Kırmızı, sentetik elbise teninde yanıyor gibiydi. Her adımda sürtünen kumaş, onu buraya aitmiş gibi göstermek istercesine acımasızdı. Zeynep Hanım'ın itişiyle loş koridorda ilerlerken, duvarlardan sızan küf kokusu ve ucuz alkol karışımı ciğerlerini yakıyor, midesini bulandırıyordu. "Lale" ismi, beynine kazınmış bir damga gibiydi. Kapıların ardından gelen kahkahalar, çığlığı andıran bir çılgınlıkla kulaklarında yankılanıyordu.
Onu büyük, dumanaltı bir salona ittiler. İçerisi, renkli ve keskin bir ışıkla yarı aydınlatılmıştı. Ağır, ritmik bir müziğin üzerine, yüksek sesli sohbetler ve ara sıra yükselen cilveleşmeler ekleniyordu. Kadınlar, parlak ve az giysiler içinde, masaların arasında dolaşıyor veya müşterilerinin kollarında takılıyorlardı. Her şey, Hayal'in tüylerini ürperten yapay bir neşeyle kaplıydı.
Zeynep Hanım, onu en arkadaki bir kanepeye oturttu. "Kımıldama. Gülümsemeye çalış. Bakalım beğenen çıkacak mı?" diye hışıldadı kulağına. Tokatın izi hâlâ yanağında hissediliyordu. Çaresizce başıyla onayladı.
Gözleri, bu korkunç manzarayı tararken, kapıdan içeri giren bir grup adam dikkatini çekti. Ortadaki adam, diğerlerinden farklıydı. Pahalı ama sade bir takım elbise giymişti. Yüzü ifadesiz, bakışları sert ve bir o kadar yorgundu. Ettiği her adımda, etrafındaki diğer adamlar ona yol açıyor, saygı gösteriyorlardı. Bu, Yaman'dı. Bölgenin en güçlü toprak ağalarından biri. Zoraki evliliğinin ağırlığı omuzlarında hissediliyor, buraya da muhtemelen o yükten kaçmak için gelmişti.
Yaman, en geniş masaya yerleşti. İçkisi getirildi, etrafını hemen kadınlar sardı. Ama o, onlara pek ilgi göstermiyor, içkisini yudumlarken boşluğa bakıyor gibiydi. Gözleri salonda gezindi ve bir an, en arkada, kırmızı elbisesi içinde tir tir titreyen, yüzündeki korku ve çaresizliği her haliyle belli olan Hayal'e takıldı.
O bakışları yakaladığı an, Hayal'in kalbi yerinden fırlayacak gibi attı. Göz göze geldiler. Yaman'ın bakışları, ilk baştaki ilgisizliğini kaybetti. O çocuksu, masum ve derinden korkmuş ifade, onun içinde bir şeyleri yerinden oynattı. Bu kokuşmuş yerde, bu kirli dünyanın tam ortasında, çiğnenmemiş bir kar gibi duran bu genç kız, Yaman'ın tüm dikkatini çekti. Kendi evliliğinin yapaylığı, hayatındaki tüm zoraki ilişkiler, bu bakışta anlamsız kaldı.
Yaman, yanındaki korumasına bir şeyler fısıldadı. Koruma, hemen Zeynep Hanım'a doğru yürüdü. Birkaç kelime konuşup geri döndü. Zeynep Hanım'ın yüzünde memnuniyet ve bir o kadar da şaşkınlık vardı. Hemen Hayal'in yanına geldi ve onu kolundan çekerek ayağa kaldırdı.
"Şanslısın beyaz güvercin," diye mırıldandı. "Yaman Bey seni istiyor. Sakın ağzını açıp da saçma sapan bir şey söyleme. O çok önemli biri."
Hayal, bacakları titreyerek Yaman'ın masasına doğru ilerledi. Her adımı, idam sehpasına çıkıyormuş gibi ağırdı. Masaya vardığında, başını öne eğdi, gözlerini Yaman'ın ayakkabılarına dikti.
"Otur," dedi Yaman. Sesi, gürültüye rağmen net ve derindi. Otoriterdi, ama diğer adamlarınkinden farklı olarak kaba değildi.
Hayal, kanepeye ilişti. Yaman, yanındaki diğer kadınları uzaklaştırdı. Bir süre sessizce onu inceledi. Kirpiklerinden süzülen bir damla yaş, Hayal'in yanağından aşağı süzüldü.
"Adın ne?" diye sordu Yaman, sesi biraz daha yumuşamıştı.
Hayal, Zeynep Hanım'ın uyarısını hatırladı. "L... Lale," diye fısıldadı.
Yaman, başını iki yana salladı. "Hayır. Senin adın Lale değil. Buraya yeni geldiğin yüzünden belli. Gerçek adın ne?"
Bu beklenmedik nezaket ve anlayış, Hayal'in içindeki barajı yıktı. Gözleri doldu, boğuk bir sesle cevap verdi: "Hayal... Adım Hayal."
"Hayal," diye tekrarladı Yaman, ismi ağzında hissederek. "Burada ne işin var Hayal? Sen buraya ait değilsin."
Bu sözler, Hayal'in için için ağlamasına neden oldu. Tüm hikayeyi, düğününü, kaçırılışını, korkusunu, kısık ve titrek bir sesle anlatmaya başladı. Yaman, hiç sözünü kesmeden, içkisini yudumlayarak onu dinledi. Yüzündeki ifade giderek yumuşuyor, sert çizgileri kayboluyordu. İçinde, tanımadığı bir koruma içgüdüsü uyanıyordu.
Hayal, konuştukça rahatlamıştı. Bu adam tehlikeli görünüyordu, ama en azından onu dinliyordu. "Lütfen," diye bitirdi anlatmayı, gözleri Yaman'ınkilerine dikerek. "Beni buradan çıkarın. Babama haber verin. Size her şeyi öderiz."
Yaman, derin bir iç çekti. Bu kızın saf umudu, onun gerçekçi dünyasında naif bir çınlamaydı. "Bu o kadar kolay değil," dedi yavaşça. "Bedirhan borcunu seninle ödemiş. Burada kanun, bizim kanunumuz değil."
Umudunun bu kadar çabuk sönmesi, Hayal'i bir kez daha yıktı. Yaman, onun çaresizliğini görünce dayanamadı. Elini uzatıp, yanağındaki tokat izine dokundu. Temas, ikisinde de elektrik etkisi yarattı.
"Kim yaptı bunu?" diye sordu, sesi tehlikeli bir alçalmayla.
"Zeynep Hanım," diye fısıldadı Hayal.
Yaman, başını çevirip korumasıyla göz göze geldi. Sessiz bir emir verdi gibiydi. Koruma, hemen yerinden fırlayıp kayboldu.
Bir süre sonra, Zeynep Hanım'ın özür dilercesine eğilmiş halini ve korku dolu bakışlarını gördüler. Yaman, ona döndü. "Bir daha bu kıza, ya da buradaki hiçbir kıza el kaldırdığını görmeyeyim. Anlaşıldı mı?" Sesi, keskin bir bıçak gibiydi.
Zeynep Hanım, titreyerek başını sallayıp uzaklaştı.
Yaman, tekrar Hayal'e döndü. Gözlerinde, yeni filizlenen bir şeyin kıvılcımı vardı. "Seni buradan çıkartamam," dedi, "En azından şimdilik. Ama seni koruyabilirim. Hiç kimse sana zarar veremez. Bu sözümü tutarım."
Bu, Hayal'in duyduğu ilk gerçek söz gibi geldi. İçinde minnettarlık ve ona karşı anlam veremediği bir güven duygusu uyandı. Yaman da aynı hissi paylaşıyordu. Kendi zoraki hayatında, ilk kez saf ve korunmaya muhtaç bir şey bulmuştu ve onu kaybetmek istemiyordu. Bu, aşk mıydı yoksa sahip çıkma içgüdüsü mü, henüz bilmiyordu. Ama onun olduğunu biliyordu.
O gece, Yaman oradan ayrılırken, Hayal'i yanında götürmese de, onun için ödediği büyük bir bedelle kimsenin ona dokunmasını engelledi. Hayal, o kırmızı elbiseyle odasına geri döndüğünde, artık sadece korku değil, küçük bir umut ışığı da vardı yüreğinde. İntikam çarkları dönmeye devam ediyordu, ama kader, beklenmedik bir oyuncuyu daha sahneye sürüyordu: aşk.