Soğuk, esintili bir akşam olmuştu. Çok kere düşündüm. Yıllar sonra dönünce parmağında yüzük olsa ne yaparım diye. Cevapladım da, kendimi. Ben onu unuttum derim dedim kendi kendime. Kalbimin üzerine yorgan misali döküldü hüzün dalgaları. Sevda Mirza'nın kalbine kurulmuş, benim olmak istediğim yerdeydi.
O boşluk hiç bir zaman bana ait olmadı ama üzülmekten kendimi alamadım. Ben kendimi odaya atarken Sevda'nın Fatma anayla samimi diyolaglarını odamdan seyredetmiştim, en az kızıymış gibi konuşurken onunla ilgili tavırları onay verdiğini gösteriyordu. Oğluna, kısmet bulan anne. Vay haline.
Mutluydu, o kadar iş yaparken bile aynıydı. Kızı yanında, damadı yanında, torunu bir yanda. Ailesi var kızının, oğlan sözlenmiş. Sözlüsü gelmiş.. Baran ağabey desen adam oldu diyordu. Mutlu olmak onun hakkıydı. Hazal'dan sonra gülmeyen suratı gülüyordu ama yine de..
Sevda'yı kıskandım. Tek annemide almıştı benden. Onunla ilgilenirken Fatma ananın tavırlarını unutmak zor olacaktı artık. Kızı vardı belkide.
Gelin değil, kızı. Arada dağlar kadar fark. Beni her zaman sevmişti, anne kelimesi bende yokken sayesinde ne anlama geldiğini anlamıştım. Mirza, benden sadece kendini değil tek annemide almıştı. Farkında değildi.
"Dalgın gözüküyorsun,"diye imalı bir şekilde konuşunca Dicle'ye çevirdim bakışlarımı. Biz büyüdük. Kaç yaşıma bastım ama içimde yaşayamadığım ukteler vardı.
"Fatma ana.. bir gün seçim yapmak zorunda kalsa Sevda ile.. onu mu seçer," diye sordum, çocukca bir soru olabilirdi ama annesi olmayan beni anlayamazdı. Annesizlikten sonra birinin sana anne olması ve onu tekrardan kaybetme ihtimali. Çocuk değildim ama hala eksiklerim vardı.
İçimde büyük boşluklar vardı. "Berfin abartmıyor musun,"dedi Dicle bıkkın bir şekilde. Hem bana söylememişti Sevda olayını, şimdide abartmıyor musun falan diyordu. Gözlerimi devirdim, dediklerine alınıyordum artık. "Anneme ben mi, Berfin mi diye sorsam yine seçer.. Sevda da kim!?"
Ciddi konuşuyordu ama ikna edici degildi. "Gelini."
Güldü sadece. "İnanıyor musun? Ben inanmıyorum."
"Baya samimilerdi, parmaklarda yüzük ve sözlüler hala samimi değiller mi diyorsun yani? Gören herkes anlar, Sevda Mirza'ya deli gibi aşık." Ağzımdan dökülen kelimeler acıttı sanırım. Tam kalbimin üzerinde bir his. Acı veriyordu. Acı veriyordu bu his.
"Sende anladın demek,"dedi Dicle. "Peki, Mirza abim, ona aşık mı?"
Bunu ben bilemezdim. "Bilmem," diyerek omuz silktim. "Bana karşı çatık kaşlar Sevda'ya çevrilirken yumuşuyor mesela. Sevda da.. önemli olsan seni benden saklamazdı diyecek kadar gerçekci. Yani demem o ki, sizin gelininiz belli olmuş bile."
Dicle, olduğu yerde doğrulup bana döndü bedenini. Önündeki çaydan tüten duman geceye ışık olmuştu. İkimiz vardık sadece. Eymen'le abim, gelen misafirleri bırakmaya gittiler. Hemen geri döneceklerdi lafta. Diğerleri ise.. gitmişlerdi odalarına.
"Abim sadece değer veriyor o kıza, aşk gibi bir durum olduğunu sanmıyorum doğrusu. Mantık evliliği misali."
Mantık evliliği...
Anlaşmadan geçmişe sürüklenen bir aşk hikayesi dinlemiştim daha önce ama bu biraz.. korkutucuydu. Dicle ile abim zaten birbirlerine aşıklardı.
"Bu sözlendiklerini değiştirmez."
Omuz silkerken, "Abimi unuttuğunu söylemiştin," dedi Dicle.
Füze at, daha çabuk ölürdüm.
Unuttum. "Zaten unuttum, sadece şirkette bu tür ilişkileri onaylamama taraftarıyım. Almanya'da bu tür ilişkiler milyonluk zararlara neden olduğunu gördüm, kendimi her zaman düşünmek zorundayım."
"Abim, işlerini zarara sokacak bir şey yapmaz,"dedi emin bir şekilde. "Şimdi uyu sen. Kafan dağılsın, yarın tekrar konuşuruz."
Omuz silkerken, "Uyumayacağım," dedim, biraz daha oturmak istiyor, gökyüzüne bakacaktım. Bu gece yıldızlar çok başka. İkimiz birlikte oturduk abim gelene kadar. Kucağında Eymen ile avluya girince ona ne kadar çok yakıştığını gördüm. Babalık abime çok yakıştı.
"Nerde kaldın Şadoğlu,"dedi Dicle takılarak.
"Ne o, özledin mi,"dedi alayla abim. Gülümsedim bu haline.
Dicle, yerinde doğrulup ona doğru bir bakış atarak, "Hayır, oğlumu özledim sadece," dediğinde kıkırdadım kısık sesle. Eymen, baba kucağında prens sanki. Yanına gidip oğlundan bir buse aldı, ardından Eyüp ağabeyimi öptü burnundan.
Iyi bir aileyi izledim. Annem olsa belki bende Eymen gibi bir bebek olurdum. Kapı gibi babası, ondan yürekli annesi. İşte, bu çocuk en iyi aileye gözlerini açtı. Birbirini deli gibi seven bir ailesi var. "Uyuyalım mı," dedi abim. Başını sallayan Dicle, "İyi geceler Berfin," dedi, başımı salladım. Abimin Eymen uyanmadan yerine yatırmak için acilen çıkınca hiç konuşmamıştık.
İkisi gittiklerinde, avluda yanlız kalmıştım. Telefonuma mesaj geldi ardarda. Sesine gözlerimi devirirken masanın üzerine uzanıp elime aldım. Mesajlar, Andrew'dendi.
Özledim seni Berfin.
Konuşabilir miyiz biraz
Suratıma kapatmalarını sevmiyorum ne yazık ki
Çevrim içi olur musun artık..
Ah, sonunda!
Cevap ver, lütfen..
Gelmeyecek misin bir daha!?
Görüyorsun dediklerimi. Cevap ver bana.
Mesajları okuduktan sonra arama tuşuna bastım dayanamayıp, gece gece bu kadar mesaj atması ve beni sorması üzülmeme neden oluyordu. Benim gibiydi. İmkansızı sevmişti. Bu onun sorunuydu.
"Sonunda!" Telefonu açar açmaz soludu Andrew. "İyi misin Berfin?"
"İyiyim Andrew.. sadece biraz işlerim var,"dedim doğruları söyleyip. "Ailem Mardin içinde zengin ailelerden, iş güçleri toparlamam gerekiyor. Şirket işlemleri için imza yetkilerini üzerime aldım. Düzene soktuktan hemen sonra döneceğim. Orayı özledim."
Andrew derin bir iç çekti. "Abilerin vardı zaten," dedi bilmiş bir tavırla. Mal ayrımını yabancı birine nasıl anlatabilirdim ki!?
"Öyle gerekti.."
"Sadece Almanya'yı mı özledin?" Merakla sorduğunda Andrew gülümser gibi olmuştum.
"Senide özledim Andrew.. seni gerçek anlamıyla çok özledim.." Beni burda üzen insanlar yerine beni çok mutlu eden biriydi Andrew. Onunla zaman çok güzel geçerdi. Üzmezdi en azından beni. Çok severdi hatta.
"Bunu duyduğuma sevindim," dedi, ses tonundan memnuniyetlik aktı diyebilirdim. "Peki, döneceğin anı dört gözle beklediğimi unutma ve bana mesaj atmayıda! Meraktan öleceğim yoksa.."
Güldüm dediklerine. Sesimin kısık çıkmasına özen gösterirken, "Sen mükemmel birisin Andrew," diye mırıldandım, bu kadar üzgünken bile mutlu ediyordu beni. "Teşekkür ederim sana, şimdi iyi geceler demek zorundayım. Babam sesime uyanıp azarlamadan beni.. uyumam gerek."
"Peki o halde.." Ses tonu hâlâ iyiydi. Karizmatik bir tondu ve ben onun sesini duymayı seviyordum. Aksağan ona yakışıyordu. "Dikkat et kendine." Telefonu kapatıp gökyüzünü seyrettim gece boyu.
Sabaha yakın odama çıkarken kimselere gözükmemeye dikkat etmiştim.
*
Aile, kavramını unutmak üzereyken en güzel şeydi kahvaltı masasında beraber olmak. Asaf abim, Gözde yengem, Eyüp abim, Dicle, Çınar, çocuklar, Fatma ana ve babam.. benim ailem hepsiydi. Onlarla birlikte çay içmeyi, konuşmayı ve en çokta kahvaltı etmeyi özlemiştim.
"Kızım, yesene sende," dedi babam gözlerini Gözde yengemin üzerine dikerken. Diyete girmişti anlaşılan, Dicle'nin çocuk doğurmasına rağmen fit bedenine katlanamıyordu. Üstelik, çocuklar konusundada birbirleri ile atışmalarını saçma buluyordum.
"Baba, iştahım yok," dedi Gözde. Asaf abimin de suratı asıktı. Kavga ettikleri belli olurken babam, huzursuzca ikisine baktı. Kaç yıllık çift, niye kavga ediyordu ki!? Birbirini sevip, üstelik ikiside onca insan içinden birbirini bulduktan sonra karşılıklı bir ilişki başladıktan sonra kavga etmek ne kadar mantıksızdı.
Ben bulduğumu sandığım kişinin beni sevmesi için neler yapmıştım ama o gidip bir başkasıyla sözlenmişti. İşte bu kadar zordu hayat. "Kahvaltı masası küslük yeri değildir, ikinizde suratınızı asacaksanız çıkın gidin. Ailemle mutlu bir kahvaltı istiyorum. Oğlum, üzme karını. İki çocukla zaten yoruluyor, bir de sen gitme üzerine." Babam.. dünyalar kralı. İşte güzel yürekli babam.
"Tamam baba,"dedi Asaf abim sadece. Gözde yengemin suratı gevşer gibi olunca Dicle, "Merak etme, ben senin o işi halledeceğim,"dedi göz kırparak. "Hallediyorum, az kaldı."
Herkes gibi merakla ikisine bakarken Eyüp ağabeyim, "Gizli yapacağın şeyleri üstü kapalı her ortamda söylememen gerekir Dicleciğim, artık bu özelden çıkmış oluyor," diye takılırken gülümsedi Çınar.
"Kapaklı işler çeviremiyor baksana şuna!"
"Düzgün konuş Çınar," diye uyardı ağabeyim. Karısına laf atardı ama başkasına göz yummazdı. Oda böyle seviyordu işte.
"Gizli kapaklı olsa çeker söylerdim bir kenara,"dedi Dicle imayla. Sert bir tavırla abime, "Farkında mısınız bilmiyorum ama zeka seviyem sizinkinin üç dört katı! Ezberlediğim kitaplar sizin okuduklarınızın bilmem kaç katı! Salak mıyım ben?!," diye sordu sinirle karışık, ardından omuz silkerek otuz iki diş sırıttı. "Gözde ile işlerimiz var, bu sizi ilgilendirmez beyler."
"Aynen,"dedi Gözde gülümseyerek. Aralarında olan şey bende merak uyandırırken, "Merak ettim şimdi," dedi Çınar. "Bu aileye Buse çok gelecek sanırım. Baba kusura bakma ama.. bu gelinlerinle baş edemez Buse. Ona biraz zaman tanıyalım." Çınar'a gözlerimi devirirken, babam gözlerini devirip derin bir iç çekti.
Fatma ana sessizken Dicle ikinci kere çayları tazeledi. "Buse neden gelmedi Çınar? Çağırmadın mı yoksa!?"
Gülmemek için kendimi zor tutarken Çınar, "İşleri var baba,"dedi sadece. "Ben gideceğim yakında. Gerek yok yani."
"Gelsin, buyur edelim onuda. Özledim belkide Buse kızımı. Hem.. bana söz vermişti gelecekti."
Oklar Çınar'a tekrardan dönerken avlunun kapısı açıldı, arkamı dönmeden yandan gelen kişiye baktığımda onu gördüm. Mirza Aksu'ydu gelen. "Hayırlı sabahlar Adem amca," dedi öncelikle. Babam başıyla selamlarken bize döndü. "Hayırlı sabahlar."
Bir kaç kişi ona cevap verdikten sonra önüme döndüğümde, "Berfin Hanım," dedi Mirza. Herkesin gözü aramızda oluşacak diyaloğa kulak kabartırken kaşlarımı çatmıştım. "Toplantınızı hazırladım, sabah onda. Sadece bir saat kırk dakikanız kaldı. Kimseyi bekletmeden şirkette olmanızı temenni ederim. Mağlum, yolcu yolunda gerek. Daha fazla bekletmeyelim."
Mirza'nın dediklerini algıladığım zaman gözlerimi kısarak ona baktım. Gitmeni istiyorum demişti. Git demişti bana. Gidersem.. çok mu iyi olacaktı yani!? Adam sözlendi, ister inan.. ister inanma. Bu bahar, son buldu. Gelsin, kış ayı.. Ciddi tavrı üzerindeyken, "Bir yere gittiği yok Berfin'in," dedi babam. "İmza yetkisini aldı, burda kalacak." Ah, babam.. Mirza.. neden böyle yaptın ki! Daha mı çok acıtmak istedin canımı!?
"Berfin seninle henüz konuşmadı sanırım," dediğinde derin bir iç çekerek babama baktım suçlulukla. Henüz söylemedim ama fırat olmamıştı ki! Olsa saniye beklemem sonuçta. "İmzaları fakslayacak bana Almanya'dan."
"Ağabey,"dedi Dicle. "Kendileri aralarında konuşsunlar istersen önce," diyerek ayağına gördüğüm kadarı ile ayak ucuyla basmıştı. Sus demekti bu. Kes sesini ya da!
Mirza beni hayal kırıklığına uğrattı saniyelerce. Bunu yapmasını gerçek anlamıyla beklemezken ayağa kalkıp derin bir nefes aldım. "Tabiki, geri döneceğim baba," dedim hüzünlü bir ifade ile. "Üniversite okudum, kolay olmayacak bir şekilde iki dil birden öğrendim, imkansız dedikleri firmada tutundum. Benim hayatım, düzenim kuruldu. Mardin çok başka benim için. Ailem, şirket burda ama yarım bırakamam orayı. İki haftada, ayda bir geleceğim artık. Ne sizi yarım bırakacağım, ne de Almanya'yı."
Babam sessiz kalırken gözlerim doldu, üzülüyordu. Gitmemi hiç istemiyor, sadece evde kalmamı istiyordu belki. Ben onun tek kızıydım, eşinden kalan hatıraydım. Anneme benzerdim.. bu onun için daha zordu.
Sessizce masadan kalkıp merdivene doğru ilerlediğinde Mirza'ya dönüp, "Gerizekalı mısın," diye bağırdım kısık bir sesle. "Ben söyleyecektim zaten!"
Mirza gözlerini devirirken, "Sana küçük bir tavsiye Berfin Hanım," dedi ciddi bir tavırla. "İki şeyi aynı anda idare etmek isterken ikisindende olmak diye bir şey var. Ne kadar çabalarsan çabala ikisi aynı anda mükemmel olmayacak, hep bir yanı eksik. Yarım bırakmak yerine tamamlamayı tercih et, o zaman gerçekten büyüdüğünü anlarsın."
Kısık sesle söyledikten sonra diğer masada oturanlara bakıp, "Afiyet olsun," dedi sadece. Gidişini izlerken dişlerimi sıkıyordum.
Mirza Aksu, babamla aramı düzelmesi zor bir duruma sokmuştu.
♤
Şirketten içeriye girdiğimde içimde inanılmaz bir sinir dalgası varken konuşacaklarımı zihnimde tekrarla diye komutlar veriyordum. Diyeceğim çok bir şey yoktu aslında, çok başka şeyler düşünürken fikirlerim yüzde yüzü değişti buraya gelene kadar.
Akışına bırakmam gerekiyordu anladığım kadarıyla. "Hoşgeldiniz Berfin Hanım," dediğinde çıtı pıtı genç bir kadın görmüştüm. Benim yaşlarımda muhtemel tatlı biriydi. Gülümserken, "Ben Selin, sizin şahsi asistanlığınızı yapacağım. Bundan öncede Adem Bey'e yapıyordum," dedi kendini tanıtarak.
"Memnun oldum Selin," dedim sadece. "Herkes hazır mı?"
Başını sallarken, "Finans müdürleri, bütçe yönetmenleri, genel kurumsal avukatımız, yürütülen dosya şefleri, Mirza Bey toplantı odasındalar, işle ilgili sorabileceğiniz bütün dökümanlar hazırlandı," diye durum analizi geçerken işinde ciddi bir kadın olduğunu kavramıştım bile.
Camdan olan toplantı odasına daha girmeden gördüm Sevda'yı, bu durum canımı sıkmamalıydı. Genel müdür asistanının olması normaldi. Kapıyı açtığımda herkes ayağa kalkmıştı. "Merhabalar," dedim sıradan bir şekilde.
Beni dikkatle izleyen gözleri üzerime dikilmişken gülümsedim onlara. "Rahat olabilirsiniz arkadaşlar, insan yemiyorum," dedim sıcakkanlı gibi gözükürken. "Ben Berfin Şadoğlu."
"Şirketin patronu?" Alaylı bir adam sesi duyduğumda hafifçe kaşımı kaldırıp kendisine baktım. Diğerlerine nazaran daha spor giyinen genç bir adamdı.
"Öyle. Peki, bu ukalalığı yapan kişi tam olarak kim? Öğrenebilir miyim?" Sessiz bir çığlık koptu sanki. Herkes dikkatle bana bakarken adam derin bir nefes alarak gülümsedi.
"Yürütülen ENKA projesi şefiyim," dedi alayla. "İstanbul'dan geldim."
"Farkındayım, sadece patronun kızı olarak yirmi dört yaşımda buraya gelmemi kimse doğru bulmuyor," diyerek gözlerimi diktim üzerlerine. Yıllarca çalış ama başkası geçsin, çok adaletsiz. "Adaletsiz olduğunu da dü-"
"Bu şekilde konuşarak bastırmaya mı çalışıyorsunuz," dedi orta yaşlarında olan bir kadın. Gözlükleri ile fazla ciddi bir tavrı vardı. "Kaç yıldır bu şirketteyim," diye bastırdı.
Gülümsedim. "Hakkımda neler biliyorsunuz?" Merak ediyordum, neler bildiklerini en çokta. "Sıradan söyler misiniz?"
En başta duran hafif kelleşmis kafası ile genç bir adamdı. "Adem Bey'in kızı diyebilirim. Yeterince açık."
"Yirmi dört yaşında holding sahibi! Hatta belki daha fazlası?"
"Hak etmediğiniz gerçeği yada?"
"Hepimizin sizden daha çok emeği var burda? Bir kere bile geldiniz mi buraya?"
Her kafadan ayrı bir ses çıkarken kimsenin istemediğini anlamıştım. Belki Sevda örgütledi onları, belki onların gerçek fikirleri.
"Berfin Şadoğlu, deyince herkes aileden şanslı bir kız diye düşünür. Size hak veriyorum ancak bu böyle değil." Başımı olumsuz anlamda sallarken gözlerimi devirdim. "Benim neler yaşadığımı ne şekilde geldiğimi bilemezsiniz."
Güldü Enka proje şefi. Ona karşı kaşlarım çatılırken, "Pamuk prenses gibi yaşamak ne kadar zor olabilir ki," dediğinde dişlerimi sıkmıştım.
"Düzgün konuş Ömer," dedi Mirza.
Gülümsedim. "Aileni seviyor musun Ömer," diye sordum.
"Seviyorum tabi, bayramdan bayrama görüşüyoruz."
Başımı salladım. "Annenle en çok ne yapmayı seviyorsun?"
"Bunu mu konuşacağız gerçekten?" İnanamıyor gibiydi.
"Doğduğun zaman ailen mutlu muydu peki? Havalara uçtular mı?" Sorular ona sıkıcı gelmiş olmalı ki bıkkın bir ifade takındı.
"Tek çocuğum, mutlu oldular."
Güldüm dediği şey üzerine. "Doğum günü kutlar mısın?"
Ömer, "Doğum günü herkes kutlar, maksat eğlence," dedi emin bir şekilde.
"Şimdi söyleyeceklerim bu kapıdan çıkma ihtimali olmadığı için söylüyorum rahatça. Berfin Şadoğlu kim, biraz tanıyın. Ben doğduğumda o mükemmel gördüğünüz hayatım bir sıfık yenik başlamıştım. Beni doğuran annem vefat etti. Ben kendimi suçlu hissettim. Evde tek kız, üç abi, bir baba. Hepsinin her şeyi benim için gitti. Bir kere olsun doğum günümü kutlamadım ben. Evet, sorsan ya milyonarca param var ama hiç biri annem etmez. Şimdi, deseler bana ölmeden bir kere annene sarılacaksın ama bir saniye sonra öleceksin, gözümü kırpmam. Almanya'ya gitmek, okumak, dil öğrenmek, her şeyi aynı anda idare etmek.. bunları başardığım içinde burda değilim aslında."
Hepsi bana bakarken gözlerindeki hafif üzüntüyü gördüm sanki. "Ben buna rağmen Adem Şadoğlu'nun kızı olduğum için burdayım. Olması gerektiği gibi. Ama o düşündüğünüz hayat, maalesef ki bana ait değildi. Hiç bir zaman da olmayacak. Ben kardeşimi kaybettim. Kaybın ne demek olduğunu öğrendim sadece. Malmış, mülkmüş umrunda değil. Sırf babam için geldim buraya. Bundan sonrada o amaçla geleceğim."
Ses tonundaki o alaylı tını beni rahatsız ederken gözlerimi devirerek, "Benim şuanda tek istediğim şey bu şirketi batırmayın ben yokken," diyerek omuz silktim. Ben yokken idare etmeleri yeterliydi. Asıl konuya geliyordum. "Her şey aynı şekilde devam edecek, gerekli dosya bana fakslanacak imzalayıp size geri fakslayacağım. Selin, benimle ilgili her şeyi halledecek, bana ulaşmak isteyen Selin ile bana ulaşabilir onun dışında kimse ile irtibatım olmayacak. Mirza Bey zaten burda, gerekli sorunları halledecektir. Tek istediğim şey batmayalım, yeter."
"Peki," dedi sarışın olan kadın. Benden daha büyük olduğu kesindi. "İmza yetkileri size geçtiyse önemli toplantılara katılmanız gerekiyor. O nasıl olacak?"
Mirza'yla gözlerim kesiştiğinde köşeye sıkıştın der gibiydi ancak her şeyi düşünmüştüm elbette. "Ayda bir burda olacağım. Önemli olanlarda burda olduğum tarihe çekilecek. Basit aslında. Düzen aynı düzen, imzaları sadece ben atacağım. Mirza ile olması gerektiği gibi devam edeceksiniz."
"Mirza.." Sevda'nın mırıldaşını duyduğumda farkında olmadan bey demediğimi fark etmiştim, omuz silkerken, "Burası ciddi bir iş yeri, kimseyi ciddiyetsiz bilmek istemem. Herkes kendi işini yapsın, çıkıncada eve işini götürmesin. Aynı şekilde gelincede evinizi unutun. Diğer türlü bizim için çok zor olur," dedim son dikkat beni dinleyen insanlara bakıp.
Dikkatli olmaları gerekiyordu. Herkes dikkatli olmalıydı. "Şimdilik bu kadar, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Siz her ne kadar memnun kalmasanız bile. İyi çalışmalar." Birilerinin beni sevip sevmemesi artık umursadığım bir konu değildi. Sevmese bile saygı duymak zorundalardı.
Herkes birbirine saygı duymalıydı. Odadan çıkarken peşime takıldı Selin. Babamın asistanlığı dışında beni asiste edecek olmasına sevinmiştim. Birileri ile sürekli irtibat halinde kalmalıydık çünkü. "Ee.. Berfin Hanım kızmazsanız bir şey sorabilir miyim," diye sordu merakla.
Kaşlarım çatıldı, hafifçe başımı kaldırırken, "Sorabilirsin," dedim yürümeye devam ederken.
"Adem Bey sizin gitmenizi gerçekten hiç istemediği halde.. nasıl babanızı bırakıp gittiniz?"
Sorusu üzerine durakladığımda dönüp ona baktım, yutkunamadım bile. Sessiz kalıp kalmama arasında kalırken, "Babamı kaybettim ben, Adem Bey bana çok babalık yaptı. Okumam için çok harçlık verdi, ilgilendi, yokluğunu hissettirmedi. Bende onun için gecemi gündüzüme kattım ama hep eksikti. Sizi özlediği belliydi, arada konuşurduk. Berfin der başka bir şey demezdi. Bir kayıp yaşamışken neden ikinci kere kendi kendinize yaptınız bunu," diye bir çırpıda konuşmuştu. Haklıydı bir nevi.
Söyleyecek şeyleri aklımda sıralarken, "Ben annemi bırakıp gidemem mesela," dedi bilmiş bir tavırla.
"Bende gitmezdim," dedim gülümseyerek. "Mardin benim için kayıplar şehri. Her zaman öyle olacak. Düşünsene, sen sırf yaşa diye diğer kardeşlerin annesiz kalsın.. kardeşim desen bir hiç uğruna ölsün.. sevdiğim adam bırakıp gitsin.. tek bir an bile aklımdan çıkmayanlar birikti. Daha fazla dayanamadım." En dürüst olduğum andı şuan..bütün her şey bu yüzdendi. Hepsinin birikmiş haline katlanamadım.
"Anlıyorum gibi,"dedi kaşlarını çatıp. "Sizi terk eden kişi.. harbiden salak olmalı," dedi gülerek. Samimi bir kız Selin ve çekinmiyordu. Patron olduğumu unutuyordu sanırım. "Siz çok güzel ve çekicisiniz. Neden böyle bir hata yaparki insan!?" Kendi kendine konuşur gibiydi.
"Boşver Selin," dedim sadece. Mirza'nın odasına ilerlerken, "Berfin Hanım sizin için oda hazırlattık," dedi hızla.
Omuz silkerken, "Mirza Bey ile görüşmem gerekenler var, yardımların için teşekkürler. İşine dönebilirsin Selin," diyerek tanıdık koridorda ilerledim. Şirkette yorgun bir gündü.