Arabasına yöneldiği sırada Efken elini omzuna koyup onu durdurdu.
“Neyin var iyi misin?”
“Hiç iyi değilim Efken.”
“Bende fark ettim hayırdır Mert Ali?” diye araya girdi Selim.
“Sonra konuşuruz. Şu an eve gidip kafamı toparlamak istiyorum.”
Gece karanlığı, Mert Ali’nin içine çökmüştü. Arabanın içinde, motorun sesi bile fazla geliyordu artık. Yol boyunca elleri direksiyonu değil, Aslı ile olan anılarını sıkıyordu sanki.
Işıklarda durduğunda aynaya baktı, aynadaki yorgun yüz, kendisine benzemiyordu. Ona çok yabancıydı.
“Allah’ım yardım et.” diye mırıldandı kendi kendine dünya şu an ona dar geliyordu.
En yakın arkadaşı Arda’yı düşündü, senelerdir birbirlerine can olmuş siper olmuşlardı.
Yıllardır sırtını dayadığı, her sırrını paylaştığı dostuydu onun. Ve o dostun kardeşi Aslı’ydı. Kalbine saplanan acı gerçek buydu.
Kendini Arda’nın yerine koydu vereceği tepkiyi düşündü, muhtemelen kandırılmış ve aldatılmış hissedecekti. Aslında burada kandırılan kendisiydi ama şu an bunun bir önemi yoktu. Arda ile iç hesaplaşma yaşıyordu ondan bu gerçeği sakladığını fark ettiğinde hiçte hoş bir tepki vermeyeceği kesindi.
“Bunu ona nasıl söylerim? ‘Kardeşinle birlikteydim’ mi diyeceğim?”
Başını iki yana salladı. Direksiyonun üzerine eğildi, alnını ellerinin arasına aldı.
“Bunu yapamam.”
Peki ya Aslı bunu ona nasıl yapmıştı. Abisine ailesine… içten içe kızıyordu böyle sorumsuz ve bencil davrandığı için.
Gözlerinin önüne bugün yaşadıkları geldi. Aslı’nın sessizliği, titreyen elleri, gözlerindeki o ışıltının arkasına saklanmış korku… Onu görünce kalbinin nasıl yerinden çıktığını, o bakışla bütün o güzel anıların nasıl geri döndüğünü hatırladı. Ama artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da biliyordu.
“Bitti.”
Bu kelimeyi içinden değil, dudaklarının arasından da fısıldadı.
“Bitti.”
Kalbi bu kelimeye itiraz etti önce, sonra sessiz kaldı. Camdan dışarı baktı, şehrin ışıkları bulanık bir deniz gibi akıyordu. İçinde ise büyük bir gürültü kopuyordu.
Bir karar vermişti.
Doğru muydu bilmiyordu ama başka yolu yoktu.
*
Evine vardığında üzerini değiştirmeden kanepeye oturdu. Telefonu elindeydi, parmakları ve bakışları donmuş gibiydi. Gözlerini kapatınca sevdiği kızı, onun “özür dilerim” mesajını tüm gün nasılda üzgün göründüğünü düşünüp durdu. Derin bir nefes aldı, parmakları istemsizce ekranı açtı. Aslı’dan gelen son mesajı okudu.
Ekranda sadece iki kelime yazıyordu.
“Özür dilerim.”
O kadar sade, o kadar çıplak bir cümleydi ki... Bir insanın bütün pişmanlığı, bütün çaresizliği iki kelimeye sığmıştı. Birkaç saniye boyunca sadece baktı o cümleye, birkaç kelime kalbinin en kuytu yerine saplanmış gibiydi.
Kendini kandırılmış ve aldatılmış hissettiğini fark etti. Günlerce, aylarca… Eğer onun Arda’nın kardeşi olduğunu bilseydi, o çizgiyi asla geçmez, bu ilişkiye asla başlamazdı. Ama şimdi iş işten geçmişti. O yasak elma yenmiş, kızın sevgisi içinde çoktan taht kurmuştu.
Kalbinde iki ateş yanıyordu: biri Aslı’ydı, diğeri Arda. Birine duyduğu sevgi, diğerine duyduğu vefayla çarpışıyordu. Ve ikisinin ortasında, vicdanı sessizce boğuluyordu.
Elini saçlarının arasından geçirdi, derin bir nefes aldı. Aslı’nın gülüşü, ilk kez onu gördüğü an, gözlerindeki ışıltı… Hepsi film gibi geçti gözlerinin önünden. Ama her sahne, Arda’nın yüzüyle karışıyordu sonunda. Bir arkadaşın güvenini kırmak… bunu yapamazdı. Şu an hissettiklerini Arda’nın yaşamasını istemiyordu.
Aldığı karar, bir anda değil, yavaş yavaş içine düşmüş ve zihninde kesinleşmişti. Soğuk, net ve acımasızdı. Evet en doğrusu kimsenin kalbi kırılmadan bu işi bitirmekti, Aslı’dan ayrılacaktı.
Bu düşünce içini yakarken yüzünde belli belirsiz bir kasılma oldu, o anda içinden bir şey kopmuştu sanki.
O sırada bir mesaj geldi.
“Lütfen bir şeyler yaz. Çok üzgünüm Mert Ali senden özür diliyorum.”
Bir süre ne yazacağını bilemedi. Sonra derin bir nefes aldı. Parmaklarını yavaşça hareket ettirdi.
Ve yazdı:
“Ne hissedeceğimi bilmiyorum. Benden bir şeyler gizlediğinin farkındaydım ama böyle bir şey beklemiyordum.”
“Seni hayal kırklığına uğrattığım için üzgünüm.”
“Tek üzüntüm Arda’ın kız kardeşi olman ve bunu benden gizlemiş olman. Neden yaptın?”
“Çünkü bunu bilseydin benimle asla sevgili olmazdın.”
“Elbette olmazdım. Bunu yapmam şerefsizlik olurdu. Ben en yakın arkadaşıma, bana kucak açıp iyi davranan o insanlara nasıl nankörlük edebilirim. Bunu aklın alıyor mu?” Aslı durmadan ağlıyordu.
“Çok özür dilerim Mert Ali.”
“Beni kalbimden vursaydın daha iyiydi, bu yaşadıklarım özürle telafi edilecek bir şey değil. Beni nasıl zor bir duruma soktuğunun farkında değilsin. Keşke azıcık daha büyümeyi bekleseydin. O zaman insanların duygularıyla böyle oynamanın ve sadece kendini düşünmenin ne kadar bencilce olduğunu anlar ve o mesajı atmaya cesaret edemezdin.” Öfkeyle yazdığının farkındaydı ama şu an mantığı devre dışı kalmışken duygularıyla konuşuyordu.
“Bitti Aslı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.”
Gönder tuşuna bastıktan sonra bir süre öylece ekrana baktı. Ekrandaki mavi tikler belirdiğinde içinde bir şey koptu. Ama geri dönmedi. Ne kadar sevse de dönemezdi.
“Nasıl yani. Hani beni seviyordun. Hani bana söz vermiştin ne olursa olsun bırakmayacaktın.”
“Bu ilişkiyi ben değil sen bitirdin Aslı. Senin yalanın bitirdi. Allah’ıma emanetsin prenses umarım hayatının geri kalanında çok güzel şeyler yaşarsın.”
Telefonu sessize alıp masaya bıraktı. Başını geriye yasladı, gözlerini tavana dikti. O an, kendi aldığı kararla yüreği sessizce yanmaya başladı. Bir yanını akılla, diğer yanını kalbiyle savunuyordu.
Ama ikisi de aynı sonuca varıyordu:
Bazı sevgiler, doğru zamanda değilse, doğru kişi bile olsa yürümüyor.
Ve o gece, Mert Ali ilk defa sevdiği kızı kalbinde değil, kaderinde bırakmayı öğrendi.
Tek sorun o yeşil gözleri nasıl unutacaktı.
*
Aslı’nın telefonu elinden kayarcasına yatağının üzerine düştü. Gözleri, ekranda beliren kısa ama keskin kelimelere takılıp kaldı:
“Bitti Aslı.”
Sadece iki kelime.
Ama sanki o iki kelime kalbine bir bıçak gibi saplanmıştı.
Boğazı düğümlendi, nefesi göğsünde sıkıştı. Odadaki hava bir anda ağırlaşmıştı nefes almak bile zor geliyordu. Az önce misafirlerle dolu olan ev, şimdi ölüm sessizliğine bürünmüştü. Duvar saati tıkırdamaya devam ediyor ama zaman ilerlemiyordu sanki.
Titreyen parmaklarıyla telefonu eline aldı, mesajı tekrar tekrar okudu. Her seferinde başka bir kelimeden yakalandı gözüne. “Bitti…”
Bitmişti yani. Oysa henüz başlamamışlardı bile.
Mert Ali’nin yüzü gözlerinin önüne geldi, tüm gün boyunca gözlerini kaçıran hali, içinde fırtına saklayan sessizliği… O bakışların ardında bir şey olduğunu hissetmişti ama bu kadar sert bir duvarla karşılaşacağını hiç düşünmemişti.
Kalbi hızla çarparken, gözlerinden süzülen yaşları durdurmaya çalıştı. “Mantıklı ol Aslı, sakin ol…” dedi kendi kendine. Ama iç sesi hemen bastırdı onu:
“Nasıl sakin olayım? O benim hayalimdi, o benim her şeyimdi”
Kalkıp pencereden dışarı baktı. Gökyüzü kararmış, rüzgâr perdeleri usulca sallıyordu. Şehrin ışıkları uzak, yabancı ve anlamsız görünüyordu. Mert Ali şimdi ne yapıyordu acaba? Onun kadar canı yanıyor muydu, yoksa çoktan zihninden silip atmış mıydı her şeyi?
Bir anda içini yakıcı bir pişmanlık kapladı. “Keşke o ilk mesajı yazmasaydım… Keşke onu hiç sevmeseydim… Keşke, keşke…” Kelimeler dudaklarından dökülmüyordu ama zihninde binlerce “keşke” yankılanıyordu.
Kendini yatağa bıraktı. Tavanı seyrederken kalbinin atışını kulaklarında hissediyordu.
Her şey ne kadar ani olmuştu. Bir anda gelen bir sevda gibi başlamış, şimdi yine bir anda bitmişti.
Ve en acısı, bu bitişin ardında hâlâ derin bir sevgi vardı. Ama o sevgi artık yasak bir duyguydu. Arda’nın kardeşi olmak, onları birbirinden ayıran görünmez bir duvar olmuştu.
Aslı ağırlaşan göz kapaklarını kapadı ve hıçkırıklar arasında yavaşça fısıldadı:
“O mesajı yazdığım için hiç pişman değilim. Seni tanıdığım sevdiğim için de pişman değilim. Sen benden vazgeçsen bile ben seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim Mert Ali.”
*
Ve beklenen haber sonunda gelmişti.
Aslı, hedeflediği puanı almış, gönlünden geçen bölüme yerleşmişti. Evde adeta bir bayram havası vardı; annesi gözyaşlarını saklamadan ağlıyor, babası defalarca “Aferin kızıma” diyordu. Abisi sarılıp güzel sözler söylüyor, komşular bile onunla gururlanıyordu. Herkes mutluydu, herkes kutluyordu bu güzel haberi. Ama Aslı’nın içinde tuhaf bir sessizlik vardı. Sanki herkesin neşesi ona çarparak geri dönüyordu da bir türlü içeriye giremiyordu.
Gülümsüyordu, teşekkür ediyordu ama o gülüşlerin ardında derin bir boşluk vardı. Hayatında bir şey eksikti belki de birisiydi eksik olan. Bu güzel haberi aldığı gün, gözleri istemsizce telefonuna gitti. “Acaba söylesem sevinir mi, mutluluğuma ortak olur mu?” diye düşündü bir an. “Belki gururlanırdı, belki de artık tamamen unutmuş hayatına başka birilerini almıştı.”
Kendisini bu düşüncelerle yakalayınca hemen geri çekti. Kalbinin ortasında hâlâ sıcaklığını hissettiği o ismi bastırmak istiyordu. Ama kalp öyle kolay ikna olmuyordu.
Okullar açıldı. Yeni bir okul, yeni bir hayat, yeni yüzler… Aslı, kalbinde oluşan büyük boşluğu dersleriyle doldurmaya çalışıyordu. Her sabah biraz daha erken kalkıyor, her akşam geç yatıp biraz daha uzun çalışıyordu. Defterlerine notlar alırken bazen kalemi elinden düşüyor, kendini geçmişe dalıp gitmiş bir halde buluyordu. Defalarca gözünden süzülen yaşları, kimse fark etmesin diye hızlıca sildi. Çünkü artık güçlü olmalıydı. Artık o da biliyordu hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını.
Ama ne kadar derslerine sığınsa da, geceler sessizdi. Kütüphane dönüşü yürüdüğü ıssız sokaklarda ayak seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Kendi yankısı bile yabancı geliyordu bazen. Bir şarkı, bir rüzgâr, bir cümle… Her şey geçmişe gitmek için bir bahaneydi bir şekilde o ilk buluşmalarında, yıl sonu balosunda o masum bakışlarda buluyordu kendini.
Kalbi, unutmamakla unutmaya çalışmak arasında sıkışıp kalmış arafta gibiydi.
*
Mert Ali içinse dünya çok daha karanlık bir yere dönmüştü. Aslı’yla ayrıldıkları günden sonra hayatındaki renkler birer birer silinmişti sanki. O zaten duygularını belli etmeyen, acısını içinde yaşayan bir adamdı. Ama bu kez farklıydı, bu kez içinde taşıdığı boşluk, nefes almasını bile zorlaştırıyordu.
Evine gitmiyordu artık. Duvarların arasında yankılanan sessizlikte boğuluyordu. Görevden göreve koşuyor, kendini yorgunluğa vuruyordu. Yorgunluk belki biraz unuttururdu, belki biraz uyuştururdu içini… ama olmuyordu unutamıyordu.
Gözlerini her kapattığında Aslı’nın sesi, gülüşü, saçlarını kulak arkasına atışı geliyordu aklına. Birini bu kadar sevip, bu kadar vazgeçmek zorunda kalmak insana neler yapardı, artık bunu çok iyi biliyordu.
Her gün biraz daha içine kapanıyordu genç adam. Geceleri uyumadan önce defalarca telefonu eline alıyor, mesaj yazıyor, sonra siliyordu.
“İyi misin?” yazsa yeterdi belki, ama o iki kelimeyi bile yazmaya cesaret edemiyordu. Çünkü biliyordu; her iyi misinin altında binlerce “seni özledim” saklıydı.
Zaman geçtikçe içindeki özlem yerini ağır bir pişmanlığa bıraktı. Eğer en başında kim olduğunu bilseydi, eğer kader onlarla bu kadar oyun oynamasaydı, belki başka türlü olurdu her şey. Zihni hiç durmadan çalışıyor yeni yeni teoriler üretiyordu.
Ama artık geri dönülecek bir yol yoktu.
O, kendini cezalandırmanın bir yolunu seçmişti: özleyerek yaşayarak.
Ancak bazı acılar, yaşadıkça daha da derine işliyordu.
Bir defasında uzak bir şehirde görevdeyken yağmur başlamıştı. O an yıl sonu balosundan çıktıktan sonra gittikleri sahili hatırladı. Deniz kıyısında yürüyüş yaparken yağmur başlamış ıslanmamak için kendilerini küçük bir çay ocağına atmışlardı. Orada içtiği çayın tadı nasılda başka gelmişti ona. Nedense yaşadığı her şey ona Aslı’yı hatırlatıyor acısını dindirmek yerine daha çok harlıyordu.
Ve o an anladı ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, bazı insanların izleri silinmiyordu. Aslı, artık onun geçmişi değil, sessiz bir duasıydı, her gece içinden geçen. Bir daha kavuşurlar mıydı bilinmezdi ama ikisi de biliyordu ki,
Bazı ayrılıklar biterken başlıyordu aslında.
*
O gün görevden yeni dönmüş karargahta dinleniyorlardı.
“Oğlum ne bu halin eski Mert Ali’den eser yok. Ne derdin var anlat hele.” Arda’ya baktıktan sonra gözlerini kaçırdı.
“Boş ver keyfim yok.”
“Ne olduğunu bilen var mı?” diye sordu diğer arkadaşlarına bakarak. Sadece kendisi bilmiyordu diğer herkesin haberi vardı olanlardan.
“Kız arkadaşıyla ayrılmışlar.”
“Boş ver dostum sana kız mı yok.” Diye teselli etmeye çalıştı onu. Efken bunu fırsat bilip hemen araya girdi.
“Arda doğru söylüyor sana kız mı yok. Bak mesela benim kız kardeşim olsaydı yeminle sana verirdim gözüm asla arkada kalmazdı.” Bu defa Selim geldi.
“Keşke benimde olsaydı senden daha iyi bir damat düşünemiyorum.” Arda onlara tuhaf bir bakış attı ortada ne döndüğünü anlamaya çalışıyordu.
“Ne alaka oğlum atıp durmayın. Benim kardeşim var ama daha küçük.”
“Olsun eninde sonunda büyüyecek hiç tanımadığın yabancı birine mi vermek istersin yoksa tanıdığın güvendiğin birine mi?” Mert Ali’yi kastettiklerini anladı.
“Mert Ali’den daha iyi bir damat bulamayacağımız kesin.” Dedi Selim onun sırtına vurarak.
“Orası öyle.” Arda onu onayladı ardından devam etti “Alınmayın çocuklar ama ben kardeşimi asker birine vermeyi düşünmüyorum. Kardeşimi tanıyorum o naif hayat dolu gezmeyi eğlenmeyi seven bir, asker yolu gözleyebilecek bir sabra sahip değil. Onun bu acıyı çekmesini asla istemem. Baksanıza kelle koltukta yaşıyoruz Aslı’nın her an acı bir haber gelecek diye korkuyla yaşaması isteyeceğim en son şey olur.” Yatakhanede herkes susmuştu çıt çıkmıyordu.
“Size bir haberim var” dedi Arda buz kesen havayı dağıtmak için. Konu buraya nasıl gelmişti anlamamıştı zaten.
“Haziranda okulların kapandığı hafta düğünüm var. Hepinizi bekliyorum.” Herkes bir anda ayaklanıp onu tebrik ettiler.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Arda ve Miray için düğün hazırlıkları tamamlanmış büyük bir coşku hakimdi evde. Herkesin mutluluğu yüzünden okunuyordu.
Salon, ışıl ışıl parlayan avizelerin altında gülüşmeler, müzik ve alkışlarla doluydu. Her köşede telaşla dolaşan akrabalar, birbirine sarılan dostlar vardı. Taze çiçeklerin kokusu yeni ütülenmiş elbiselerin sabun kokusuna karışıyor, insanın içini hem serinletiyor hem de tuhaf bir sıkıntıyla dolduruyordu.
Aslı, mavi elbisesinin içinde zarif ama yorgun bir masal kahramanı gibiydi. İnce askılı elbisesi omuzlarına nazikçe dökülüyor, dalgalı saçlarını ensesinde gevşekçe toplamıştı. Oysa gözlerinde, ne genç bir kızın neşesi ne de bu özel günün coşkusu vardı. Herkes onun güzelliğini konuşuyordu ama o, kendi içindeki sessizliğin yankısından başka bir şey duymuyordu. Kalbinde hâlâ kapanmayan bir yara, susturamadığı bir sızı vardı. Geçecek gibi de değildi.
Kapı bir anda açıldı. Gözler, içeri giren beş subayın üzerine çevrildi. Takım elbiselerinin içinde oldukça dikkat çekici, bakışları dik, adımları sağlamdı. Her biri yanındaki nişanlısı, sevgilisi ya da eşiyle birlikte salona girmişti. Efken Zeynep ile, Selim Elif ile, Yağız Bade ile Hakan İnci ile Yiğit Bahar ile gelmişti. Bir tek kişi hariç.
Mert Ali. O yalnızdı.
Onu gördüğü an Aslı’nın kalbi duracak gibi oldu. Zaman, gözle görülmez bir el tarafından yavaşlatılmıştı sanki. Müzik, kalabalığın uğultusu, kahkahalar… Hepsi bir anda uzaklaştı. Geriye sadece kalp atışlarının yankısı kaldı. Karşısında, aylarca görmemek için kendini parçaladığı o adam duruyordu. Yüzü daha sert, bakışları daha derin, omuzları daha çökmüş gibiydi. Aslı’nın nefesi boğazında düğümlendi. “Bu kadar özlemiş olamam…” diye geçirdi içinden. Ama olan olmuştu. Kalbinde biriken o özlem şimdi göğsünü yakıyordu.
Mert Ali’nin gözleri de aynı anda Aslı’ya takıldı. Bir an nefesi kesildi. Giydiği o mavi elbisenin içinde ne kadar büyüdüğünü, artık o eski genç kız değil, biraz daha kadınsı olduğunu fark etti. Elini cebine soktu, parmak uçları titriyordu.
“Keşke gelmeseydim…” diye geçirdi içinden. Ama arkadaşları zorla getirmişti. Bir yandan en yakın dostu Arda’nın mutluluğunu paylaşmak istiyor, diğer yandan göz göze geldiği o anın cezasını çekiyordu. İçin için yanıyordu genç adam.