bc

Bir kadının en karanlık anında bile ışığı bulma, onurunu parayla satmama ve kendi ailesini kurma mücadelesinin nefes kesen roman

book_age16+
103
TAKİP ET
1.0K
OKU
HE
fated
opposites attract
scary
detective
city
addiction
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

​"Beni satın alabildiler, ama ruhumu asla. O karanlıktan bir umut doğdu; adı, Umut."​Van’dan İstanbul’a, aile baskısından kaçan genç ve onurlu Serap, büyük şehrin acımasız dişlileri arasında kaybolur. Hayatı, şehrin en güçlü ve kirli isimlerinden Ege’nin ellerine düştüğünde, Serap’ın bedeni bir bedel, ruhu ise bir esaret haline gelir.​Ege’nin ihanetiyle yüzleşirken Serap, karnında karanlık bir mirasın filizlendiğini fark eder. Bebeğin babası Ege midir, yoksa Serap’ın satıldığı o utanç dolu gecelerin bir gölgesi mi? Serap, yoksulluğu seçer ama onurunu bırakmaz. Oğlu Umut doğduğunda, Serap'ın mücadelesi, Ege’nin parasına ve sahiplenme takıntısına karşı bir ahlak savaşına dönüşür.​Ege, Serap’ın hayatına sinsi yardımlar, gizli DNA testleri ve yasal tehditlerle sızmaya çalışırken, Serap’ın kalbine, dürüstlüğü ve saf sevgisiyle aydınlık bir yol çizen genç iş adamı Demir girer.​Serap’ın Kalbi Bir Savaş Alanıdır: Bir yanda onu parayla satın almaya çalışan Ege’nin zehirli pişmanlığı ve intikam hırsı; diğer yanda, Umut’u kendi çocuğu gibi seven Demir’in karşılıksız desteği.​Hikâye, Serap’ın Van’ın karlı, onurlu topraklarında Demir ile kurduğu yeni hayatın, Ege’nin son ve çılgınca kaçırma girişimiyle sarsılmasıyla doruğa ulaşır. Serap, Mum ışığında, Ege'nin son kefaret ve tehdit dolu teklifini reddederken, geçmişinin zincirlerini sonsuza dek kıracak mıdır?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Serap'ın Özgürlük Kaçışı
Gecenin siyaha çalan lacivert perdesi, Balat'ın eski, çatlak duvarlarına gerilmişti. Serap, kirli beyaz spor ayakkabılarıyla kaldırım taşlarını çiğnerken, sırt çantasının askıları omuz kemiklerini acıtıyordu. Ancak bu fiziksel acı, göğsünde taşıdığı pranganın ağırlığı yanında bir hiçti. Bir saat önce, kimsenin uyanmadığından emin olduğu o sessiz anlarda, anahtar deliğinden çıkardığı mandalı kalbi gibi usulca yerine koymuş, parmak uçlarında yürüyerek o küçük, dar evden nefes alarak çıkmıştı. ​Geride bıraktığı şey... O bir ev değildi, bir hapishaneydi. Duvarları sevgisizlikle sıvanmış, pencereleri ise "el âlem ne der" korkusuyla perdeleri hep kapalı tutulmuş bir hücre. Yirmi yaşına bir kala, "iyi bir kısmet" diye önüne sürülen, yüzünü bile zar zor hatırladığı o adamla kurulan "yuva" hayali, Serap'ın zihninde bir mezar taşı gibi belirmişti. Annesinin keskin ve soğuk sesi, "Kız kısmı evinde oturur, kocasına hizmet eder," sözleri, babasının suskunluğuyla birleşince, Serap'ın içindeki isyan ateşi tavan arasına kilitli bir fener gibi yanmaya başlamıştı. "Kaçmaktan başka çarem yoktu," diye fısıldadı, sesi kuru, dudakları çatlak. ​Yürüdü. Hızlı, kararlı ve arkasına hiç bakmayarak. Ta ki metronun ışıklı, metalik merdivenlerine ulaşana dek. Biletini makineye okuttuğunda çıkan tık sesi, onun için bir kapının kapanışı, bir diğerinin açılışıydı. Trenin yeraltındaki gürültüsü, kafasının içindeki eski sesleri bastıran bir senfoniydi. ​Şehre, yani İstanbul’a vardığında, gökyüzü ilk gri ışıklarını veriyordu. Serap, perondan yukarı, İstiklal Caddesi'nin henüz uyanmamış, ıslak asfaltına adım attı. Yüzüne vuran ilk rüzgâr, bir yaz gününde içtiği ilk soğuk su gibiydi. Göğsü doldu, derin bir nefes aldı. Etrafındaki yüksek, birbirine geçmiş binalar, ışıklı tabelalar, caddenin boşluğunda yankılanan bir çöp arabasının sesi... Bütün bunlar, ona ait değildi. O, artık bir isimdi, bir kimlikti; Serap. Ne "Falanın kızı," ne de "Filanın nişanlısı." Sadece, özgür Serap. ​Bir an durdu. Olduğu yerde, caddenin ortasında. Gözlerini kapattı, kollarını iki yana açtı ve o an, bir perinin kanatlandığına inanarak gülümsedi. "Geldim," diye düşündü. "Artık benim hayatım." ​Ancak bu yüce his, gün ağarıp da cadde insan kalabalığıyla dolmaya başladığında, tenine yapışan bir zehirli sarmaşık gibi yavaşça iç sıkıntısına dönüştü. O büyük şehir, binlerce insana rağmen, tuhaf bir şekilde tek kişilik bir sahneydi. Cebindeki kısıtlı para, sırt çantasındaki üç parça kıyafet ve bir telefon... İşte tüm sermayesi buydu. Bir köşede oturmuş simit yiyen bir adama, el ele yürüyen bir çifte baktı. Gözlerinde ne bir kınama, ne bir sevgi vardı. O büyük makinenin dişlileri gibi, her biri kendi yolunda ilerliyordu. Ve Serap, o dişlilere nereden, nasıl dahil olacaktı? ​Güneş, Beyoğlu'nun binaları arasından kendini gösterdiğinde, Serap bankta tek başına oturuyordu. Özgürlük, tadı çok keskin bir içecekti; midesini yakıyor, başını döndürüyordu. Hayalini kurduğu renkli hayat, şu an sadece yüksek, soğuk ve onu görmeyen bir şehir manzarasıydı. Kalbinin en derininde, bir ses fısıldadı: ​"Şimdi ne olacak, Serap? Ne yapacaksın bu koca, korkutucu özgürlükle?"

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
308.5K
bc

Too Late for Regret

read
277.3K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.6M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.2M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
136.5K
bc

The Lost Pack

read
381.6K
bc

Revenge, served in a black dress

read
145.2K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook