Serap, Hasan Usta ile yaşadığı o yüzleşmenin ardından gelen haftaları, yorgun bir rüyada gibi geçirdi. Geceleri, hem bulaşıkçılık yapıp hem de akşam kurslarına gitmek için çabalıyordu. Hasan Usta, Serap’ın ders kitaplarına bir anne şefkatiyle yaklaşıyor, ona çay ikram ediyordu. Serap, hayatında ilk kez, kendi çabasıyla temiz kalabildiği için huzur buluyordu.
Ancak bu yeni düzenin huzuru, kısa sürede yırtıldı.
Son birkaç haftadır Serap, sürekli bir mide bulantısı ve bitkinlik hali yaşıyordu. Başlangıçta bunu ağır çalışma temposuna ve düzensiz uykuya bağladı. Ama bir sabah, kursa gitmek için metroya doğru yürürken, başı döndü ve neredeyse olduğu yere yığılacaktı.
Hasan Usta’nın ısrarıyla, çekinerek bir sağlık ocağına gitti. Sonuçlar, Serap’ın bembeyaz yüzüne bir şok dalgası gibi vurdu. Hamileydi.
Doktorun söyledikleri, Serap'ın kulaklarında uğultuya dönüştü: Hamileliğin ilk üç ayındaydı. Bu, onun o karanlık döneminde, Ege’nin onu 'farklı insanlara' sunduğu o dönemde gebe kaldığı anlamına geliyordu. Bebeğin babası kimdi? Ege miydi? Yoksa Ege'nin onu sattığı o soğuk bakışlı adamlardan biri mi?
Bu sır, Serap’ın omuzlarına, ailesinin baskısından ve Ege’nin tehdidinden daha ağır bir yük olarak çöktü. O, temiz bir sayfa açtığını sanıyordu; oysa geçmişi, onun rahminde büyüyordu. Bu bebek, Serap'ın utancının ve kurban edilişinin somut bir kanıtıydı.
Serap, elini karnına götürdü. İlk hissettiği şey ne sevgi ne de sevinçti. Korkunç bir yalnızlık ve mide bulandıran bir utançtı. "Benim suçum," diye fısıldadı. "Benim hatam." Ancak çok geçmeden, o Doğu'dan gelen asil damar, başka bir ses fısıldadı: "Bu bebek masum. O, ne karanlığın ne de benim utancımın bir parçası."
Serap, bu sırrı Hasan Usta'dan gizlemeye çalıştı. O'nun kızı olarak kabul ettiği, temiz tutmaya çalıştığı bu hayata, bu lekeyi taşımak istemiyordu. Ama Serap’ın yorgunluğu, bitkinliği ve sürekli değişen ruh halleri Hasan Usta’nın gözünden kaçmadı.
Bir akşamüstü, Serap lavaboda midesini boşaltırken, Hasan Usta usulca yanına geldi. Elinde ıslak bir havlu vardı.
Hasan Usta: "Kızım. Benden sakladığın bir şey var. Senin rengin soluklaştı. Gözlerin, o eski dağların kararlılığını kaybetti. Lütfen, söyle bana. O adam seni yine mi rahatsız etti?"
Serap, hıçkırarak yere çöktü. Hasan Usta’nın ayaklarına sarıldı. Gözyaşları, temizlenme arzusunun son damlaları gibiydi.
Serap: “Usta… Ben… Ben temiz değilim. Ben kirlendim. Geçmişim… Benimle geliyor. Ben hamileyim.”
Hasan Usta’nın yüzü bir an için kaskatı kesildi. Ama bu ne tiksinti ne de yargılamaydı. Bu, derin bir üzüntü ve koruma içgüdüsüydü.
Hasan Usta: (Sesi yumuşak, bir fısıltı gibi.) "Ne zaman öğrendin kızım? Kimden olduğunu biliyor musun?"
Serap: “Bilmiyorum, Usta. O dönemde… O karanlıkta… Bilmiyorum. Belki Ege'den, belki de… Onun sattığı o adamlardan. Bu bebek, benim utancım.”
Hasan Usta, Serap’ı yerden kaldırdı ve sarıldı. Bu sarılış, Serap’ın hayatında aldığı en samimi kucaklamaydı. Babasından görmediği koruma, annesinden görmediği kabullenmeydi.
Hasan Usta: “Hayır, Serap. Sen bir utanç değilsin. Sen kurbansın. Bu bebek de ne utanç ne de kurban. O, senin yeniden başlama şansın. O, senin karanlığı yenip, ışıkta tutmaya karar verdiğin masumiyettir. O, senin temizliğin olacak. Merak etme, sen benim kızımsın. Bu bebek de benim torunumdur.”
Ege’nin Gölgesi
Hasan Usta’nın bu beklenmedik kabullenişi Serap’a dayanma gücü verdi. Ancak bu sırada Ege, Serap'ı uzaktan takip etmeye başlamıştı. Serap’ın o çay ocağına olan sadakati, onun takıntısını daha da körüklüyordu. O, Serap'ın hala ait olduğu fikrine takılıp kalmıştı.
Bir akşam, Serap hamileliğin ilk fiziksel değişimlerini saklamak için bol bir kabanla kursa giderken, Ege’nin arabası sessizce yanından geçti. Ege, Serap'ın yüzündeki yorgunluğun artık o eski, gece hayatı yorgunluğu olmadığını fark etti. Bir şefkat, bir koruma içgüdüsü müydü bu? Yoksa sadece sahiplenme ve merak mıydı?
Ertesi gün, Ege, yine çay ocağının kapısında belirdi. Bu sefer daha sakindi, daha kırılmış görünüyordu.
Ege: “Hasan Usta, Serap ile biraz konuşabilir miyim? Sadece… Nasılsın diye sormak istedim. Artık onu rahat bırakacağıma söz veriyorum, ama… Merak ediyorum.”
Hasan Usta, Serap’a baktı. Serap, artık Ege'den korkmuyordu. O, en büyük sırrını kalbine gömmüştü ve bu sır onu güçlü kılıyordu. Başını salladı. Yüzleşme, Serap'ın iyileşme sürecinin son aşamasıydı.
Serap ve Ege, masalardan birine oturdular. Ege, Serap’ın yüzünü, özellikle de gözlerinin altındaki gölgeleri inceliyordu.
Ege: “İyi misin Serap? Çok yorgun görünüyorsun. Buradaki iş sana ağır geliyor. Gel, sana bir ev tutayım. Çalışmak zorunda değilsin. Ben sana yardım ederim.”
Serap, yavaşça gülümsedi. Bu, Ege’nin görmediği, acı ve bilgelikle karışık bir gülümsemeydi.
Serap: “Biliyorum, Ege. Bana çok yardım ettin, değil mi? Önce beni karanlığa sürükleyerek, sonra da sattığın her an. Ama ben artık iyiyim. Ben artık, sana ait olmayan bir hayata sahibim.”
Ege, gözlerini Serap’ın karnına indirdi. Serap'ın bol kabanının altında bir sır yattığını hissetti. Ege, Serap'ın artık onun için sonsuza dek ulaşılamaz olduğunu, ama aynı zamanda ona sonsuza dek bağlı kalacağını bilmeden oradan ayrıldı.
Serap’ın karnındaki o masum hayat, kurguyu bir sonraki seviyeye taşıyacak, büyük bir dönüşümün tohumuydu.