SEVDA ESİRİ 1. BÖLÜM
Başlamadan evvel herkes buraya bir kelebek kondurabilir mi? 🦋
Amcasıgil Kadir beyin evinden dönen Esma, başı önünde bir vaziyette hızlıca kendi evine doğru yürüyordu. Hava kararmaya başlamıştı ve derhal evde olmalı idi genç kız. Yoksa anası Zehra kadın geç kaldığı için, hiç şüphesiz akşamı zehir edecekti ona. İyi kadındı anası vesselam, lakin sinirlendi mi, veyahut istemediği bir hadise oldu mu, işte o vakit Zehra kadından korkmak icap ederdi. Esma da bunun olmasını istemiyordu pek tabii.
Esma evinin yakınına geldiği vakit ağabeyi ve arkadaşlarının arabayla ilgilendiklerini gördü. Babası Bekir bey ve ağabeyi Seyyid Ali çalışmış, didinmiş ve en nihayetinde kendilerine bir araba almışlardı. Köylük yerdi öyle herkesin arabası yoktu gayrı. Meraklısı da gelip bakardı. Ki bunların çoğu genç delikanlılardı hiç şüphesiz.
Başını iyice önüne eğip, gençlerin yanından geçmeye başladı. Bir ara kafasını kaldırıp eve bakınca anasının camdan kendisine baktığını gördü. Usulca yutkundu genç kız. Geçe kaldığı yetmiyormuş gibi, bir de oğlanların yanından geçiyordu. Suçu yoktu Esma'nın katiyen, oradan geçmesi lazım idi çünkü başka geçeceği bir yer yoktu.
Hızlı hızlı yürürken en olmayacak şey oldu. Acele işe şeytan karışır misali, ayağı döndü ve henüz yeni on sekizine basmış olan Esma yere düştü. Can havli ile çığlık atmış ve ayağını tutmuştu genç kız. Şüphesiz ayağı çok acıyor ve canı yanıyordu. Bu sırada da durduramadığı gözyaşları ip gibi akmaya başladı.
Esma'nın çığlığını işiten Seyyid Ali, bacısına doğru koşmaya başlamıştı. Ancak ondan evvel Esma'ya yakın olan Ömer genç kızın imdadına yetişmişti.
Yirmi ikisinde olan Ömer, işittiği acı dolu çığlık ile hiçbir şey dahi düşünmeden o yöne koşmuş ve genç kızı yerde görmüştü. Muhtemelen ayağına bir şey olmuştu. Elini uzatıp dikkatlice Esma'nın ayağına dokundu.
"Şişt! Ağlama dur hele ayağına bakayım." diyen Ömer genç kızın ayağını incelemeye başladı. Öte yandan da kızla konuşup, acısını unutmasını sağlamaya çabalıyordu genç adam. "Amma biliyor musun bende küçükken yere çok düşer canımı acıtırdım. Şimdi büyüdüm ve canım artık acımıyor. Büyüyünce geçer küçük kız." demiş ve göz kırpmıştı.
Besbelli idi ki Ömer, Esma'yı küçük sanmıştı. Bir bakıma da öyle idi. Çünkü Esma bedenen çok ufaktı. Ağabeyi uzun ve cüsseli biri iken, o zayıf ve ufaktı. Ondandır Ömer onu öyle sanıyordu. Doğrusu Ömer, Esma'yı pek görmezdi ki. Çünkü Zehra Hanım kızının dışarı çıkmasına müsaade etmezdi. Bugün de Sevda çok ısrar etti diye izin vermişti. Yoksa mümkünatı yoktu Zehra Hanım izin vermezdi bir yere gitmesine.
Ömer'in dediği kelama epey içerlemişti genç kız.
"Ben küçük değilim!" dedi Esma dişlerinin arasından. Canı yansa dahi demişti kelamlarını, lakin, ağabeyi gelince de fazla bir şey diyememiş ve hemen susmak durumunda kalmıştı. Bu sırada da Ömer genç kızın ayağını bırakmamış ve masaj yapmıştı. Kuşkusuz bu iyi geliyordu, Esma acının az da olsa geçtiğine dair yemin edebilirdi.
Seyyid Ali gelince, Ömer de susmuş ve genç kızın ayağını bırakmıştı. Sonuç olarak bacısı idi ve kan kardaşı yanlış anlayabilirdi.
"İyi misin bacım, ne oldu?" diye sordu Seyyid Ali bacısının önünde diz çöküp, elini tutarken.
Esma, Seyyid Ali'nin ilgisi ile daha da ağlamak istiyordu. Çünkü ağabeyi öyle kolay kolay sevgisini göstermiyordu ona.
Dudaklarını büzüp,
"Düştüm kekom... Ayağım çok acıyor." diye konuştu Esma gerçekten canı yanarken.
Seyyid Ali eğilip bacısını kucağına aldı tek hamlede. Zaten Esma'yı taşırken zorlanmazdı katiyen. Esma ağabeyinin kucağında eve giderken ardında bıraktığı o gülüşü güzel adama işte o vakit sevdalandı... Sevdası da öyle az buz değil tam dört sene sürdü ve genç kıza dayanılmaz acılar yaşattı.
Karşılıksız sevda kadar zor bir şey yoktu Esma'ya göre, taki babası Bekir Beyi kaybedene değin...
♤○♤
Pişen yemeğin altını kapatan Esma oyasını almış ve kapının önünde ki kanepeye oturmuştu. Oyasını yapmaya başlarken, günlerdir usundan bir türlü çıkmayan adam geldi yine hatırına. Kendisine kızsa da, düşünmeyeceğim bir daha dese de yazık ki dediği olmuyor ve Ömer'i katiyen unutamıyordu. Nitekim Esma yüreğine söz geçiremiyordu...
Bu bir hastalık mıydı neydi?
Endişe ve korkudan ötürü nasıl yaptığına bakmadan iğneyi eline batırmış ve çığlığı basmıştı Esma.
"Ah yandım anam!" diye yüksek sesle bağırdı. Canı tatlı idi pek tabii genç kızın.
"Seni ne vakit görsem hep başına bir iş geliyor bacım." diye bir ses işitti genç kız ve aniden kafasını kaldırıp sesin sahibine baktı.
İşte oydu!
Günlerdir usundan çıkmayan adamdı gelen. Üstelik bu sefer kendisine 'bacım' demişti. Sessiz kalıp, öylece iğneyi batırdığı parmağına baktı Esma. Ufak bir damla kan akmıştı ve acıyordu fakat genç kızın bunu hissetmediği pek gayet aşikardı.
Ömer ise kızın sessiz kalışından ötürü üstüne gitmek isteyerek konuşmaya devam etti. Maksadı kızın evvelsi günlerde ki gibi ona yanıt vermesi idi. Lakin bilmiyordu ki, Esma'nın dili tutulmuş.
"Sen kekon gibi değilsin herhal. Pek bir sakarsın." deyip bembeyaz dişleri ile gülmeye başladı. Utanması çekinmesi yoktu gayrı Ömer'in. Hem kız küçüktü ona göre biraz eğlenmesinden bir zeval gelmezdi.
Esma tam kafasını kaldırıp, konuşacak iken anası Zehra Hanım çıktı kapının önüne.
"Hayır ola Ömer oğlum, ne tek başına gelmişsin?" diye sordu. İçinde de bir korku peyda olmuştu kadının. Erine ve oğluna bir şey olmuş olması düşüncesi korku salmıştı yüreğine.
Ömer,
"Hayır Zehra teyzem hayır." deyip kadına yaklaştı biraz. "Hayırlısı ile askere gideceğim yarın, ondan sebep seni görüp helallik almaya geldim." diye konuştu keyifsiz bir şekilde. Askerlik mevzusundan dolayı az evvel ki keyfi kaçmıştı genç adamın.
Zehra Hanım yanına gelen genç adamın koluna elini koyup,
"Sonunda gidiyorsun demek ki! Git elbet, yap görevini. Seyyid'imlen gitmiş olsaydın eğer şimdiye sende bitirmiştin bile. Lakin iki senedir kaçıyorsun." deyip sahte bir biçimde kaşlarını çattı.
Ömer anası ve babasını bırakıp askerliğini yapmaya gidemiyordu bir türlü. Kolay değil bir seneden fazla askerlik yapacaktı ve bu süreçte anası ve babası tek kalacaktı. Ablasıgil de evlenmişti ve hepten yalnız kalacaklardı. Ancak genç adam artık erteleyemeyeceğini anlamış ve en nihayetinde gidiyordu artık.
"Her işte var bir hayır. Kısmet bugüneymiş demek Zehra teyzem." deyip bir kaç saniyeliğine kafasını önüne eğen genç kıza baktı Ömer. Üzgün görünüyordu kız, ancak parmağı acıyor diye öyle idi muhtemelen.
Lakin bilmiyordu ki, Esma'nın yüreğinde fırtınalar kopuyor...
Esma işittiği kelamlarla yerine mıh gibi çakılmıştı sanki. Bunu katiyen beklemediği aşikardı. Ancak elinden de hiçbir şey gelmezdi. Ömer gidecekti. 'Keşke' dedi Esma içinden, 'keşke hiç gitmese, keşke yüreğime böyle ateşler düşmese.'
"Öyle elbet. Rabbim yolunu bahtını açık eylesin Ömer oğlum. Sağ salim git, sağ salim dön yurduna." diyen Zehra Hanımın elini tutup öptü Ömer.
"Hakkını helal edesin Zehra teyzem, ecel bu gidipte dönmemek var."
Gözleri dolan Zehra Hanım,
"Hakkım sana helali hoş olsun, Rabbim seni korusun oğlum." demiş ve gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Seyyid Ali de askere gittiğinde Zehra Hanım kaç gün üzüntüden hastalanmış ve yataklara düşmüştü. Şükür ki oğlu sağ salim geri gelmiş ve kadının yüreği ferahlamıştı.
"Sağ olasın teyzem." deyip geri çekildi Ömer. Esma'ya bakıp, "Sende bundan gayrı dikkatli ol sakar kız." dedikten sonra güldü ve göz kırptı.
İşte bu hiç Zehra Hanımın hoşuna gitmemişti.
"Ömer oğlum, sakar dediğin kız on sekizinde ve artık evlenip yuva kuracak yaşta. Onunla böyle konuşman hiç yakışık almaz. Dikkatli olasın." diye uyarıda bulundu.
İşittiği kelamlarla şaşkınlığa uğradı Ömer. Elbette Esma'nın çok küçük olmadığını biliyordu lakin, on sekizinde olması Ömer'i bir hayli şaşırtmıştı. Derhal toparlanıp,
"Kusura bakmayasın Zehra teyzem. Ben Esma bacımı küçük sanırdım. Bundan gayrı dikkatli olacağımdan emin olabilirsiniz. Hayde Allahaısmarladık!" demiş ve uzaklaşmaya başlamıştı genç adam. Bir daha da katiyen Esma'nın sıfatına bakmamıştı...
Esma ise Ömer'in gidişinin ardından günlerce, hatta aylarca gizli gizli gözyaşı dökmüş durmuştu. Elinden sade ağlamak geliyordu genç kızın. Başka da bir şey yapamıyordu. Anlamıştı artık Ömer'e sevdalanmış ve o da Sevda Esiri olmuştu...
♤○♤
Sıcak bir yaz günü babasını ve ağabeyini işe yolculayan Esma, akşamına biricik babasının ölüm haberini alacağını bilemezdi gayrı.
Öylece oturmuş oyasını yapan genç kız içinde olan sıkıntının Ömer'den kaynaklı olduğunu varsaysa da, ne yazık ki gerçek öyle değildi. Evin telefonu acı acı çalmış ve yanında oturan annesi kalkıp açmıştı telefonu. Ancak nerden bilebilirdi ki Zehra Hanım o telefonda ki kişinin ona hayatının en acı havadisini vereceğini. Onlara gelen telefon ile yıkılmışlardı adeta. Dağ gibi, Esma'nın biricik babası Bekir bey bir kurşunla öldürülmüştü.
Annesinin yaktığı ağıtları ve ağlayan komşuları gözünde dinmeyen yaş ile öylece izliyordu genç kız. Sanki bedeninden bir parça kopmuş gibi hissediyordu Esma. Canından can gidiyor ve Esma bir şey yapamıyordu. Bu ne acı bir durumdu böyle Yarabbi?!
"Gitti erim! Gitti gişim! Gitti can yoldaşım! Bekir... Bekir... Bekir!" diye ağıt yakıyordu Zehra Hanım. "Bekir ben sensiz ne yaparım?! Bekir Allah'ın aşkına çık gel! Bırakma bizi Bekir'im! Bizi sensiz koyma Bekir!" Ağıdı oraya gelen herkesi ağlatıyordu hiç şüphesiz. Koca koca, yaşlı adamlar bile Zehra Hanımın ağıdı ile giden Bekir bey için ağlıyorlardı.
Bayılıp, ayıldıktan sonra tekrar ağıt yakıp ardından yeniden kendinden geçiyordu Zehra Hanım. Acısı o kadar fazla idi ki, Zehra Hanım bunu kaldıramıyordu. Ondan sebep bayılıp duruyordu.
Esma o günleri katiyen unutmayacaktı. Kolay mıydı unutmak?!
Babasını defnettikten kaç gün sonra onun katilini bıraktıklarını duymuşlardı. Bu havadis başta annesi ve ağabeyi olmak üzere tüm herkesi kahretmişti. Suçlu olan bir insan nasıl ola bırakılırdı ki?!
İşte o vakit ağabeyi intikam yemini etmiş ve bunun için eyleme geçmişti. Allah biliyordu ya, Esma asla bu intikam işini sevmemiş ve tastiklememişti. Cezasını ancak içeri girerek öderdi adam. Lakin annesi, ağabeyi ve amcaları hiçte genç kız gibi düşünmüyordu. Akan kana karşılık kan dökmek istiyorlardı. Amma velakin bu hiç doğru bir yol değil idi.
Ağabeyi başarısız olan ilk eylemi ile daha da hırslanmıştı. İllaki, 'o adamı öldüreceğim, babamın kanını yerde komayacağım.' deyip deyip duruyordu. Allah'tan son anda amcaları buna mani olmuş ve ağabeyinin katil olmasına engel olmuşlardı. Şüphe yoktu ki, Seyyid Ali'yi büyük bir yanlıştan kurtarmışlardı.
Bu durum da hiç amma hiç anasının hoşuna gitmiyordu. Anasının tek gayesi o adamın da kanının dökülmesi idi. Ancak olan olmuş ve en nihayetinde ağabeyi adamı öldürmekten vazcaymıştı.
Lakin geçmiş geçmesine de... O adamın kızını getirip eziyet etmeye karar kılmıştı. Esma ağabeyi ve anasının gözlerinde yanan intikam ateşini görüyor ve korkuyordu doğrusu.
Gelecek kız için endişeleniyor ve üzülüyordu. Ancak anası buna da el atmış ve buna dahi müsaade etmemişti. Genç kızı sıkı sıkıya tembihleyip, o kıza kötü davranmasını söylemişti. Bu hangi kitaba sığıyordu ki?!
Babasının suçunu neden körpecik bir genç kız çekecekti ki?
Lakin gelecek olan kız için kader çoktan yazılmıştı. Esma engel olamayacağını biliyordu maalesef. Engel olabilecek bir kişi vardı ancak, o da çok uzakta idi.
Ömer hiç kuşkusuz Seyyid Ali'ye ne yapması gerektiğini söyler ve her daim doğru yolu gösterirdi. Amma onunda gelmesine daha çok vakit vardı ne yazık ki...
♤○♤
Anasının tembihlemesine rağmen Esma içinde ki acıma duygusuna mani olamıyordu. Çünkü ismi gibi nadide olan yengesi bu yaşadıklarını katiyen hak etmiyordu.
Nadide'nin geldiği ilk gün tüm işleri genç kıza yaptırmış ve üstüne üstlük ağabeyine de tam tersini söylemişti annesi. Vicdanı kabul etmeyip, 'git söyle her şeyi kekona' dese de Esma anasının gazabından korkuyordu hiç şüphesiz.
Bu sebeple susmuş ve Nadide'nin berbat halde olan tuzlu yemeği yemesine müdahale edememişti. İçi yanan Esma daha fazla dayanamayıp tam yerinden kalkacak iken ondan önce Nadide davranmış ve hızlıca kalkıp tuvalete koşmuştu. Olacağı buydu zaten, zavallı kızın midesi kabul etmemişti o tuzlu yemeği.
Giden kızın ardından ağabeyi de kalkmış ve o da gitmişti. İçi içini yiyen Esma da kalkıp gitmek ve kıza yardım etmek istiyordu amma korkuyordu ne yazık ki.
Ne olursa olsun diyerek kalkmış ve gitmişti Esma. Gördüğü görüntü ile de yüksek çıkan sesine mani olamamış,
"Keko, keko yengem!" diye bağırıp yere düşmüş olan Nadide'nin yanına koşmuştu.
Ağabeyi sanki yeni kendine geliyormuş gibi toparlanıp, kızı kucağına almış ve yukarı odaya çıkmaya başlamıştı. Esma da elinde olmadan söylenmeye başlamıştı.
"Ah ah zavallı yengem, zatı sabahtan beridir çalışıyordu ve bir şey yemedi. Üstüne tuzlu yemeği yiyince böyle oldu." dedikten sonra elini ağzına koydu. Ağzından kaçırmıştı gerçekleri anası duysa onu mahvederdi hiç kuşkusuz.
Ağabeyinin sorması ile az evvel ki dediklerini inkar etmek istese de Seyyid Ali işitmişti işiteceğini.
"Esma hayde bacım bana az evvel dediğini yine de hele!"
Ağabeyinin sert sesi ile derhal gerçekleri anlatmıştı Esma. Doğrusu anasından korksa da ağabeyinden daha çok korkuyordu. O sebeple anlatmıştı genç kız.
Anlattıktan sonra ağabeyini Nadide'nin yanında bırakıp, mutfağa inip genç kıza çorba pişirmeye girişti. Anası görünürde yoktu ve Esma rahatlıkla çorbayı pişirmişti. Tabağa döktüğü çorba ve ekmeği bir tepsiye koyup, yukarı çıktı.
Odaya girdiğinde ağabeyi de çıkmıştı. En nihayetinde uyanan Nadide'ye çorbayı içirmiş ve genç kızın minnet dolu güzel gözleri ile karşılaşmıştı Esma. Açıkçası Nadide'yi çok sevmişti lakin korkusundan dolayı uzak duruyordu ondan. Ancak artık öyle yapmayacak ve her daim Nadide'nin yanında olacaktı.
Nadide'nin ettiği sonsuz teşekkürden sonra Esma en nihayetinde odadan çıkmış ve kendi odasına girmişti. Odası genç kızın mabedi idi ve orada istediği kadar gözyaşı dökebiliyordu.
Ömer gideli neredeyse bir yıl olacaktı. Esma bu süreçte bitirmesi gereken sevdasını değil bitirmek, giderek çoğaltmıştı sanki içinde. Elinde değildi genç kızın, unutmak istese de olmuyor ve bir türlü unutamıyordu onu.
Yatağına uzanıp gözlerini yumdu. her gece yaptığı gibi Ömer'i düşlemeye başladı. Genç adamın uzun boyu, cüsseli bedeni, gülüşü, gülünce kısılan kahve gözleri, Esma'nın içini titreten ses tonu... Daha böyle böyle diyerek en nihayetinde sabaha doğru uykuya dalmıştı...
♤♧♤
Günler günleri kovalar iken, Esma ve Nadide'nin dostlukları da sağlamlaşmıştı hiç şüphesiz. Anası Zehra Hanım her ne kadar buna karşı çıkıp, müsaade etmese de genç kız bildiğini okuyor ve yengesi ile uzak kalamıyordu.
Ağabeyi ile ilgili ona lakırdı yapmak Esma'nın en sevdiği husustu kuşkusuz. Genç kız, Nadide'nin renkten renge giren hali ile keyif alıyor ve bunu yapmaktan da hiç vazcaymıyordu. Ancak bildiği bir şey var ise Nadide de bundan keyif alıyordu.
Yine bir akşam vakti oturmuş dantelini yaparken, Nadide'nin de yapmak istemesi ile şaşırdı Esma. Yengesi dantel yapmayı bilmiyor muydu yani?!
"Sen yapmayı bilmiyor musun yengem?" diye sordu Esma gayri ihtiyari meraklı bir biçimde.
Nadide kısık bir sesle yanıt verdi.
"Hayır bilmiyorum."
"Hiç mi bilmiyorsun?"
"Hiç bilmiyorum." deyip güldü Nadide.
"Niye ki?"
İç çeken Nadide,
"Çünkü okudum, okula gittim ben." dedi.
"Gerçekten mi, mektebe mi gittin?" diye inanamaz bir halde sordu Esma.
"Evet, gittim. Okulumu bitirdim hatta."
İşittiği kelamlarla Esma'nın şaşkınlığı giderek artıyordu. Demek ki güzel yengesi okumuş ve okulunu da bitirmişti. O vakit ne okumuştu?
"Ne okudun peki yengem?" diye sordu bu sefer.
Buruk bir tebessümle yanıt verdi Nadide.
"Öğretmenlik okudum."
Nadide cümlesini bitirir bitirmez, Esma işittikleri ile bir çığlık attı. Genç kız buna inanamıyordu.
Zehra Hanım kızının attığı çığlıkla sinirle ona döndü.
"Ne öyle çığırırsın hastalıklı gibi?!" diye sert bir sesle sordu.
Genç kız sevincini annesi ile paylaşacak iken,
Nadide derhal elini Esma'nın bacağına koyup, kafasını iki yana sallayarak onu uyardı. Belli idi ki yengesi, annesinin bunu öğrenmesini istemiyordu.
Esma ağzı kulaklarında bir şekilde annesine yanıt verdi.
"Hiç ana elime tığ battı ondan."
Olumsuzlukla kafasını iki yana sallayan Zehra Hanım yerinden kalkmış ve salondan çıkmadan evvel de,
"Ses etmeyin, başım ağrır yatacağım." demiş ve gitmişti. Ne yapsa da, ne etse de ussuz kızı laf dinlemiyor ve Nadide'nin dibinden ayrılmıyordu. O da artık bir şey dememeye karar kılmıştı en nihayetinde.
İşte şimdi kızlar rahat bir şekilde konuşabilirlerdi. Esma derhal Nadide'ye bakıp, "Okuma, yazma bilmek nasıl bir duygu yengem? Anlatır mısın bana?!" diye sordu.
Nadide,
"Tabii ki anlatırım." dedi hiç tereddüt dahi etmeden. "Okumak... Çok çok güzel bir duygu. Ancak anladığım kadarıyla sen bilmiyorsun." dedi üzüntülü bir şekilde.
Gözü uzaklara dalan Esma,
"He ya bilmiyorum. Anam izin vermedi mektebe gitmeme. Babam ve kekom çok istediler lakin anam katiyen izin vermedi gitmeme." diye konuştu.
Nadide üzülmüştü doğrusu. Çünkü kendisi okul okuyup bitirir iken, karşısında ki kız okuma yazma dahi bilmiyordu.
"İstersen ben sana öğretebilirim?" diye bir soru yöneltmişti Nadide.
Esma hevesle,
"İsterim, hem de çok isterim. Allah senden razı olsun Nadide. İsmi gibi nadide olan yengem." demiş ve genç kadına sıkıca sarılmıştı.
Daha sonra kapının çalması ile ayrıldı kızlar. Gelen kişi belli idi. Muhtemelen ağabeyi gelmişti. Esma bir bahane ile yerinden kalkmış ve odasına yollanmıştı.
Elbisesini çıkarıp, geceliğini giyinmiş ve içinde binbir heyecan ile yatağına girmişti genç kız.
♤○♤
Nadide dediğini yapmış ve çok iyi bir şekilde okuma yazma öğretmişti Esma'ya. Ki Esma'nın hevesi sayesinde olmuştu bu hiç kuşkusuz.
Seyyid Ali'nin de ona destek olması ile de tez vakitte öğrenmişti genç kız.
Yaptıkları kahvaltıdan sonra mutfağa girmiş ve bulaşıkları yıkamaya başlamıştı Esma. Tüm işi Nadide'ye bırakmıyordu kesinlikle. O nasıl yapıyorsa, Esma daha fazla yapmaya gayret ediyordu.
Mutfağa giren Nadide ile ona bakmıştı Esma. Yengesi kahve yapacaktı demek ki. Yaptığı kahveyi alıp, gidecek olan genç kadına takılmadan edemedi Esma. Gülümserken,
"Kız yenge kekomlan kahve keyfi mi yapacaksınız?" deyip göz kırptı.
"Evet canım, karı koca keyif yapacağız." diyen Nadide'den katiyen böyle bir yanıt beklemiyordu Esma.
"Gerçekten mi?"
Gülümseyen Nadide,
"Hayır tabii ki Esma! Ağabeyinin bir arkadaşı gelmiş. Onlara götüreceğim." diye konuştu ve gitmek için kapıya yöneldi.
Esma'yı merak sarmıştı işte. Ağabeyinin hangi arkadaşı olabilirdi ki?
"Kim ki yengem?" diye sordu.
"Bilmiyorum canım." diyen Nadide mutfaktan çıkmıştı.
Bir müddet sonra içinde ki meraka daha fazla dayanamayan Esma, mutfaktan çıktı ve salonun kapısına geldi. İçeriden ses geliyordu ancak genç kız anlayamıyordu ne yazık ki.
Tam biraz daha yaklaşmış iken, birden kapı açıldı ve Nadide ile çarpıştılar.
"Hii!" diye bir nida koparıp, elini göğüs kafesine koydu Nadide. "Korkuttun beni Esma!" Bu deli kız onu çok korkutmuştu hiç şüphesiz.
"Kusura bakma yengem ya! Gelenin kim olduğunu merak etmiştim sadece." dedi Esma utanmış bir şekilde.
Nadide genç kızın koluna girip, onu mutfağa götürdü.
"Gelen ağabeyinin bir arkadaşı sanırım. İsmini bilmiyorum amma birbirlerine, 'gardaşım' diyorlardı." dediği vakit Esma'nın yüreğine bir ateş düştü sanki.
Ağabeyi bir tek kişiye 'gardaşım' derdi. O da onun yürek yangını olan adamdı. Dönmüştü demek ki! Yüreğine bunca ateşi düşürdüğü yetmezmiş gibi, dönmüştü demek.
Acı acı iç çekti Esma. Geçen bunca zamanda, 'unuturum' dediği amma katiyen unutamadığı adam en nihayetinde gelmişti. Şimdi ne yapacaktı Esma?
Ömer artık hep ona, 'bacım' derdi. Esma'nın yüreğini kanattığını bilmeden pek tabii. Amansız bir sevdaydı bu. Genç kız oluru olmayacak bir derde düşmüştü evvelden. Ne yazık ki kimseye de dinlendirmemiş ve içine gömmüştü bunu.
Şayet görürse yine, yüreğinde ki yangın da harlanırdı. Bunun bilincindeydi Esma. O vakit onu görmemesi lazımdı. Acele ve sesinin titreyişini önemsemeden, Nadide'ye döndü.
"Y... Yengem başım döndü bir an. Ben az biraz dinleneyim odamda." dedi zorlukla.
Nadide biraz evvel gülüp, eğlenen kızın şimdi ki durumuna anlam veremedi. Koluna dokunup endişe ile,
"İyi misin? Ne oldu bir anda?" diye sordu. Esma nasıl ki onun için endişelenirdi. Nadide, Esma için kat kat endişe duymuştu o an.
Kolunda ki elin üstüne elini koydu ve sıktı Esma, güven verircesine.
"Yok yok iyiyim. Tasalanma yengem. Hayde ben gideyim. Uzanayım biraz." dedikten sonra Nadide'yi öpmüş ve acısını yaşamak için hızlıca odasına doğru yürümüştü.
"Tamam canım." diyen Nadide giden kızda bir havadisler olduğunun pek gayet farkında idi. Amma anlatması için üstüne düşecek değildi elbet. Esma ne zaman ki, anlatmayı isterdi Nadide o zaman seve seve dinlerdi onu.
Yatağına yattığı gibi dolmuş göz pınarlarından yaşlar boşalmaya başladı genç kızın. Bu nasıl bir acı idi Yarabbi?!
Esma sanki yüreğinin bir avuçta sıkıldığını hissediyordu. Elini ağzına koyup, sesi çıkmasın diye için için ağlamaya başladı. Bunu da atlatacaktı hiç şüphesiz. Az hadise atlatmamıştı yaralı yüreği... Bunu da atlatacaktı.
♤○♤
Zehra Hanım, evine gelen komşusunu yolcu ettikten sonra mutfakta oturan kızların yanına gitti. Onları memnuniyetsiz bir biçimde süzdü. Allah biliyordu ya Nadide'yi gördüğü vakit, bedenini amansız bir öfke ve nefret sarıyordu kadının. Kocasını öldüren o değildi amma onu öldürenle aynı kanı taşıyordu. Nefret ve kini bu yüzdendi hiç kuşkusuz.
"Esma?" deyip kızların onu fark etmelerini sağladı Zehra Hanım.
Hemen toparlanan Esma anasına döndürdü başını.
"Buyur ana?"
"Akşama hazır olasın. Hacer teyzengiller sana görücü gelecek." Tasasız ve acımasızca ettiği kelamlardan sonra mutfağı terk etmişti Zehra Hanım. Ardında bıraktığı kızının yürek yangınını dahi umursamadan.
İki kız şok içinde kalakalmıştı, kadının ettiği kelamlardan sonra. Nadide üstündeki şoku atmayı başarmış ve Esma'ya bakmıştı. Ancak Esma fazlasıyla kötü görünüyordu.
"Esma canım?" deyip elini omzuna koydu kızın.
Esma bu temasla kendine gelmiş ve ağlayarak, Nadide'ye sarılmıştı. Yüreği çok acıyordu genç kızın. O katiyen böyle olacağını düşünmemişti. Hep içinde bir yerlerde, 'belki Ömer beni fark eder' umudunu taşıyordu halen. Bundan sebep sevmediği birisi ile asla evlenemezdi.
"Yenge ben istemiyorum. Lütfen... Lütfen kekomla konuş!" diye yakardı resmen Esma, Nadide'ye.
Nadide, Esma'nın ağlayışı ile etkilenmiş ve dolan gözlerini kırpıştırmıştı.
"Konuşacağım merak etme. Asla izin vermem buna." deyip daha sıkı sardı çok sevdiği görümcesini. Umuyordu ki, dediğini yapardı.
♤○♤
Akşam olunca görücüler gelmiş ve salona oturmuşlardı bile. Seyyid Ali ise halen gelmemiş ve Esma'nın umutları bir bir yok olmaya başlamıştı. Ağabeyi gelmez ise anası verirdi onu kesinlikle.
Bir müddet sonra en nihayetinde beklediği kişi gelmişti. Seyyid Ali'nin önce mutfağa sonra da salona girdiğini gördü Esma kapı deliğinden. Lakin Ömer'in de geldiğini görmemişti ne yazık ki.
Geri çekilip yatağına oturdu Esma ve bir süre sonra da odasına Nadide girdi. Yengesinin dedikleri ile ona hak vermiş ve birlikte kalkıp mutfağa girmişlerdi.
İki kız hazırladıkları ikramları ellerinde ki tepsilere koyarak ardından salona girmişlerdi. Esma katiyen başını kaldırmadan tepsidekileri sehpaya bırakmaya başladı. Nadide'nin bıraktığı çaydan sonra tam tabağı bırakmak üzere iken, evvelden beri aşinası olduğu kokuyu duyumsadı. Bir kere koklamıştı o kokuyu amma velakin halen genç kızın usunda idi o koku.
O da mı burada idi?!
Genç kız bilse hiç salona gelir miydi? Kader yine bir güzel oynunu oynamış ve Esma'ya gülmüştü.
Alelacele titreyen eline rağmen tabağı bırakmış ve derhal çıkmıştı salondan yengesi ile birlikte.
Mutfağa girince elini kalbine koyup beklemeye başladı Esma. Çok geçmeden ağabeyinin ona seslenmesi ile titreyen bacaklarıyla salona girdi. Katiyen Ömer'in olduğu tarafa dahi bakmadan başını eğip,
"Buyur kekom?" diye konuştu.
Seyyid Ali,
"Söyle hele bacım sen ister misin bu izdivacı?" diye sordu.
İşte o an Esma'nın yüreği ferahladı. Eğdiği başını kaldırıp ağabeyine baktı. Kafasını iki yana sallayarak,
"Hayır, istemiyorum kekom." diye cevap verdi.
Lakin bu sırada hiç olmayacak bir şey oldu. Görücü gelen çocuk,
"İyi de ben bu kızı istemiyorum ki! Ben açık olan kızı istiyorum." der demez Esma ağabeyinin çocuğa doğru atıldığını gördü.
Sonrası küfür, yumruk, tekme ve hakaretlerden oluşuyordu.
Çocuğun burnunu kıran ağabeyini zar zor Ömer zapt etmiş ve gelen görücüler derhal evden gitmişlerdi. Onlardan sonra da Ömer, Seyyid Ali'yi alıp çıkmıştı dışarı.
Zehra hanım hızlıca odasına giderken, kızlar salonu toparlamış ve kendi odalarına çekilmişlerdi.
♤○♤
Ömer sıkıntı ile elinde ki sigaradan derin bir nefes çekti içine. Derdini bir bu meret dindiriyor sanıyordu amma velakin gerçekler hiçte öyle değildi. İçine çektiği her nefes, ciğerlerini gün geçtikçe felakete sürüklüyordu hiç şüphesiz. Amma bu pek umurunda değil gibiydi genç adamın.
Anası başına öyle bir dert vermişti ki, genç adam işin içinden çıkamıyordu bir türlü. Yirmi altı senelik hayatı boyunca anasının her dediği kelamı tereddütsüz yerine getirmişti. Amma velakin şimdi istediği husus olacak gibi değildi. Bu kadarı onun için epey fazla idi.
Ne demekti ki, Esma'yı sana alalım?!
Kan kardeşi ve can dostuna bu vaziyeti nasıl ola ki açıklayacaktı?
Seyyid Ali onun hakkında ne düşünürdü kim bilir?!
'Bacıma göz mü koydun lan' derdi hiç şüphesiz. Amma Ömer'in bacısına neyim göz koyduğu falan yoktu gayrı. Anası onu çıkmaz sokaklara sokmuştu. Bu işten de hiç kaçarı yoktu yazık ki!
Ömer'in oturmuş olduğu yere kendi de oturdu ve konuşmaya başladı genç adam.
"Anlat hele Ömer Efendi, kaç gündür keyfin yok. Nedeni nedir bunun?" diye sordu Seyyid Ali ve ardından sigarasını yaktı.
"Yoktur bir derdim gardaşım. Tasalanma sen." diyen Ömer'e zerre kadar inanmamıştı Seyyid Ali.
"Eyi madem öyle! Ne diye dolap kapağına yanlış kulpları taktın, durdun?!" diye sordu Seyyid Ali. Bu işin aslını öğrenmeden Ömer'i rahat bırakmaya niyeti yoktu gayrı.
Gülümsedi Ömer, Seyyid Ali'nin bu deyişi ile. Tüm gün dalgın dalgın iş yapıyordu. Eh hali ile de yanlış yapıyordu şüphesiz.
"Kafam dalgın bu aralar be Ali'm. Ne edeceğimi şaşırmış vaziyetteyim." dedi hüzünlü bir sesle.
Seyyid Ali elini kaldırıp, Ömer'in geniş omzuna koydu.
"Derdini demeyen, derman bulmazmış Ömer Efendi! Ben sana derdimi açıkladım ki, sende bana akıl verdin." deyip iç çektikten sonra devam etti konuşmasına.
"Hayde gardaşım de gayrı derdini."
Ömer şöyle bir düşündü, tarttı usunda hususu. Amma velakin katiyen açıklayamazdı derdini. Ancak biraz değiştirerek anlatabilirdi.
"Anamgil evlen diye başımın etini yiyiyor. Amma ben evlenmek istemiyorum be gardaşım! Anamı da kıramıyorum. İki ucu boklu bir durumdayım anlayacağın."
Başını salladı Seyyid Ali anlayışla.
"Evlilik sandığın kadar kötü değil Ömer. Bunu yeni anımsıyorum amma yine de kötü değil." dedi genç adam. Usuna Nadide ile evliliklerinin ilk günleri geldi ve içi huzursuz oldu. Katiyen o günleri hatırına getirmemeli idi.
Ömer,
"Bilmiyorum gardaşım. Benimkinin iyi olacağı malum değil ki." dedikten sonra bu hisli havayı dağıtmak amacı ile, muzurluk yapmaya karar verdi.
"Hem sen sevda ateşine düşmüşsün çoktan be Ali'm. Ateşin tütüyor başından beri. Yengem söndürmeye yanaşmıyorsa, bu körpe bedenim kurbandır yoluna!" deyip kahkaha attı Ömer.
Seyyid Ali elinde ki sigarayı yere atıp, ayağının ucuyla ezdi.
"İki dakka adam olursun diye düşündüm. Amma sen adam olmazsın lan amına koyduğum!" dedikten sonra hışımla yerinden kalkmış ve dükkana girmişti.
Ömer şüphesiz onu delirtiyordu...
Giden adamın ardından bir süre kahkaha atmaya devam eden Ömer, yeniden mahsunlaşmış ve derin düşüncelerine geri dönmüştü. Bu hususu kesin kes halletmeli idi genç adam...
BÖLÜM SONU...