2. Bölüm: Vincent Raphael

1227 Kelimeler
Gözlerim uyuşuk bir şekilde açıldığında odamda, yatağımın içerisindeydim. Başım ve kasıklarım deli gibi ağrıyordu. İçmiştim, bunu çok net hatırlıyordum ama kasıklarımın ağrısının sebebini kavrayamamıştım. Yanımdaki komodinin üzerinden telefonumu aldım. Birçok bildirim telefonumun bildirim panelini doldurmuşken saatin on bir olduğunu görmemle artık kalkmam gerektiğinin farkındaydım. Kendimi dün geceyi hatırlamaya zorluyordum lakin içki içmeye başlamam dışında hiçbir görüntü yoktu zihnimde. Biriyle birlikte olacak kadar sarhoş olmamışımdır diye umuyordum çünkü başımın bir de bunun yüzünden ağrımasını istemezdim ama büyük ihtimalle bunu yapmıştım. İç çektim, en azından anıları hatırladığım aldığım zevki anımsadığım bir an olsaydı. Böylesi pek keyifli değildi. Ağzımda korkunç çamur gibi bir tat vardı, terlemiştim. Hemen duş alıp kendime gelmem gerekiyordu. Ayağa kalkıp banyoya doğru adımladım, lavabonun önünde durduğumda ilk işim aynadaki yansımama bakmak olmuştu. Yansımama baktığım gibi gördüğüm şeyse boynumdan göğüslerime doğru inen morluklardı. Dün gece kesinlikle sağlam bir seksin içindeydim, bundan artık tamamen emin olmuştum. Üzerimdeki kıyafetleri tek tek çıkartırken başka morluklar keşfediyor, her eğildiğimde de kasıklarımdan bir yumruk yiyordum. Dün gece vahşi bir yırtıcıyla sevişmiş olabilirdim sanırım yoksa ne kasıklarımdaki bu ağrının ne de kalçalarımdaki bu kızarıklığın bir açıklaması olamazdı. Evet, kalçamda gözle görülür bir kızarıklık vardı. Birlikte olduğum adam içimde gidip gelirken kalçalarımı ne kadar çok ve sert şaplakladıysa minik bir hatıra bırakmıştı. Tamamen soyunduğumda duşakabinin içine girdim, suyu en soğuğa ayarlayarak tam tepemden akmasını sağladım. Vücuduma nüfuz eden soğuk hem beni titretiyor hem de yeniden doğuyormuşum gibi hissetmeme olanak sağlıyordu. Suyun altında saçlarımı en sevdiğim şampuanımla yıkarken beynime doluşan düşüncelerim ve altında ezildiğim duygularım korkunçtu. Babamın işimi, beni satmasını; anneminse buna kayıtsız kalmasını anlayamıyordum. Biz hiçbir zaman durumu kötü olan bir aile değildik, kendi şirketimiz, kendi işimiz vardı. Yüklü miktarda zaten para kazanıyorken bu benden vazgeçişin sebebini kafama oturtamıyordum, asla da oturtamayacaktım. Babamla bana bunu iğrenç bir dille açıkladığından beri konuşmuyorduk, bugün konuşacağımızdansa adım kadar emindim. Bana beni nasıl sattığını, kime sattığını anlatmak için can atıyor gibi duruyordu. Onun için acı gerçekle yüzleşmenin tam vaktiydi aslında bu zaman çünkü kendimi istemediğim, bana zorla sahip olmaya çalışan ve tanımadığım bir başkasının kollarına atmaya hiç niyetim yoktu. Yiyeceğim belki de art arda tokatlar olacaktı, belki de canımı benden almakla tehdit edecekti beni. Bunu umursamıyordum. Kendi hayatımın iplerini bir başkasının ellerine vermektense o ipleri kendim kesmeyi tercih ederdim. Gözlerim yanmaya başladığında artık duştan çıkmam gerektiğini biliyordum. Gözyaşlarım başımdan akan suyu kendine siper bilerek akmaya başlayacaktı ve ben bunu asla istemiyordum. Hiç kimse için bir damla gözyaşı bile dökemezdim, dökmemeliydim. Vücudumu hızlıca köpükledim, suyla tamamen durulandıktan sonra da duştan çıkarak dolaptan kendime bir bornoz alıp üzerime geçirdim. Yerdeki kıyafetleri kirli sepetine atarak odama ilerledim. Odamın kapısı açıktı, yutkundum. Odamdan içeriye girdiğimdeyse yatağımın üzerinde oturan annemi gördüm. “Yatağımdan kalkar mısın? Üzerinde bir başkasının oturmasından hoşlanmam,” dediklerimle hızlıca yatağımdan kalktı, o kalktığı sırada yatağımın üzerindeki, bana ait olmayan, elbiseyi fark etmiştim. Gözleri boynumdaki morluklara kaydığında saklamak için bir zahmete girmedim. Genç bir kadındım ve özel hayatım tamamen ailemin fanusunun dışındaydı. “Bu elbise bana ait değil, neden burada?” Fazla aksi ve sert bir dilim olduğunu biliyordum ama karşımdaki kadına biraz bile sempati duyamıyordum şu anda. Sinirliydim, kendimi hiç kimse gibi hissettirmişti bana. Bu konu içimde hep bir kesik olarak kalacaktı. “Misafirimiz var, Beatrice. Bu elbiseyi giymeni istiyorum.” Tabii ki de giymeyecektim. Bornozumun kuşağını iyice sıkarken bir an bile yumuşamayan bakışlarımı üzerine diktim. Bazen, gerçekten sadece bazı anlar ondan bir parça değilmişim gibi hissediyorumdum ve birkaç gündür o anlar silsilesi içerisinde yuvarlanıyordum. “Beni biraz bile tanıdıysan o elbiseyi giymeyeceğimi çok iyi biliyorsundur,” biraz duraksadım. Neden bilmiyorum ama ardı ardına cümleler kurmuşum gibi nefesim kesilmişti. Devam ettim, “…misafiriniz kim?” Bakışları ellerine kayarken hızlı bir şekilde gözleri gözlerimi buldu. Gözlerimiz bile çok farklı duruyordu. Onun koyu kahverengi gözleri vardı, benim gözlerimse bir orman kadar yeşildi. “Babanın arkadaşı ve oğlu bize kahvaltıda eşlik edecek, hemen hazırlanıp aşağıya gel.” Çoğu cümlemi es geçerek tek bir yerden yanıtlamıştı beni. Her zaman istediği yerleri duyardı zaten. Başka bir şey söylemeden odamdan çıktığında yatağımdaki elbiseyi kenara fırlattım. Asla giymeyeceğim tarzda bir elbise olmasını geçtim, sadece onlar bunu istedikleri için bile o elbiseyi üzerime geçirmeyecektim. Üzerimdeki bornozu çıkartarak dolabıma ilerledim. İç çamaşırlarımın olduğu çekmeceden siyah bir takım çıkarıp üzerime geçirdim. Üzerime ajur detaylı triko beyaz bir takım giydim. Alt kısmı düşük bel midi boy etekti. Üstüyse uzun kollu bir tirikoydu. Beyaz rengin hafif bronz tenime hep çok yakıştığını düşünüyordum. Makyaj masama geçip kendimi toparlayacak kadar makyaj yaptıktan sonra da ten rengi tek bantlı topuklu terliklerimi giyip parfümümü sıktım ve odamdan çıktım. Aşağıdan birçok ses aynı anda kulağıma dolarken çok saygı değer misafirlerimizin aramıza teşrif ettiğini anlayabilmiştim. Sakindim, sakin kalmaya bakacaktım. Merdivenlerden aşağıya indiğimde bahçeye büyük bir masanın hazırlandığını görmek beni biraz sevindirmişti çünkü gerçekten acıkmıştım. Bahçedeki hamakta uzanan kardeşimi gördüğüm zaman gülümsedim. Ailede beni gerçekten sevdiğine inandığım tek kişi sanırım oydu. Benim varlığımı hissetmiş gibi bana doğru döndü, beni gördüğü gibi suratında büyük bir gülümseme oluştu. Hamaktan inip bana doğru çok havalı olduğunu düşündüğü bir şekilde yürümeye başladığında bu duruma güldüm. Erkekler her yaşta kadınları etkilemeye çalışmaktan asla vazgeçmiyorlardı. Yanıma ulaşıp bana sarıldığında kollarımı hızlıca etrafına doladım. “Seni özledim, Beatrice. Eve uzun zamandır gelmiyorsun.” Sesi fazlasıyla üzgün çıkarken bu durumu gerçekten içerlemiştim. “Üzgünüm bebeğim, bunu telafi edeceğim.” Kısa saçlarına öpücük kondurup suratını avuçlarımın arasına aldım. Çok yakışıklı bir erkekti ve her geçen gün daha da iyi görünüyordu. “Hadi bahçeye geçelim,” dediklerimle başını sallayıp koluma girdi. Bahçeye kadar bana eşlik ederken koltuklarda oturan saygıdeğer misafirlerimizle kıymetli ailemin yanına geldik. “Merhaba, tekrardan.” Leon neşeli bir şekilde misafirlerimize selam verirken ben öylece dikiliyordum. Cesaret aldığım kısım misafirlerimiz sırtlarının bize dönük olmasıydı. Bu çok sürmedi tabii ki. Leon bizi boş olan koltuğa doğru ilerlettiğinde ona ayak uydurdum. Oturduğumuz gibi sol bacağımı sağ bacağımın üzerine attım ve misafirlerimize döndüm. Ellerimi dizlerimin üzerine koyarak birbirine kenetledim. “Merhaba, hoş geldiniz.” Samimiyetten ve sevecenliten uzak sesim misafirlerimizi biraz germiş gibi duruyordu. O sırada gözlerini üstümden çekmeyen adama odaklandım. Etkileyici bir görüntüsü vardı. Benden beş altı yaş büyük duruyordu bana kalırsa. Bakışları ajur desenli tirikomun içinden gözüken sütyenimdeydi. Gözleri göğüslerim ve kilodum arasında mekik dokurken bu arsızlığı karşısında sırıttım. Üzerimdeki gözleri her zaman severdim. Göz önünde olmaya bayılırdım ama onun bakışlarında farklı bir açlık olduğuna emindim. Biraz sonra beni parçalara ayırabilir gibi duruyordu. Bu hem tedirgin ediciydi hem de fazlasıysa tahrik içeriyordu. Mavi gözleri benim yeşil gözlerimi buldu, dolgun dudaklarını yaladı. Dudağı sağ tarağa doğru kıvrılırken çok seksi bir gülümseme yüzüne yuva yaptı. Yalan söyleyemeyecektim, inanılmaz gözüküyordu. Bu kadar yakışıklı ve çekici kaç erkek gördüm bilmiyordum ama bana bir tercih hakkı sunsalar onu seçebilirdim. Onunla bakışmamı bölen şey yanındaki babası olduğunu tahmin ettiğim adamın konuşmaya girmesiydi. “Merhaba, Bayan Sloane. Ben Oliver Raphael yanımdaki de…” Bay Raphael’in sözünü kesen yanında oğlu olduğuna emin olduğum kişiydi. Bana doğru eğildi, elini tutmam için elini uzattı. Mavi gözlerindeki o soğuk esintiyi tenimde hissetmiştim. Soluk kiraz rengindeki dolgun dudakları kurumuştu ve konuşmadan hemen önce dilini dudaklarında gezdirerek dudaklarını ıslattığında bu hareketin ne kadar tanıdık geldiğini anımsadım. Elimi havada hâlâ beni bekleyen elinin içine koyduğumda baş parmağıyla elimin sırtını okşadı ya da bu tamamen benim hayal dünyamın ürünüydü çünkü kuş tüyü kadar hafif, varlığını asla kanıtlayamayacağım bir dokunuştu bu. “Ben Vincent, Vincent Raphael Bayan Sloane,” Elimi dudaklarına götürerek ufacık bir öpücük kondurdu. Öpücüğü tüm tüylerimi diken diken ederken soğuk bir nefes gibi ensemde tünedi ve beni çaresizce ürpertti. “Tanıştığımıza çok memnun oldum.” Etkilenmiştim, sanırım biraz fazla etkilenmiştim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE