B İ R
Temmuz ayının yakıcı sıcaklığına rağmen şehri saran yağmur, bunaltıcı havaya tezat yeryüzüne serinlik kazandırmıştı. Gökyüzü yağmurdan sonraki parlaklığı kazanmasına rağmen hâlâ çiselemeye devam ediyordu. Kalabalık sokak yağmurdan dolayı tek tük insan bırakmış, zeminin ıslaklığı geçen arabalarla etrafa sanki sonbaharı andıran görüntüyü armağan etmişti. Mis gibi toprak kokusu vardı caddede.
Sonuna kadar aralanmış kapıya doğru hızlıca koştu ve Esra’nın geri çekilmesiyle kafeye girdi. Üzeri çok ıslanmamıştı ama eşarbının önü ne kadar ıslanırsa ıslansın alnına düşmekten geri kalmamıştı. Uzatılan peçeteyi aldı ve yüzünü sildi. Solukları artık düzenli bir hâl aldığı zaman Esra’ya, “Hayırlı sabahlar,” demeyi ihmal etmedi. Esra, yarım kalan işine dönerken Elif lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Haftanın ilk günü olduğu için biraz sonra oluşacak yoğunluk için yardıma gitti. Bazı sabahlar kendisinin yaptığı tarifleri bu sabah Esra devralmıştı ve oldukça lezzetli bir görüntü ortaya çıkmıştı.
İki genç sessizce işlerini yaparken bu sefer içeriye giren Haris dikkatlerini dağıttı. Ellerindeki poşeti köşedeki masaya koyup iki genç hanıma döndü. Elif, elindeki işi bırakıp köşeye otururken, poşetlere ilerlerleyen Haris, tezgâh arkasındaki eşine tebessümle baktı. Daha bir ay olmuştu evlendiklerinde ve neredeyse ilk günün aksine daha fazla heyecanla sarılıyorlardı evliliklerine. Esra, bu bir ayda Haris’i daha iyi tanımış daha fazla ona bağlanmıştı. Beraber aynı mahallede büyüdükleri için de bu sevgi geçmişten bu yana süregelmişti. Haris, Elif’in sütkardeşiydi, Esra ise en yakın dostuydu. Haris’in anne ve babası o çok küçükken vefat etmişler, Haris’te bu yönden Saliha Hanım ve Ahmet Bey’in himayesi altında büyümüştü. İkisi de Haris’i çok seviyor asla kendi evlatlarından ayırmıyordu. Haris, bu evde çok güzel büyümüştü. Saliha Hanım ve Ahmet Bey onu büyütmekle kalmayıp ahlaken de çok güzel yetiştirmişlerdi. Haris, bu yönden kendini hep şanslı hissediyordu. Onu mahallede severlerdi, herkesin dilinde dolanan ahlakı ve insanlığı vardı.
Elif, kaçamak bakışlarla genç çifte bakıyordu. Aralarındaki muhabbet onu hep mutlu ediyordu. Haris’le ara sıra çocukça tartışmaları olsa da ona olan sevgisi bambaşkaydı. Haris dışında bir ablası bir de abisi vardı. Ablası ile uzaklıktan dolayı pek görüşemeseler de abisi ile neredeyse sık sık beraberlerdi. Kafeyi açmasında ona destek sağlamaları Elif için şüphesiz büyük bir hediyeydi. Gittiği üniversitede aklında hep kafe açma fikri dolanıp durmuş en sonunda bu isteğini abisi ve babası geri çevirmemişti. Bitirdiği üniversiteden sonra mesleğini yapmak istemeyişiydi birazda bunu sağlayan.
Babası yani Ahmet Bey, emekli müftüydü ve sahafı vardı. Emeklilik onun için can sıkıcı bir hâl aldığında babası Selim Bey’den kalan küçük sahafı büyütmüş ve burayı sadece sahaf değil birkaç hizmet için kullanmaya başlamıştı. Burası onun için bir sahaf değildi sadece, ayriyeten birkaç gençle birleşip ilim dersleri yaptığı meclisti. Annesi Saliha Hanım ise Kur’an kursunda eğitimciydi ve gönüllü bir şekilde ihtiyaç sahipleri için kermesler düzenlerdi. Ara sıra annesine yardım ettiği olurdu Elif’in. Bazen de babasının yanında okumalar yapardı. Bu onun için büyük bir zevkti.
Gelen müşteriler çoğalınca Elif tezgâhın arka tarafına geçti. Haris de kahvaltı için gelen öğretmenlere servis için siparişlere döndü. Elif, Haris atanamayınca kendisini kafeye ortak etmiş, beylerle kendisinin ilgilenmesini istemişti. Haris, bu yönden daha fazla çalışmış ve kafeyi beraber büyütmüşlerdi. Konya’da küçük bir mahallede büyük bir müşteri kitlesine sahipti Kafe Heybe. Müşteri yoğunluğunu daha çok öğretmenler ve öğrenciler oluştururdu. Hem okula yakın olması hem de işlek bir caddede oluşu bu yönden artı puandı. Ara sıra okuldan çıkan öğrencileri izlerdi Elif, ara sıra da onu… Çoğu zaman onu abisiyle kafesine geldiğinde görür kimi zamanda günlerce göremezdi. Yine o gün okuldan çıkışını gördü. Okul bahçesi gözüktüğü için kolaylıkla görebiliyordu. Sessiz sessiz yürüyüşü, bakışlarını yerden kaldırmayışı onu daha rahat görmesi için bir nedendi. Lakin uzun uzadıya bakmaktan kaçınırdı, gönlü bu tuhaf his karşısında dolup taşıyor, ona göre kendine hâkim olmayı zorda olsa başarıyordu.
“Elif!” İsmini duyduğu an irkildi. İşine fazlasıyla daldığı için Haris’i son an da fark etti.
“Hı! Bir şey mi oldu?” Haris, başını eğip Elif’in yüzüne baktı. Gülümsemesi genişledi ve yine leylalara daldığı için bir şey demedi. “Çay, diyorum. İki çay.”
“Ha, tamam.” Hızlıca iki çay koydu ve Haris’e verdi. Haris, başını iki yana salladı. Elif, biraz önceki dalgınlığını yok sayıp iki çay da kendilerine koyup köşede oturan Esra’nın yanına ilerledi. Bugün çok fazla konuşmadıkları aklına geldi. Esra ile neredeyse hep yan yana oldukları için evlilik biraz aralarını açmıştı. Elindeki bardağın birini Esra’nın önüne koydu. Esra, elindeki defterden başını kaldırmayı başardığında önündeki çayı aldı.
“Yeni bir tarif mi?”
“Geçen gün evde denedim. Beğenince kaybolsun istemedim. Biraz da kendim bir şeyler ekledim. Yapıp göreceğim.” Elif de tarife kısaca göz gezdirdi. Esra’nın elinin lezzetini bildiği için, “Şimdiden tutacak gibi,” dedi. Esra, emin bir tavırla başını salladığı gibi bazı noktalarda yardımını istedi. Şimdilik deneme süreçleri devam ediyordu.
“İstersen mutfağa geçip halledelim, Haris ilgileniyor zaten.”
“Olabilir. Ben bir üzerinde çalışayım. Değiştirmem gereken yerler var.”
“Tamam o zaman.” Esra, tarif üzerinde çalışırken Elif de onu sessizce izledi. Bugün için önceliği ona verdi. Bazı zamanlar kafedeki hareketliliği izliyordu. Haris’in bazı müşterilerle sohbet edişini, çocukların şen şakrak sesini… Tebessüm etti, hayatındaki bu dinginliği seviyordu. Kalkıp plağa bir lot taktı. Erkin Koray’dan çalan “Seni Her Gördüğümde” müziği bazı zamanlar açıp hiç sıkılmadan dinlediği müzikti. Müşterilerden bazıları sesin geldiği yöne dönerken kimi istifini bile bozmadan sohbetine devam ediyordu. Ayağına dolanan şeyle feracesinin uçlarını toparladı. Dibinde gördüğü Hureyre ile eğildi. Yumuşacık sarı tüylerini okşadı.
“Acıktın mı sen bakayım.” Kedinin mırıltısı Elif’i güldürdü. Ayaklarının dibine pusan kediyi alıp köşeye geçti. Onun için özel ayırdığı mamayı kabına koydu. Çoğu zaman dışarıda beslerdi ama kedinin miskinliği şu an için onu dışarıya yönlendirmedi. Mamasını yiyen kedinin bir yandan tüylerini okşuyordu.
“Ay buldum!” Elif, Esra’nın heyecanlı sesiyle irkildi. O kadar çok dalmıştı ki düşüncelere, bir an beklemediği ses şu an kalbinin atışını hızlandırdı.
“Esra, ödümü kopardın ya.” Esra, tatlı tatlı sırıttı. Önce Elif daha sonra Haris yanına gittiğinde Esra, rahatlıkla arkasına yaslandı. Elif, durumu anlasa da Haris şu an hiçbir şey anlamamıştı. Genç hanımlar Haris’in şaşkın yüz ifadesine bakıp güldüler.
“Tarifin eksik yanını buldum.”
“Allah’ım ya rabbim… Ben de bir şey oldu sandım.” Haris söylene söylene yanlarından ayrıldığı an Esra ve Elif, gülmeye devam ediyordu. Haris, arkasına dönüp parmağıyla sahte tehditler ediyor, Esra ise cilveli bir şekilde omuz silkiyordu. Elif, dudaklarını birbirine bastırıp bunca şeye rağmen hâlâ böyle olan iki gence şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyordu. İkisi de birbiriyle o kadar uyumluydu ki gıpta etmemek olmazdı.
Çalan telefon aralarındaki gülüşü böldü. Elif, cebinden çıkardığı telefonu kulağına götürür götürmez annesinin selamını aldı.
“Aleykümselam anne, hayırdır nefes nefese kalmışsın yine.” Telefonun arkasında kalan ses hararetliydi.
“Tamam anne, birazdan çıkıyorum. Hadi Allah’a emanet.” Telefonunu cebine koyup Esra’ya döndü. “Annem eve götürülecekler var dedi, ben kursa geçiyorum Esra. Siz de erken kapatırsınız bugün kafeyi.”
“Tamam, sen merak etme. Selam söyle Saliha ablaya.”
“Aleykümselam.” Askılıktan çantasını aldı ve, “Hadi Allah’a emanet olun, yarın görüşürüz” dedikten sonra kafeden çıktı. Giderken bir an okula gözü kaydı. Belki bir umut, istediği kişiyi görmekti ama pek istediği gibi gitmedi. Bu yüzden adımlarını hızlandırdı. Konya’nın düz caddelerinden geçti. Geçerken tanıdığı birkaç kişiye selam verdi. Çok geçmeden de kursa ulaştı. Kursun önü yoğundu. Sanırım temizlik vardı. Hafta sonu olduğu için de öğrenci yoğunluğu azdı. Köşede annesini gördü. Nevin Hanım’la içeriden çıkanları inceliyorlardı. Hızlıca yanlarına ulaştı, selam verdi. İki hanım Elif’e bakarken Elif, önlerindeki eşyalara baktı.
“Aleykümselam kızım, bunları eve götüreceğiz ama biz şu an eve geçemiyoruz. Sen bunları hallediver kızım.”
“Bunları ne yapacaksın anne?”
“Lazım işte kızım, sen götür daha sonra konuşuruz.”
“Tamam.” Kitapları poşetleyen Nevin Hanım’ın yanına ulaştı. Ona da kısaca selam verip yardım etmeye başladı.
“Şunları sen alacaksın Elifciğim. Diğerleri bize geçecek.”
“Onları da götürebilirim istersen.”
“Yok kızım, bunları Akif alacak.” Duyduğu isimle bakışları Nevin Hanım’a kaydı. Akif, Nevin Hanım’ın oğluydu, onunda kalbine hükmetmekte zorluk çıkardığı tek kişi… O an o sesi duydu. Donup kaldı. Yüreğinde filizlenen çiçekler şaha kalktı. Sıcacık oldu. Kalbi telaşla atmasa belki dönüp bakabilirdi bir çift göze. Güzel suretinde dinginleşebilirdi ama yapamadı. Ona bakarsa ondan gidemezdi. Bu yüzden isminin zikredilmesini çok geç fark etti. Arkası dönük olan adamla göz göze gelmemekti amacı ama bunu bozan Nevin Hanım oldu. Günlerce bir kere görmek istediği adam artık tam karşısındaydı. Tutundu bir çift göze, usulca baktı belli etmek istemezcesine. Biliyordu ki ona tutunduğu yerde kaçmak imkânsızdı. Ama o imkânsızlığa rağmen yine de tutundu ve orada yeniden can buldu.
…
Her yol bir nasibe bağlıdır. Bazı zamanlar umulmadık an da yakalar seni. Ne yaparsan yap bunu değiştiremezsin. Allah’ın sana vaat ettiği ve her yönden kaderin çizgisini sana sunduğu yer bir başlangıcın eşiğiydi belki de.
Elif, bu başlangıcın neresindeydi bilmiyordu, bu yüzden de bazı şeyleri düşünmekten vazgeçmişti. Ne kadar çabalarsa çabalasın gönlündekileri kaderine şart koyamazdı. Ettiği dualar, yaşadığı efsunkâr hisler onun sadece kendine ait özel alanıydı. Akif’i sevse de onun ilgisini çekmediği için kızamazdı.
Poşetteki kitapları kitaplığa yerleştirdi. Dalgındı ve bu dalgınlığın arasında dudaklarından minik tebessüm döküldü. Bir saat önce gördüğü adamla sadece merhabalaşmışlardı. Aralarındaki muhabbet bundan öteye gidemiyordu hiç. Biraz da kendisi ürkekti bu konuda. Hayatı sınırlara bağlıydı. Bu yüzden usulca aklındakileri yok etti.
Düşünmeyi bırakıp mutfağa ilerledi. Kendisine bir çay yapıp odasına geçti. Camı araladı önce, temiz havanın odasına girmesine müsaade etti. Bakışları çocuklardaydı. Her birinin şen şakrak sesi huzurlu hissettiriyordu Elif’i. Mahallesinin bu yönünü seviyordu. Sanki eski zamanlardaymış gibi dolu doluydu caddeler. Kiminin eski zamanlardaki oyunları hâlâ devam ettirmeleri, kiminin bisiklete binmesi kiminin ise bir köşede kitap okuması… O kadar güzel anlardı ki Elif, sadece kısa bir an değil uzun uzun izlemişti hepsini.
“Aleykümselam Saadet teyze.” Mahallenin yaşlı üyelerinden olan Saadet Hanım’ın selamını tebessümle aldı. Eşi, on yıl önce vefat etmiş olan Saadet Hanım beş yıl önce oğlunun yanına, bu mahalleye taşınmıştı. Oğlu Melih, yıllardır mahalledeki okulda öğretmenlik yapıyordu. İlk geldiği zaman buradan tanıştığı bir hemşire ile evlenmiş, sevdikleri bu yerde temelli kalmaya niyetlenmişlerdi. Yirmi yıla yakındır da buradaydılar. “Nasılsın Saadet teyze, gittin mi bugün kısır yemeye?”
Saadet Hanım heyecanla, “Gittim kızım gittim,” dediğinde Elif sessizce kıkırdadı. Saadet Hanım’ın kısır sevdiğini bilen komşular gün olduğu vakit onu çağırmadan durmazlardı. Saadet Hanım, bu mahallenin en cana yakın, en yardımsever kadınlarından biriydi. Herkes ona olan hürmetini eksik etmezdi.
“Oh oh, afiyet olsun. Ama hep komşulara gidiyorsun, al torunları da bir yanıma gel.”
“Ah be kızım, senin orada ta nerede. Yaşlandık evladım yaşlandık.” Hem söyleniyor hem de ilerliyordu. Elif, arkasından tatlı tatlı bakındı. Saadet Hanım’la sohbet etmeyi severdi. Ara sıra kekini yapar yanına giderdi ama şu sıralar yoğunluktan ötürü sohbetinden uzak kalmıştı.
Yatağa oturdu ve sırtını baza başlığına yasladı. Yorgunluk kendini yavaş yavaş belli ediyordu. Üzerindeki miskinlik arttıkça hayallere dalıyor daha sonra bir çift kehribarlara ulaşıyordu. Dudakları genişledi. Yıllarca kendi içinde yaşadığı bu his günden güne çoğalıyordu.
Akif’in ailesi ile neredeyse çocukluktan beri tanışıyordu ama Akif ile öyle yılların tanışıklığı yoktu. Akif, neredeyse çocukluğundan beri başka şehirde yaşıyordu. Çocukluğunda yatılı bir okulda kaldığını biliyordu. Babası İsmail Bey, onu hafızlık için bir yurda kayıt ettirmiş, hem okulunu hem de hafızlığını orada tamamlatmıştı. Sadece Ahmet Bey’den duyduğu kadarıyla tanıyordu. Babasının hem müftü oluşu hem de o kursla yakinen ilgilenişiydi uzaktan duyduğu kişiyi tanıması. Liseyi ve üniversiteyi de şehir dışında okuduğu için onu hiç görememişti. Üç yıl önce atandığı bu okul için ailesinin yanına gelmesi onu ilk gördüğü an olmuştu. Bu iki yıl da sessizce sevmiş, sessizce içinde yaşamıştı. Onu ilk sahafta görmüştü. Okul görevi dışında sahafta da Ahmet Bey’e yardım ediyordu.
Düşünceleri çok fazla derine indi. Bu hissi taşımak zordu ama güzeldi Elif için. Ne olursa olsun bu sessizliğe devam edeceğini biliyordu. Komodinin üzerinde duran kitabı aldı. Okumaya gayret gösterdi ama yorgunluğu ağır basınca tekrar kitabı yerine koydu. Biraz uzandı ve derin düşünceler arasında uykuya daldı.
…
Ablasının kucağında duran küçük Tuğçe’yi kucağına aldı. Ablası da bu sayede derin bir nefes almış, elindeki yüklerden kurtulmuştu. Uzun zaman olmuştu ablasını görmeyeli. Tuğçe’nin ne kadar büyüdüğünü dile getiriyor, ablasına dert yanıyordu. Salona geçtiklerinde Saliha Hanım ve Ahmet Bey de çok geçmeden işlerini hâlledip gelmişti. Akşam hep beraber yemek yiyecekleri için Elif, yemek işlerini önceden halletmişti. Ahmet Bey’de Bilal’e haber vermiş, yemek saatine kadar dinlenmeye geçmişti.
Saliha Hanım ve Züleyha, ellerindeki ince işlerle uğraşırken Elif, bir köşeye oturup onları izledi. Züleyha, bu sene yatak odası takımına başlamış ve neredeyse çoğunu halletmişti. Bu işlerden iyi anlayan Saliha Hanım’ın tecrübesine bırakmıştı inceleme işini.
“Aslında çok güzel olmuş ama kenarları bir başka model mi olsaydı?” Züleyha, annesinin tecrübelerine güvenerek, “Keşke başta atsaydım sana modeli,” dedi. Artık bitmek üzere olduğu için çok da üzerinde durmadılar. Züleyha, elişini poşetine geri koydu. İkisinin de saatlerce ince işle uğraşması gözlerini ağrıtmıştı.
O ara kapı zilini duyunca oturduğu yerden kalktı Elif. Kapıyı açması ile üzerine ikiz yeğeni atladı. Bacaklarına sarılan Talha ve Ubeyde ile yere düşmekten son an da kurtuldu. Dibindeki iki bıcır çocukla kaşlarını çattı. İkisinin de yaramazlığı zamanında Elif’e türlü türlü iş açmıştı. Onlara başını sallayarak tepki verdiğinde iki çocuk hiç istifini bozmadı.
“Talha, Ubeyde durun evladım.” Gülsüm, içeri koştura koştura koşan çocuklara seslense de çocuklar arkalarına dönüp bakmamıştı bile. Elif, bu hâllerine gülümsedi, daha sonra içeriye hararetle giren yengesine sarıldı. Peşinden içeriye giren ağabeyi Bilal’in açtığı kolu altına girdi.
“Yengemin Allah yardımcısı olsun.” Bilal, Elif’in örtüsünü öne çekip, “Kınama, başına gelir,” dedi. Elif, ağabeyine ters bir bakış atmayı ihmal etmedi. Kendisiyle uğraştığını biliyordu ama yine de bu sözü pek sevmedi. Kınamak için demediğini bilse de ağabeyi yüzünden içine kurt düşmüştü bile.
“Ağabey, beddua mı ediyorsun dua mı belli değil.” Başörtüsünü düzeltmekle kalmayıp bu sefer kendisi Bilal’in saçlarını dağıttı. Gülerek salona geçmeleri ile gülüşleri daha da arttı. Ubeyde ve Talha, Ahmet Bey’in tepesine çıkmışlar diğer yandan da Tuğçe, onlardan geri kalmamıştı. Gülsüm, çocuklara artık siz iflah olmazsınız der gibi bakıyordu lakin Ahmet Bey hâlinden oldukça memnundu. Hatta çocukların enerjisine uyup evin içinde çocuklarla beraber koşturmaya başladı.
Hanımlar birlik olup masayı kurduklarında beylerde yerlerini aldı. Aile yemekleri haftada bir kere olurdu ama bu sefer daha kalabalıktı. Züleyha, senede bir ya da iki kere geldiğinden aile yemekleri daha neşeli bir hâl alır evdeki eksik bu sayede kapanmış olurdu. Ahmet Bey, belli etmeyerek gülümsedi. Eski günlerini anımsadığı an gözleri doldu. Duygusal bir adam olduğu için böyle zamanlar onun için tarifi imkânsız bir hâl alırdı. Bir tek Haris yoktu aralarında. Onların başka planlarının olması masayı eksik hissettirdi. Yine de onu da aramışlar eksikliği böyle kapatmışlardı.
“Kızım yarın akşama sohbet grubu için keklerinden ve kurabiyelerinden yapar mısın?” Elif, tabakta olan bakışlarını babasına çevirdi. Ara sıra kendisi bir şeyler yapar götürürdü ama ilk defa babasının ricası ile karşı karşıyaydı.
Yarın sahafta sohbet olacaktı ve bu sohbette Akif de olacaktı. Hatta ağabeyi ve Haris de orada olacaktı. Zaten çoğu zaman sahafta oldukları için yaptıklarının aşinası olduklarını biliyorlardı. Dudakları usulca kıvrıldı. Onun olduğu zamanlar bir şeyler yapıp götürmek hoşuna gidiyordu, hatta beğendiğini bilmeyi isterdi ama bunun için aralarında düzgün muhabbet dâhi yoktu. Hızlıca kendisini toparladı, gülümseyişini bir başkası görse rezil olurdu. Zaten Akif’e karşı bir şey hissettiğini kimse bilmiyordu, bilseler cevap bile veremezdi. Bu yüzden her zaman onu gördüğünde kendini zor da olsa tutma becerisine sahipti; ya da değildi… Ama tabii ki o, ciddi kız tavrından ödün vermiyordu.
…
Sabahtan bu yana Ahmet Bey’in söylediği ikramlıklar için uğraşıyordu Elif. Kurabiyeler ve kekler artık hazırdı. Saklama kaplarına özenle koyduktan sonra gideceği pakete yerleştirdi. Yorgunluğuna rağmen sahafa gitmek zor gözükmedi gözüne. Saate baktı, “On beş dakika sonra çıkabilirim,” diye mırıldandı kendi kendine. O ara fazladan yaptığı kurabiyeleri köşedeki küçük metal tepsiye yerleştirmeye koyuldu.
Biten yerleştirme işi ile biraz eğilerek tepsiyi boş olan yere itekledi. Nizami duruşu içine sinmişti. Kalkamadan duyduğu ses ve o an ani hareket kafasını standa vurmasına neden oldu. Bir inilti çıktı dudaklarından. Eliyle kafasını ufalayadurdu kalkarken. Karşısında, “İyi misin?” diyen Akif ve şaşkın gözleri belirdi. Hem kafasını ufalıyor hem de Akif’e bakıyordu. İç sesi “Rezil olacak zamandı” dedi. Cidden rezil olmuştu. Dün Esra’ya laf atan kendisi değilmiş gibi kızarmış yanaklarının onu ele vermesinden korktu. Ofladı. Rezil olmanın verdiği hüsranla dudakları büzüldü.
“İyiyim,” dese de sızlayan başı ve utançtan kızaran yüzü pek de sesindeki yalanı onaylamıyordu. Akif, ne diyeceğini bilemeyerek dudaklarını birbirine bastırdı. Karşısında eli ayağına dolaşmış genç kızın konuşmasını bekledi ilk ama onun da konuşmayacağını anlayınca, “Ben paketleri almaya gelmiştim,” dedi. Elif, şaşkınlıktan ve heyecandan önce boş boş baktı Akif’in yüzüne sonra ise, “Ha evet paketler,” dedi. Bir yere çarpmamak için zor tutuyordu kendini. Hiç de istediği gibi olmadı, önce kafasını çarptığı gibi şimdi de köşede ki tabureye dolandı ama şansı iyi gidecek ki düşmedi, bu da bir şeydi. Normal zaman da olsa asla bunlar başına gelmezdi ama söz konusu Akif olunca elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyordu.
“Rezil kız seni.” Homurdandı sessizce. Biraz önceki kafa vurma olayını tekrarlayabilirdi. Göz ucuyla baktığı Akif ise gülmemek için kendini zor tutuyordu. ‘Kim bilir hakkımda neler düşündü’ diye merak etti. Homurdanmalarını bile duymuşken, Elif bu hareketlerine bir son verdi. Paketi Akif’e uzatıp, “Ben de beş dakikaya getirmek için çıkacaktım,” dedi. Bu ani gelişle yine de memnun olmuştu.
“Ahmet abinin işi vardı, sana da zahmet verdirtmek istemezdik. En azından yol üstünde işim varken ben alayım dedim. Ellerine sağlık tekrardan…” Kapıya döndüğünde Elif’te, “Afiyet olsun,” diyerek giden genç adamın arkasından bakakaldı. Birkaç kelamın eksikliğini hissetti. Oysa birkaç dakika daha kalmasını isterdi. Ne var ki bu düşüncelerinden gerçekten utandı. “Ne oluyor bana” diye söylendi kendi kendine. Bu zamana kadar mahremiyetine dikkat eden kendisi değilmiş gibi davranması iç huzurunu kaçırdı. Bu yüzden tozpembe hayallerini bir kenara atıp artık eski Elif gibi davranması gerektiğini biraz daha kendine hatırlattı.