüp gidebiliyordu. Kendi tablom üzerinde büyük bir mücadele vermeye çalışırken Eren yanımda süreklilik halinde garip hareketler yaparak dikkatimi dağıtıyordu. ‘’Azıcık uslu dursan…’’ dedim bıkmış bir ses tonuyla. Tüm ilgiyi üzerine çektiği için mutluluğunu yüzüne yansıtan arkadaşım yanımdaki sandalyeye oturarak elimdeki fırçamı aldı. ‘’Akşamki partiye geleceğine söz verirsen uslu dururum.’’ dedi. İsyan bayraklarımı çekerek okulda bırakmamam gereken eşyalarımı resim çantama doldurmaya başladım. ‘’Akşam parti mi vardı? Ben onu unuttum!’’ dedim Eren’in dediğine şaşırmış bir şekilde. Normalde önceden gitmeyi planladığımız her yerde babamdan erkenden izin alarak hareket ederdim. ‘’Hadi ama Hazan! Unuttum yalanını yemem artık! Sürekli ders çalışan psikopat seri katillere benziyorsun ve bu hiç hoş değil, bilgin olsun.’’ ‘’Seri katil mi?’’ Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken Tuğçe arkamdan gelip belime sarıldı. ‘’Unuttun mu? Eren için uzaylı görmüş Marslı terimi neyse ders çalışan seri katil de o.’’ Dedi sakince. Sesi her erkeği cezbedebilecek düzeydeyken Eren’in arka planda maymun çiftleşmesini andıran bir ses çıkartması ile tüm aura bozulmuştu. ‘’Seni sarı saçlı pamuk sincap. Hazan yine bir yerlere gelmemek için bahane arıyor.’’ Dedi. Tuğçe’nin konuşmasına izin vermeden; ‘’Hayır, bahane aramıyorum. Bu sefer gerçekten unuttum. Ödeve çok odaklanmıştım.’’ Dedim. Tuğçe Eren’in garip tamlamasını onaylar bir şekilde onun tarafına geçtiğinde sakince onlara yenik düştüm. ‘’Babamdan siz izin alacaksınız!’’ dedim. Eren büyük bir zafer kazanmış gibi kalçasını sağa ve sola sallarken Tuğçe gülümsedi. ‘’ Onu halletmek kolay biliyorsun ki.’’ dedi. ‘’Eren?’’ dedim çantamı kapatmaya çalışırken. ‘’Ne zamandan beri seri katiller ders çalışıyor?’’ ‘’Sen ilk olacaksın bebeğim.’’ Dedi eli ile bana işaret ederek. Tuğçe bıkmış bir tavır sergilerken Tunç hocanın bize bakışlarından kaçmak için uğraşmaya başlamıştı. ‘’Hem ikinci sınıf dersliklerimize girecek olan tüm öğretmenler de partiye gelecekmiş. Sınıf birincisi olarak sen orada olmazsan ağlayarak Ankara’ya su bastırırız!’’ dedi Eren bir tık sesini yükselterek. ‘’Babam ve annem sizde. Hadi önden gidin tablomu da alıp geleceğim şimdi.’’ Diyerek Tuğçe ve Eren’i önden gönderdiğimde biraz da olsa rahatlamıştım. Eren’i ne kadar çok sevsem de aşırı şebek ve konuşkan olmasından dolayı bazen başımı ağrıtıyordu. Resim çizerken de dağılmış olan tüm dikkatim sinirlenmem için ana neden oluyordu. Üzerimdeki önlüğü askılığa asıp geldiğimde ise Tunç hocanın tablomu incelediğini gördüm. Nefesim sanki hiç almıyormuşum gibi manuel bir kontrol altına girmişken korku kalbime iyice işlemişti. Sivri çene hattı ve çatık kaşları korkmam için büyük bir neden olurken, inceleme altına aldığında tek bir hareket bile sergilemiyor olması daha da gericiydi. Sınıf içerisinde herhangi bir yanlış durum sergilendiğinde dersi yıllarca alttan aldıran bir öğretmen olmasıyla ün salmıştı. Okulumuzun birkaç yıllık öğretmeni olmasına rağmen diğer ders öğretmenlerimize kıyasla daha sert ve her öğrenciye korku saran bir öğretmendi. Koyu kahverengi, gür saçları ve kirli sakalı ile yakışıklı bir görünüm sergileyen; mavi, küçük gözlerinin üstündeki sürekli çatık duran kaşları ile, ince dudakları ve sol kulağındaki küpesi ile normal görünüme sahip birisiydi. Sınıftaki birçok kız ona âşık olduğuna inansa da korkularından öğretmenin ismini bile söyleyemiyorlardı. ‘’Hazan Mumcu. Buradaki renk geçişlerinin dengesizliği ve fırçaları vurgulayış şeklin diğer yaptığın tablolar kadar iyi değil!’’ dedi sert ve kalın ses tonu ile. Dersliğimiz çoktan boşalmış, boş şövaleler ve askılarda asılı duran önlükler dışında hiçbir şey bulunmuyordu. Bağırmamış olsa da sesi tüm sınıfta yankılanmıştı. ‘’Henüz tamamlanmamıştı. ‘’ dedim mavi gözlerine çekingen bir şekilde bakınarak. ‘’Teslim süreni bildirdiğimi hatırlıyorum Hazan. Erken tatile girmeniz ya da başka derdiniz umurumda değil.’’  ‘’Biliyorum. Tatilde hepsini tamamlayacağım hocam. Merak etmeyin.’’ Dedim tabloma bakınarak. Frida Kahlo’nun uyguladığı fırça teknikleri ve iki zıt duyguyu birlikte anlatmaya çalıştığım çalışma ağır bir karmaşaya benziyordu. İkinci dönem sonuna kadar sürecek olan ödevimizde hayalimizi anlatmamız gerekiyordu. Ben ise hayallerimin içinde yanıp tutuşan iki farklı duyguda kaybolmuş olan bir kadını tasvir etmeye çalışıyordum. Tablom şu anda tuvalin tam ortasında henüz tamamlanmamış bir kadın ve kadının çevresindeki farklı tonlardaki renkler üç yaşındaki bir çocuk yapmış gibi görünüyordu adeta. Aslında kadının sağ tarafında ‘umut’, sol tarafında ise ‘umutsuzluk’ var olması gerekiyordu. Kadının bedeni ise iki duyguya göre şekil alarak boyayıp, şekillendirecektim. ‘’Merak ettiğim şey neden başında fırça darbelerini farklılaştırıp, sonlarına doğru eski haline getirecek olman. Eğer bu tabloyu beğenmezsem dersi tekrar alacağının farkında mısın? Bununla ilgili uzun bir rapor ve kullandığın her malzemenin detaylı bir listesini istiyorum. ‘’ dedi kalın sesi ile. Gözleri gözlerimi delip geçerken Eren’in korkarsan yılan seni sokar taktiği ile korkumu belli etmemeye çalışıyordum. Sınıf içerisinde kimse rapor hazırlamazken benden özel olarak ek rapor istemiş ve yerine getirmezsem de dersi tekrar alacağım hakkında ufak bir teklif sunmuştu. ‘’Dilerseniz ödevimi diğer öğrenciler gibi final haftasında değil daha da erken size teslim edebilirim. Eserimin diğerlerine göre daha da güzel olacağı konusunda hiçbir şüphem bulunmuyor çünkü.’’ Dedim birazcık Tunç hocaya kafa tutarak. ‘’Acele ile her şeyi berbat etmeni dört gözle bekliyor olacağım Hazan Mumcu. İkinci dönemin ikinci haftası dolmadan önce, son dersimizde teslimatını masamda göreceğim!’’ dedi bana doğru biraz eğilerek. Boyu benden on beş santim kadar uzunken aşağılar gibi konuşması dersi geçmem için daha da inatlaşmama neden olmuştu. ‘’İkinci dönemin ikinci haftası tüm istedikleriniz masanızda bulunuyor olacak hocam. Şimdi eğer izin verirseniz eve gidip, parti için hazırlanmam gerekiyor.’’ Dedim ve hafifçe uzaklaşarak arkamı döndüm. ‘’Gidebilirsin.’’ Tok sesi kulaklarımda çınlarken tablomu da alıp koşar adımlarla Eren ile Tuğba’nın araba içerisinde baygınlık geçirmelerini sonlandırdım. Evime gidene kadar Tunç hocanın benimle konuşma şekli, özellikle ve inatla benden istedikleri, ders için ne kadar kinlendiğim hakkında konuşurken önce Tuğba’yı evine bırakmış ardında Eren ile bizim eve geçmek üzere hareket etmeye başlamıştık. Eren direksiyon başında birbirinden farklı müziklere ortak olurken ben hızlıca akıp giden yoldaki apartmanları, ağaçları ve insanları izlemeye koyulmuştum. Partiye gitmeyi hiç istemiyor olsam da çoktan grubun iki çenebazına karşı geleceğim dediğim için gitmek zorundaydım. Küçüklüğümden bu yana babamdan kaynaklı içkiden nefret ediyordum ama büyüdükçe abartıya kaçmayacak kadar içki içebileceğimi fark ederek daha hiç tatmasam da kendime asla abartmayacağım konusunda sözler vermiştim. İğrenç geçmişim birçok şeyden nefret etmeme neden olurken kendim ile süreklilik halinde çelişebilme potansiyelim bulunuyordu. Korktuğum, nefret ettiğim ya da sevmediğim ne varsa her birini tek tek denemiş ve bunları denemem gerektiğine dair bir inanç yaratarak kendimi avutmuştum. Çalan şarkı aydınlık olan havayı bile karartmaya yetip giderken anılarım gözlerimin önünden geçip gidiyordu. Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyordum. Otuz dört yaşında olmasına rağmen daha yaşlı görünen, dip boyası çoktan küt bir saç modelini anımsatacak şekilde gelmiş olan annem eve yabancı bir adam atmıştı. Adam uzun, siyah saçlıydı ve eve ilk girdiği andan itibaren ağır bir sigara kokusu her yeri kasıp kavuruyordu. Adam iğrenç gözleri ile beni birkaç kez süzse de annemin belini sıkıca kavrayarak yatak odasına doğru gitmişti. Daha sonrasında ise kapı kilitleme sesi, annemin acı dolu olduğuna inandığım çığlıkları, bağırışları ve sonrasında birbirinden garip çıkarttıkları sesler hatıralarıma sinmişti. O yaşlarımda annemin dayak yediğine inandığım için babamın beni gelip almasını dilerdim ama büyüdükçe ve yaşamın gerçekleri ile karşılaşınca olayın dayak yemekten fazlası olduğunu anlayabilmiştim. Zihnimde ev sahipliği yapan iğrenç anılar çekip gidene kadar gözlerimi kırpıştırdığımda Eren durumu anlamış bir şekilde bana bakıyordu. Çoktan kapının önüne gelmiştik. ‘’İyi misin galaksi güzeli?’’ dedi ortamdaki karanlığı delip geçerek. ‘’İyiyim. Her zamanki o iğrenç anılar geldi gözümün önüne.’’ Dedim sakince. Henüz bir buçuk yıldır arkadaş olsak da Eren bana kendi iç yaşamını birçok kez açarak yanımda ağlamış, bende öz annemin pislikleri ile onun sayesinde yüzleşebilmiştim. ‘’Anılar bizi büyüten şeyler unuttun mu? Onlar olmasaydı biz ne büyüyebilirdik ne de duygularımız bu denli var olabilirdi.’’ Dedi sakince sırtımı sıvazlarken. ‘’Mantıklı konuştuğun zaman seni sevmiyorum.’’ Dedim koluna kafamı yaslayarak. ‘’Ama iyi ki varsın.’’ ‘’Ah serçe surat, iyi ki ben var olmayacağım da kim olacak? Hadi, eve girip önce Alp Bey ile savaş verelim ve sonra da ailenden izin koparalım.’’ Dedi gülümseyerek. El frenini çekip tabloları çıkartmak için araban indiğinde buruk bir gülümseme ile dikiz aynasındaki yansımama bakındım. Anılar insanı var eden bir gerçeklikti. Ve Eren haklıydı. Anılar olmasaydı büyüyemez, her zaman hayatı toz pembe bir gözlük ile izler olurduk. Hayatın gerçekleri yüzümüze her an sertçe çarparken pembe bir gözlük ile yaşama tutunmaya çalışmanın sonunda ağır bir travma yaşanması ise büyük olasılıklar listesinde bulunmaktadır. Öyle ya anılar insanı büyütür, yaşlandırır ya da olgunlaştırır. Her ne kadar şebek gibi görünse de kalbinde büyük yaralar olan Eren gibi, iğrenç bir geçmişi olmasına rağmen bir şeyler başarmak için mücadele eden ben gibi… 

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
523.4K
bc

HÜKÜM

read
224.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook