Nedense odanın havası birden bire ağırlaşmış, nefes almak zorlaşmıştı. Tavandan sarkan lambanın sarı ışığı bile boğucu görünüyordu. Mert Ali’nin gözleri, telefonunun ekranında duran fotoğraftaki kırmızı dudaklarda takılıp kalınca içinde kabaran güçlü arzuyu bastırmak için bir süre gözlerini kapattı. Kalbinin göğsünde attığı her darbe kulaklarında çınlıyordu. Birkaç kez derin nefes aldı; göğsü hızla inip kalkıyordu. Bunlar işe yaramayınca kalkıp pencereyi açtı, dışarıdan gelen serin gece havası yüzüne çarpınca bir anlık ferahlık hissetti. Düşüncelerini dağıtmak için gözlerini şehrin siluetine çevirdi. Karanlık, siyah bir örtü gibi çökmüştü binaların ve caddelerin üstüne. Ara ara sokak lambalarının solgun ışığı kaldırım taşlarına düşüyor, uzaklardan bir köpek havlaması işitiliyordu. Kendi üstüne çöken ağırlığı hatırlayınca yeniden kanepesine uzandı, sanki gövdesini yere sabitleyen görünmez bir el vardı.
Telefonunu eline alıp parmaklarını hızlıca ekranda gezdirdi. “Bana aksiyon filmi tavsiye eder misin? Şu an yapılacak en iyi şey film izlemek.” diye yazdı, dikkatini dağıtmak istercesine. Anında cevap geldi:
“İlk aklıma gelen Sherlock, mükemmel bir film.”
Çocukluğunda bu kitapları okuduğu günler aklına geldi. Zekâsı ve kıvraklığıyla herkesi büyüleyen dedektife hayran kalmıştı. Bir mesaj daha düştü ekrana:
“Eğer fantastik seviyorsan Game of Thrones izleyebilirsin. O da güzel bir dizi ama erotik sahneleri var.”
İkisi de bir süre ekrana bakakaldı. Sanki mesajların ardından gelen sessizlik havada asılı kalmıştı.
“Kızım, sen böyle şeyler mi izliyorsun?” dedi Mert Ali gülümserken, içinde tatlı bir şaşkınlıkla. Aslı onun gözünde hâlâ küçük bir kızdan farksızdı ne de olsa.
“Bebek değilim, izlerim tabii. Ayrıca bizim sınıfta izlemeyen yok. Ben de ortama ayak uyduruyorum.”
Bir an için Mert Ali’nin kaşları çatıldı. Onu yaşı gereği küçük bir kız gibi görse de, Aslı büyüdüğünü ispatlamak ister gibiydi. Bu da genç adamı zorlayacak gibi duruyordu. Konuyu değiştirmek en mantıklısı geldi.
“Neyse, aklımda birkaç film var. Birinde karar kılayım en iyisi. Yarın okulun var, saat baya geç oldu, yatıp uyumalısın.” diye yazdı. Sonuçta o bir öğrenciydi kızın hayatını olumsuz anlamda etkilemek istemiyordu. Oysa içinden geçenleri susturmak hiç kolay değildi. Sabaha kadar yazışmak, ona dair ne varsa bilmek istiyordu. Hangi rengi seviyordu, neler yapmaktan hoşlanıyordu… zihninde bir yığın soru listesi vardı.
“Uykum yok.” diye yazdı Aslı, ardından bir yenisini daha ekledi:
“Şu an yanında olmayı çok isterdim asker. Oturup birlikte film izlerdik. Yemek yapmayı bilmiyorum ama sana çay demler, mısır patlatırdım. Film izlerken iyi giderdi.”
Mesajı gönderdikten sonra kalbi hızlandı. Aslı, onun ne yazacağını merakla bekliyordu. Mert Ali gelen mesajı okuyunca az önce açtığı pencereye baktı. Serin hava yerine keşke klimayı çalıştırsaydım diye hayıflandı. Bir an için salonunda oradan oraya koşturan, neşeyle şakıyan Aslı’yı hayal edince yüzünde istemsiz bir tebessüm belirdi. Şundan emindi ki bu kız, evine hayat getirirdi. Sesinin tınısı nasıldı acaba? Gözleri, yüzü ve zarif bedeni kadar sesinin de güzel olduğundan emindi.
Düşünceleri birden yön değiştirdi. Kadın tenine dokunmayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Bu gece, sırf Aslı istemedi diye gitmekten vazgeçmişti. Eğer yan yana olsalardı, biliyordu ki bu hâlde ona dokunmadan duramazdı. Odanın sıcaklığı daha da yükselmiş gibi oldu, alnında boncuk boncuk terler birikti.
“Yanımda olsaydın bence film izlemek yerine başka şeyler yapardık. Seninle baş başayken seni öpmeden, sana dokunmadan duramazdım.” diye yazdı.
Gönder tuşuna bastığı an, pişmanlık boğazına düğümlendi. Parmakları geri almak ister gibi ekrana uzandı ama artık çok geçti. Mesaj görülmüştü.
“Özür dilerim prenses. Bunu yazmadığımı farz et olur mu? Şu an aklım başımda değil.”
Aslı’nın cevabı kısa ama yerindeydi:
“Evet, en iyisi öyle yapalım. Çünkü gözümde acayip bir sahne belirdi.”
Nasıl bir sahne olduğunu merak etse de sormadı. İçinde kıpırdayan heyecanı dizginlemeye çalışmakta hiç bu kadar zorlanmamıştı Mert Ali. Keşke Aslı’nın yaşı biraz daha büyük olsaydı.
“Bir şey sormak istiyorum.”
“Sor bakalım.”
“Bu gece eve geldiğin için pişman mısın?”
Aslı için vereceği cevap çok önemliydi.
“Bugüne kadar pişman olacağım bir şey yapmadım.”
Aslında genç kız beklediği cevabı alamamıştı, ne düşüneceğini bilemedi. Ama ardından gelen mesajlar kalbine dokundu:
“Ama bir şeyden eminim. Sen buna değersin Aslı. Hadi artık yatıp uyumalısın iyi geceler prensesim.”
Kızın yüzünde güller açtı, telefonu kalbinin üstüne bastırdı. Adeta bulutların üzerinde uçuyordu.
“İyi geceler askerim.”
Telefonu kapattı ama gözlerini uykuya kapatması imkânsızdı. Biliyordu ki bu gece Aslı rüyalarına misafir olacaktı. Zor bir gece genç adamı bekliyordu.
Mert Ali bilgisayarını açtı, izleyebileceği yabancı aksiyon filmlerine göz attı. Yarım saatin sonunda birkaç deneme yapmasına rağmen hiçbir şey ilgisini çekmedi. Her şey sönük, her şey boş geliyordu ona. Hayal kırıklığıyla telefonu yeniden eline aldı, birileriyle konuşmaya ihtiyaç duyuyordu. Arkadaşlarını aramayı düşündü ama “Bu saatte huzurlarını bozmayayım.” diyerek vazgeçti. Aslında Arda, her koşulda cevap verir, gerekirse bu saatte kalkıp yanına bile gelirdi. En iyi sırdaşı, can dostu, silah arkadaşıydı.
Dakikalarca Aslı’nın gönderdiği fotoğraflara baktı. Parmakları ekranın üzerinde nazikçe gezindi. Gözlerinde, kelimelere sığmayan bir duygunun yansıması vardı, ama o bunun farkında değildi.
“Ah be ufaklık…” diye mırıldandı kendi kendine.
Ve sonunda yorgunluk göz kapaklarını ağırlaştırdı. Direnmesine rağmen uyku, gözlerini esir aldığında telefon elinden kayıp kanepenin üzerine düştü. Aslı’nın gülüşü, Mert Ali’nin rüyalarına çoktan sızmıştı bile.
*
Sabah, telefonuna düşen bildirim sesiyle gözlerini araladı Mert Ali. Odadaki gün ışığına alışmaya çalışan gözleri ekranda beliren isme takıldı: Prenses. Göz kapaklarının yorgunluğuna rağmen dudaklarında farkında olmadan bir tebessüm belirdi.
“Günaydın askerim. Okula geç kaldım, şu an koşturuyorum.”
Mesajı okurken zihninde Aslı’nın telaşlı hâli canlandı. Saçlarını aceleyle toplamış, omzundan kaymış çantasıyla nefes nefese koşuyor gibiydi. Sanki o an gözünün önünde canlanmıştı o sevimli hali. Parmakları klavyeye dokundu.
“Günaydın prenses. Hayırdır, uyanamadın mı?”
“Sabaha kadar dönüp durdum, uyuyamadım ki.”
Mesajı görür görmez kalbi hızlandı. Gözleri satırlara takılı kalırken, içinden geçenleri bastıramadı. O da aynı geceyi uykusuz geçirmişti. Sabaha kadar zihninde Aslı’yla uğraşmış, gözlerini kapatsa bile hayalini susturamamıştı.
“Al bendende o kadar.” diye yazdı. O an zihnine bir fikir düştü, istemsizce parmaklarına yön verdi:
“Bana konum atarsan seni gelip kaçırabilirim. Bugün okulu asmaya ne dersin?”
Cümle aslında bir şaka niyetineydi, ama satırların ardında gizlenen özlem apaçık ortadaydı. Göreve gitmeden önce onu görebilme ihtimali yüreğinde umut kıvılcımları yakmıştı. Ne güzel olurdu gitmeden önce yüz yüze gelmek. Şu an bazen bir hayalle yazışıyor gibi hissediyordu.
“Bugün sınavım var.”
Cevap kısa ve netti. Kalbine ince bir sızı yayılırken Mert Ali’nin pes etmeye niyeti yoktu.
“Tamam, o zaman okul çıkışına kadar beklerim, sorun olmaz. Gitmeme birkaç gün kaldı. Bir haftadır konuşuyoruz, gitmeden önce seni görmek istiyorum Aslı.”
Telefon ekranında uzun bir sessizlik belirdi. Üç nokta yanıp söndü, kayboldu, yeniden göründü. Her yanıp sönüşte Mert Ali’nin yüreği biraz daha sıkışıyordu. Bekledikçe göğsünde ki baskı gitgide büyüyordu. Sonunda cevap geldi:
“Bunu ben de istiyorum ama bu aralar sınavlarım çok yoğun. Eğer seni görürsem, derslerime yoğunlaşamam. Şu an bile oldukça zorlanıyorum.”
Genç adam derin bir nefes aldı. Aslı haklıydı. Ama yine de içine buruk bir hayal kırıklığı yayıldı. Ardından gelen cümle, onu daha da derinden yaraladı:
“Bir sonraki gelişinde görüşsek olur mu?”
Boğazında düğümlenen bir hisle yazdı:
“Olur… ama bir daha ne zaman gelirim bilmiyorum Aslı. Aldığımız görevler bazen aylarca sürebiliyor. Dönüşümüz için net bir tarih yok.”
Kız ne yazacağını bilemeden öylece kaldı. Telefonu uzun süre elinde tutsa da yazı tuşuna bir türlü dokunamadı. Askerliğin ne demek olduğunu abisinden biliyordu Aslı. Haftalarca haber alamadıkları günleri, dualarla geçen sabahları, gözyaşına karışan özlemleri hatırladı. Kalbi sızladı. Ekranın başında bekleyen Mert Ali, Aslı’nın sessizliğiyle içindeki özlemi daha da büyüttü.
Sonunda kendisi mesaj yazdı.
“Sen nasıl istersen öyle yapalım. Her şey senin gönlünce olsun prenses.”
Bu cümledeki teslimiyet, genç kızın kalbine sıcak bir dalga gibi yayıldı. Memnunca gülümsedi.
“Anlayışın için teşekkür ederim.”
“Rica ederim.”
Bu kıza alıştığımı hissediyorum, diye geçirdi içinden Mert Ali.
“Peki göreve gittiğinde yine böyle rahat konuşabilecek miyiz?” diye sordu Aslı.
Bir an sessizliğe gömüldü genç adam. Zihninde görev anıları belirdi: kurşun sesleri, gece devriyeleri, haftalarca dönmedikleri karargâhlar… Derin bir nefes aldı ve yazdı:
“Biraz zor güzelim. Telefonu elime almaya pek fırsatım olmuyor. Göreve gittiğimizde günlerce karargâha uğramadığımız zamanlar oluyor. Ama ben yine de seninle haberleşmenin bir yolunu bulurum.”
Aslı’nın kalbi sıkıştı. Onu şimdiden özlemişti.
“Beni merakta bırakma olur mu? Sana çok alıştım.” yazdı titreyen parmaklarla. O günleri yaşamaya kendini hazır hissetmiyordu.
Ekrana uzun süre bakan Mert Ali, dudaklarından tek kelime döküldü: Bende. Ama bunu yazıya dökmedi. Tek yazdığı;
“İyi dersler prenses.” oldu.
“Teşekkür ederim. Sınıfa girdim sonra görüşürüz asker.”
“Öğretmenini iyi dinle.”
“Tamam anneciğim.”
Son gelen mesajla gülümseyip içinden deli kız diye geçirdi. Gece kanepede uyuyakaldığını fark edince kalkıp oturur pozisyona geçti. Kendini hiç olmadığı kadar iyi ve keyifli hissediyordu. Oysa eve geldiği her seferinde canı sıkılır, bir an önce göreve gitmek için sabırsızlanırken bulurdu kendini. Ama şimdi mutluydu, hem de hiç olmadığı kadar.
Islık çalarak mutfağa girdi, çayı ocağa koydu. Ardından banyoya geçip duş aldı. Su damlaları vücudundan akarken, zihninde hâlâ Aslı’nın gülüşü vardı. Bugün tek yapması gereken, Aslı’nın okuldan çıkışına kadar oyalanmaktı. Bugünü evde geçirmeyi planlamıştı. Gün içinde görev arkadaşlarını arayıp hal hatır soracak, biraz film izleyecek, belki birkaç saat bilgisayar oyunu oynayacaktı. Ama her şeyin ötesinde, aklının bir köşesinde Aslı vardı.
*
Okul çıkışı Aslı, arkadaşlarıyla evinin iki sokak aşağısında bulunan küçük bir kafeteryada oturdu. Burası, arada bir uğradıkları, temizliği ve nezih ortamıyla bilinen güzel bir mekândı. Masaların üzerine yerleştirilmiş beyaz örtüler, duvarlarda asılı birkaç tablo ve cam kenarından süzülen gün batımı ışıkları, mekâna huzurlu bir hava katıyordu. Bardaklardan yükselen mis gibi çay kokusu masaya yayılmış, ince belli bardakların camına buhar zerrecikleri nakış gibi işlenmişti. Havada uçuşan kahkahalar, sınavların yarattığı gerginliği bir nebze olsun hafifletiyor, yüzlerinde ferah bir gülümseme bırakıyordu.
O sırada telefon titredi. Ekrana düşen isme göz ucuyla bakınca dudaklarının kenarı kıvrıldı: Askerim. Kalbi, her seferinde olduğu gibi küçük bir heyecanla hızlandı.
“Okuldan çıktın mı?”
“Evet ama henüz eve geçmedim.”
“Hayırdır, neredesin?”
“Arkadaşlarla kafeteryada takılıyoruz. Sınav stresini üzerimizden atalım diye ısrar ettiler. Çay içiyoruz.”
Mesajla birlikte, kimseye fark ettirmeden masadan gizlice bir fotoğraf çekti. Kalabalık bir masanın kenarında oturuyordu. Yüzünde yorgunluğun ince çizgileri vardı, ama gözlerindeki canlı parıltı hiç sönmemişti.
Mert Ali, fotoğrafı görür görmez içinden bir ürperti geçti. Parmağını ekranın üzerinde gezdirdi fotoğrafı büyütüp inceledi.
“Aranızda erkek varmış.”
İçinde kıskançlığın ilk kıvılcımları parlamıştı bile.
“Evet, iki tane var.”
O an göğsünde bir şey düğümlendi. Yumruğu istemsizce sıkıldı, dudaklarını bastırdı. İçinde anlam veremediği bir kıskançlık, damarlarında dolaşan sıcak bir öfke gibi yükseldi. Telefonu daha sıkı kavradı, ekranın ışığı gözlerine vururken zihninde o masayı hayal etti: Aslı’nın kahkahaları, yanındaki erkeklerin yüzleri, ona yönelen bakışlar… Sanki sahne gerçeğe dönüşmüş gibi damarlarına bir sızı yayıldı.
Keşke yanında ben olsaydım… diye geçirdi içinden, ama bunu yazıya dökmeye cesaret edemedi. Parmakları telaşla tuşların üzerinde gezindi, sonunda kendine engel olamayarak yazdı:
“Kim onlar?”
Gönder tuşuna bastığında kalbi hızla çarpıyordu. İçinden bir ses, fazla mı oldun, gereksiz mi kıskandın? diye fısıldadı ama artık çok geçti.
Aslı, karşısındaki arkadaşlarının anlattıklarını dinlemeye çalışsa da gelen mesajla kalbi birden hızlandı. Ekrana bakınca dudaklarının kenarında tatlı bir tebessüm belirdi. Onun böyle tepki göstermesi, ilk başta garip gelse de tuhaf bir huzur vermişti.
“Okuldan arkadaşlarım. Biri Ayşin’in erkek arkadaşı.”
Cümleleri okur okumaz Mert Ali derin bir nefes aldı. İçinde bir nebze rahatlama olsa da kıskançlığın ateşi hâlâ sönmemişti. Başını geriye yasladı, gözlerini kapattı. Dişleri hâlâ sıkılıydı. Dudaklarının arasından öfkeyle karışık bir fısıltı döküldü: Bu öfke sadece kendineydi.
“Ne zamandan beri bu kadar önemsiyorum ki? Daha bir hafta oldu tanışalı…”
Belki de tüm bu gerginliği, aslında onun görüşme isteğini reddetmiş olmasından kaynaklanıyordu. Eğer kabul etseydi, şu an onun yanında kendisi olacaktı. Onunla aynı masada oturacak, kahkahalarını kendi kulaklarıyla duyacak, yanındaki erkeklerin varlığına tahammül etmek zorunda kalmayacaktı.
Bir süre cevap gelmedi. Telefonu elinde çevirip durdu. Parmakları sabırsızca ekranı yokladı. Aslı da ondaki sessizliğin ağırlığını hissetmişti. Huzursuzluğun kalbine çökmesine engel olamadı. Arkadaşlarının kahkahaları arasında bakışlarını telefonun ekranına sabitlenmişti. Dayanamadı ve yazdı:
“Sesin soluğun kesildi, kızdın mı bana?”
O an Mert Ali’nin içi yumuşadı. Kalbi adeta eridi. Bu kızı kırmaktan, incitmekten korkuyordu. Nasılda kıymetli olmuştu gözünde, nasıl da kısa sürede alışmıştı ona. Parmakları telaşla tuşların üzerinde dolaştı:
“Hayır prenses… sadece birkaç işim var, onlarla uğraşıyorum.”
Ama gerçek başka yerdeydi. İçinden geçirdiği asıl cümle şuydu: Aslında seni kıskandım ve bu duyguyla nasıl başa çıkacağımı bilemedim. Fakat bunu yazıya dökmeye cesaret edemedi.
Mesajı gönderdikten sonra içindeki ağırlık hafifledi. Ama hemen ardından dayanamadı, yeniden yazmaya başladı:
“Aslı. Keşke şu an yanındaki kişi ben olsaydım.”
Gönder tuşuna bastığında dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. Bu cümle, kalbinin en derininden kopup gelen bir itiraftı. Artık saklayacak gücü kalmamıştı.