Yaman'ın koruması altındaki günler, Hayal için bir rüya ile kabus arasında gidip geliyordu. Her geçen gün, Yaman'a karşı hissettikleri daha da karmaşıklaşıyor, onun varlığı bir yandan güven verirken, diğer yandan onun dünyasının karanlığından ürkütüyordu. O, dışarıdaki hayatı özlüyor, babasının hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Babası, Ahmet, onun için dürüstlüğün, sade ve temiz hayatın simgesiydi.
Ancak dışarıda, Ahmet'in acısı, öfkeye dönüşmüştü. Kızının kaçırılmasının şokunu atlattıktan sonra, ardında bıraktığı tozlu yolda, tek bir iz, tek bir ipucu aramaya başlamıştı. Sordu, soruşturdu, polise gitti. Ancak kasabanın karanlık sokaklarında, kimse bir şey duymamış, görmemişti. Ta ki, bir meczup, birkaç bozuk lira karşılığında, "Kırmızı elbiseli yeni kız" lafını geveleyene kadar. Ve sonra, Zeynep Hanım'ın yerinin ismi, bir şeytan fısıltısı gibi düştü kulağına.
Ahmet, önce inanmak istemedi. Namuslu, çalışkan bir ailenin kızı, o pislik yuvasında olamazdı. Ama korkunç şüphe, beynini kemiriyordu. Sonunda, bir gece yarısı, eline geçirdiği eski, paslı bir av tüfeğini alıp yola düştü. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüreği intikam ateşiyle yanıyordu. Kızını kurtarmak ya da onu bu utanca sürükleyenleri yok etmek için gidiyordu.
O aynı gece, Yaman, her zamanki gibi mekandaydı. Hayal, yanında sessizce oturuyor, ona bir haftadır getirdiği şiir kitabından dizeler okuyordu. Yaman'ın gözleri kapalı, sanki o sert dünyasında nadir bulduğu bu huzur anının tadını çıkarıyor gibiydi. Bu dingin an, dışarıdan gelen bir gürültü ve bağrışmayla paramparça oldu.
"NEREDE O? KIZIMI VERİN! NAMUSSUZLAR! ALÇAKLAR!"
Ahmet, gözü dönmüş bir vaziyette, av tüfeğini savurarak içeri girmiş, etrafa saldırıyordu. Müzik kesilmiş, kadınlar çığlık atarak kaçışmaya, müşteriler sinerek köşelere saklanmaya başlamıştı. Zeynep Hanım, korkudan barın altına gizlenmişti.
Hayal, o sesi duyar duymaz yerinden fırladı. "BABAM!" çığlığı, salonun tüm gürültüsünü bastırdı. Koşmak istedi ama Yaman, onun kolunu sıkıca tuttu.
"Dur," dedi, sesi buz gibi ve kesindi. "Delirmiş. Silahı var."
Ahmet, onları gördü. Kızının, o karanlık yerde, pahalı giyimli, tehlikeli görünüşlü bir adamın yanında oturduğunu görünce, yüreği parçalandı. Hayal'in üzerindeki sade ama temiz kıyafeti, onun gözünde bir "leke"nin, bir "düşkünlüğün" kanıtı gibi göründü. Acısı, öfkesini katladı.
"HAYAL! NASIL YAPARSIN BANA? NASIL DÜŞERSİN BU DURUMA?" diye haykırdı, sesi hıçkırıklarla boğuklaşarak. Tüfeğini doğrulttu. Hedefi belli değildi; Yaman, Hayal, ya da belki de kendi talihsizliği.
O silah sallanırken, Yaman bir panter gibi hareket etti. Hayal'i arkasına iterek, kendi bedenini onunla silahın arasına siper etti. Aynı anda, Sero ve diğer korumalar, Ahmet'in üzerine çullandı. Bir kaos anında, tüfek patladı. Kurşun, tavandaki bir ışığı paramparça etti, cam kırıkları yağmuru gibi aşağı indi.
Hayal, çığlık attı. Babası, birkaç saniye içinde yere yıkılmış, korumaların ayakları altında kıvranıyordu. Yaman, hiç tereddüt etmeden, korumasının birinden bir tabanca kaptı ve olay yerine doğru ilerledi. Yüzünde ölümcül bir soğukluk vardı. Bu, onun topraklarına yapılmış bir meydan okumaydı.
"BABA! YAPMA! DURUN!" diye çığlık attı Hayal, Yaman'ın koluna yapışarak. "O benim babam! Lütfen, ona bir şey yapma!"
Yaman, onun çığlığıyla irkildi. Hayal'in gözlerindeki saf korku ve çaresizlik, öfkesini dindiren bir su gibiydi. Öldürmeye hazırlandığı adam, onun hayatında belki de sahip olduğu en saf şeyin, Hayal'in, babasıydı.
Yere eğilip, hırpalanmış, yaralı Ahmet'e baktı. Adamın gözlerinde, kızına duyduğu öfkeden çok, derin bir acı ve hayal kırıklığı vardı.
"Öldür beni," diye hırıldadı Ahmet, tükürükle karışık kanı yere akarak. "Ama önce şunu söyle. Kızımın namusunu kirlettin mi?"
Bu soru, salondaki herkesin duyabileceği bir tokat gibiydi. Yaman, bir an için dondu. Sonra, yavaşça doğruldu. Hayal'e baktı, sonra tekrar Ahmet'e.
"Ben Yaman'ım," dedi, sesi tüm salonun duyabileceği kadar gür ve net. "Ben kimsenin namusunu kirletmem. Ben sadece... sahiplenirim. Kızın burada benim korumam altında. Ona zarar veren herkesi, bugün burada yaptığın gibi, cezalandırırım."
Ahmet, şaşkınlıkla ona baktı. Yaman'ın ününü duymuştu. Bu beklediği cevap değildi.
Yaman, devam etti. "Senin kızın, buraya borcu yüzünden getirildi. Bedirhan'a borcu vardı. Ben o borcu devraldım. Şu an o borç bana. Ve ben, onun buradaki herkesten daha temiz, daha namuslu olduğunu biliyorum. Senin göremediğini görüyorum."
Hayal, Yaman'ın bu sözleriyle donup kaldı. Gözleri doldu. Bu, onun beklediği savunma değildi.
Yaman, korumalarına işaret etti. "Bırakın onu."
Korumalar, şaşkınlıkla geri çekildi. Yaman, yaralı Ahmet'e doğru bir adım attı. "Kızını alıp gidebilirsin. Ama bil ki, kapıdan çıktığınız an, Bedirhan'ın adamları onu yeniden alacak. Belki de bu seferlik, benim korumam olmadan... Daha kötüsünü yapacaklar."
Ahmet, yerde, bu gerçek karşısında ezildi. Silahı elinden alınmış, gururu paramparça olmuştu. Kızını kurtarmak için geldiği yerde, onun kurtarıcısı olarak gördüğü adamın, aslında onun gerçek koruyucusu olduğunu anlıyordu.
"Ne... ne yapacağım o zaman?" diye inledi, umutsuzlukla.
Yaman, derin bir nefes aldı. Bu, planladığı bir şey değildi. Ama Hayal'e bakınca, onu kaybetmek istemediğini biliyordu. Onu salıvermek, onu ölüme terk etmekti. Ama onu böyle tutmak da... Bu, bir çözüm değildi.
Sonra, aklına bir fikir geldi. Hem onu koruyabileceği, hem de bu utancı ortadan kaldırabileceği bir yol.
"Benimle gel," dedi Ahmet'e. "Kızın da gelir. Evime."
Herkes şaşkınlık içindeydi. Hayal ve Ahmet, donup kalmıştı.
"Evine?" diye tekrarladı Hayal, anlam veremeyerek.
"Evet," dedi Yaman, artık emir verir gibi. "Benim evimde hizmetçi olarak çalışacaksın. Resmi olarak. Bu, senin buradan çıkışın ve toplum içindeki itibarının korunması için bir kılıf olacak. Kimse Yaman'ın evinden, onun hizmetçisine dokunamaz. Sen de..." diye döndü Ahmet'e, "Kızının benim evimde, şerefli bir işle meşgul olduğunu, buradaki pisliklerden uzakta olduğunu bileceksin. Bu, herkes için en iyi çözüm."
Bu, acayip, tehlikeli ve son derece mantıklı bir plandı. Hayal, babasının yanında, güvende olacaktı. Ahmet, kızının "namusu" kurtulmuş bir şekilde başını dik tutabilecekti. Ve Yaman, onu yanında, gözünün önünde tutabilecekti.
Ahmet, yerde, bu teklifi işlemeye çalışıyordu. Gururu kırılmıştı, ama kızı için en iyisi bu muydu? Yaman'ın gözlerindeki kararlılığı gördü. Bu bir teklif değil, bir emirdi. Ama aynı zamanda bir lütuftu.
Zorla da olsa, başını salladı. "Peki," diye mırıldandı.
Yaman, memnuniyetle başını salladı. Sonra Hayal'e döndü. "Toplan. Buradan çıkıyoruz."
Hayal, babasına koşup onu kucakladı. İkisi de ağlıyordu. Korku, utanç, rahatlama ve belirsizlik iç içe geçmişti.
O gece, Yaman'ın siyah arabası, bu sepecik üç yolcuyla evine doğru yol aldı: İntikam peşinde koşan ama eli kolu bağlanmış bir baba, kurtulduğu için minnettar ama yeni bir kafese konduğu için endişeli bir kız, ve ikisini de kontrolü altına alan, hislerini ve planlarını kimseye açık etmeyen güçlü bir adam.
Yaman'ın malikanesine vardıklarında, Hayal'in nefesi kesildi. Burası, Zeynep Hanım'ın yerindeki pislikten sonra, soğuk, sert ve ihtişamlı bir kaleydi. İçeri girdiler. Yaman, yaşlı, ciddi görünüşlü kahyasına döndü.
"Bunlar, Ahmet ve kızı Hayal. Bundan sonra burada hizmetçi olarak çalışacaklar. Onlara uygun bir oda ver. Kurallarımı öğret."
Kahya, hiç tepki vermeden, sadece "Başüstüne efendim," dedi.
Yaman, son bir kez Hayal'e baktı. "Artık güvendesin," dedi. "Buradaki her şey benim. Ve sen de benimsin."
Bu sözler, Hayal'in içini ürpertmişti. Kurtulmuştu, evet. Ama şimdi, çok daha büyük, çok daha karmaşık ve tehlikeli bir labirentin tam ortasındaydı. Ve labirentin minotoru, onu kurtaran adamdı. Yeni hayatı, bir hizmetçinin hayatı olacaktı. Ama Yaman'ın gözlerindeki ateş, onun asla sıradan bir hizmetçi olmayacağını fısıldıyordu. Savaş bitmemişti, sadece cephe değiştirmişti.