Yalancının Mumu

2149 Kelimeler
Aslı mesajı okurken yanaklarına usul usul bir sıcaklık yayıldığını hissetti. İçinde kıvılcımlar gibi çakan tatlı bir heyecan, kalbinin ritmini hızlandırmıştı. Dudaklarının kenarı istemsizce kıvrıldı, yüzünde saklamaya çalışsa da belli olan bir tebessüm belirdi. Yanında oturan arkadaşlarının kahkahaları ve masanın üzerindeki çay bardaklarının buğusu arasında, o küçücük telefon ekranı Aslı için bambaşka bir dünyaya açılan kapı gibiydi. Telefonu sıkıca kavradı. Gözlerini masadan, arkadaşlarının dikkatinden kaçırarak yazmaya başladı: “Bunu bilmek güzel ama şu an yanımda olsaydın ben derslerime çalışamazdım. İlk defa bir erkek arkadaşım oluyor ve açıkçası buna adapte olmakta zorlanıyorum. Aklım uçup gitmiş gibi, ders çalışıyorken bir bakıyorum seni düşünüyorum. Düşünsene sadece mesajlaşırken bunlar oluyor, bir de yüz yüze görüşsek aklımı oynatırım herhalde.” Mesajı okuyan Mert Ali’nin dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. Sert ve soğukkanlı görüntüsünün ardında, erkeklik gururu hafifçe okşanmış, içinde bastıramadığı bir özlem ve merak kabarmıştı. Aslı’nın saflığı, ilk kez hissettiği duyguları onun gözünde daha da özel kılıyordu. “Daha önce erkek arkadaşının olmaması hoşuma gitti. Ders konusuna gelince kendini bu kadar kaptırma. Şu an önceliğin derslerin olmalı, burada mezun olmana birkaç ayın kalmış. Ne olursa olsun derslerine konsantre olmalısın. Öncelikle bu konuda anlaşalım. Sınıfta kalırsan seninle bir daha yazışmam ona göre.” Aslı dudaklarını büzüp ekrana bakarken kaşlarını hafifçe çattı. İçinde bir çocuğun şımarık itirazı vardı. “Yine annem gibi konuşuyorsun. Bu yetişkinler neden hep aynılar.” Mert Ali gözlerini devirdi, parmakları hızlıca ekranın üzerinde dans etti. “Beni kızdırma Aslı, yoksa kafana terliği yersin.” Normalde kolay kolay espri yapabilen biri değildi. Ama Aslı’nın yanında kendini garip bir şekilde özgür hissediyor, içine yıllardır gömdüğü neşeyi açığa çıkarıyordu. Aslı mesajı görür görmez kahkahayı bastı. Mert Ali’nin anne esprisi çok hoşuna gitmişti. Masadaki çay kaşıklarının şıkırtısı ve koyu sohbetin arasında çıkan o gülüşü, arkadaşlarının dikkatini hemen üzerine çekti. Yanakları bir anda kızarıp ateş kesildi. Elindeki telefonu sallayarak telaşla kendini savunmaya geçti: “Komik bir şey izledim de…” Ayşin meraklı bakışlarla ona doğru eğilip sordu. “Kanka napıyorsun? Geldiğimizden beri elinden telefon düşmüyor. Sohbete katılsana biraz.” Aslı’nın aklından, “Mert Ali’den bahsetsem mi?” düşüncesi hızla geçti. Ama sonra kalbinde bir ürperti hissetti. Ya nazara gelirse, ya bu büyü bozulursa? Normalde sır saklamayı beceremezdi, ama bu sefer durum farklıydı. Bu his, bu bağ onun için ilk kez bu kadar değerliydi. Tıpkı kitaplarda okuduğu, filmlerde izlediği mutlu sonların bir gün kendi hayatında da gerçekleşebileceğine inanmak istiyordu. Telefon titrediğinde kalbi de onunla birlikte titredi ama arkadaşının meraklı bakışları üzerindeyken gelen mesajı okuyamadı. İçinde arkadaşlarına söylemekten korktuğu o sırrın tatlı yüküyle yerinden kımıldandı. Evet en iyisi buradan gitmek, Mert Ali ile baş başa kalmaktı. Şu an tek istediği buydu. “Annem çağırıyor, gitmem lazım.” dedi, apar topar sandalyeden kalkıp zengin kalkışı yaptı. Arkadaşlarının şaşkın bakışlarını arkasında bırakarak mekândan çıktı. Serin ilkbahar akşamında en yakın parka yöneldi. Yaprakların hışırdayan sesi eşlik ederken, banklardan birine oturup rahatça telefonunu çıkardı. Artık hiçbir engel yoktu. Sadece o ve Mert Ali. Ekrana düşen mesajları gördüğünde gözleri büyüdü. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, sanki göğsünden çıkıp yere düşecek sandı. Telefonunu sessize aldığı için hiçbirini fark etmemişti. “Sadece şaka yapmıştım.” “Tamam terlik yok.” “Bir şey mi oldu, neden yazmıyorsun?” “İyi misin, bir sıkıntı yok değil mi?” “Kızım bir şey yazsana, burada meraktan ölüyoruz.” “Bak çıkıp yanına gelicem şimdi.” “Kesin terliğe bozuldun sen.” “Tamam özür dilerim, bir daha sana anne şakaları yapmayacağım.” “Aslı, bak kızıyorum artık.” “Prenses, kızmıyorum sadece merak ediyorum.” Mesajlar peş peşe sıralanıyordu. Aslı gülmekten kendini alamadı. Yüzü aydınlandı, otuz iki dişi görünecek şekilde sırıtıyordu. Cevabı yazdı: “Sadece beş dakika yoktum ve neler yazmışsın. Ayrıca espri çok iyiydi hoşuma gitti.” Mesaj gider gitmez Mert Ali’nin çevrimiçi olduğunu gördü. Adeta pusuda bekleyen bir aslan gibiydi. “Yazışıyorken birden bire ortadan kayboldun. Merak etmem normal değil mi? Seni uyarıyorum Aslı, sakın bunu bir daha yapma. Çıkmadan önce işim var, müsait değilim demen yeterli.” Genç kız dudaklarını ısırdı, biraz pişmanlık hissetti, parmaklarını klavyede gezdirerek yazdı: “Tamam Mert Ali, buna dikkat edeceğim. Kafeteryadan çıktım o yüzden yazamadım.” “Neden çıktın, ne oldu?” “Ne olacak kızlar çok meraklılar rahat vermediler. Bende daha rahat yazışırız diye çıktım.” “Neredesin, eve mi geçtin?” “Hayır, parkta oturuyorum.” Mert Ali’nin gözlerinde bir anlık parıltı belirdi. “Biliyor musun Aslı? Gel desen hemen gelirim.” Aslı’nın boğazı düğümlendi, yüreği sıkıştı, parmakları bir an dondu. O anı hayal ettiğinde bile nefesi hızlandı. Fakat korku daha ağır basıyordu. “Biliyorum… ama şu an kendimi hazır hissetmiyorum.” Aslında hazır olmamasının tek nedeni vardı: Mert Ali, ağabeyinin en yakın arkadaşıydı. Eğer aileleri bu ilişkiyi öğrenirse ne olurdu? O ihtimalleri düşünmek bile istemiyordu. İçindeki korku, tüm mutluluğunu gölgelemeye yetiyor da artıyordu bile. Mert Ali’nin içine şüphe tohumu düştü. Ama onu zorlamak istemedi, şimdilik zamana bırakmaya karar verdi. “Saat geç oldu, hadi evine git. Seni sokaklarda düşünmek istemiyorum.” “Merak etme, park evimin hemen dibinde. Ayrıca bilgin olsun, küçüklüğümden beri tekvando kursuna gidiyorum.” Mert Ali’nin kaşları şaşkınlıkla havalandı. “Vay canına buna sevindim ama yine de sokaklar belli bir saatten sonra tekin olmuyor. O yüzden kendine dikkat etmelisin. Az önceki tavrım için kusura bakma bazen evhamlı biri olabiliyorum. Haber alamadığımda aklıma hemen olumsuz şeyler geliyor. Ailemin ölümünden sonra bende ortaya çıkan lanet gibi bir şey oldu bu…” Aslı’nın kalbine ince bir sızı dokundu. Onun suskunluğunun, fazladan kaygılarının sebebini şimdi daha iyi anlıyordu. O beş dakikalık sessizlik, Mert Ali için koca bir kayıp ihtimaline dönüşmüştü. “Anlıyorum. Bu konuda daha dikkatli olacağım. Hadi Behlül kaçar. Akşam görüşürüz. Özle beni.” Telefonun karşı tarafında genç adamın gözleri uzaklara dalmıştı. İçinden istemsiz bir cümle döküldü: Şimdiden özledim, ufaklık… “Görüşürüz.” Üç dakika sonra, tam çayının son yudumunu bitirmişti ki bildirim sesi geldi. “Eve geldim. Üzerimi değiştirip anneme yardım edicem. Müsait olunca yazarım.” Mert Ali dudaklarının kenarında beliren tebessümle ekrana baktı. Bu kız onu mutlu ediyor ve heyecanlandırıyordu. Bunu alt tarafı bir mesajla bile başarması hayret edilecek bir şeydi. “Tamam, kendine dikkat et.” Koltuğa otururken, bu kızın birden bire hayatına girmesi iyi mi olmuştu yoksa kötü mü, karar veremiyordu. Aslı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu ve bu durum onun içinde huzursuz bir uğultu yaratıyordu. Sözde mantıklı, disiplinli bir adamdı ama şu an yaptığı şeyin akla mantığa dayalı hiçbir tarafı yoktu. Demek ki hayat bazen mantıksız yaşanıyormuş… diye mırıldandı kendi kendine. Derin bir iç çekip kalktı, mutfağa geçti, kendine yeniden çay doldurdu. Ardından masaya oturup tek tek silah arkadaşlarını aradı, hal hatır sordu. Seslerini duymak ona iyi gelmişti. * Aslı ise ailesiyle akşam yemeğini yedikten sonra geniş terasa geçti. Bahar akşamlarının serinliğinde, yıldızların altında çaylarını yudumlamak bu evde her akşam tekrarlanan küçük ama huzurlu bir ritüeldi. Kısa bir süre sonra Sabriye Hanım kızı Miray’la birlikte çıkageldi. Can ciğer iki eski dost, hasretle birbirlerine sarıldılar. “Hoş geldin ahretliğim. Çok şükür kavuşturana.” “Hoş bulduk ahretliğim.” Rabia Hanım kızına seslendi: “Kızım, öpsene Sabriye teyzenin elini.” Aslı dikkatle kadını süzdü. Gelenleri hatırlamaya çalışıyordu ama annesinin komutuyla hemen toparlanıp harekete geçti. “Hoş geldiniz Sabriye teyze.” Kadının ince kemikli yüzü, hayatın yükünü taşımış çizgilerle doluydu. “Hoş bulduk kızım. Maşallah ne kadar büyümüşsün, genç kız olmuşsun. Siz mahalleden taşındığınızda beş yaşlarındaydın.” Rabia Hanım’ın gözleri geçmişe dalmış, yüzünde özlem okunuyordu. “Ya, ne güzel günlerdi… Sen pek küçüktün Aslım hatırlamazsın o günleri.” O sırada Miray’ın ince eli uzandı kendi varlığını hatırlatırcasına, tereddüt etmeden öptü. “Nasılsınız Rabia teyze?” “Ay Miray kızım iyiyim çok şükür, hoş geldin evimize, mahallemize.” “Hoş bulduk.” Rabia Hanım’ın bakışları Miray’a takılı kalınca kızı baştan aşağı bir güzel inceledi. “Nasılda güzelleşmişsin maşallah. Rabbim seni nazarlardan korusun.” Başına taktığı mavi örtü, bembeyaz yüzünü daha da belirginleştiriyordu. Üzerinde beyaz gömlek ve kot etek vardı. Akşamın loş ışığında ay ışığı gibi parlıyordu. Rabia Hanım’ın gözleri oğluna kayınca yüzünde gülümseme belirdi. “Gel kızım, seni oğlumla ve kızımla tanıştırayım. Hatırlar mısın bilmem. Bu oğlum Arda. Çocukken çok iyi anlaşırdınız. İkiniz de birbirinize huy olarak çok benziyorsunuz sakin, uslu çocuklardınız, bütün gün birlikte oyunlar oynardınız. Oğlum, bu güzel hanım da Miray.” Arda kısa bir bakış atıp gözlerini hızla kaçırdı. Ama aslında onu gayet iyi hatırlıyordu. Çocukluk günlerinin masum arkadaşlığını, oyunlarını, kahkahalarını… hepsi kalbinin bir köşesinde saklıydı. “Hoş geldin Miray.” “Hoş bulduk.” dedi genç kız, utangaç bir edayla. “Aslı kızım, hadi misafirlerimize çay getir.” Sonra misafirlere döndü. “ Buyurun lütfen uzun yoldan geldiniz rahat rahat oturup dinlenin, burası sizin de eviniz sayılır.” Aslı hızla mutfağa koştu. Tepsiye çay bardaklarını yerleştirip yanına tatlı-tuzlu kurabiyeler koydu. Terasa döndüğünde annesiyle Sabriye Hanım geçmişten, eski komşuluklardan bahsederek koyu bir sohbete dalmışlardı. “Ne iyi ettiniz de İstanbul’a taşındınız.” “Ah Rabia hanımcım İstanbul zor şehir. Buralara gelmeyi pek istemedim ama Miray’ın tayini buraya çıktı, mecbur kaldık bizde. Öğretmen erken doğum yapınca birkaç ay öncesinden geldik. Dedim, ‘her şeyde bir hayır var.’ Sizin burada olmanız bana güç verdi, yoksa cesaret edemezdim. Oğlan da okula kayıt oldu. İnşallah iyi bir yeri kazanır o da kurtarır kendini.” Rabia Hanım içtenlikle başını salladı. “İnşallah ahretlik, inşallah. Yavrularımızın yolu da bahtı da açık olsun.” Aslı, çay tepsisinin kenarına koymuş, sessizce dinliyordu. Gözleri sohbet eden kadınlarda olsa da zihni çok uzaktaydı. Şimdi Mert Ali ne yapıyordur acaba? Keşke telefona bakma imkanı olabilseydi. Bakışları yeni gelin gibi köşede sessizce oturan Miray’ı bulunca hemen gidip yanına oturdu. “Yeni işin hayırlı olsun Miray inşallah buraları seversin. Sakin aile ortamı gibi bir mahalledir burası.” “Teşekkür ederim. Açıkçası İstanbul beni korkutuyordu inşallah kolayca uyum sağlayabilirim.” “Hiç korkma burada herkes birbirini tanıyor. Güvenilir bir yer, ayrıca komşulukta çok güzel devam ettiriliyor. Mesela abim eve geldiği her seferinde bütün komşular bize hoşgeldine geliyor. Abim diye söylemiyorum herkes pek seviyor onu.” Gururla birkaç metre ötede oturan abisine bakınca Miray da başını kaldırıp o yöne baktı. O esnada Arda ile göz göze geldiler. Genç kız yanakları kırmızılara boyanırken usulca bakılarını kaçırdı. “Abim asker bordo bereli, çoğunlukla şehir dışında oluyor. Göreve gidiyor.” Miray başını salladı. Annesi ona Arda hakkında çok şey anlatmıştı ama bu gereksiz bilgiyi kendine sakladı. “Bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka haber ver olur mu? Sana telefon numaramı vereyim, nasıl olsa bundan sonra sık sık görüşeceğiz.” “Çok iyi olur.” Birbirlerinin numaralarını alıp kayıt ettiler. Ara ara Miray’ın kaçamak bakışlarını yakalar gibi olunca içten içe abisi ve bu kız için güzel dileklerde bulundu. O da tıpkı annesi gibi Arda’nın mutlu olmasını istiyordu ve bu kız onu mutlu edecek birine benziyordu. Abisi ise bu akşam oldukça durgun görünüyordu nedeninin Pınar olmamasını umdu, çünkü o kız kesinlikle biricik abisini hak edecek biri değildi. Birkaç saat sonra odasına çekildiğinde ilk işi telefonu eline almak oldu. Ekrana baktı, Mert Ali en son on beş dakika önce çevrim içiydi. Parmağı hızlıca ekrana kaydı. “Ben geldim.” Cevap neredeyse anında geldi. “Hoş geldin prenses. Nasılsın?” “İyiyim, peki sen?” “Ben de iyiyim.” Hemen ardından yeni bir mesaj: “Bütün gün evdeydim, canım sıkıldı ama aslında buna ihtiyacım varmış. Hayatım tam bir koşturma içinde geçiyor. Bazen böyle duraklamalar insana iyi geliyor. Resetlenme gibi.” Aslı’nın içi burkuldu. Askerlik zor olmalı… diye düşündü. Yazmadan edemedi. “Askerlik zor mu?” “Elbette zor. Ama sevdiğin zaman zorluklar sana kolaylaşıyor. Gönül vermeden bu meslek yapılmaz Aslı. Peki sen hangi mesleği düşünüyorsun?” Aslı parmaklarını ekranda gezdirdi, derin bir nefes alıp yazdı: “Doktor olmak istiyorum.” Mert Ali’nin yanıtı hızla geldi: “İyiymiş. O zaman hem güzel hem de zeki bir kızsın.” Yanaklarına sıcaklık yürüdü, kalbi hızlandı. Gözlerini kaçırarak kıkırdadı. “Elimden geleni yapıyorum diyelim.” “Bugünkü sınavın nasıl geçti?” “İyiydi. Bir tane yanlışım var.” “Etkilendim. Zeki kızları severim.” Sanki Mert Ali onu görüyormuş gibi Aslı’nın yüzü daha da kızardı. “Buna sevindim.” “Peki sen neler yaptın?” Aslı bir an düşündü, sonra yazmaya başladı: “Malum akşam yemeği, mutfağın toparlanması, çay faslı… ardından annemin eski komşusu kızıyla birlikte geldi. İstanbul’a, üstelik bizim mahalleye taşınıyorlar. Sanırım annem kıza göz koymuş, abimle arasını yapacak gibi duruyor.” Bir anlık boşluk… Onun fark etmeyeceğini umdu ama söz konusu Mert Ali’ydi. Beklediği mesaj anında geldi. “Senin abin mi var?” Aslı’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Parmakları durdu, gözleri ekrana kilitlendi. Nefesi kesilmiş gibi olunca alt dudağını dişledi. Neden böyle gereksiz bir bilgi verdim ki? diye hayıflandı ama olan olmuştu artık. “Evet.” “Bana ondan hiç bahsetmemiştin.” “Yeri gelmemiş demek ki.” Ne yazacağını bilemedi daha fazla soru sorsun istemiyordu. Kaçmanın en iyi yol olduğunu düşünüp uygulamaya geçti. “Bir dakika annem çağırıyor.” “Tamam, bekliyorum.” Çaresizce telefonu yatağına bıraktı. Yastığı alıp yüzüne bastırdı ve kısık bir çığlık attı. Salak Aslı, neden abin olduğunu söyledin sanki? Ortamı karıştırmaya ne gerek vardı? Düşünmeden yazmasana. Şimdi ne diyeceksin, hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen. evet yalancının mumu yatsıya kadar yanar diye boşuna dememişlerdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE