Bazen zamanın nasıl geçtiğiniz anlamakta zorlanıyordum. Kadar hızlı bir geçiş oluyordu ki ne zaman nasıl hafta sonu geldi anlamıyordum. Her geçen gün ise Kadir’in kafedeki varlığına daha fazla alışıyordum. Artık yanımdan geçerken buz kütlesi edasında beni görmezden gelmiyordu. Tamam, sadece günaydın diyordu fakat bu bile ilk günlere oranla güzel bir gelişmeydi. Kafede yemek molasına dönüşümlü çıkıyorduk. Hande mutfaktan menülerin dışında güzel yemekler hazırlıyordu. Yorulduğumuzda birkaç dakikalık dinlenme için soyunma odasına uzanabileceğimiz güzel bir koltuk almıştık. Gün içinde ben birkaç defa kaçsam da Kadir’in bir kez bile bu nedenle ara verdiğini görmemiştim. Kadir’in burada çalışmaya başlamasından sonra fazlasıyla genç kız müşterimiz olmaya başlamıştı. Hele bir tanesi vardı ki herkesin sempatisini kazanmıştı. Küçük kızın adı Aleyna’ydı. En fazla 5 yaşındaydı ve her sabah annesini kolundan tuttuğu gibi buraya getiriyordu. Kadir ise kendinden beklenmeyecek bir şekilde onunla gülerek ilgileniyordu. Her dediğini yapıyor ona güzel vakit geçirtiyor, onu mutlu ediyordu. Kadir’in Aleyna ile ilgilenmesini uzaktan izliyor ve bu buz kütlesi adamın bir kalbi olabileceğine şaşkınlıkla bakıyordum. Kafeye gelen genç kızların güzelliğini anlatmaya bile gerek yoktu. Fakat Kadir neredeyse masalarına hiç ama hiç uğramıyor hep bana ilgilenmem için işaret ediyordu. Masalarına benim gittiğimi gören kızlar bu durumdan hiç ama hiç memnun olmasalar da ses çıkaramıyorlardı.
……………..
Kafenin kapalı bölümünde bulunan büfenin arka kısmında elimdeki bez ile bardakları silerken Kadir’i izliyordum. O kadar sistemli çalışıyordu ki, hiçbir masa gözünden kaçmıyordu. Her biri ile dikkatlice ilgileniyor işini ise çok hızlı yapıyordu. Hala onun bir mühendis olduğuna inanamıyordum. Fonda piyano eşliğinde bir müzik vardı. Kafede çalışmaya başladığından beri müzik ayarlamasını kendisi yapıyordu. Seçimleri sakin ve dinlendirici müziklerden oluyordu ki kafede de beğeniliyordu. Birkaç kere ‘çalan müziği kim söylüyor’ diye sonranlar bile olmuştu. Ben hem büfenin üzerindeki bardakları silip hem Kadir’i seyrederken Hande’nin de benim bulunduğum yere girdiğini fark ettim. Hande başını eğip bir anlık Kadir’i izledi ve
“İyi adapte oldu.” dediğinde gülümsedim. Evet, hızlı alışmıştı. Sanki yıllardır burada çalışıyor gibiydi. O kadar kapalı bir kutuydu ki günlerdir takip ediyor olmama rağmen her gün farklı bir tepkisini görüyordum. Bu nedenle de onun hakkında merak ettiğim çok ama çok şey vardı. Merakıma yenik düşerek,
“Kadir Ertürk nasıl biri?” diye sordum. Sorumun nasıl bir izlenim verdiğini bilmiyordum. Çünkü gözlerimi Kadir’den ayırmadan bardakları temizlemeye devam ediyordum. Hande kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra derin bir nefes aldı ve
"Kadir Ertürk nasıl biri mi?" diye soruma soru ile karşılık verdi. Ben yine ona bakmadan,
“Sadece onunla çalışıyorum ama bir türlü nasıl biri olduğunu anlayamıyorum. Bir gün gözleri gülüyor, bir gün buz dağından farkı yok” dediğimde Hande ellerini büfenin masasına yasladı ve
“Benim aksime o esmerdir.” Dediğinde elimdeki bardağı silerken yan gözle ona gerçekten mi bakışı attım. Hande buna gülümseyerek,
“Babaannem gözlerini babamdan almış olsa da tamamen babamın Kadir dayısına benzediğini söyler. Kadir dayım babaannemi bir olaydan korumak isterken hayatını kaybetmiş. Biz doğunca onun ismini Kadir koymuşlar. Sana daha önce anlatmadım. İpek teyzem var ya Doruk amcamın eşi,” dediğinde gözlerim gözlerini buldu. Evet dercesine başımı salladım ve Hande,
“İşte onun annesi bir trafik kazasında vefat etti. O sırada annemin kalp nakline ihtiyacı varmış. Kriz geçirmiş ve vefat eden Hande teyzemin kalbi anneme nakil edilmiş. Bir mucize gibi olmuş. Annemde onu yaşatmak için benim adımı Hande koymuş. Herkes benim Hande teyzemin kopyası, onun ise Kadir dayımın kopyası olduğunu söyler.” Dedikten sonra gözleri Kadir’i buldu. Ardından derin bir nefes daha alıp,
“Serttir o. Özellikle kadınlara karşı güvensiz ve olabildiğince serttir. Asla aile üyeleri haricinde kimseye güvenmez. Çok yakışıklı olmasına rağmen, o yüzü öpmesine izin verdiği bir kızın olduğunu görmedim. Hatta buraya gelen Aleyna ve aile fertleri dışında birine asla güldüğünü de görmedim." Dediğinde gözlerine bakıp,
" Serttir derken?" diye sordum. Yani sert olduğunu, kavgacı olduğunu biliyordum. Ama bu sertlik ne boyuttaydı diye merak ediyordum. Hande bu soruma ise ellerini bana göstererek,
"Bak ben ellerimi pasta yapmak için kullanıyorum. Bundan gerçekten zevk alıyorum. Bunun okulunu okudum. Kadir ise ellerini değil, yumruklarını canını sıkanların suratını dağıtmak için kullanıyor. Hatta bundan zevk bile alıyor” dediğinde gülümsediğini gördüm. Ardından bana daha fazla yaklaşıp,
"Onu çok seviyorum. O benim ikizim. Ne hissederse hissetmeye çalışıyorum. Anlamaya çalışıyorum fakat olmuyor. Nedenini bilmiyorum onun kalbi yok. Yani hayatındaki sevgi o kadar kısıtlı ki, sadece aileyi kapsıyor. Onun için ona uçuşan kalbini durdur yoksa" dediğinde yutkundum. Ondan hoşlandığımı falan mı düşünmüştü. Tek kelime edemeden elimdeki bardağı silmeden dona kalmıştım. Suskunluğum acı verici derecede büyüdüğünde, Hande gözlerini kafenin ilerisinde duran İkizi Kadir'den bir an ayırmadan,
"Yoksa?" diye tekrarladı. Ne söyleyeceğini anlayabilmek için gözlerimi Kadir’e yönelttiğimde sipariş defterine bir şeyler yazıyordu. Hande ise
"Gerçekten kalbinin saflığına bakmaz. O masum kalbini alev alev yakar. Seni öyle bir ateşle sarar ki kalbin küle döner. Bir an gelir kendine baktığında Kadir’in dokunduğu hiçbir şeyinin kalmadığını görürsün. Sana yaşaman için bir kalp bırakmaz. Üstelik bunu hiçbir şey yapmadan başarır” dediğinde başını sipariş defterinden kaldıran Kadir ile göz göze geldim. Kalbim içimde kıpırdarken nefesim neredeyse kesildi. Bir şey vardı. Onun bu bakışlarında, bu duruşunda, bu sertliğinde bir şey vardı. Hatta bir nedeni vardı. Bir insanın hiçbir nedeni yokken bu kadar soğuk ve acımasız olması imkânsızdı. Üstelik mükemmel bir aileye sahipken.
Ben bu şekilde dalıp gitmişken Hande’nin elini omzuma koymasıyla yerimde sıçradım ve onunla göz göze geldiğimde bakışlarındaki korkuyu fark ettim. Hande gözlerini gözlerimden ayırmadan,
“Onun bir kalbi yok Masal. O sevmeyi bilmiyor. Hiç sevdi mi bilmiyorum ama canını yaktıklarını gördüm. Tamam, çoğu hak etmişti. Fakat öyle bir kız tanıyorum ki eminim Kadir’i hiç tanımak istemezdi. Kardeşim iyi bir insandır. Fakat güzel sevemez. Hatta o sevemez. Buna inanmıyorum.” Dediğinde bu sefer yüzümü iki elinin içine alarak, bana daha bir sevgiyle bakıp,
“Kadir olmaz. Ona uçuşan kalbini durdur. Bunu görebiliyorum. Sakın. Seni üzerse onu asla affetmem. Her ne kadar yanlışları olsa da o benim ikizim. Ama onu asla affetmem” dediğinde gözlerim kocaman oldu. Hızla
“Hey dur. Sadece merakımdan sordum. İkizine aşık falan değilim. Rahat ol. Ben romantiklerden hoşlanırım senin ikizin öküzlükte sınır tanımıyor.” Dediğimde birkaç saniye gözlerime bakan Hande tereddütle
“Bazen öküzlere de âşık olunur” dediğinde oflayıp,
“Ben olmam” dedim ve işime geri döndüm. Hande beni daha fazla sıkıştırmadan mutfağa geri dönmüş fakat söylediklerimin aksine içimde çırpınan kalbim ile duraksadım. Bu kadar uzak durulması gereken biri olabilir miydi? Bu kadar tehlikeli?
………………………….
Günün ilerleyen saatleri fazlasıyla sakindi. Hatta birkaç masa doluydu onlardan ikisi de hesap istemişti. Hesabını götürdüğüm masaya hesap kutusunu bıraktığım diğer elimdeki iki limonatanın bulunduğu tepsiyi diğer masaya bırakmak adına 2 numaralı masaya yöneldiğimde karşılaştığım kişiler ile donup kaldım. Nefes almayı kestim. Elim titremeye başladı. Ayaklarım sanki 50 kiloyu artık tartmayacakmış gibi güçsüzleşti. Elimdeki tepsi sallanmaya başladı. Gözlerimin birleştiği gözlerde aynı benim şaşkınlığımla dolmuş bana bakıyordu. Elimdeki tepsi artık dayanamadı ve ellerimin arasından kayıp büyük bir gürültü eşliğinde yere düşerken bende yığılıyordum ki iki güçlü kolun beni koltuk altlarımdan yakalayıp havaya kaldırdığını hissettim. Beni kaldıran kişinin
“İyi misin?” diye kulağıma dolan sesinden yüzünü görmesem de Kadir olduğunu anladım. İyi değildim. Kendimi çok kötü hissediyordum. Gözlerim içeriye giren kişinin yanındaki kişileri taradığında ise gözlerimin hissettim. Burada olması imkansızdı. Olmamalıydı. Karşılaşmamalıydık.
“Masal iyi misin?” diye seslenen Kadir ile göz göze geldiğimde fısıldayarak
“Hayır” diyebildim. Kadir bu karşılığım ile beni hızla kafenin içine doğru götürdü. Beni kucağına almadı fakat yere düşmeden yürüyebilmem içinde beni koltuğunun altına almıştı. Kafenin soyunma odasına beni götürüp, oradaki dinlenme koltuğuna oturttuğunda tekrar gözlerime bakıp,
“Kim onlar?” diye sordu. Hiçbir şey söylemedim. Söylemekte istemiyordum. İçim yanmıştı. Bedenim bu yangını kaldıramıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama Kadir’in önünde ağlayamazdım. Onun için titreyen sesimle
“İyi hissetmiyorum. Konuşmakta istemiyorum. Biraz yalnız kalabilir miyim?” diye sorunca Kadir başını tamam anlamında sallayıp hızla odadan çıkmıştı. Onun çıkışının ardından gözlerimde akmak için an kollayan gözyaşlarım fışkırırcasına akmış ve hıçkırıklarımda onları takip etmişti.
……………..
Onca yılın ardından daha da güzelleşmişti. Buz gibi soğuk bakan gözlerinden mutluluk ve neşe fışkırıyordu. Evet, yıllarca mutsuzluğunu gördüğüm, beni her gördüğünde mutsuzluğunu hatırlayan kadın artık mutluydu. Yıllarca bana anne olamayan, olmak için tek çaba sarf etmeyen kadın elini sıkı sıkı tuttuğu kızına gülücükler saçabiliyordu. Yıllarca elimi bir kez tutması, bana bir kez kızıymışım gibi bakması için her şeyi yapmıştım. Yokluğum onu daha mutlu etmişti. Yeni ailesi ile çok mutlu görünüyordu. Fakat annemin İstanbul’da milyonlarca kafenin arasında bu kafeyi bulması da kaderin bana penaltıdan attığı şık bir goldü.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum ama koltukta uyuya kalmıştım. Dışarıdan seslerin gelmemesi saatin baya bir geç olduğuna işaretti. Kendimi toparlayıp odadan çıktığımda ise sandalyeleri toparlayan Kadir ile göz göze geldim. Kadir gözlerime daha önce görmediğim bir bakışla bakıp,
“Yoğunluktan kaçmak için iyi numaraydı” dediğinde gülümseyerek,
“Yarın izin kullanabilirsin üzgünüm” dedim. Kadir teklifimle kaşlarını havaya kaldırıp alaycı bir tavırla
“Bensiz idare edebileceğinden emin değilim ya birileri kolunu kapıyor ya birilerinin önünde bayılmaya kalkıyorsun” dediğinde ise yutkundum. Bunu gören Kadir söylediklerini toparlamak adına
“Üzmek için söylemedim takılıyorum” dediğinde elimi önemli değil dercesine sallayıp,
“Hazırlıklı olmadığım bir andı” dedim. Böyle bir anın hiçbir zaman olmayacağına kendimi o kadar alıştırmıştım ki gerçekten şok olmuştum. Aklımdan geçen anı unutmak için ellerimi belime yerleştirip Kadir’in gözlerine kızgın bir şekilde bakıp,
“Kolumu kapanları ben halledebilirdim” dediğimde kaşları söylediğime inanamayan bir şekilde havaya kalkan Kadir
“Ciddi misin?” diye sorunda kahkaha atarak gözlerine baktım ve
“Tamam, sonuncuyu kendim halledemezdim. Aslında ilkini de yardımsız def edebileceğimi düşünmüyorum” dediğimde elindeki sandalyeyi masanın yanına bırakan Kadir
“Hala bana bir özür borcun var” dediğinde ise sinsice bakarak,
“Hayır hırsız gibi kafeye giren sendin. Seni tanımıyordum ve kasanın oradaydın. Ne yapmamı bekliyordun? Yanına gelip kim olduğunu sormamı falan mı?” diye çıkıştığımda tek kelime etmeden mutfağa doğru gitti ve içeri girip gözden kayboldu. Kendimi yorgun hissediyordum. O kadar kasılmışım ki omuzlarım fazlasıyla kilitlenmişti. Boş olan sandalyelerden birine oturdum ve kendimi toparlamaya çabaladım. Neredeyse 10 dakika geçmişti ki önüme konulan kahve ile gözlerim Kadir’i buldu. Kendine de hazırladığı kahveyi masaya koyup, oturduğunda kahvemi işaret ederek,
“Bunun içinde teşekkür borcun var” dediğinde oflayarak
“Teşekkür ve özür dilemelerle ilgili takıntın ne ise acil tedaviye ihtiyacı var” karşılığını verdim. Kadir nadir sırıtmalarından birini gönderip,
“Belki de” dedi ve hemen toparlanıp,
“Arkadaşlıktan anladığım pek bir şey yok. Fakat sıkı bir dostumdur. İyi dert dinlerim. Öğlenden anlatmak istediğin bir şey var mı?” diye sorunda yutkundum. Hande kısmen biliyordu. Beni üzeceğini düşünerek hiç didiklememişti. Ama benimde anlatmaya ihtiyacım vardı. Onun için derin bir nefes alıp,
“Annem ve yani ailesiydi gelenler. Onca kafenin içinde burayı bulmaları da şaka giydi. Yıllardır görüşmüyoruz. Aynı evde yaşadığımı zamanlarda da iki yabancıdan farkımız yoktu. Beni kızı gibi değil de tüm hayatını kısıtlamak zorunda kaldığı bir hata olarak görüyordu.” Dediğimde Kadir,
“Diğer kızı ile gayet iyiydi. Neden senin için öyle düşünüyordu?” diye sordu. Bu soru ile tekrar yutkundum ve
“Bana hamile kaldığında babam ile evli değilmiş. Babamda annemin hamile olduğunu öğrenince ‘benden baba olmaz’ yazılı bir notla annemi terk etmiş. Beni aldırma zamanı geçince de doğurmak zorunda kalmış. Kariyerine ara vermek zorunda kalmış. Tek başına birçok kısıtlamalar yaşamış. Hayata hep geç kalmış. Bunların tek sorumlusu olarak beni görüyordu. Onun için hayatından çıkacağım günü iple çekiyor gibiydi.” Dediğimde hala gözlerime garip bir şekilde bakan Kadir’e gülümseyerek
“Aştığımı düşünüyordum. Yani artık canımı yakamayacak kadar değersiz görüyordum. Ama bugün 19 yıl boyunca elimi bir kez bile tutmayan kadının annelik duygusundan yoksun yaratıldığını düşünürken, küçük kızının elini sıkı sıkıya tutuyor olduğunu görmek sıkı bir darbe oldu. Yıllarca bana öyle baksın, bana azda olsa annelik yapsın diye bir şeyleri kazanmakla yaşadım. Derlerim başarılı olursa annem bana güler, hata yapmazsam beni sever, başarılı olursam gurur duyar diye hep onun istediği gibi olmaya çabaladım. Olmadı. Üniversiteyi kazandıktan sonra evden ayrılmadan 1 ay önce ‘Aç mısın?” sorusuna ‘hayır dışarıda yiyeceğim’ cevabını verdiği gün son konuşmamızdı.” Dediğimde Kadir,
“Üniversiteyi kazandığında bir şey söylemedi mi?” Diye sorduğunda soru bana o kadar komik geldi ki kendimi tutamayarak gür bir kahkaha attım. Ardından,
“Kazandığımdan haberi bile olmadı. 2 ay Ankara’da bir kafede çalışıp para biriktirdim. Ardından bir not yazıp bende hayatından çıktım. O kadar önemsediği kızıydım ki yokluğumu 1 hafta sonra fark etti ve bana
“’Kendi ayaklarının üzerinde durma zamanın gelmişti’ mesajını atarak hayatından gitme kararımdaki memnuniyetini belli etti.” Dedim ve kahvemi yudumlamaya devam ettim. Anlattıklarım ağır gelmiş olacak ki uzun bir süre sessizliğin hâkim olduğu kafede kahvemizi içtik.Yaklaşık bir saatin ardından saatin geç olduğunu fark eden Kadir, kahvesini mutfağa bırakmaya gittiğinde bende kendi bardağımı bırakmak için peşinden gittim. Mutfaktan girdiğim dakikada kapıdan çıkan Kadir ile çarpıştım. Elimdeki kahve bardağı yere düştü ve ben dengemi kaybedip yere düşeceğim esnada kendimi Kadir’in kollarında buldum. Beni belimden kavrayıp, göğsüne yapıştırdığında gözlerimiz birbirine kenetlendi. Dudaklarımız birbirine o kadar yakındı ki kalbimin atışını kesinlikle duyabildiğine emindim. Nefesim o kadar sıklaşmıştı ki her an bayılabilirdim. Gözleri karanlık bir çukurdu. Bataklık gibi beni içine çekiyordu. Her an beni öpecekmiş fakat bunun içinde kendi ile savaşıyor gibiydi. Gözleri gözlerimde dudaklarıma gitti. Ardından tekrar gözlerime baktı. Tekrar dudaklarıma baktığında
“Lanet olsun” diye söylendi ve dudakları dudaklarımı buldu. Bedenimde şimşekler çarptı. Ayaklarımın altından yer kayboldu. Bedenim neredeyse felç geçiriyor gibiydi. Öpüşü resmen başımı döndürüyordu. İçimde patlamaya hazır bir duygu seli var gibiydi. Karşı koymak için ellerim yerinden kıpırdamıyordu bile… Aklım gözlerini kocaman açmış bana ‘ne yapıyorsun sen’ sinyali verirken kalbim neredeyse yerinde zıplarcasına ‘Kadir Ertürk seni öptü’ diye bağırıyordu. Evet Kadir Ertürk beni öpmüştü. Karşı koymak istemiş ama başaramamış beni öpmüştü…