Bölüm 1- Demirhan Operasyonu..
Gece, Hakkâri’nin dağlarına çökerken sessizlik yerini teyakkuzun sertliğine bırakmıştı. Sınır hattına yakın Karataş Karakolu’nun içi tıpkı dışı gibi soğuktu. Mercan Karalı'nın yüzü beton duvarlar kadar sertti. Masasında dosyalar açık, gözleri tek bir ismin üzerinde kilitli:
-Orhan Demirhan-
Mercan, dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak Orhan’ın fotoğrafına baktı. Gözlerinde nefretin her tonu hakimdi. Yıllardır izlediği, defalarca operasyon düzenlediği, ama bir türlü yakalayamadığı adam… Sıradan bir kaçakçı değil, kanın ve karanlığın içinde kurduğu imparatorlukla bölgede kanun yazan bir Demirhan aşiretinin başıydı. Ama aynı zamanda… bir saplantı. Mercan’a duyduğu hastalıklı takıntı, artık onun her hamlesine gölge düşürüyordu.
"Her seferinde elimden kayıyorsun. Her yaklaştığımda bir adım daha uzaklaşıyorsun. Ama.. ama elbet düşeceksin Orhan Demirhan." diye mırıldanıp kapattı dosyayı.
Derin bir nefes aldı. Tam kalkacaktı ki telsizden acil anons sesi böldü odanın sessizliğini.
“Karataş-1, Karataş-1, merkezden acil kod düştü. Sınır hattında üç tır tespiti. Demirhan hattı. Şüpheli yüklenim var. Talimat bekleniyor.”
Mercan hemen kalktı ayağa;
“Belkide o gün bugündür Demirhan..!” dedi içinden. Telsizini masadan alıp;
“"Koordinatları al Ateş.. Tim hazır olsun. Beş dakika içinde çıkıyoruz." diyip fırladı odadan.
Karakolun avlusunda, yedi kişilik Arkasızlar Timi hazırdı. Her biri farklı geçmişlere sahip, ancak aynı amaç için bir araya gelmişti.
"Hedefimiz net. Üç TIR, sınırdan yasa dışı silah sevkiyatı yapacak. Görevimiz, sevkiyatı durdurmak ve suçüstü yakalamak. Herkes pozisyonunu biliyor. Harekete geçiyoruz." dedi Mercan Komutan. Sesinde ki sertlik dağların ayazına meydan okuyan cinstendi adeta.
Beş dakikaya kalmadan da zırhlı araç karakoldan çıkarken, gökyüzü tamamen siyaha bürünmüştü. İçeride sessizlik hakimdi ama her birinin elleri silah dipçiklerinde, parmakları tetik kıvamındaydı.
"Uydu sinyallerine göre TIR’lar henüz sınır hattına girmemiş ama yoldalar. 17 dakikaları var."
"Yani bizden önce oraya varacaklar mı demek bu?" dedi Sarp, bir yandan cephaneliğini kontrol ederken.
"Of yine hareketli bir gece. Umarım bu sefer patlatacak bir şey bulurum." diye ekleyip sırıtmaya başladı. Ekibin maskotuydu Sarp. En kritik noktalarda, olmadık esprileriyle ekibin yüzünü güldürürdü.
Ama Mercan Komutanın sesi böldü araçtaki gülüşmeyi.
“Hazırlıklı olun,” dedi Mercan.
“Bu adam en beklenmedik anda en olmadık hamleyi yapar. Saçma ama etkili.”
Mercanın sesinden bu gecenin olumsuz sonuclanma ihtimalinin bir bedeli olacağını belliydi.
Tırların ilerlediği koordinata vardıklarında Mercan eliyle “dağılın” işareti verdi. Her biri pozisyon almıştı hemen.
"Yerini aldın mı Ateş.! Dürbünle her açıya hâkim ol. İlk hamle bizden gelecek." dedi Mercan.
Ateş’in sesi telsizden kısık ama net geldi: "Anlaşıldı komutan. Konum alındı. Vuruş açısı net..!”
Sarp, Miraç, Şero ve Baran pozisyonlarını aldı hemen. Esma arka tarafta, acil müdahale çantasını omzuna alarak diz çöktü. Mercan, termal dürbünüyle TIR’ların geldiği yönü tarıyordu. Sınırdan giren üç TIR, tozlu yolda ağır ağır ilerliyordu.
"Herkes tetikte olsun. Kod kırmızı. Müdahale izni bende. Hiçbir ateş emri benim onayım olmadan verilmeyecek." dedi Mercan timine.
Çok geçmeden tırlar, sınıra varmadan durmuslardı. Ama içinden ne çıkan oldu, ne hareket eden bir nesne.
"Komutanım, bu sessizlik hayra alamet değil." dedi Şerafettin.
“Farkındayım..” diyip Baran’a basıyla işaret verdi Mercan ve elleri tetikte ilerlediler tırlara doğru.
Hedefe yaklaşırken;
Mercan yüksek sesle bağırıp:
"Ellerinizi görebileceğim şekilde dışarı çıkın! Yavaşça!" diye seslendi, ama cevap gelmedi. Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından sürücüler ağır ağır çıktı tırlardan.
Mercan, orta tıra yaklaştı. "Kapakları açın!" diye bağırdı.
Sürücüler ellerini havaya kaldırdı. Şaşkın ve suskunlardı.
Baran;
"Bu TIR’larda bir iş var," diye mırıldanırken,
o anda, üç TIR’ın arka kapakları aynı açıldı.
Ve bir anda gökyüzüne yüzlerce… hatta, binlerce balon yükselmeye başlamıştı. Rengârenk… Sınır hattının ortasında bir çocuk şenliği gibi.
Gördükleri şeyle tüm ekip afallamıştı.
“Ne oluyor lan?” dedi Sarp nefesini tutarak. Bir asker korkuyla silahını kaldırdı ama Mercan eliyle durdurdu. Ardından bir tırın önüne bırakılmış beyaz bir buket belirdi.
Üzerinde bir not vardı. Mercan usulca eğilip, zarfı aldı.
“Peşimde olduğun kadar peşindeyim, yosun gözlü komutan.
Doğum günün kutlu olsun.”
Gözleri kısıldı sinirden Mercan komutanın. Sol elindeki eldiveni sıyırıp kâğıdı buruşturdu ve fırlattı yere.
“Komutanım, notu incelemeye göndermeyecek miyiz?” dedi Esma.
“Gönderdiğimiz hangi nottan sonuç aldık Esmer.. Pezevenk kılıfını hazırlamadığı hiç bir işe girişmiyor..!” diye karşılık verdi Baran.
Ortamın gerginliği haf safhadayken;i
“Yaş günü için sınır yakan kaçakçı... Romantizmin de hastalıklı olanı.” dedi sinirini bastırmak için gülerek Sarp.
Ama Mercan komutan gözünü karanlığın en derinine dikmiş, bakıyordu öylece boşluğa.
“Sadece kibir..! Ve şov..! Ama oyun bitti Demirhan..” dedi sesini yükselterek ve silahıyla havada salınan kalpli balonu hedef alıp, bastı tetiğe.
O karanlığın içinde onları izleyen adamı görmeden, biliyordu orada olduğunu. Onu izlediğini.
“Alın sunları, Toparlanın gidiyoruz..” diyip bindi araca.
Giden zırhlı araçların arkasından, bir sigara yakıp, sırıtarak baktı Orhan Demirhan.
“Sen bana gelmeden oyun bitmeyecek yosun gözlü komutan.. Bugün değilse yarın, elbet benimsin..” diyip bindi siyah jeepine ve kayboldu karanlığın içinde.
Araçlar karakola girerken, hepsinin yüzünde bir öfke vardı. Mağlubiyetin öfkesi değildi bu, Orhan Demirhanın onları getirdiği oyunun öfkesi, hırsı.
“Yarın sabah siyah odada toplansın herkes..!” diyip indi araçtan Mercan ve hızla girdi odasına..
Mercanın içeri girmesiyle;
"Ne o Koordinat koordinat dedin Esmer. Ama bak... şu Orhan denilen dangalak... üç kamyon balonla şov yapsın diye bize koca geceyi haram ettirdi ya... Ben dedim size direk patlatalım geçelim diye. Sinirim bozuldu," dedi Sarp.
"Önce Allah, sonra koordinat, Sarp," dedi Esma. Sesi yumuşaktı, bir o kadarda keskin. Timin içindeki tek kadındı Mercan dışında ama baktığında gözlerinde hiçbir merhamet görünmezdi. Onun gözlerinde de bu gece Orhan Demirhana karşı sonsuz öfke vardı yine.
“Nasıl her seferinde bir adım önde oluyor bizden..” diye sinirle mırıldandı Şero Baran’a.
Ama Baran hiçbir şey söylemeden başını camdan dışarı çevirdi. O konuşmazdı. Asla gülmezdi. Ama timde kimse onun ne zaman ne yapacağını kestiremezdi.
“Belli ki Mercan komutanın başka planı var. Sonu yakın sınır piçinin. Hadi dağılalım, sabah ola hayır ola..” diyip lojmana doğru ilerledi Ateş.
Ardından tüm tim üyeleri, tek tek dağılmıştı. Ama bu gece kimsenin gözüne uyku girmeyecekti, en çokta Mercan Karalı’nın..
~~~~
Ay ışığı, Demirhan Konağı’nın geniş terasını gümüşle örterken, Orhan ağır adımlarla girdi avluya. Ellerini arkasında birleştirip gözlerini ufka dikti. Gecenin serinliği tenine çarpıyor, ama o sadece yukarıda kendisini bekleyen babasına bakıyordu.
Halis Ağa, elleri arkasında bağlı, başı dik, bakışları keskin öylece izliyordu oğlunu.
Orhan başıyla babasına selam verip, adımlarını terasa yönlendirdi. Babasının gözlerinde tanıdık bir duruş, eski bir öfke kıvılcımı vardı. Sessizlik, saygının değil, hesaplaşmanın sessizliğiydi.
Oğlunun adım sesleri ile, Halis ağa terası ardında bırakıp, büyük salona doğru ilerledi ağır adımlarla.
Orhan salona girer girmez babasının bakışlarını üzerinde hissetmişti. Halis Ağa onu baştan ayağa süzdü önce. Öyle bir bakış ki, neyi doğru neyi yanlış yaptığını tek kelime etmeden anlatıyordu.
“Hiç akıllanmayacak mısın Orhan .! Devletle oyun oynamak, akıl kârı mıdır, de hele!” dedi Halis Ağa, sesi yorgun ama toktu.
Orhan dudaklarında tehlikeli, sınır tanımaz bir gülümsemeyle baktı babasına. Ceketini çıkarıp koltuğa kendini bıraktı. Başını arkaya yaslayıp gözlerini tavana dikip;
“Bu toprakların devleti de benim, kanunu da baba.” diyip gözlerini hafif araladı. “Sen Demirhanları hafife mi alırsın artık baba?”
diye ekleyip, kapattı gözlerini.
Halis Ağa derin bir nefes alıp, başını iki yana salladı. “Dikkat et.. O kadın… Mercan Komutan… Sonunu getirecek. Hem senin, hem bizim.”derken sesi fazlasıyla endişeli ve tehditvariydi yaslı adamın. Lafının devamını getirmedi ama Orhan anlamıştı babasının alttan verdiği ikazı.. Mercan Karalı ve Yüzünü kimsenin bilmediği Arkasızlar Timi’nin adı çoktan yayılmıştı memleketin dört yanına çünkü.
Bu kirli işleri yapanlar için, önlerine engel olan herkes yok olmalıydı.
Babasının imalarıyla Orhan’ın gülümsemesi soldu anında. Gözleri babasının gözlerine kilitlendi.
“Sakın…” dedi öfkeyle. “Sakın baba… Kadına yaklaşılmayacak. O meseleye kimse elini uzatmasın. Bu benim davam.”
Ama Halis Ağa’nın bakışı yumuşamadı. Sözleri bıçak gibi indi gecenin ayazında salonun ortasına;
“Olur da soyuma, soyadıma leke düşürecek olursa o komutan… seni yoksayar, kanını dökerim o gezdiği dağlara. Ben sözümü çiğnemem Orhan.. Ayağını denk al..” dedi sert bir tınıyla.
Bu defa Orhan irkildi. Babasının tehditleri alışık olduğu türden değildi. Gözlerinde geçmişin kanlı defterleri vardı.
Halis Ağa cevap beklemeden yürüdü, kapının eşiğine geldiğinde arkasını dönmeden;
“İki güne kardeşin geliyor. Gönül işlerini bir kenara bırakta, ikna et onu.. Asrın burada kalacak artık. Kendi toprağında, kendi soyunun arkasında duracak bundan böyle. Ne yap ne et ikna et onu..!” dedi
Ve çıkıp gitti.
Kapı kapandığında Orhan elini cebine atıp, sigara paketini çıkardı. Bir dal yaktı önce, ardından dumanı havaya savururken:
“Onu da hallederiz Halis Ağa.. Onu da…” diye mırıldandı ya