GÖRÜCÜ MÜ?

3912 Kelimeler
Bazen dilimin tutulduğu anlar olurdu. Şaşırdığımda, korktuğumda ya da çok sevinçli olduğum anlarda. Benden özür dileyip giden adamın arkasından beş dakikadır bakakalmıştım. Dış görünüşü sert bir adam olmasına rağmen benden özür dileyeceği aklımın ucundan geçmezdi. Tamam, onu tanımıyorum, yargısız infaz yapıyor olabilirim ama birazcık bile olsa görüntüsü yumuşak değildi. Ondaki görüntü nedense içimi huzursuz ediyordu. Yüzüme damlayan yağmur damlası yüzünden yolun ortasında durmaktan vazgeçip eve doğru yürüdüm. Merdivenleri hızlı bir şekilde çıkıp kapıyı açtım. Televizyonun sesi geldiğine göre babam evdeydi. Derin nefes alıp ceketimi çıkardım. Odama gitmek için holden geçerken başımı salona uzattım. Koltukta uyuyakalan babama doğru ses çıkarmadan yürüyüp alnını öptüm. Canım babam benim. Yere düşen kumandayı alıp televizyonu kapadım. Üstünü örtmek için yatak odalarından örtü alıp yanına geldim. Üzerine örterken ela gözlerini aralayıp bana baktı. “Geldiniz mi?” “Sadece ben geldim baba, annemle ablam oradalar.” Koltuktan doğrulup başını salladı. Ayağa kalkacağı zaman geri çekilip, “Sana yemek hazırlayım mı?” diye sordum. “Gerek yok, annen gelince hazırlar.” Aksayan bacağını tutarak salondan çıktı. Koltuğa oturup ellerimi başımın iki yanına koydum. Ne olur eskisi gibi olsan baba, evet yaşadığım olayı size anlatamıyorum ama ne olur siz de beni anlasanız. Hepiniz birden bana sırtınızı dönerseniz ben kimden güç alacağım? Bana kim destek verecek? Sizler kadar ben de üzülüyorum. Dolan gözlerimi ovuşturup odama gitmek için koltuktan kalktım. Mutfakta bir şeyler atıştıran babama canım acıyarak bakıp elimi ağzıma bastırdım. Bana kızıp tavır alacaklarını biliyordum ama böyle olacağı aklımın ucundan geçmemişti. Odama girdiğimde bembeyaz duvar, renkli eşyalar bile içimi açmıyordu. Odada insanın içini karartacak bir renk olmamasına rağmen benim ruhum bu odanın içinde sıkışıyordu. Her zaman yaptığım gibi yatağa uzanıp gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesini izin verdim. Toparlanmam lazımdı, bir an önce ayağa kalkıp yol almam lazımdı. Ne zamana kadar evin içinde durup ailemin gözüne batacaktım ki. Babam okula gitmediğim her günde benden biraz daha nefret edecekti. Onun için bu hayatta ayaklarının üzerinde durmak çok önemliydi. Beni evde gördükçe yüzünden ne kadar sinirlendiği anlaşılıyordu. Bir an önce işe başlamam lazımdı. Gözlerimi yatağımın sol tarafında kalan kitaplığa çevirdim. Bacaklarımı yere indirip kitaplığımın yanına geldim. Elime aldığım “Tüm Hastalıkların Zihinsel Engeli” kitabının sayfalarını çevirip aldığım notların üzerinde göz gezdirdim. Okula devam ediyor olsaydım bu dersten çoktan sınav olmuş olacaktım. Odamın kapısı açılınca omzumun üzerinden kapıya baktım. Babam aralık olan kapıdan çekingen bir şekilde beni izliyordu. Elimdeki kitabi görünce yüzündeki durgunluk gitti, gülümseme geldi. “Ders mi çalışıyorsun güzel kızım? Çalış çalış, ben sana meyve tabağa hazırlayayım.” Günlerdir kaçan neşesi yerine gelmiş gibiydi. Bir buçuk aydır ilk defa gülerken dişlerini gördüm. Eminim şu an mutfağa gidip benim için en güzel meyveleri hazırlıyordu. Kitabı bilgisayar masasının üzerine bırakıp sandalyeye oturdum. Onu üzemezdim, onun kalbini kıramazdım. Odanın kapısı açılınca yüzümde olan ellerimi çekip bana gülümseyerek gelen babama döndüm. “En sevdiğin muz ve elmadan çok koydum. Hem ye hem de derslerine çalış kızım. Bu sene dinlenirsin seneye kaldığın yerden devam edersin meleğim. Ben senin için kaynak kitapları da alırım.” Dudağımı ısırıp sandalyeden bir hızla kalktım. Boynuna sıkı sıkı sarılıp günlerdir tuttuğum hıçkırığımı dışarı bıraktım. Babamın omzunda bağıra bağıra ağladım. İçimdeki acıyı dile getirerek bağıra bağıra konuşmak istiyordum. Anlatmak istiyordum yaşadığım o kötü olayı. Dilimin ucuna gelen o zehir zemberek sözleri, elimin altındaki yumuşak gövdeden gelen kalp atışları durduruyordu. Babamın yorgun olan kalbi bu olayı duyduğu zaman yenik düşerdi. Ona bir şey olacağı düşüncesi vücudumu titretirken anlatamazdım. Kendini geri çekmeye çalıştıkça ona sımsıkı sarıldım. Eminim şu an endişeden ne yapacağını bilemiyordu. Benim neden bu kadar ağladığımı anlamaya çalışıyordu. Hiçbir zaman bu kadar ağladığımı görmemişti. Korkuyordu, hissediyorum. Sırtımı okşayan eli titriyor, bedeni kasılıyordu. Ağlamaktan boğuklaşan sesimle, “Seni çok seviyorum babacığım,” dedim. Sırtımı sıvazlayan eli durdu, başını geri çekti. Kahverengi gözleri dolmuş, dudakları titriyordu. Eminim şu an oda benim gibi bağıra bağıra ağlamak istiyordu. “Söylemiyorsun ama o okulda kötü bir şey oldu. Seni bu denli etkileyen olayı öğrenmek için yarın sabah okuluna gideceğim kızım. Gerekirse tek tek arkadaşlarınla, öğretmenlerinle konuşup kızımı üzen kişilere tek tek hesap soracağım.” Bedenim kaskatı kesildi. Gözlerimden akan yaşlar bir anda durdu. Gidemezdi, kimseyle konuşamazdı. Hele ki o pislikle yüz yüze gelemezdi. Geri çekilip yüzümdeki yaşları sildim. Bir anlık kendimi kaybedip duygusallaşmıştım, sonuçları hiç iyi olmayacaktı. Günlerdir takındığım sert maskemi düşürdüğüm için kendime lanet edip geri çekildim. “Fakülteye gitmene gerek yok baba. Bir süre evde ders çalışacağım ondan sonra gidişata göre karar vereceğim.” Kırışmış ellerini yanağıma bastırıp, “Söz mü?” dedi gözlerimin içine bakarak. Başımı aşağı yukarı sallayıp gülümsedim. Kastığı bedeni rahatladı. “Sen şimdi dinlen ben içerideyim kızım. Bir ihtiyacın olursa söyle bana.” “Söylerim babacığım.” Yanağımı öpüp odadan çıktı. Odanın kapısı kapandığı an bedenimi yere bırakıp dudaklarımı ısıra ısıra ağladım. Gözüme takılan meyve tabağı içimdeki öfkeyi alev topuna çevirdi. Babamı üzmek canımı yakarken onun hâlâ beni okutmak için çabalaması pes etmeyeceğini aslında gerçeğiyle yüzüme söylüyordu. Birazdan beni kontrol edeceğini bildiğim için yerden kalkıp sandalyeye oturdum. Kitabı açıp altını çizdiğim yazıları okumaya başladım. En azından ders çalışarak gönlünü alırdım, biraz da olsa. O gün akşama kadar kitabı okumuş not defterime örnekler almıştım. Annem akşam yemeğine çağırdığı zaman bile yerimden kalkmamıştım. Benim bu hâlim annemin, babamın ve ablamın çok fazla hoşuna gittiği için o akşam evde en ufak bir ses bile çıkarmamışlardı. Benim tekrar derslerim için çabalamam yeni bir umut olmuştu sanki. Belki seneye okulumu değiştirme imkânım olursa başka okula giderdim. O okula adımımı atamazdım ama belki yeni bir okul tekrar hayallerime kavuşmamı sağlardı. Gece dışarıda gök gürültülü yağmur yağarken, yatağımda sağa sola dönmekten gözlerime uyku girmedi. Komodinin üzerinde duran saate gözüm kaydığında saatin ikiyi gösterdiğini gördüm. Oflayıp başımı yastığa koyduğumda ablamın telefonunun melodisi odada yankılandı. Bu saatte çalan telefon pek hayır olmazdı. Ablam uyanıp komodinin üzerinden telefonunu aldı. Karşı tarafta kim konuşuyorsa gözleri korkudan büyüdü. Yataktan kalkıp, “Kim o abla?” diye sordum. “Neşe söylesene kime ne oldu? Annen mi? Baban mı? Osman abi mi? Söylesene kim?” Arayanın Neşe abla olduğunu öğrenince telaştan sağa sola giden ablamın elini tuttum. Odanın kapısı hızlı bir şekilde açılınca başımı kapıya çevirdim. Annemle babam telaşla ablama bakıyorlardı. Büyük bir ihtimal sesi duymuşlardı. “Hayırdır kızlar?” “Neşe abla aradı baba, ne olduğunu ben de bilmiyorum.” “Biz oraya geliyoruz Neşe.” Ablam telefonunu kapatıp pencerenin önünde duran sandalyenin üzerinden gri hırkasını aldı. “Ben Neşe'ye gidiyorum baba. Ağlıyor, kesin bir şey oldu.” “Bekle kızım biz de geliyoruz.” Odadan koşarak çıkan ablamın arkasından biz de üstümüze kalın hırkalarımızı giyip çıktık. Karşı binaya geçerken kısa mesafede bile ıslanmıştık. Neşe ablanın evine geldiğimizde, babasından alt kat komşuları polisin yaralandığını öğrenmiştik. Durumu ağır olan polisin ablamın hoşlandığı adam olduğunu duyunca şok geçirmiş, ablamın donan yüzüne bakakalmıştım. Her an ağladı ağlayacak olan ablamı hızla Neşe ablanın odasına getirmiştik. O an dizlerinin üzerine çökerek hıçkıra hıçkıra ağlayan ablamı teselli ederken gözlerim dolmuştu. Daha yeni gördüğüm adam nasıl olurda yaralanırdı. O gece sabaha kadar ablamın sessiz ağlayışlarını dinledik. Ben hoşlanmıyorum diyen kız aslında körkütük âşık olmuştu Selim abiye. Kahvaltımızı ettikten sonra mahalledeki komşularımızla beraber hastaneye Selim abiyi ziyarete gitmek için yola çıktık. Ablam, babam görmesin diye akan gözyaşlarını hızlı bir şekilde siliyordu arabanın içinde. Annem elini tutmuş sanki anlamış gibi destek veriyordu ona. Yarım saatin ardından hastaneye geldiğimizde hep birlikte Buğra abinin önderliğinde Selim abinin ailesinin kaldığı odaya çıktık. Selim abi yoğun bakımda olduğu için onu görme imkânımız yoktu. Büyükler odaya girdiklerinde gençler koridorda kaldı. Bomboş etrafa bakan ablamın yanına Selim abinin ikizi Tuana abla geldi. Ablamın kulağına bir şeyler söyledikten sonra bizlere dönüp, “Biz kantine gidiyoruz,” dedi. O sırada karşımda duran dev, “Selam söyleyin kantindeki adama,” deyince bakışlarımı ona çevirdim. Bana göz kırpıp bakışlarını yere çevirdi. Ne münasebet ne hakla bana göz kırpar bu adam? Benden özür diledi diye kendini bana yakın mı hissetti? Hiç sevmediğim hareketler bunlar. Koridorda durmaktan sıkılınca bakışlarımı Neşe ablaya çevirip, “Su almaya gidiyorum,” dedim. Başını salladı. Onları koridorda bırakıp merdivenlere doğru yürüdüm. Telaşla sağa sola giden insanlara çarpmadan hastanenin dışında olan kantine gelip su aldım. Tekrar hastanenin içine girmek için yol aldığımda karşımda gördüğüm adam yüzünden elim ayağım buz kesti. Sıtma tutmuş gibi vücudum titredi. Boğuluyordum temiz havada. “Bakın hele burada kimler varmış? Azra, sevgili öğrencim. Nasılsın kızım?” Öfke, kin, nefret bütün iğrenç duyguları karşımdaki şerefsize karşı hissediyordum. Boğazıma gelen safrayı yüzüne kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Pis gözleriyle beni baştan aşağı süzüp bana dokunan iğrenç ellerini elime doğru uzattı. Hızla geri adım atıp suratına tükürdüm. İğrenmemiş gibi kahkaha atıp ceketinin cebinden çıkardığı siyah mendille yüzünü sildi. Piç kurusu. “Özledim seni minik kız. Okula gelmiyorsun, neden güzelim, bir sorun mu var?” Tırnaklarımı onun boğazına saplıyormuşum gibi avuç içime batırdım. Öldürmek istiyordum. Onu paramparça yapmak istiyordum. “Yapma böyle güzelim. Beni öldürecek gibi bakma. Yarın okuluna gel kaldığın yerden devam et. Aramızda geçenleri kimseye anlatmayacağım söz veriyorum.” “Piç kurusu.” Kendimi daha fazla tutamayıp suratına tokadı yapıştırdım. Etraftaki insanlar umurumda değildi. Benimle dalga geçen şerefsize tokadı atmasaydım kendi canımı yakacaktım. “Bir sorun mu var?” İşittiğim ses bedenimi karın ortasında çırılçıplak kalmış gibi hissettirdi. Sert ama tok sesi çok fazla duymaya alışık olmasam da kulaklarıma işlenen bu ses beni dondurmuştu. Omzumun üzerinden merdivenlerin başında kaşları çatılı duran adama baktım. Elleri siyah deri ceketinin cebinde, basamaklara sert bir şekilde basa basa indi. Göz bebekleri alev gibiydi. Kaşları ise gözlerinin üzerine inmiş birer perdeydi. Profesöre birazdan seni öldüreceğim der gibi bakıyordu. Yanıma geldiğinde önüme geçip beni arkasına aldı. Konuştuklarımızın ne kadarını duydu deli gibi merak ediyordum, ya da attığım tokadı görmüş müydü? Gergin duran omuzlarından görmüş gibiydi. “Bir sorun mu var dedim, hacı?” “Y- yok bir sorun.” Şerefsizin yüzünü göremesem de sesinden korktuğu ve titrediği anlaşıyordu. Yana kayıp pis sıfatına bakacağım zaman önümdeki dev kolunu açıp yana geçmeme engel oldu. Koca gövdesiyle beni kanatları arasına almış gibiydi. “Bakışlarına sahip çık hacı, maazallah gözlerini yerlerinden söken olur. Zaten bir ayağın çukurda hemen düşersin cehennem çukuruna.” Şerefsiz sert bir şekilde yutkunup, boğuluyormuş gibi öksürmeye başladı. İki lafla altına kaçıracak hâle gelen pislik o gün küçücük bir kıza tecavüz etmeye kalkışmıştı. Önümde duran adama yaşadıklarımı söylesem onu parçalar mıydı? Parçalardı, hem de lime lime ederdi onun buruşmuş bedenini. Korkudan altına kaçıracak kıvama gelen pislik, “İyi günler,” deyip uzaklaşmıştı. Başımı önümde duran adamın koltuk altından uzatıp ayakları kıçına vura vura kaçan şerefsizin ardından tiksinerek baktım. Erkeklik hormonları tavan yapınca acımasızca bir kıza saldırmaktan korkmayan pislik, şimdi ondan güçlü bir adam karşısında donuna yapacaktı neredeyse. Önümde duran adam bana dönüp omuzlarını dikleştirdi. Benden uzun olan boyu daha da uzamıştı. O Edi ben de Büdü gibi olmuştuk. “Söyle bakalım, bu herif senden ne istiyor?” Ellerimi bordo kabanımın cebine sokup yumruk yaptım. “Hiçbir şey,” deyip ondan uzaklaşmak için bir adım geri gittim. Söylediğime inanmamış gibi kaşlarını havaya kaldırıp alayla gülümsedi. “Korkularınla yüzleş, içine kapanık biri olursan üzerine daha fazla gelen kişi olur. Az önce tartıştığın yaşlı moruğu ilk kez görmeme rağmen ondan kötü bir izlenim aldım. Sana olan bakışları aç kurt gibiydi. Benden sana tavsiye kimsenin karşısında ezik durma! Haydi, ben kaçar küçük kız.” Lafını bitirip hastaneden uzaklaştı. O gidince sinir ve öfkeden çığlık atıp taksi durağına doğru yürüdüm. Buydum ben, korkağın tekiydim. Beni tanımayan adam bile çözmüştü. Bir de o pislikten intikam almaktan bahsediyorum. Karşısında korkudan ölecektim neredeyse. Açık alanda olduğumuz hâlde, sağımızda solumuzda yürüyüp giden insanlar olduğu hâlde, sanki her an bana saldıracak gibi hissetmiştim. Ondan korkuyordum, ondan iğreniyordum. Karşısında güçlü olup intikam almam zor olacaktı. Nasıl güçlü olacağımı bilmiyordum. Ablama söylesem bana destek olurdu emindim ama onun da aileme bahsetmesinden korkuyordum. Taksiye binip başımı cama yasladım. Yanaklarımdaki ıslaklığı silip boğuluyormuş gibi nefesimi dışarı bıraktım. Bu olaydan nasıl kurtulacaktım, o pislik adamdan kaçmak için okuldan kaçarken ummadığım anda karşıma çıkması mahvetmişti beni. Depresif hâlimi evdekilere yansıtmamak için o gün akşama kadar sokaklarda gezmiştim. Kimi zaman yağmurun altında durup ıslandım. Kimi zaman alışveriş merkezine gidip kalabalığın içinde yalnız kaldım. Bu süre zarfında ağladım, ağladım, ağladım. Hiç durmadan ağladım. Yanıma gelmek isteyen insanlara sert bir şekilde bakıp benden uzaklaşmalarını sağladım. Kimseye ihtiyacım yoktu. Ben ezik ve kendine güveni olmayan biriydim. Oysaki güçlü bir aileye sahip bir kızın ezik olması tuhaf bir durumken ben ezik ve çaresizdim. Acıyan bakışların canımı daha fazla acıtmasına izin vermeden devasa büyüklükteki alışveriş merkezinden çıkıp, ışıl ışıl olan caddede kollarımı göğsümde bağlayarak yürüdüm. Kahkaha atan insanlar, sevgilileriyle sarılıp öpüşen çiftler, anne babasının elini tutup, çocuksu neşeleriyle bağıran çocuklar gözlerime batar olmuştu. Kimse gülmesin, kimse eğlenmesin, kimse mutlu olmasın, benim gibi. Yürüdüğüm kaldırımda yanımdan geçen insanlara çarpa çarpa olduğum yerde durdum. Benim durmamla önümde ve arkamdaki insanlar ağızlarından homurdanıp kenara kayarak yollarına devam ettiler. İstediğiniz yere gidin, hiçbiriniz umurumda değilsiniz. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde caddeden vızır vızır giden arabalara baktım. Sol tarafıma baktığımda kocaman cam pencerenin arkasında oturup eğlenen insanları gördüm. Nereden bakılsa içkili ortama benzeyen mekân bu gece beni çağırıyordu. Hayatımda hiçbir zaman ağzıma bir kere bile alkol koymadığım mekân beni günaha davet ediyordu. Susuz kalmış ruhuma derman olacakmış gibi kanıma giriyordu. Adımlarımı beni çağıran mekâna yöneltip sıcak ortama adım attım. Burnuma işleyen koku henüz yolun başındayken bile sarhoş etmişti beni. İlk anda kanıma karışmıştı alkolün zehri. Sağ ve sol taraflarda yuvarlak masaların olduğu bölümlere göz gezdirdim. Dolu ve tehlikeliydi. Bakışlarımı karşımda duran bar bölümüne çevirip oraya doğru yöneldim. İçimdeki sessiz Azra, hata yapıyorsun dese de durmayıp yürüdüm. Tezgâha ellerimi koyduğumda içkilerle ilgilenen kız bana dönüp gülümsedi. Karşılık vermedim. Sadece donuk bakışlarla yüzüne baktım. “Merhaba tatlım, ne istersin?” Yok olmak, bu dünyadan göçüp gitmek istiyorum. Ben gittiğimde ailemin arkamdan ağlamamasını istiyorum. Yüzüme bakmaya devam eden kız gülümseyip, “Pekâlâ,” dedi. Arkasını dönüp raflarda duran iki içki şişesini alıp çalkalayıp küçük bir bardağın içine döktü. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Saf su gibi duruyordu. Küçük bardağı bana uzattığında, içmem için gözleriyle bardağı işaret etti. Ellerim titreyerek bardağa değdiğinde, gözlerimi kapatıp hiç düşünmeden küçük bardaktaki sıvıyı içtim. Bir anda yuttuğum küçük acı su birikintisi boğazımı alevler içinde bıraktı. Gözlerimi kocaman açıp elimi tezgâhın üzerine koydum. Nefes nefese kalmıştım. Hayatımda içtiğim en acı sıvıydı. Zehir gibiydi. Kız bana doğru yaklaşıp elimi tuttu. “Bundan sonra merak edip içmezsin sanırım.” “Ne?” Sesim acıdan pürüzlü çıkıyordu. Kız başını iki yana sallayıp bardakları silmeye devam etti. “İçki seni çarpamadan evine git, burası senin için pek güvenli değil.” Benim için güvenli yer neresiydi acaba? Okul mu? Asla, benim için en tehlikeli yer orasıydı. Evim mi? Kesinlikle en güvenli yer ailemin olduğu yerdi. Beynime dank eden soruyla gözlerimi hızla etrafıma çevirdim. Herkes içki içiyor, sarhoş oluyordu. Benim burada ne işim vardı? Yeni yeni yerine gelen aklım yaptığımdan utanmamı sağlayacak şekilde büzülmüştü. “İçki birazdan seni çarpar evine git. Para vermene gerek yok, benden.” Karşımda konuşan kıza başımı ağır ağır sallayıp arkamı döndüm. Ben ne yapmıştım böyle, ailemin yüzüne nasıl bakacaktım? Toparlanacağım derken batıyordum. Ben bitiyordum. Ölüyordum ben. Adını bilmediğim içki bedenimi yavaş yavaş esir alırken başım dönmeye başlamıştı. Bir bardak içkiden sarhoş olunur muydu? Bunu bile bilmeden neyime içmiştim ben? Gözlerim kararmaya başlarken caddeden geçen taksiyi durdurup arka koltuğa oturdum. Zorla evin adresini söyledim. Taksinin içi sıcaktı ve leylak kokusu sarmıştı. Ağır koku içime işledikçe midemden taşan safrayı çıkaracaktım. Camı açıp yüzüme havanın gelmesini sağlarken bayılacak gibiydim. Alnımı yarım açık olan cama yaslayıp bir an önce evde olmayı diledim. “Geldik.” Şoförün sesiyle baygın gözlerimi açıp etrafa göz gezdirdim. Mahallemdeydim. Çantamdan zorla para çıkarıp şoföre uzattım. Ne kadar verdiğim konusunda bilgim olmadan kendimi dışarı attığım gibi içimdekileri dışarı çıkardım. Taksi yanımdan gittiğine göre az para vermemiştim. Midemdekileri sokağa boşalttıktan sonra evimizin demir kapısına bastırdım. Kapıyı itmeye çalıştıkça ileri gitmiyordu. Omzumu kapıya yaslayıp tüm gücümle ittim. Aralanan kapının arasında kendimi içeri atıp soluklandım. Nefes nefese kalmıştım. Merdivenler neredeydi? Gözlerimin önüne perde inmişti. Nereye gittiğimi bilmeden boşluğa yürür gibi adım attım. Ayaklarım basamaklara çarpınca, gülümseyip ellerimle basamaklara dokundum. Neyse ki basamaklar bir yere gitmemişti. Yerden doğrulup duvara tutunarak merdivenleri sersemleşmiş hâlde çıkmaya başladım. Birinci kata geçmiştim. Kaldı ikinci kat. Aynı gayretle ikinci katın merdivenlerini de çıkıp, dönen başımı duvara yasladım. Bizim ev bu kadar uzak mıydı? Sahi nerede bizim ev? “Anne! Anne neredesin?” “Azra?” Annemin sesini duyunca, “Annem,” diye bağırdım. “Neredesin? Seni göremiyorum.” Duvara sürtünerek basamaklara oturduğumda kollarımı biri tuttu. Gözümün önünden geçen dumanlar yüzünden karşımdaki kişinin kim olduğunu anlamasam da bana kızgın olan biriydi sanırım. Bu kişi babamdı. “Azra ne yaptın sen?” diye bağırıyordu. “Babacığım.” “Sana inanamıyorum Azra, bunu da yaptın ya ben bir şey demiyorum artık.” Babam bir şeyler söylüyordu, duymuyordum. Kollarımdan iki kişi tutmuş beni çekiştiriyordu. Midem tekrar bulanınca nerede olduğumu bilmeden bulunduğum yere kustum. “Ah Azra ah, ne yaptın sen!” Bir yandan kusuyor bir yandan yanı başımda beynimin içine bağıran anne ve babamı itmeye çalışıyordum. “Susun.” Bedenim birden yerden havalanıp sıcak bir alana girdi. Sanki uçuyormuşum gibiydim. Suratıma buz gibi su gelince irkilip beni tutan kişiye sarılmaya çalıştım. “Dur dayıcım.” Su yüzüme çarptıkça çırpınıyor, beni sıkı sıkı tutan kollardan kurtulmaya çalışıyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama beynim kendine gelmeye başladığında banyoda olduğumu, annem ve dayımın sürekli yüzümü ve saçımı soğuk suyla yıkadığını anladım. Eminim suratım kıpkırmızı olmuştu. “İyi misin, Azra?” “İyiyim dayı, sen nasılsın?” “Hiç iyi değilim güzelim, şu hâline bak ne oldu sana böyle anlamıyorum. Ah kızım, ne diyeyim ben sana!” Annemle ikisi koluma girip banyodan çıkardılar beni. Kapının önünde duran babamla göz göze gelince gülümsedim. “Bu hâlin ne? Sabahtan beri evde yoksun arıyoruz telefona cevap vermiyorsun, akşam ise eve geldiğinde sarhoş hâldesin!” Ağrıyan başımı tutup, “Bağırma,” diye mırıldandım. “Arkadaşlarımla beraber içtik, ne oldu ki? Hem ben büyüdüm bana karışmayın.” Konuşuyordum ama ne söylediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kelimeler öylesine dökülüyordu dışarı. Babam elini havaya kaldırınca dayım beni arkasına alıp, “Sakın enişte,” diye bağırdı. “Sen pişman olursun. Ben alıp benim eve götürüyorum. Bu akşam benim evde kalsın.” Babamın dolan gözlerine bakınca dudaklarımı büzüp omuzlarımı silktim. Sanırım yine ailemin canını acıtmıştım. Ertesi sabah başımın ağrısıyla uyanmıştım. Gözlerime iğne batıyormuş gibi hissediyordum. Kendime geldiğimde dün gece yaptığım saçmalıklar birer birer gözlerimin önüne geldi. Rezildim ben. Sorumsuz bir evlat gibi davranmıştım. Babamı, annemi çok üzmüştüm. Ben dün gece yapmamam gereken bir şey yaparak ufak fırsatı tepmiştim. Dayım ve yengem odaya geldiklerinde yanıma oturup konuşmadan saçlarımı sevmişlerdi. Ne kadar aciz biriydim ben, ailemi sürekli üzüyordum. Bir saatin ardından duş almış, dayımla beraber eve gitmek için yola çıkmıştım. Eve gidinceye kadar ailemin yüzüne nasıl bakacağımı düşünmüştüm. Babam kovsa haklıydı. Onu utandırmıştım. Dayımla eve geldiğimde ailem mutfakta kahvaltı yapıyordu. Ablam kapıyı açıp yüzüme bakmadan mutfağa gittiğinde başımı yere eğip, hak ettin dedim kendime. Sırtımda dayımın elini hissedince mutfağa gitmenin zamanı geldiğini anlamıştım. Korka korka yürümüştüm. İçeri adım attığımda annem, babam sessiz bir şekilde kahvaltı ediyorlardı, ablam ise kendine kahve yapıyordu. Bakışlarım odak noktam olan adama değince, sert bir şekilde yutkunup ona doğru adım atmıştım. Başını önündeki kahvaltı tabağından kaldırmayan adamı yaralamıştım ben. Dizlerimin üzerine çöküp alnımı bacaklarının üzerine koymuştum. Defalarca özür diledim, defalarca affetmesi için yalvardım. Ağladım, bağırdım. Bacaklarına sıkı sıkı sarıldım beni affetmesi için. Eğer saçlarımın üzerinde nasırlı ellerini hissetmeseydim ölürdüm. O da ağladı ben de ağladım. Mutsuz olduğumu, depresyonda olduğumu söyledim. Beni psikiyatriste götüreceğine emindim. Saatlerce yalvarmanın sonucu beni affetmişti. Yanaklarımı öpüp sıkı sıkı sarılmıştı bana. O beni affetmişti ama ben kendimi affetmeyecektim. Her zaman huzur dolu olan yuvamıza gözyaşı getirmiştim. Öğlen vakti dediği gibi beni özel bir hastanede psikiyatriste götürmüştü. Karşımda duran doktor derdimin ne olduğunu anlamaya çalışır gibi beni incelemiş iki söz söyleyip antidepresan ilacını vermişti. Ben depresyona girmiştim. Bunalımdaydım, babama öyle demişti. Üstüne fazla gitmeyin kendi hâline bırakın demişti. Elimde tuttuğum ilaçlar yaralanan ruhumu iyileştirecekse ben bu kutunun hepsini bitirirdim. Eve geldiğimizde her şey normalmiş gibi davranıyorlardı. Annem her akşam hazırladığı meyve tabaklarını önlerimize koymuş babamla gülüşerek konuşuyordu. İyileşmem için eskisi gibi davranmaya başlamışlardı. Evin zili çalınca ablam ayağa kalkıp kapıyı açmaya gitti. Ben de uzandığım koltuktan doğrulup salona giren Sevim teyzeye gülümsedim. “İyi akşamlar komşularım, nasılsınız?” “Sağ olasın Sevim, gel otur. Pınar, Sevim teyzene meyve tabağı getir kızım.” Ablam mutfağa gideceği zaman Sevim teyze, ablama durması için elini uzattı. “Söylemesi ayıptır akşam yemeğini fazla kaçırmışım, hiç zahmet etme kızım.” “Biraz ye yine de.” Sevim teyze göbeğini anneme gösterip, “Senin gibi zayıf değilim, bana daha fazla kilo aldırma,” dedi gülmekten zıplayan göbeğini tutarak. Ablamla gülümseyip başımızı iki yana salladık. Her zaman yemek yemeği çok seven bir Sevim teyzemiz vardı. “Ben buraya size bir şey demeye geldim. Ali ve Ayşem biliyorsunuz sizler benim kardeşim gibisiniz. Ayşem bu binaya gelin geldiğinde kendi kız kardeşim taşınmış kadar çok sevindim. Birbirimize dost, akraba olduk.” “Öyle Sevim.” “İşte ben de bu yüzden size bir şey diyeceğim.” Elini dizine vurup bakışlarını bana çevirdi. “Azra'ya görücü gelmek istiyor. Dün sabah beni aradılar eğer siz uygun görürseniz bu pazar günü tanışmaya gelecekler.” Gözlerimi kocaman açıp Sevim teyzenin gülen yüzüne baktım. Kim beni isteyecekmiş? Bakışlarımı annemle babama çevirdiğimde gülümsüyorlardı. Babam çatala batırdığı elmayı ısırıp, “Güzel şakaydı,” dedi. “Şaka değil gerçek. Şu bizim alt katta oturan polislerin tanıdığıymış. Kız Ayşem güne gelen Demet yok mu, o işte. Zaten o gün belli değil miydi Azra'yı beğendiği. Oğlu askermiş, adı da Talha. Biraz Azra'dan büyük ama olsun. Erkeğin büyük olması iyidir. Olgun olur en azından. Ben bir konuşun derim tabii Azra isterse.” Annemle babam kahkaha atıp meyvelerini yemeğe devam ettiler sakin bir şekilde. Sanki Sevim teyze kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. “Ne diyeyim insanlara?” “Hayır de Sevim, benim kızım henüz on sekiz yaşında, okuyacak o. Ne kocası?” “Bir ay sonra on dokuz olacak.” “Sevim...” Sevim teyze babamın sertleşen sesinden sonra susup, “Ben söyledim karar sizin,” dedi. “Bu kızların hepsi benim, Neşe'den hiçbir farkları yok. Allah hepsine hayırlı kapılar nasip etsin.” “Âmin Sevim.” Onlar konuşmaya devam ederken, ablam hâlâ bana şaşkınlıkla bakıyordu. Sanırım o da çok şaşırmıştı. Acaba beni isteyen adam kimdi? “Gel odaya gidelim. “Ablama başımı sallayıp meyve tabaklarını alıp odaya girdik. “Sen Talha'yla konuştun mu hiç?” “Talha? Tanımıyorum ben onu.” “Nasıl tanımıyorsun? Dün hastanede gördün ya.” “Dün bir sürü kişi gördüm abla hangisinin Talha olduğunu bilmiyorum.” Yatağa uzanıp, “Bilme zaten,” dedi. “Sakın aklına böyle şeyler getirme. Bu sene olmasa da seneye okula gideceksin.” Elimde tuttuğum kırmızı kazağımı yere atıp, “Yeter,” diye bağırdım. “Bıktım sizin bu okul laflarınızdan, gına geldi. Gitmiyorum okula anladın mı gitmiyorum. Gelmeyin üzerime, gelmeyin. Eğer okula gitmek istemiyorsam bunu kabullenin, sürekli okul okul diye başımın etini yemeyin.” Uzandığı yataktan kalkıp karşıma geçti. Parmağını yüzüme doğru sallayıp, “Benimle kısık sesle konuş,” dedi dişlerinin arasından. “Sen de bana karışmaktan vazgeç. Ben kendi ayaklarımın üzerinde dururum. Okumayan insanlarda iyi yerlerde çalışıyor, ayakları üzerinde güçlü duruyor. Uğraşmayın benimle.” İkimiz de anne ve babamızın duymayacağı şekilde bağırarak konuşuyorduk. Yıllarca sevgimize şahit olan odamız bu gece kavgamıza, birbirimize olan öfkemize şahit oluyordu. “Aklını başına al Azra, otur evde derslerine çalış, bir sene sonra okula gideceksin. Gitmezsen saçından sürer ben götürürüm.” Omuzlarından tutup onu geri ittim. “Bir halt yapamazsın.” Yorganı kaldırıp yatağın içine girdim. Yastığı ısırarak ağladım. Biz kopuyorduk, birbirimizden uzaklaşıyorduk. Odanın kapısı sert bir şekilde kapandığında yerimden sıçrayıp, başımı mor yorganımın içinden çıkardım. Yatakta doğrulup sırtımı başlığa yasladım. Sanırım beni isteyen adama evet demeliydim. Ailemi paramparça etmeden bu evden ayrılmalıydım. Onlar benden nefret etmeden evlenip gitmeliydim. İçimde taşıdığım büyük sıkıntım vardı. Bunu hiçbirine anlatamıyordum. Ablama anlatsam herkesten çok tepki vermesinden korkuyordum. Evlilik kararı belki hayatım boyunca en büyük pişmanlığım olacaktı. Ama ailem benden nefret etmeyecekti. Evlenecektim. Beni isteyen adamla evlenecektim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE