“Kucaklaşma.”

1175 Kelimeler
Kurşun sesiyle irkildim, nefesim kesildi. Zaman yavaşlamış gibiydi; Ahmet'in bedeni bahçeye düşerken toprakla birleşti. Yıldıray'dan gelen bu mesaj, sessizliği paramparça etmişti. Alperen donakalmış, gözleri öfke ve şok arasında gidip geliyordu. Burcu ise bir an için yüzünü kapatıp derin bir nefes aldı, sonra hızlıca silahını çıkararak çevreyi taramaya başladı. Silah mı? Resmen benden nefret eden bu manyak kadın cebinde bir silah ile mi dolaşıyordu?! "Güneş, arkanı dön!" diye bağırdı Alperen. Ben ise başımı hızla çevirdim; kalbim deli gibi çarpıyordu. Yıldıray mı? Yıldıray demişti değil mi o? Küçücük..küçücük bir çocuktu. Benden kaç yaş küçüktü? Kendini nasıl da öldürebilmişti? Nasıl kendi canına kıyabilmişti? İçeride, neredeyse beni daha az kalsın öldürecek bir manyağın da olduğunu düşünürsek, sanırım hayatımın en garip gününü geçiriyordum. “Yıldıray mı dedi o?” diye sordum titreyen sesimi gizlemeden. Silah sesiyle diğerleri de dışarı çıkmışlardı. Burcu, buz gibi olan ses tonu ile Enes’i çağırdı. “Polis gelmeden hallet, biz de Yavuz ile şu piçin derdini öğrenelim. Ve sen Alperen, gidip mahalleliyi sakinleştirmenin bir yolunu bul.” Oldukça soğukkanlı bir şekilde herkese görevini verirken, ben çoktan ellerimle kapattığım gözlerimi açmış, yerde yatmış cesede bakıyordum. Kanıyordu…Deli gibi kanıyordu. “Ona ne yapacaksınız?” diye korkuyla sordum. “Ne yapmamızı bekliyorsun kız? Tabii ki ateşlere atıp yakacağız, külünü de denize salarız artık..” diye alay ettiğinde, benimle dalga geçtiğinin farkında bile değildim. “Ne?!” dedim şok içinde. “Kız ne yapacağız? Rahmetliyi gömeceğiz. Ahmet’i severdik ama elimizden bu kadarı geliyor.” diye devam etti. “Ve intikam almak.” diye ekledi Yavuz, ilk kez gördüğüm öfke ile. “Ailesi?” dedim. Ben şokta mıydım? Nasıl bu kadar sakin tepki verebiliyordum? Sanki vücudum tepki vermemek için kaskatı kesilmiş gibiydi. “Ailesi bizdik.” dedi Alperen düşünceli bir halde. Burcu ile göz göze geldiler. “Yıldıray üst üste bunları yapacak bir piç değil. Bir şey var…” derken ikisininde gözleri bana döndüğünde kaşlarımı çattım. Evet bir şey olduğundan emindim ama acaba bana da mı söyleseydiniz? “Şey. Peki ben?” dedi Rüya dudaklarını birbirine bastırarak. Dikkatleri dağıtmıştı. Burcu, “Sende depodaki adama sahip çık ve…” gözleri bana döndü. “Güneş’e de.” “Tamam.” “Ne? Ben-“ Cümlemi bitirmeme izin vermedi. Herkes sanki bir robotmuş gibi işine koşarken Alperen, bahçeden çıkmadan önce yanıma geldi. “Böyle bir şey görmeni istemezdim.” “Ne oluyor Alperen?” dedim. “Siz kimsiniz?” Dişlerini sıktı. “Buradan gitmeliydin.” “Şimdi gitmek istersem?” diye fısıltıyla sorduğumda beni cevapsız bıraktı. Dişlerini sıktı ve bahçe kapısını aşarak geçti. Hepsi bir bir dışarı çıktığında Rüya koluma girdi. “Gitmeliyiz.” Yerdeki kan gölüne baktım. Almışlardı Ahmet’i. Ama ne kadar da sakin yaklaşmışlardı böyle? Sanki her gün bir adam önlerinde ölüyormuş gibi.. Rüya’nın beni eve sürüklemesine izin verdim. “O adam kimdi?” diye sorduğumda Rüya’nın omuzları çöktü. “Bilmen gerekenden fazla şey öğrendin Güneş ve daha fazla bilirsen…seni bırakmazlar diye korkuyorum.” dediğinde kaşlarımı çattım. “Beni kim bırakmayacak?” Sessiz kaldı. Onlar. Onlar mı? “Siz kimsiniz Rüya?” Rüya, pembe ve kıvırcık saçlarını karıştırdı ve ofladı. “Tamam, anlatacağım. Ama hikayenin hepsini anlatamam, tamam mı? Sadece-“ sözünü öfkeyle kestim. “Bana sadece Ahmet’in kim olduğunu, Yıldıray’ın kim olduğunu ve aşağıdaki adamın neden beni yakalamaya çalıştığını söyle yeter!” “Tamam.” diye mırıldandı. Sanki öfkeli sesim onu korkutmuş gibiydi. Sakin olmaya çalıştım. Her zamanki Güneş olmalıyım. “Ahmet, namı-değer Köste. Onu Yıldıray’ın çetesine yani Haraf’a sokan bizdik. Onlardan bize bilgi getirmesi için. Biliyorum şu an bu sana çok canice geliyor ama Ahmet’i aramıza köstebek olarak sokan ilk Yıldıray’dı. Bunu Burcu fark etti ve Ahmet’e bir hayat bahşetti. Tek bir şartla, eğer Haraf için bize köstebeklik yaparsa.” Güldüm. Hatta kahkaha atmaya başladım. “Hayat bahşetmek mi? Affedersin ama siz Allah mısınız Rüya? Hayat bahşettim diyor ya.” diye gülmeye devam ettim. “Bak. Sana anlatmak istememelerinin nedeni buydu. Çünkü bizi anlamayacaktın. Çünkü bizi dinlemeyecektin ve biz senin kafanda sadece masum çocukluk anıları olarak kalmak istedik! Cani katiller olarak değil!” diye bağırdı yüzüme. “Bana hiçbir şey anlatmazsanız ve önümde bir insan kendini öldürürse ne anlamamı bekliyorsun? Belki de anlatsaydınız anlardım!” diye bağırdım bende. “Tamam. Bak,” dedi derin bir nefes alarak. “O gün, Alperen’in bu kadar delirmesinin sebebi buydu. Yıldıray’ın kucağında seni gördüğü gün. Çünkü tüm bunların sebebi o! Onun yüzünden, kendimizi, çocukluğumuzu korumak için, hayatta kalmak için bir arada olmak zorundaydık Güneş. Bizi anlamalısın.” “Anlamadım. Şimdi Ahmet’e, kendini öldürmesini isteyen Yıldıray mıydı? İyi de bu hiç mantıklı değil! Onu tehdit edecek bir ailesi bile yokmuş ki! Bir insan hangi en kötü ihtimalle kendi canına kıyar?” “Bilmiyoruz ama çözeceğiz.” “Aşağıdaki adam peki? Haraf diyordu. O da mı Yıldıray’ın adamı? Bu da hiç mantıklı değil. Yıldıray’ın benimle ne derdi olabilir ki..beni tanımıyor bile.” dedim yüzümü ekşiterek. “O, bunu yapmasıyla ünlüdür.” deyince kafam karışmış bir şekilde baktım. Ne demek istiyordu? “Nasıl?” “Bizim yanımızda kimi görse, onu zehirlemesiyle ünlüdür ve üzgünüm. Bu sefer hedef sensin ve gitmek zorundasın Güneş. Kendini kurtarmak istiyorsan gitmek zorundasın.” Yüzümü ovuşturdum. “Şimdi anlamama izin ver. Siz ikiniz düşman çeteler misiniz?” “Evet.” “Ne iş yapıyorsunuz? Yıldıray’ın evinize adam yollaması dışında.” Sessiz kaldı. Şimdi cinnet geçirecektim vallahi de billahi! “Bilmen gerekenler bu kadardı.” deyip ayağa kalktı. Zorlamadım. Eninde sonunda öğrenecektim. “Yani Burcu’nun ‘seni istemiyorum’ tavırları benden nefret ettiği için değil, beni korumak istediği için miydi?” diye sorunca başını salladı. İyi. Buzlar Kraliçesini karşımda görmek istemezdim. O her zaman yanımda olmalıydı. Ama karşımda değil, asla. Bir motor sesi duyulduğunda eş olarak evin penceresine farların ışığı yansıdı. “Çabuk geldiler.” diye mırıldandı ve gözleri endişeyle üzerimde gezindi. “Sakın sana bir şey anlattığımı belli etme tamam mı?” deyince gerildim. “Tamam etmiyorum.” diyerek sağa sola bakarken “Sadece normal davran Güneş!” diye tısladı gerginlikşe, diğerleri eve yaklaşırken. “Nasıl normal davranıyorum ki ben?! Yani nasıl davranacağım?” diye panikle soluyunca “Diğerleri çok yanlış düşünüyor, senden ajan falan olmaz!” diye söylendi. Bir saniye. Diğerleri benim ajan mı olduğumu düşünüyordu? Bunlar bu zamana kadar nasıl hayatta kalmışlardı böyle? “Sende normal davran o zaman!” diye fısıldadım. Çünkü biraz sonra gerginlikten saçlarını kemirmeye başlayacaktı. Güldüm haline. “Asıl sen kendine ba-“ “Siz fısır fısır ne konuşuyorsunuz öyle?” diye sert sesiyle kendini oldukça belli ederek içeri girdi Burcu. Kadının girişi bile olaydı. Ayağa kalktım. “Hiç.” “Hiç. Konuşuyorduk öyle.” dedik aynı anda. Hepsinin kaşları havalandı. Ama Burcu’yu böyle görünce…ah benim minik kalbim! Nasıl dayansın ki buna! Resmen sakat bacağımla koşa koşa boynuna sarıldığımda vücudunun buz kestiğini hissettim. Küçükkende hiç sarılmayı sevmezdi zaten ama hiç umursamıyordum! Resmen benim için bana kötü davranıyormuş… Burcu beni itmeye çalışırken ona daha sıkı yapıştım ve bedenini bir sağa, bir sola oynattım. Burcu beni bu sefer daha sert itince dengemi sağlayamayıp tam yere düşüyordum ki Alperen belimden yakaladı. Burcu, Rüya’ya döndü. “Bu salağa ne anlattın?” Rüya dişlerini sıktı. “Sana normal davran demiştim!” diye bağırınca yüzümüzü buruşturduk. İyi de benim normal halim buydu ki zaten…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE