TACİZ
Ilık esen rüzgârın esintisiyle ağaçlardan dökülen sarı yapraklar, etrafa savruluyor, bir iki tanesi yüzüme geliyordu. Her defasında gözlerime ve kumral saçlarıma gelen yaprakları yüzümdeki gülümsemeyle itiyordum. Eylül ayının sonları yaklaştıkça, sonbahar kendini günden güne belli ediyordu. Sıcak havalar geride kalmış, serin havalara merhaba deme zamanıydı. Adımlarımı attığım yolda, esen rüzgâra inat, kollarımın arasında olan kitaplarımı göğsüme bastırıp, itinayla fakülteye gitmek için hızlı hızlı yürüyordum. Sonunda durağa geldiğimde, derin nefes alıp temiz havanın kokusunu içime çektim. Fakülteye giden otobüs gelince, öne doğru adım atıp insanların peşinden otobüse bindim. Oturacak yer olmadığı için cam kenarına geçip dışarıyı izlemeye devam ettim. Kırk beş dakika sonra otobüs fakültenin önüne gelince otobüsten indim hızlı adımlarla.
Kontrol yerinden geçtikten sonra içeri doğru yürüdüm temiz havayı içime çekerek.
İstanbul’un en büyük Tıp Fakültesine sahip olan okulda okumak benim için paha biçilemez bir durumdu. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıp ilk dersin olacağı laboratuvara girip hızla yerime oturdum. Öğrenciler içeri girerken Profesör gelmeden dersimi son kez kontrol etmek için kitabı açtım. Başarılı bir öğrenci olsam da her zaman daha azimle çalışmayı seviyordum. Lise döneminden bu yana doktor olma adımlarıma yavaş yavaş yaklaşıyordum. Önüme çıkan tümseklere takılıp düşmemek için, azim ve güçle derslerime sıkı sıkı tutunuyordum.
İyi bir gelecek iyi bir eğitimden geçerdi.
Öğrencilerin hepsi yerlerine oturunca, altmış yaşlarındaki beyaz saçlı Profesör İsa Bey masasına geçip, elindeki siyah deri çantasını ve bilgisayarını masanın üzerine bıraktı. Bizlere dönüp her zamanki gibi yüzündeki gülümsemeyle sınıfta göz gezdirdi. “Nasılsınız çocuklar?” Ön tarafta oturan birkaç öğrenci, “İyiyiz,” cevabını verip susunca, öne doğru yürüdü profesör.
“Laboratuvardayız ama deney yapmayacağız. Size görsel bir şekilde anlatım yapmak için buraya çağırdım. Şimdi önünüzdeki defter ve kitapları kapatın ve beni dinleyin. Geçen hafta işlediğimiz karaciğer konusunu şimdi size görsel bir şekilde anlatacağım.” Masanın üzerinde duran karaciğer maketini eline alıp, bizlere döndü. “Biliyorsunuz karaciğerin fonksiyonları vardır, bunları geçen hafta örnek olarak size anlatmıştım. Şimdi aranızdan bana örnek verecek olan var mı?”
Yirmiye yakın öğrenci ellerini havaya kaldırıp, konuşmak için müsaade istediler. Profesör gözlerini bana çevirip, “Gel Azra, sen anlat,” dedi. Heyecanla oturduğum yerden kalkıp Profesör ’ün yanına gittim. Tebessümümü yüzümden silmeden elinden karaciğerin maketini aldım. Diğerlerinin rahat görmesi için ön tarafa yaklaşıp, önde oturan esmer çocuktan kalem aldım tebessüm ederek. Derin nefes alıp konuşmaya başladım.
“Karaciğerin fonksiyonlarından biri, vücutta mevcut olan toksinlerin arındırılmasıdır. Vücuda sağlık açısından fazla zararlı toksin maddelerin alınması karaciğerin yükünü oldukça arttırmaktadır. Genel olarak alınan her madde karaciğer açısından zararlıdır. Ancak bazı gıda maddeleri karaciğere daha fazla zarar verebilmektedir. Çoğunlukla aldığımız gıdaların çeşitliliğine göre dikkat ederek çok aşırı beslenme olmadan yeterli derecede mineral ve vitamin alımı sağlanmalıdır.”
Görselin üzerinde göstererek anlatımı tamamladıktan sonra, rahatlayıp gülümsedim. Çekinerek profesörün yüzüne baktığımda onun da güldüğünü görünce içim daha da rahatlamıştı. Aslında bu konuyu lisede işlesek de tekrar yaptığımızda her zaman heyecanlanıyor, bildiklerimi anlatamayacağımı düşünüyordum.
“Aferin Azra, oturabilirsin.”
“Teşekkür ederim.”
Elimdeki maketi masanın üzerine bırakıp sırama geçtim. Profesör dersi anlatmaya devam ederken takılmadan fonksiyonları anlattığım için içim içime sığmıyordu. Eve gidince babama bir an önce derste başarılı olduğumu söylemek istiyordum. Babam ablamla beni okutmak için gece gündüz çalışmış, istediğimiz okulu kazanalım diye özel dersler aldırmıştı. Okulda başarılı oldukça babamı mutlu edeceğimi bildiğim için, bir an önce eve gitmek istiyordum.
Bir saatlik ders bitince masanın üzerinden kitaplarımı alıp ayağa kalktım. Herkes sınıftan çıkarken ben de yavaş yavaş adım atıyordum basamakları inerken.
“Azra, bir dakika gelir misin?”
Sınıftan çıkacağım zaman profesörün sesiyle arkamı dönüp ona doğru yürüdüm.
“Buyurun.”
“Nasılsın?”
“Teşekkür ederim iyiyim, siz nasılsınız?”
“Teşekkür ederim ben de iyiyim. Seni takdir ediyorum, bilmeni isterim. Yaşıtların dersleri boş verip gezerken sen azimle çalışıyorsun.”
Tıp Fakültesinde bir kişinin bile dersleri boş verdiğini görmediğim halde bozuntuya vermeden gülümsedim. Örnek aldığım Profesörden böyle güzel cümleler duyunca utanıp başımı yere eğdim. Tıp okumak zordu, çocukluğumdan beri doktor olmak istediğim için hiçbir zaman derslerimi aksatmamaya çalışırdım. Kolumun üzerinde profesörün kırışmış elini hissedince başımı kaldırıp gözlerine baktım.
“Senin gibi güzel kızlar erkeklerle gezip dolaşıyorken, senin ders çalışman beni gerçekten çok mutlu ediyor. “
Kolumu okşayan elinden rahatsız olup geri çekildim. Gözlerimi sınıfta gezdirince kimsenin olmadığını gördüm. İçimi kaplayan korkuyla bir adım geri gidip, “Ben gideyim.” dedim. “Derse geç kalacağım.”
“Okul çıkışı odama gelir misin? Sana sınavda soracağım soruları vereceğim. Biliyorsun iki hafta sonra sınav var.”
“İsa Bey, bu etik değil.” Şiş göbeğini tutup kahkaha attı sesli bir şekilde.
“Ben her öğrencime sınavda sorulan soruları veririm, onlarda arkadaşları arasında paylaşırlar ve dersimden iyi not alırlar.”
“Ama…”
“Aması yok, ben sizi düşünüyorum. Hadi şimdi sınıfına git ve ders çıkışı yanıma gel.”
Şaşkın hâlde, “Peki,” deyip laboratuvardan çıktım. Diğer derslere girmek için üst kattaki sınıfıma girip sınıfta bir tek konuştuğum Pelin’in yanına oturdum.
“Selam.”
“Selam. Neden geç geldin?”
“Profesör ile konuştuk.”
“Ne diyor moruk? Hiç haz etmiyorum ondan, gözleriyle yiyor kızları.” Kaşlarımı çatıp, “Saçmalama,” dedim. “Evli barklı adam, bizim yaşlarımızda kızı varmış.”
“Valla ben pek hoşlanmadım kendisinden, sen de fazla samimi olma.”
“Sadece dersler hakkında konuşuyorum, onunla ne gibi samimiyetim olur ki?” Elini omzumun üzerine koydu. “Sakin ol. Kötü bir niyetle söylemedim, seni seviyorum biliyorsun.” Başımı sallayıp, “Biliyorum,” dedim.
Derse Filiz Hanım girince susup önüme döndüm. Pelin söylediklerinde haklı olabilir miydi? Koskoca Profesörün böyle bir şey yapacağını aklımın ucuna getirmek istemiyordum. Başımı iki yana sallayıp derse odaklanmaya çalıştım. Filiz Hanım tahtada ders anlatmaya devam ederken, aklımdaki düşünceleri yok edip dersi dinledim. Bir saat süren dersin ardından bahçeye çıkıp çimenlerin üzerine oturdum. Çantamdan telefonumu çıkarıp ablamı aradım.
“Efendim canım?”
“Nasılsın abla?”
“İyiyim güzelim, sen nasılsın?”
“İyi, öyle arayayım dedim.”
“İyi yapmışsın meleğim, benim şu an duruşma salonuna girmem gerekiyor, çıkınca arayım mı seni?”
“Olur ablam. Görüşürüz.”
“Görüşürüz güzelim.”
Telefonu kapatıp bulutların arasından ara ara gözüken güneşin sıcaklığında ısınmaya çalıştım. Ders vakti gelince oturduğum yerden kalkıp biyoloji dersi için sınıfa gittim. Diğer dersler gibi yoğun geçen dersin ardından bugünlük ders programım bitmişti. Sınıftan çıkıp koridorda yürürken profesörün odasına gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım. Merdivenin başına geldiğimde eve gitmenin doğru olacağına karar verip bir basamak indim.
“Azra?”
Gözlerimi kapatıp bu anın geçmesini diledim.
“Aşk olsun, yanıma uğramadan mı gidiyorsun? Ben de seni bekliyordum.”
Ağır bir şekilde arkamı dönüp, üst merdivenlerin başında beni izleyen Profesöre, “Acelem var,” dedim. “Babam hastalanmış hemen eve gitmem gerekiyor.”
Merdivenleri inip, “Hay Allah,” dedi düz sesiyle. “Seni evine bırakayım.” Hızla başımı iki yana salladım. “Gerek yok İsa Bey, ben giderim.”
“Olur mu öyle şey? Bekle sen, arabamın anahtarını alıp hemen geliyorum.”
Profesör yukarı çıkınca etrafıma bakıp, basamakları koşarak inmeye çalıştım. İkişer üçer merdivenleri atlayıp okulun çıkışına geldim. Güvenlikten geçince kendimi hızla durağa attım. Üzerimde fazla para olmasa da boşta duran taksiye binip evin adresini verdim nefes nefese. Korkudan titreyen ellerimi pantolonuma bastırıp kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Acaba ayıp mı etmiştim? Profesör, Pelin’in dediği gibi kötü biri değilse, yarın okula gidince yüzüne nasıl bakardım.
Evime geldiğimde rahatlayıp ailemin yanına salona geçtim. Her akşam olduğu gibi babamın kolları arasına girip uyumaya çalıştım. Ne zaman okuldan gelsem yarım saat de olsa babamın kolları arasında uyurdum. Babam da saçlarımı öper, küçük bir çocukmuşum gibi bana ninni söylerdi. Bizlere ayrı bir düşkünlüğü olan babamın sevgisinden ablam da ben de fazlasıyla yararlanıyorduk. İkimiz de çok şanslıydık. Babam saçlarımı öperken, annem ve ablam sofrayı hazırlamış, yemeğin hazır olduğunu haber verdiler.
“Yemeğini yedikten sonra uyursun Azra.” Başımı salladım. Babamla beraber ayağa kalkıp mutfağa gittim. Yerlerimize oturunca annemin yaptığı dumanı tüten mis gibi yayla çorbasının kokusunu içime çekip, “Hım,” diye mırıldandım.
“Çok güzel kokuyor anneciğim, eline sağlık.”
“Afiyet olsun kızım. Bekleme iç hadi.”
Kaşığı tabağıma daldırıp çorbamı içmeye başladım. Ailemin yanında kendimi güvende hissettiğim için okulda olan olayda aklımdan çıkmıştı. Huzurlu bir şekilde yediğimiz yemeğin ardından, iki saat ailemle salonda oturdum. Odama girince bedenimi direkt yatağın üstüne bıraktım. Derslerime çok çalıştığım için yorgun düşen bedenim uykuya hemen yenik düştü.
Sabah çalan alarmın sesiyle gözlerimi açtığımda gece boyunca gördüğüm kâbusları unutmaya çalıştım. Kendimi her defasında dibi görünmeyen, simsiyah kuyunun içine düşerken görüyordum. Çığlık atmaya çalıştığımda görünmeyen el boğazımı sıkıyor, nefes almama engel oluyordu.
Terden ıslanan askılı badimi çıkarıp banyoya girdim. Ilık bir duşun ardından dolaptan aldığım beyaz bornozu giyinerek odama gittim. Hâlâ uyumaya devam eden ablamın saçlarını öpüp, dolaba doğru yürüdüm. Çürük vişne balon eteğimle siyah gömleğimi aldım. İç çamaşırlarımı giyindikten sonra eteği ve gömleği giyindim. Aynanın karşısında dalgalı saçlarımı tarayıp okula gitmek için odamdan çıktım.
“Azra?” Salondan çıkan babama doğru yürüyüp, yanağını öptüm.
“Günaydın baba.”
“Günaydın kızım, erken değil mi?”
“İlk dersim çok zor baba, erken gidip arkadaşımla kütüphanede çalışacağız.” Saçlarımı öpüp, “Dikkat et kendine,” dedi düşüncesini duygusal olarak yansıtarak. Günden güne kötüleşen ülkede evladını dışarı gönül rahatlığıyla gönderemiyordu. Öyle bir hâle gelinmişti ki zarar verenden çok zarar gören suçlu durumuna düşüyordu. Korkmaması için gülümsedim. “Ederim babam.” Portmantodan trençkotumu alıp babama el sallayarak evden çıktım. Hızlı adımlarla durağa geldikten sonra otobüse bindim. O an kalbimi saran endişe yine tetiklemişti korkumu. Bugün profesörle karşılaşmamak için bildiğim duaların hepsini okumaya başladım. Her ne kadar değer verdiğim profesörde olsa Pelin’den duyduklarım içimi ürpertiyordu. Okula geldiğimde kütüphaneye girip Pelin’le kalp naklinin nasıl gerçekleştiğini kitaplardan ve ders videolarından örnek alarak kendi aramızda fikir yürüttük. Saat sekize gelirken kitabı kapatıp ağrıyan boynumu sağa sola çevirdim.
“Zor ama başaracağız.”
“Kesinlikle, iyi bir doktor olmak için gece gündüz çalışmalıyız.”
“Aynen. Ben özel ders de alıyorum, sınıfta hocaların anlattığı yeterli gelmiyor bana. İstersen sen de benim hocamdan ders alabilirsin, Azra.”
“Bilmem, babamla konuşayım. Açıkçası onu maddi sıkıntıya sokmak istemiyorum.”
“Valla benim de aldığım burs olmasa babam zor karşılar.”
“Okuldan mezun olduğumuzda onları çok mutlu edeceğiz. Pes etmeden çalışmalıyız, Pelin.”
“Kesinlikle. Ben kantine gidiyorum çay alacağım, istediğin bir şey var mı?”
“Bana da çay alırsan iyi olur.”
Masanın üzerinden çantasını alıp ayaklandı. “On dakikaya geliyorum.”
Pelin gidince çalıştığımız konulara tekrardan göz gezdirmeye başladım. Kendimi derse kaptırdığımda kitabın üzerinde karartı gördüm. Başımı ağır bir şekilde kaldırıp omzumun üzerinden arkaya baktım. Yutkundum. Görmek istemediğim kişiyi sabahın köründe tek tük insanların olduğu kütüphanede görünce telaş yaptım. Bu adamın sabah sabah ne işi vardı burada?
“Günaydın Azra.”
“Günaydın İsa Bey.”
Sandalyeyi yavaş bir şekilde geri itip ayağa kalktım. Dikkatli bir şekilde beni izleyen Profesöre korkumu belli etmemek için gözlerinin içine baktım.
“Dün apar topar gitmişsin, arkandan baktım göremedim seni.” Yutkunup derin nefes aldım ciğerlerime. “Acil gitmem gerekiyordu, kusura bakmayın sizi bekleyemedim.”
“Önemli değil. Gel şimdi odama gidelim sana soruları vereyim.”
Ellerimi iki yana sallayıp, “İnanın hiç gerek yok.” dedim. “Bizler kendi başarımızla notlar almalıyız, kopya etik değil. Çalışan öğrencilere haksızlık etmiş oluyoruz.” Gülümseyip, “Ben bunu her öğrencime yapıyorum,” dedi gözlerini üzerimde gezdirirken. “Hem o notları arkadaşlarına da dağıtacaksın. Hadi gidelim.”
Sıkıntıdan ellerimi koyacak yer bulamamış, gözlerimi etrafta dolaştırıyordum. Profesör ısrar ettikçe hayır diyorum ama bir şekilde kendi istediğini yaptırıyordu. Okul burası, ne olabilir deyip çantamı masanın üstünden alıp peşinden yürüdüm. Merdivenleri çıkarken sadece soruları alıp çıkacağım diye mırıldanıyordum kendi kendime. Baskı altında, istemediğim bir olayı yaşıyordum şu an. Okulun en üst katına gelince İsa Bey’in koridorun sonundaki odasının önüne geldim. İsa Bey kapıyı açıp önden girmem için kenara çekildi. Karanlık odaya girince ellerimi kollarıma dolayıp ışığın yanmasını bekledim. Oda ışığın etkisiyle aydınlanınca biraz rahatlayıp masanın yanına giden İsa Bey’i izledim. İsa Bey çekmeceden çıkardığı dosyayı rulo hâline getirip bana doğru yürüdü.
“Al bakalım güzel kız.”
Çekinerek dosyayı almak için elimi uzattım. Tutacağım zaman İsa Bey dosyayı göğsüne bastırıp gülümsedi. Kaşlarımı çatıp geri çekildim.
“Arkadaşım kütüphanede beni bekliyor.”
“Beklesin, ben de uzun zamandır bekliyorum.”
Kaşlarımı çatıp, “Neyi?” dedim titreyen sesimle. İsa Bey elindeki dosyayı masanın üzerine atıp, ciddi yüz ifadesiyle, “Seni,” dedi. Duyduğum kelimeyle bozguna uğrayıp, cevap vermeden kapıya doğru yürüdüm. Kapının kolunu tutup açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu gördüm. Gözlerim yerinden çıkacak gibi büyüdü. Kalbim korkudan patlayacaktı.
“Açar mısınız kapıyı? Lütfen!”
“Şşt, bağırma.”
Hızla arkamı dönüp, “Açın şu kapıyı,” diye bağırdım. İsa Bey kravatını çıkarıp yere attı. Pantolonunun kemerini çıkarmaya başlayınca, çığlık atıp, “Ne yapıyorsunuz?” diye bağırdım. Ona bakmayıp kilitli olan kapıyı açmaya çalıştım. Kapının kilidi üzerinde değildi. Korkudan yerimde zıplayıp hıçkıra hıçkıra bağırdım. “Yalvarırım yapmayın. İmdat!” Kapıya avuç içlerimi sert bir şekilde defalarca vurdum. Elimin içi acıdan kıpkırmızı olmuştu. Pisliğin ellerini belimde hissedince arkamı hızla dönüp suratına sert bir şekilde tokat attım.
“Adi herif, ben senin kızın yaşındayım, hayvan!”
“Bağırma, sana bedava mı verecektim o notları? Sessiz ol ve bana karşılık ver. Okula geldiğin ilk günden beri gözüm senin üzerinde.” Saçlarımı çekiştirip başımı iki yana salladım. “Uzak dur benden hayvan herif. İmdat! Yardım edin, kimse yok mu?”
“Bağırma, bu saatlerde bu koridorda kimse olmaz. Boşuna o güzel nefesini yorma.”
Üzerime doğru gelmeye başlayınca, “Anne, baba,” diye çığlık atarak pencereye koşmaya çalıştım. Karnıma dolanan kolları, bir adım atmama engel oldu. Pis dudaklarıyla boynumun her yerini öpmeye başlayınca, ne kadar çırpınmaya çalışsam da kurtulamadım. Dudakları arasından gelen inleme sesleri midemi bulandırdı. Göğsümden taşan safrayı yere kustum.
“Hiç önemli değil bebeğim, kus.”
Ağlamaktan moraran yüzüm nefessiz kalmama neden olmuştu. Dizlerimin üzerine düşüp bana dokunmasına tekmelerimle engel olmaya çalışıyordum.
“E yeter be. Daha öncekiler senin kadar nazlı çıkmamıştı.”
Yanağımda sert tokadını hissedince başımı yere çarptım. Burnumdan akan kan yere damlayınca gözlerim karardı.
“Baba kurtar beni…”