AŞK

2156 Kelimeler
Eve dönüşte Meryem Hanım, Handan'ın ayağını ilaçlayıp sargı beziyle sararken genç kız acıyla, “Ahhhh!” dedi. “Canın çok acıyor mu? Hadi inadı bırak da kasabaya gidip yarana baktıralım. Dikiş atılması gerekebilir. Mikrop da kapabilir.” Talha'nın sanki kendi canı yanarmış gibi yüzünü buruşturarak sorduğu soru ve öneriler Handan'ın hissettiği acıyı unutturarak mutlu etse de belli etmedi. “Eh işte! Birazcık. Hem o kadar abartılacak bir şey değil.” Yaşlı kadının yardımıyla koltuğa ayağını uzatan genç kız bir süre televizyonun karşısında zaman geçirse de canı sıkılmaya başladı. Oldum olası ilgisini çekmeyen gündüz kuşağı programlarına yine katlanamayıp kumandaya dokunduğunda az önce odadan çıkan Talha geri döndü. Elindeki kitabı Handan'a uzatırken, “Her ne kadar aşk romanlarını sevmediğini söylesen de beğeneceğini umuyorum. Hem evlendirme ya da adı bugün ne giydirsem gibi programları izlemekten daha keyiflidir” diyerek. Handan onun uzattığı kitabı aldı. Kapağına baktı. “Güzel bir şeye benziyor” dedi. Talha “Beğenirsen serinin ikinci kitabını da verebilirim” dedikten sonra odadan çıktı. Onun gidişinin ardından genç kız kitabın su gibi akıp giden sayfalarında kayboldu. Kendisini hikâyedeki karaktere benzetti. Ana karakterde aynı kendisi gibi tutsak bir kadındı… Kitaba öyle dalmıştı ki akşam yemeğini Meryem Hanım'ın getirdiği bir kâse çorbayla geçiştirdi. O arada Talha serinin ikinci kitabını getirmişti. Saat gece yarısını geçerken herkes uykuya çekilmiş fakat Handan kitabın sonunu merak ettiği için yerinden kalkmamıştı. Oysa Talha bu kitabı ona verirken şüpheleri vardı ama ne yazık ki yanılmıştı. Yazarın anlatım dili, hikâyenin akıcılığı, kurgu o kadar sağlamdı ki her sayfayı bir sonraki bölüm şimdi ne olacak diye çevirdi. *** Sabaha karşı uyanan Talha salonun ışığının hâlâ açık olduğunu gördü. Merakla içeri girdiğinde karşılaştığı görüntüyle olduğu yerde kalakaldı. Şömine söndüğü için salon buz gibi olmuştu, genç kız ise kucağındaki kitapla battaniyenin altında uyuyordu. Karşısındaki kızın önünde diz çökerek bir süre sessizce onu izledi. O kadar duru, masum ve güzel görünüyordu ki... Yüzüne düşen bir tutam saçı geri itmek için eli Handan'a uzandı, sonra havada kaldı. Ona dokunması yasaktı, bunu biliyordu. Ona dokunursa bu dokunuşun felaket getireceğini kalbinin hızlı hızlı atışından anlayabiliyordu. Bir an için onun gür kirpiklerinin altındaki gözlerini hayal ederken kendi gözlerini kapattı. Handan öyle bir kızdı ki, onun yakınında olup da kendini bambaşka hissetmemesi mümkün değildi. Onu ilk gördüğü günü hatırlayınca yüzünde beliren gülümsemesi yarım kaldı. Gözlerini onun güzel yüzünden ayırmadan battaniyeyi açıp Handan'ı odasına çıkartmak için kollarına aldı, genç kız bilinçsizce kollarını Talha'nın boynuna doladı. Ona bu kadar yakınken, teninin sıcaklığını, kokusunu hissederken bir o kadar da uzak kalmak Talha için işkenceden beterdi. Kollarındaki kızla ağır ağır yatak odasına çıkıp onu sarsmadan yatağına yatırdı. Sonra da kitabı yatağın baş ucundaki komodinin üzerine bırakarak dışarı çıktı. Kapıyı kapattığı an sırtını kapıya dayayan genç adam aynı anda hem dişlerini, hem de gözlerini sıkarak bir süre sakinleşmek için bekledi. Bu yaşadığı şeye dayanması gerçekten çok zordu. *** Ertesi sabah hafif aksayarak aşağı inen Handan bahçeden gelen sesleri duyunca direkt kapıya yöneldi. İbrahim Bey’in çam ağacına salıncak yapan Talha’yı izlerken bir şeyler anlattığını gördüğü an gözleri mutlulukla ışıldadı. Onun gülümseyen yüzünü gören genç adam halata son düğümü atarken aynı yüz ifadesiyle karşılık verdi. Handan çocuklar gibi heyecanlanarak onlara yaklaşıp “Binebilir miyim?” diye sorduğu an cevap Talha’dan önce arkasından yaklaşan Meryem Hanım’dan geldi. “Kahvaltıdan önce bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. Önce karnınızı doyurun.” İbrahim Bey karısının çağrısı üzerine kapıya giderken, “Hadi gençler, Meryem Hanım’ı duydunuz” dese de ne Handan, ne de Talha yerinden kıpırdadılar. Gözleri Talha'nın gözlerine mühürlenmiş, zaman durmuş gibi öylece kalan genç kız rüzgârın saçlarını yüzüne çarpmasıyla kendine gelebildi. Başını kaldırıp ağacın salıncağı taşıyan dalına baktıktan sonra, “Bu benim için mi?” diye sorduğunda genç adam olumlu anlamda başını sallayıp, “Sıkıldığını söylemiştin” dedi Handan teşekkürünü ettikten sonra birlikte kapıya doğru yürümeye başladılar. Talha yardımcı olmak için kolunu tuttuğunda, genç kız kolunu tutan ele bakarak olduğu yerde kaldı. Sonra yüzü kızararak bakışlarını yanındaki adama çevirdi. İlk kez kendini bu kadar tuhaf hissediyordu. Onun durgunluğu karşısında Talha ne olduğunu sorsa da kolunu onun ellerinden çekerek adımlarını hızlandırdı. Birlikte sessizce kahvaltılarını tamamladıktan sonra Handan tekrar bahçeye çıkıp salıncağa bindi. Ayaklarını ileri geri hareket ettirip hızını arttırırken canının yandığını hissetmedi bile. Aklına önce anne ve babasının olduğu çocukluk anıları gelse de zihninden geçenler Talha'nın gözünde canlanan yüzüyle yer değiştirdi. Onu ilk salonda, kucağındaki odunları şömineye yerleştirirken gördüğü günü anımsadı. Sonra onun yazdığı hikâyesiyle ilgili atışmalarını, yalnız başına şelaleye gittiği gün genç adamın bir anda karşısında belirmesini, baltayı nasıl tutması gerektiğini öğretmesini ve ayağı yaralandığı için onu sırtına aldığı anı hatırladı. Hatırladıkça kalp atışları hızlandı. Ona arkasından sarılırken başını sırtına yasladığında hissettiği koku, bakışları... Handan için bu hissettikleri çok yeniydi. Geçmişte her defasında babasının müdahalesiyle yarım kalan ilişkileri olmuştu. Ama bugüne kadar onun kalbine ve düşüncelerine bu denli sızan başka biri olmamıştı. O, bunları düşünürken bir an aklının içinde Yavuz Selim’in sesi yankılandı. “Sen benim karımsın!” Talha'nın camdan onu izlediğinden habersiz, sessizce gözyaşı dökerken kaderini değiştirebilmeyi o kadar çok istedi. O salıncağı durdurup gözlerini her sildiğinde akan yaşlar genç adamın içine otursa da elinden bir şey gelemezdi. *** Akşamüzeri mutfağa inen Handan içeri girdiğinde Meryem Hanım’ı metal merdivenin ilk basamağına çıkarken gördü. “Hayırdır, abla?” “Ampul patlamış herhalde, yanmıyor.” Kadının yaşından dolayı dengesini kaybedip düşmesinden korkan genç kız panik yaptı. “Dur, abla, ben yaparım!” Meryem Hanım önce itiraz etti. “Yok, kızım! Sen emanetsin, düşersin falan. Yavuz Selim Bey’e açıklayamayız. Hem daha ayağın iyileşmedi.” Ama Handan onu dinlemeden yaşlı kadına engel oldu. “Korkma bana bir şey olmaz” diyerek merdivene tırmandı. Madem çok istiyorsun, dikkatli ol o zaman. Önce biraz sağa doğru çevir bakalım, belki ampul gevşemiştir.” Meryem Hanım’ın söylediğini yaptı ama ampul yanmadı. “Yok, abla, patlamış bu.” “O zaman ben yenisini getireyim. Talha’yla İbrahim amcan da tam ormana gidecek zamanı buldular. Hava kararıyor, gelmediler de...” Yaşlı kadının söylenmelerine gülen Handan tam ampulü çıkartıp merdivenden inecekken dengesini kaybetti. Yere doğru savrulan Handan gözlerini sımsıkı kapatırken bir anda kendini Talha'nın sıcak kollarında buldu. Kollarının hangi ara genç adamın boynuna dolandığını anlamayan Handan aldığı erkeksi kokuyla hızla gözlerini açtığında kendine bakan Talha'nın koyu mavi gözleriyle karşılaştı. Onlar konuşmadan birbirlerine bakarken mutfağa koşuşturarak Meryem Hanım girdi. Önce yerdeki devrilmiş merdivene bakan yaşlı kadın, “Handan, kızım iyi misin?” diye sordu. Çırpınarak Talha'nın kucağından inen Handan dağılan saçlarını toplayarak gülümsemeye çalıştı. “İyiyim, merak edilecek bir şey yok.” Hissettikleri yüzünden genç kız daha fazla konuşmadı. Koşarak odasına gidip aklından sürekli aynı sözcükleri tekrarladı: O sana yasak! Yatağına uzanan Handan kendi kalbinin sesini duyabiliyordu. Bu kadar heyecanın fazla olduğunu düşünerek, sanki durdurmak istercesine elini kalbinin üzerine bastırdı. “Neden böyle atıyorsun? N’olur dur artık!” *** Günler birbiri ardı sıra hızla geçerken, Yavuz Selim'in gelmesine iki gün kalmıştı. Bu süreçte her sabaha ayrı bir huzursuzlukla uyanan Handan gün içinde Talha'nın varlığıyla huzur buldu. Tanışalı daha on bir gün olmasına rağmen ona o kadar çok alışmıştı ki. Aslında alışkanlıktan da öte, ona bağlanmaya başlamıştı. Kendini ismini koyamadığı bambaşka duygular içinde bulan genç kız kalbinin neden böylesi sızladığına anlam veremiyordu. Aklı sürekli onun bakışları, arada birçok nadiren gördüğü gülüşleri ve beraber yaptıklarıyla doluyken ondan uzaklaşma düşüncesi ruhuna acı veriyordu. Öğle saatlerinde ilk kez Talha'nın odasına giden Handan, tahmin ettiği gibi bilgisayarın başında çalışırken buldu. “Gelebilir miyim?” Bilgisayarı kapatan genç adam onun odasına gelmesinin şaşkınlığıyla ayağa kalktı. “Tabii ki. Buyurun.” “Bugün hava çok güzel, beni şelaleye götürür müsün?” gün aslında her şeyin değişeceğini bilmeyen genç adam gelen teklifi hiç düşünmeden kabul edip, “O zaman oltayı da alalım” dedi. Birlikte evden çıktıklarında aralarındaki sessizliği bozan ilk Handan oldu. “Bana evlilik aşkı öldürüyor mu diye sormuştun, hatırladın mı?” Talha cevap vermeden sadece olumlu anlamda başıyla onayladı. “Peki, neden bu soruyu bana sormuştun? Yoksa sen öyle düşünenlerden misin, sevgili yazarım.” Genç adam onun, sevgili yazarım demesine hafiften gülümseyip, “Hayır. Bence aşkı evlilik değil, çoğunlukla erkekler öldürüyor. Tabi bu benim düşüncem, aramızda kalsın” dedi. Aldığı cevap Handan'ın beklediği cevap olmadığı için çok şaşırdı. Heyecanla, “Bunu bir erkeğin söylediğine inanamıyorum” deyip cep telefonunu çıkardı ve kamerasını açtı. “O zaman bu cümleyi ölümsüzleştirelim.” Genç adam onun yaklaşımına bozularak adımlarını hızlandırdı. “Şaka yapıyor olmalısın.” Ancak Handan ısrarına devam edip, “Neden bunu bir başkasının duymasından utanıyorsun ki?” diye sordu. Önünde yürüyen adamın arkasından konuşsa da Talha geriye dönmedi. Üstelik o kadar hızlı yürüyordu ki genç kız yetişmekte zorlandığı için arkasından koşmaya başladı. “Dur, bekle!” diye bağırdı. Ayağına takılan taş yüzünden kendini bir anda yerde bulan Handan acıyla inleyince genç adam koşarak yanına geldi. “İyi misin?” “Ben iyiyim ama telefonum değil!” Genç kız bataryası çıkan telefonunu tekrar bir araya getirirken Talha, “Dizini parçalamışsın” dedi. Üzerindeki kot pantolonun diz kapağının alt bölümünün yırtıldığını ve kanı o zaman fark etti, Handan. “Çok acımıyor” dedi ve açılan telefon ekranına bakıp, “Çalışıyor! Senin yüzünden düştüğüme göre şimdi kaydı yapabiliriz. Yani bana borçlusun” dedi. Talha endişeyle yerdeki kızın yüzüne baktı. “Sana inanamıyorum! Resmen vicdanımı kullanıyorsun.” Onun uzattığı elini tutarak ayağa kalkan genç kız pis pis sırıtıp, “Beni buna sen mecbur ettin. İstersen bir daha düşeyim, olur mu?” diye sordu. “Tamam. Ama önce şelaleye gidip şu dizine bir bakalım. Anlaşılan seninle her yola çıktığımızda yanımıza ilkyardım çantası almamız gerekecek.” Talha'nın sözleri aralarında buz gibi rüzgârların esmesine neden oldu. Çünkü ikisi de biliyordu ki bu onların son günüydü. Ertesi gün Yavuz Selim geleceği için her şey değişecekti. Şelaleye kadar hiç konuşmadan sessizce yürüdüler. Ulaştıklarında ise suyun kenarına indiler. Handan pantolonun paçasını diz kapağına kadar katladığında Talha iki avucunun arasına aldığı suyu yaranın üzerine döktü. Sonra da cebinde taşıdığı peçeteyle yaranın üzerini temizlemeye başladı. O bunları yaparken de Handan tekrar cep telefonunun kamerasını açtı. “Az önce bana aşkı öldürenin evlilik değil de erkekler olduğunu söylemiştin. Nedenini açıklar mısın, sevgili yazar?” Genç adam Handan'ın yüzüne bile bakmadan yaranın etrafını temizlerken isteksizce konuşmaya başladı. “Kadın demek aşk demektir. Erkekler evlendikleri zaman eşlerini istedikleri kalıba sokmaya çalıştıkları ve kadının taşıyabileceğinden daha fazla sorumluluk yükledikleri için ruhlarını öldürüyorlar. Oysa bilmiyorlar ki aşk ve ruh birbirinden besleniyor.” Bu duyduklarıyla Handan'ın şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ve karşısındaki adamın ne kadar farklı, ne kadar özel olduğunu anladı. “Biliyor musun? Sen türünün son örneği olmalısın.” Elleri hâlâ genç kızın yarasını temizlediği için bacaklarının üzerinde olan Talha, Handan'a baktı. “Bunu bir de evleneceğim kıza sormak gerek.” Onun evlilikten bahsetmesine bozulan genç kızın yüzü düştü. Onun başka birisine dokunduğunu düşününce kalbi acıdı. Duygularını belli etmemek için genç adamın ellerinden kendini kurtarıp ayağa kalktı. Bir yanı kırgın, diğer yanı sebepsiz yere öfkeliydi. Birkaç dakika sonra Talha yüksek bir kayanın üzerine çıkıp oltayı suya attı. Handan sessizce yanına gitti. İçindeki duygusal kaos o kadar büyüktü ki kendine engel olamayıp Talha’yı arkasından suya itti. Ve hemen ardından kendi yaptığı şeye şaşırarak elleriyle ağzını kapattı. Ne oluyor bana Allah'ım? “Be-be-ben özür dilerim!” Handan defalarca arkasından özür dilese de suyun içine batan genç adam tekrar yüzeye çıkmadı. Önce onun şaka yaptığını sandı, ancak saniyeler geçtikçe korkuya kapılıp arkasından, “Talhaaa!” diyerek atladı. Talha onun suya atlamasını fırsat bilerek yüzeye çıktı ve ciddiyetle Handan'ın yüzüne bakıp, “Ödeştik!” dedi. Genç kız hızla ona doğru yüzüp bağırmaya başladı. “Sen manyak mısın? Ben de yüzme bilmediğini sandım. Neden korkutuyorsun beni?” Talha ona iyice sokulduğunda aralarında sadece milimler vardı. “Neden? Bana bir şey olsaydı üzülür müydün? Mesela ölseydim.” Bir an için hafızasında genç adamın öldüğünü canlandıran Handan ruhunda annesini kaybettiği gün yaşadığı acıyı hissetti. Ölüm kelimesini duymasıyla sinirle vuracakmış gibi, “Sakın bunun şakasını bile yapma!” diyerek elini havaya kaldırdı. Talha havadaki eli bileğinden tutarak Handan’ı iyice kendine çektiğinde nefes nefese kaldılar. Gözleri birbirine bakarak dudakları ağır ağır birleşmek üzereyken genç adam geri çekildi. “Bir an önce eve dönsek iyi olacak. Hastalanacaksın!” Dönüş yolu boyunca tek kelime etmeyen ikili eve ulaştıklarında Meryem Hanım ve İbrahim Bey’in meraklı bakışları altında yine aynı sessizlikle odalarına çekildiler. *** Handan üzerini değiştirdikten sonra yatağının üzerine oturup bacaklarını kendine çekerek başını dizlerine yasladı ve gözlerini kapattı. Talha’yla şelalede yaşadıklarını tekrar tekrar hatırlarken içi içine sığmayarak ayağa kalktı. Kendini bir kapana sıkışmış hissediyordu. Aklında sürekli olarak Yavuz Selim ve Talha'nın yüzü yer değiştiriyordu. Bunlara ek olarak iki adamın birbirine karışan seslerine daha fazla dayanamayarak elleriyle kulaklarını kapattı. Yeter artık! Yavuz Selim ertesi gün gelecek olsa da belki kötü bir sürpriz yapıp bir gün önce gelebilir diye düşündü. Sonuçta adam manyağın tekiydi. Boş boş bekleyip kadere teslim olmak yerine bir şeyler yapmalıydı. Ama ne?.. Duygu ve düşüncelerinin karmaşasıyla kapıya yöneldi. Bir an önce Talha’yla konuşmalıydı. Konuşmalıydı ama ne konuşması gerektiğinden emin değildi. İç sesi onu durdurmak için delirdin mi sen dese de Handan bu sese kulak vermeden doğruca genç adamın odasının önünde durdu. Tam kapıyı çalacakken içeriden gelen seslerle yerinden kıpırdayamadı. Meryem Hanım ve Talha, Handan'ın kapıyı dinlediğinden habersiz konuşurlarken genç kızın gözlerinden yaşlar kırpmadan dökülmeye başladı. Hayatındaki en büyük hayal kırıklığıyla gözleri kararırken içindeki ses bu olamaz diye haykırıyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE