Kanlı Gece
Benim adım İdil Soykan. Beni tanımayanlar hep ne kadar şanslı olduğumu konuşurlar, ama ben kendi şansımı kendim yaratanlardandım.
Bu hayatı kendi emeğim ve çabamla kurdum. Annem ben küçükken babam yüzünden ölmüş, babamsa on yıldır kayıp. Küçüklüğümden beri teyzemle yaşıyorum. Ne yazık ki teyzemin bu yaşıma kadar bana hiçbir iyiliği dokunmadı. Ve ben şuan Türkiye 'nin önde gelen yazılım şirketinin kurucusuydum. Bu başarı sadece bana ait...
Evin içindeki gürültü sesiyle gözlerimi açtım. Her ay aynı tantana, teyzem asla yorulmuyordu. Kapımın tıklatılmasıyla toparlandım.
"İdil Hanım rahatsız ediyorum ama Nurcan Hanım geldi. Sizi görmek istiyor." Sadece elimle çıkmasını işaret ettim. Bugün yapmam gereken bir sürü işim vardı ama teyzemin para derdiyle uğraşıyordum. İstesem saati saatine o parayı atardım ona ama geçmişte bir lirayı bile bana çok görmüştü. Ama bugün onunla uğraşak vaktim yoktu çünkü bugün aylarca hazırlandığım seminer vardı. Sadece bir teknoloji konuşması değil... Yapay zekadan, veri güvenliğinden, sistem mimarisinden söz edecektim.Ama aslında anlatmak istediğim tek şey vardı: gücü.
Ben sistemin parçası değilim. Sistemin kendisiydim.Soykan teknoloji dediğiniz şey, bir tabela değil. Bir tahttır. Ve ben o tahtın tek sahibiyim. Aynaya baktım. Makyajım kusursuzdu. Saçlarım iğneyle çizilmiş gibiydi. Mavi takımı seçtim, güç rengi. Topuklu ayakkabılarımı da giyip aşağı indim.
"İdil, nereye gidiyorsun? konuşmamız gerekiyor."
"Teyze çok meşgulüm bu konuşmayı başka zamana erteleyelim."
"Terbiyesiz! Baban gibisin sen de. Gidişin olsun da dönüşün olmasın İdil."
"Yeter! Ben o dünkü kız çocuğu değilim, ha bu arada eğer bana bir şey olsa bile bu kadar varlığım sana kalmaz emin olabilirsin bundan." Kapıyı sertçe çarpıp arabama bindim. Beş saatlik bir yolum vardı, akşama yetişmiş olurdum. Navigasyon kır oteline kilitlenmişti. Seminer oradaydı. Ormanla çevrili, sözde ilham verici bir doğa içinde...
Ama bana göre sadece yoldan uzak, gereksiz bir lüks. Yolda ilerledikçe şehir sesleri azaldı. Yerini rüzgar uğultusu aldı. Ve sonra... Motordan aniden sesler gelmeye başladı. Kesik kesik öksürük gibiydi. Farlar titredi. Araba yavaşladı, sonra tamamen durdu. Arabadan indim. Telefonumun ekranına baktım. Sinyal yoktu.
Etrafta tek bir ev, tek bir tabela bile yoktu.
Otelin birkaç kilometre ileride olduğunu biliyordum. Yürürüm diye düşündüm.
Zaten ne kadar kötü olabilir ki? Telefonun fenerini açtım.
Topuklu ayakkabılarımı elimde taşıyıp yavaşça yürümeye başladım.
Ağaçların arasından rüzgar geçiyor, yapraklar hışırdıyordu.
Ormanın kokusu yoğun ve yabancıydı.
Her adımda biraz daha yalnız, biraz daha huzursuz hissettim. Otelin ışıklarını görebileceğimi umarak ilerledim ama her şey aynıydı.
Karanlık, sessizlik… ve sadece ben. Bir an durup derin bir nefes aldım. "Burada seminer organize edenin aklından ciddi ciddi şüphe ediyorum. Hangi normal insan, teknolojiyi doğayla birleştirme bahanesiyle insanları ormanın içine toplar ki?" Telefonumun fenerini biraz daha yukarı kaldırdım.
Yolun hemen kenarında, ağaçların arasında bir şey vardı.
Karanlıkta seçilmiyordu ama hareketsizdi.
İçimden bir ses geri dön dedi.
Ama başka seçeneğim yoktu.
Adımlarımı yavaşça o yöne çevirdim.
Işık biraz daha yaklaşınca… bir şeylerin ters gittiğini anladım.
Kalbim hızlandı.
Gözlerimi kısmaya çalıştım.
İnsan bedeni… galiba bu bir insan… Bir adım daha attım.
Ve o an… ne gördüysem, korkudan geri sendeleyip yere düştüm.
Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Ellerim titredi.
Bir an kaçmayı düşündüm ama merak ağır bastı.
Yavaşça ayağa kalktım.
Telefonun ışığını tekrar uzattım. Bir kadın… yerde yatıyordu. Ama asıl ilgimi çeken yüzü benim yüzümle birebir aynıydı. Gözüm dondu.
Boğazım kurudu.
Göz kapakları yarı aralıktı. Dudakları solgundu.
Ve yanaklarından aşağı süzülen koyu kırmızı kan, çenesine kadar inmişti.
Saçları dağınıktı.
Üzerindeki elbise parçalanmış, kir içindeydi.
Bu… mümkün değildi.
Ama gözlerim yalan söylemiyordu. Kafamı bir yere vurdum da hayal mi görüyordum? Bulunduğum ortam her ayrıntısına kadar gerçekti. Gözlerim yalan söylemiyordu. Ormanın ortasında, karanlığın içinde…
Benim yüzümle ölü bir kadın yatıyordu.
Geriye doğru birkaç adım attım ama ayaklarım boşluğa bastı.
Düştüm. Avuçlarım çamura, dizlerim sert toprağa gömüldü. Ayağa kalkmakta zorlandım.Kalbim deli gibi atıyordu. Midem bulanıyor, gözlerim kararıyordu.
Ama orada kalamazdım.
O kadının… ya da her kimse… onun yardıma ihtiyacı vardı. Bana benzemesi umurumda değildi. Topuklu ayakkabılarımı orada bıraktım.
Çıplak ayakla, telefonum elimde, fener hala açık… koştum.
Nereye gittiğimi bilmiyordum.
Sadece yoldan bir ses duymayı, bir far ışığı görmeyi umuyordum. Yüzümden yaşlar akıyordu ama ağlamıyordum.
Bu… başka bir şeydi.
Korkunun bile ötesi. Nihayet yol kenarına ulaştım.
Karanlığa, boşluğa doğru elimi kaldırıp salladım.
“Lütfen! Lütfen biri dur!”
Sesim boğuktu, neredeyse çıkmıyordu.
Ve o an…
Uzakta, karşı şeritten bir çift far belirdi.
Hızla yaklaşan bir araba.
Kendimi yola attım.
“Durun! Yardım edin!" Araba sert bir frenle önümde durdu.
Işık gözlerimi aldı, birkaç saniye hiçbir şey göremedim. Adam inmemişti.
Far ışığı gözlerimi kamaştırıyor, yüzünü net göremiyordum.
Sadece kapının hafif aralık kaldığını, içeride hareket etmediğini fark ettim. Bir… iki… üç saniye…
Zaman sarkmış gibiydi.
Sonra birden…
Kapı sertçe açıldı. Adam ağır adımlarla yaklaştı.
Simsiyah takım elbisesi, bastığı toprağa bile hükmediyordu sanki.
Gözleri benim üzerimdeydi.
Dudakları aralandı ama konuşmadı.
Sanki bir hayalet görmüş gibi bakıyordu bana.
Derin bir nefes aldı.
Ve sonra…
Aniden elini uzatıp bileğimi yakaladı.
“Seni öldürmüştüm.”
Sesi tok ve soğuktu.
Ama içinde bir karmaşa, bir inanamama vardı.
Ne ben kaçabildim, ne o elini çekti.
O cümle… beynimde bir boşluk yarattı.
Seni öldürmüştüm.
Seni öldürmüştüm.
Seni…
Öldürmüştüm. Kulaklarım uğuldamaya başladı.
Adamın sesi içimde yankılandı.
Bedenim hareketsizdi, dudaklarımda bir kelime bile yoktu.
O an zaman yoktu, ben yoktum, dünya durmuştu.
Sadece o cümle vardı.
"Seni öldürmüştüm."
Ve tam o sırada, yaklaşan bir arabanın lastik sesini duydum. Zihnim bulanıktı ama iç güdülerim devreye girdi. Şimdi kaçmalıydım çünkü karşımdaki bu adam ben tehlikeliyim diye bağırıyordu adeta. Vücudum benden önce karar vermişti bile, ayaklarım yavaş bir şekilde geri gidiyordu. Ve birden bileğimi o karanlık adamın elinden kurtarıp tüm hızımla koşmaya başladım. Sadece beş saniye sonra kurtulmuştum, ya da ben öyle sanıyordum. Bir anda bir kol belime sarıldı. Ağzımı bile açıp bağıramadan beni sırtına attı. "Bırak! Kimseye bir şey söylemem. Yemin ederim hiçbir şey görmedim." Adamın sırtına vurup hem yardım dileniyor hem de kaçmaya çalışıyordum. Ama o kadar güçlüydü ki benim yumruklarım ona işlemiyordu. Beni arabaya kadar taşıyıp, ön koltuğa oturttu. Kendi de sürücü koltuğuna oturup kapıyı kilitledi. "Aç kapıyı, yalvarırım aç." Hiç bir şey söylemiyordu, kafasında bir şeyler düşünüyordu. "Sana diyorum! Bana cevap ver. Dağ başımı burası?" Acı bir şekilde frene bastı, az daha cama yapışmak üzereydim ki bir el önüme siper oldu. "Yaklaşık bir saat sonra ölmüş olacaksın. Neden ve niçin sorularına fazla takılma!" Vücudum da öyle bir titreme başladı ki, tanımadığım bu adam beni ölüme götürüyordu.