Ü Ç

2320 Kelimeler
Raflarda dolaşan eli çoktandır okumak istediği divana kaydı. Önce sayfaları karıştırdı her zaman yaptığı gibi, ardından bir alıntıya gözü kaydı: O inci ise; benim gönlüm de onun sedefidir. Çünkü seven ile sevilen birbirinin varlık sebebidir. Köşedeki tabureye oturdu. Parmakları alıntıdaydı, en önemlisi de alıntının kenarında sanki sonradan tekrar bakılmak için işaret bırakılmıştı. Kitap yeni sayılmazdı, iki ya da üç kere okunmuş hissiyatı verdi Elif’e. Severdi de ikinci el kitap okumayı, bu yüzden sahafı sessiz bir vakitte hep ziyaret ederdi. Bu seferde babasının bırakmasıyla gece on birde sahafa gelmişti. Önce ara sıra yaptığı tefsir derslerini yapacaktı lakin tefsir kitabını ararken eline bu kitap geçmişti. Beş, on, on beş dakika derken epey oyalanmıştı. Köşedeki defterine okuduğu bu alıntıyı yazdı. Babası eve yarım saat önce gitmişti, sonra ise abisi Bilal gelip alacak onu eve bırakacaktı. Abisi bu saatte uyumadığı için tek avantajı buydu. Özellikle bu gece abisinin ayrı grup dersleri olacağı için eve geç döneceğini biliyordu. Okudu, okudu, okudu… Saate baktığında neredeyse bir olmuştu. Bu saate kalmayı düşünmemesine rağmen elindeki kitap sayesinde saatin nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Arasına ayraç bırakıp kitabı köşeye özenle bıraktı. Belki bir ara yine gelir okurdu. Roman tarzı bir şey olmadığı için hemen okuyacak diye bir kaide belirlememişti kendine. Şiir kitaplarını da böyle yapardı çoğu zaman. Hemen bitirme gibi bir şart koyarsa böyle kitaplara, o kitaptan asla lezzet alamazdı. Telefondan abisine mesaj attı. Toparlanıp keten çantasına gerekli eşyaları koydu. Artık uyku gözlerine iyiden iyiye vurmuştu. Diğer kitabı da arka rafa koyup geri döneceği esnada bir bedene çarpmasıyla uykulu bir şekilde sendeledi. Çok şükür ki kitaplıktan tutunabilmişti, yoksa yere düşmesi an meselesiydi. Karşısındaki adam, abisiydi. Kendisinin afallamış ifadesi, abisinin merak dolu bakışlarına karıştı. “On dakikadır seni bekliyoruz güzelim, mesaj attın açmıyorsun telefonlarını da.” Telefonu çantasına koyduğunu hatırlayınca abisine, “Kitabı rafa koymuştum, şimdi çıkacaktım,” dedi. Bilal, önden giderken Elif’te önce çantasını alıp ardından ışıkları kapatarak sahaftan çıktı. Tam öne geçecekti ki görmeyi beklemediği yüzle karşılaştı. Geri vites yapıp arka koltuğa oturdu. “Hayırlı geceler.” Sessizce önde oturan genç adama bakarak söylendi. “Hayırlı geceler,” dedi genç adamda aynı şekilde. Bir an bakışları dikiz aynasında kesişti. O ara genç adamında kendisine baktığını fark etti. Geçen günden kalan ukdesi yerinde duruyordu. Bu yüzden sessizce ağabeyine döndü. “Bitirdin mi dersi? Hangi surenin tefsirini yaptın bu gece?” Elif kendisine soru soran ağabeyine dönüp, “Kehf suresini yapacaktım,” dedi. Lafı değiştirip, “Ama Şeyh Galip’in kitabına takılıp tefsir yapmayı unuttum,” dedi. İçinden kıkırdamak geldi ama ortam hiç müsait değildi, yine de azıcık da olsa rahatsız etmeyecek derecede kıkırdadı. Bilal, dikiz aynasından kardeşinin neşeli hâline ortak olup, “Seni o kadar kitabın arasına koyarsak pek de sorulacak soru değildi benimki,” dedi. O an Akif’in de çok nadir rastladığı tebessümünü dikiz aynasından gördü. Kahve, iri gözleri kaçamak bakışlarının ardından ar eder gibi çekildi. “Divan edebiyatına karşı ilgin ne zaman başladı hem senin, pek okuduğunu bilmiyordum.” “Ağabey, sen bence beni pek tanımıyorsun, itiraf et.” Bilal gülümseyip, “Ha suç bende yani,” demesiyle Elif büyük ustalıkla diyeceklerini geri çekti. Zaten duran arabayla konuşmasına engel oldu. Akif, arabadan inip Bilal’i görecek şekilde eğildi. Eğilmesi Elif’e de yakın bir mesafe oluşturmuştu. İkisi de bir an afallasa da tez toparladılar. Genç kız yutkunarak başını öne eğdi. “Bu gece notları atmayı unutma, biliyorsun bütün teminat sende.” İkisi de gülüştü. Bilal elini kaldırıp sahte kızgınlıkla söylenmeye başladı. “Unutmam be kardeşim. Bir yandan sen bir yandan Harun, başımın etini yediniz.” O da Elif gibi ortamdan dolayı araladığı dudağını birbirine bastırdı. Kehribarı barındıran gözleri iri kahve gözlerle birleşince kısacık bir baş selamı ile, “Hayırlı geceler,” diyerek arabadan uzaklaştı. Bu gidiş Elif’te karşı konulmaz bir boşluk bıraktı. Tevafuk muydu yoksa normal bir rastlantı mıydı bilmiyordu. Yine de sevmişti bu rastlantıyı. Arkasından baktığı genç adama karşı koyamadığı hislerine asla tesadüf diyemezdi. “Akif’te mi sizin derslere geliyor?” Sorusu ile Bilal, “Evet,” dedi. Bunu bilmiyordu. Akif’i tanımak güç gelmedi genç kıza. Aslında böyle işlere dâhil olduğunu bildiği için de şaşırmadı. “Siz ne zamandır birbirinizi tanıyorsunuz ağabey?” “Biz üniversitede beraber okuduk. İsmail ağabeylerden dolayı tanıyordum ama pek tanışıklığımız yoktu o zamanlar. Okul vesilesiyle tanışmış olduk.” Elif, bunu ilk defa duydu. Aralarının iyi olduğunu biliyordu, hatta Akif’in abisiyle aynı yaş olduğunu da biliyordu. Başka soru sormadı. Aslında o kadar çok ona dair sorulacak sorusu vardı ki bunu abisine sormaya cesaret edemiyordu sadece. Gülümsedi. Yüreğindeki kıpırtılar şaha kalkmıştı. Onu düşünmek hep güzel gelmişti Elif’e. İçinde dallanıp budaklanmaya kalkmış çiçekler hep açardı ama bu onu görünce bir çiçek bahçesine dönerdi. Evin önüne geldiklerini yeni fark etti. Öyle düşüncelere dalmıştı ki abisinin sesi tam da dibindeydi. Koluna dokunan abisine bakıp, “Hayırlı geceler abi,” deyip yanaklarından öperek arabadan indi. Eve girene kadarda peşinden bakmıştı Bilal. Genç kız zaman kaybetmeden eve girerek kendini dinginliğin kucağına attı. … Elif, kahvaltı masasına otururken masada oluşan yoğunluk keyiflendirdi. Ablası Züleyha, Tuğçe’ye zorla yemek yedirirken hâlden hâle giriyor bu da Elif’in kıkırdamasına neden oluyordu. “El kadar çocuğun yaptığına bak.” Ortaya laf atarken aslında Züleyha’nın tersine geleceğini hiç düşünmemişti. Ablasının öyle bir bakışı vardı ki bir an korksa mı bilemedi. “El kadar çocuk seni bile yoldan çıkarır.” Elif, ablasına bakıp, “Zorla yedirme diyorum sana abla, dinlemiyorsun beni. Öğlene kadar acıkınca görür yememeyi,” dedi. Sanki yılların annesiymiş gibi konuşması Züleyha’yı daha çok sinirlendirdi. Kardeşine öldürücü bir bakış atsa da çok ciddiye alınmıyordu. “Allah Allah, bir çocuğun olunca göreceğim seni küçük hanım.” Elif, ablasını duymazlıktan gelip elinden kaşığı aldı ve, “Bence sen yedirmesini beceremiyorsun, ver bir de ben deneyeyim,” dedi. Züleyha, olacakları bildiğinden elindeki ufak kaşığı ve küçük tabağı önüne koydu. Elif, göğsünü gere gere Tuğçe’ye döndü. Ablasının emin bakışları altında ilk adımını atmıştı. “Hadi teyzeciğim, bak uçak geliyor aç ağzını.” Tuğçe, katiyen açmıyordu ağzını. Sanki yemin etmiş gibi de inatçıydı. Elif, rezil olduğunu hissetmemiş gibi tavırlarına devam edip kaşığı Tuğçe’in dudaklarına bastırdı. “Hadi ama teyzeciğim,” dedi. Usulca Tuğçe’ye doğru eğilip, “Bak rezil rüsva olacağım böyle yaparsan,” diyerek ablasına döndü ve yalancı bir sırıtış ile otuz iki dişini birden gösterdi. “Yiyecek yiyecek.” Züleyha, “Sana hak,” diyerek kahvaltısına döndü. İşi Elif’in başına yıkmasının galibiyetiyle iştahla köşedeki böreklerden aldı birkaç tane. “Suç bende mi ya? Katır inadı var bu kızında abla. Ay yok kınamayacağım, valla kınamayacağım. Sanki zehir veriyoruz.” Elindeki tabağı bıkkınca masanın üzerine bırakıp, “Öğlen yemeğine kadar aç kal da gör sen,” deyip Tuğçe’yle resmen kavgaya koyulmuştu. Masadaki kahkahalar Elif’i bir gram etkilemedi. Burun kırıştırıp Tuğçe’ye baktı. “Kınadın artık bir kere, geçmiş olsun kardeşciğim.” Ablasına gözlerini kısarak baktı. Ya dediği gibiyse, içten içe tövbeler edip durdu. Zaten ne zaman bir şeyi kınasa başına geliyordu hep. Babasına dönüp, “Baba sen fetva versene, kınadığım şeyin tövbesi gerçek olur mu?” diye sordu. Elif’e göre şaka olmayan, ev halkı için bir kahkaha sebebi olmuştu. Züleyha, Ahmet Bey’den önce davrandı. Elini Elif’in sırtına koyup, “Ah güzel kardeşim, sonunun hiç böyle olmasını beklemezdim,” dedi. Ters bakış altında ablasından çekti bakışlarını. Tekrar Ahmet Bey’e dönmesiyle, “Tövbe etmeye devam et sen kızım,” dedi şakaya karışık bir sesle Ahmet Bey. Daha fazla uzayacağını düşündüğünden, “Bu arada kapların mutfakta, eline koluna sağlık kızım hepsi çok güzeldi. Ama kekin kabı sonra gelecek,” dedi. “Neden, ne oldu ki?” Ahmet Bey, çayından bir yudum alıp, “Akif kekini çok beğendi, artınca gerisini ben alabilir miyim, kabı sonra getiririm diye sorunca kap onda kaldı,” dedi. Elif, önce anlamasa da sonradan düşen jetonla içi içine sığmadı. Gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırdı. Yapılan kahvaltı ve toplanan mutfaktan sonra odasına hazırlanmak için gitti. O an zorla tuttuğu gülüşü genişledi. Ayna karşısında hem kendine bakıp hem babasının dediklerini düşündü. Normalde biri beğense bu kadar heyecan yapmazken şimdi Akif’in beğenmesi bütün duygularını şahlandırmıştı. Zihnine bile almaktan korktuğu düşünceyle kıpkırmızı oldu. Sahi yanlış mıydı bunları düşünmek? Yanlıştı elbette. Aklını onunla kurcalaması bile çok yanlıştı. Düşündükçe hayal ediyor, hayal ettikçe gözlerinin önüne genç adamın siluetini getiriyordu. Kıpır kıpır olan binmemne söz geçiremeyeceğini bilmek zor geliyordu. Ne olmuştu da bunca zamandır kendini koruduğu bu düşünceleri Akif yüzünden yok sayması. Ve düşündü yine, nefsi o düşünceleri cezbedici buluyordu ve kız, “Beni de güzel buluyor muydu?” demeyi hiçbir zaman kendinden uzaklaştıramıyordu. Belki de hiç dikkatini çekmemişti Akif’in, belki de gönlü vardı bir başkasında kim bilir. Bu düşünce bile kalbini ağrıttı. Elleri uzun siyah saçlarına gitti ve ardından çıkık elmacık kemiklerine. Allah’ın yarattığına şükür düşerdi elbette ama Elif kendini çok da güzel bulmuyordu, kusurluda bulmuyordu elbette. İri kahve gözleri, ne uzun ne de yuvarlak olmayan yüzü, uzun kirpiklerine yakın uzun orta kalınlıkta kaşları vardı. Çok dolgun olmayan dudakları, normal büyüklükte hafif kalkık bir burnu vardı. Yüzünde en çok sevdiği yer gamzeleriydi sadece. Boyu ise 1.72 idi. Buğday tenine dokunan elleri iki yanına düştü. Hiçbir zaman kendisine pür dikkat bakmayan Akif’le morali bozulsa da en iyisinin bu olduğunu biliyordu. … Peçeteyle terleyen yüzünü sildi genç kız. Ağustos sıcakları umduğundan da yakıcı geçiyordu. Bu sefer fırının başında durmak eziyet gibi gelmişti. Neredeyse akşam vaktine beş saat vardı. Kendini köşedeki tabureye atıp, “Allah’ım çok sıcak,” diye söylendi. Esra ona pür dikkat bakıp, “Elindeki o şişeyi bırakmayı düşünüyor musun artık?” diye sordu. Elif elindeki şişeye aşkla baktı. Bir litrelik şişe bugün dördüncü kez doluyordu. Ayakta kalacak hali kalmadığından tabureye oturup sebile öyle yaklaştı. Bazen sebili kucaklamayı bile düşünüyordu. “Ona şişe deme üzülür.” Esra halsizleşmiş, köşeye pusmuş genç kadını kaşları kalkarak dinledi. “Sorry, bilemedim.” Elindeki tepsiyle köşede bekleyen müşterilere ilerledi. Elif ise zorla ayağa kalkıp fırındakileri çıkartıp soğumaya bıraktı. Bugün üç tepsi kurabiye siparişi alınmıştı. Ayırdığı tahıllı kurabiyelerden epey kırıntı kalmıştı. Onları köşeye bıraktığı kaba koyup kapıya ilerledi. Hah işte oradaydı. Eğilip kabı yere koymasıyla karşıdan gelen kedi kaba yaklaştı. Elif adını Lokum koymuştu her zaman kafenin önünde duran bu kedinin. Kedide onu artık tanıdığı için kolaylıkla yaklaşıyordu. Eğilip beyaz tüylerini okşadı. Annesini ikna edebilse belki lokumu eve alabilirdi ama annesi buna izin vermesi bir kenara dursun, eve alırsa kendisinin eve hiç gelmeyeceğini söyleyince konu kapanmıştı. Bunu tabii gerçekçi olarak söylemese de annesini ikna edememesi biraz canını sıkıyordu. “Kolay gelsin.” Yine kalp çarpıntısı, yine elinin kolunun birbirine dolanması... Nefesini düzene sokmak adına nefesini soludu; üç, iki, bir… Önce başı havaya kalktı birkaç saniye sonra kendisi eğildiği yerden doğruldu. Hayır, kalbi asla uslu durmuyordu. Yine kendi bildiğini okuyup rampaya çıkmıştı. “Sorarlarsa sizi bana, iyi insan dersiniz artık.” İç sesi ne ara kendini öldürmüştü öyle. “Ama ben ölmeyeyim de kim ölsün? Neden böyle karşıma birden çıkıp kalbime kast edersin ki?” Susmayı deneyecekti. Susmayan iç sesi bu sefer, “Saçmalamayı kes artık Elif,” dedi. Evet evet, susmayacaktı anlaşılan. Bu ses zaten nerede olsa susmuyordu da neyse… “Teşekkür ederim, hoş geldin.” Gülümsemesi genişlerken hızlıca kendini toparladı. “Ben hiç böyle güzel gülümsememiştim ki” diye düşündü. Bu yüzden anlaşılmak istemiyordu. “Hoş bulduk. Şey ben kabı getirdim. O gün yani ben kek artınca almak istemiştim.” Genç adamın ne dediğini bilmez bir şekilde konuşması ve elini ensesine götürüp kendini toparlaması genç kadını gülümsetti. Karşısında bir çocuk var gibiydi. Elif, genç adamın elinde duran kabı aldı ama kap boş değildi. Akif, “Boş getirilmez biliyorsun,” diye açıklama yapmayı ihmal etmedi. İkisi de gülüştü. İçinde duran böreklerle iştahı kabardı. Nesrin Hanım’ın o sevilen börekleri kendi evlerinde hep methedilirdi. Akif, veda edip ayrılacaktı ki Elif gelen cesaretle, “Eğer zamanın varsa bir kahve ikram etmek isterim,” dedi. İçinde önce hoş sonra pişmanlık uyandıran bu hisle söylediğini geri almak istedi lakin artık geçti. Yüzü kızarmaktan ötürü yanıyordu şu anda. Hatta karşısındaki adamın da çekingen hareketlerini görünce kaşları kalktı. Utanmış mıydı yani! “Tabii olur.” Cevabını yedi sekiz saniye sonra vermiş olmanın beklentisi ile ikisi de kafeden içeriye girdi. Elif, hemen kahve makinesinin oraya geçerken Akif’te Elif’e yakın olan masaya geçti. Masadaydı bakışları, birleştirdiği eliyle oynuyor genç kadına bakmamak için direniyordu. “O koku, o lezzet. Elif börek bu.” Esra, kaptan bir iki börek alıp yemeye başladı. “Kim getirdi?” “Akif,” diye cevapladı sessizlikle. Esra, bakışlarıyla köşeyi işaret eden Elif’ten sonra oraya baktı. “Neden getirmiş? Ay Elif!” Elif irilen gözleriyle Esra’nın koluna çimdik attı. Şu an hiçbir imayı kabul edemezdi. “Geçen gün babamlara göndermiştim ya birkaç ikram onun kabı. Akif almış fazladan kalan kekleri, kabı da boş göndermek istememiş.” Esra güldü ama daha bir şey demedi. Elif, olan kahveyi götürmeden evvel nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Titreyen ellerini görüp de normale dönmek çok zordu. Masaya bıraktığı kahveyle Akif teşekkür etti, Elif ise tekrar geri işine döndü. Ara sıra Akif’e kaçamak bakışlar atmayı da ihmal etmiyordu en sonunda ise ona baktığı için pişman oluyordu. Sadece aralarındaki sessizlik canını sıkıyordu. Hem aralarında o kadar mesafe varken birkaç kelam etmesinde bir sakınca görmedi; belki de! O konuşacaktı ama Akif de konuşunca ikisinin sözleri birbirine karıştı. İlk sen konuş muhabbetine girmeden, “Börekler çok güzel olmuş, Nevin ablanın ellerine sağlık,” dedi. “Afiyet olsun, o da senin kekini çok beğendi.” Aslında kendisi daha çok beğenmişti ama bunu diyemedi. O da en az Elif kadar utanıyordu. Başını kaldırıp genç kadına bakınca ise ne yapacağını ne diyeceğini bilmez duruma düşüyordu. ‘Peki sen?’ Kendi kendine zihninde biriken soruya bir cevap alamamıştı. Oysa babası Akif’in çok beğendiğini söylerken Akif bunun hakkında bir çift kelam etmedi. “Afiyet olsun,” demekle yetindi genç kız. Akif giden genç kadının arkasından bakmayı bırakıp etrafta gezdirdi bakışlarını. Köşelerde envaı çeşit çiçekler, hemen diğer köşede ise minik bir kitaplık vardı. Masaların üzerinde ufak saksılarda çiçekler duvarlarda da yerini almıştı. Cam kenarlarında ise tavandan sallanan saksılar Akif’in oldukça hoşuna gitti. Kafenin önünde ise ahşap küçük masaların rengârenk sandalyelerine varana kadar her şey çok güzeldi. Beğenmişti kafeyi, Elif’in elinin değdiğini anladı. Akif gelen telefonlarla ilgilenirken Elif umutsuzca döndü işinin başına. “Sevmiyor işte, zorlama,” dedi kendi kendine. Düşen yüzü büyük hayal kırıklığının sonucuydu. Bundan sonrası için yapacak bir şeyi kalmamıştı. Sessizce son verdi aklındakilere ve gelen müşterilerle ilgilenmeye başladı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE