EYVAH BABAM!
''Gülşah! Tahinli çörek de al kızım. Öğlen Gülizar teyzenler gelecekler çaya. Onlara veririm.''
''Tamam anne.''
Pazar kahvaltısı için fırına taze ekmek almaya yollamıştı beni annem. Temmuz ayının ortasıydı, çok iyi hatırlıyorum. Çünkü güneş, gavurun askeri gibi ateş ediyordu. Sokağa attığım adımla, dondurma gibi eridim. Bana Deli Mavi derler ama fırına bile güneş gözlüğüyle gidecek kadar akıllıydım bence. Üstümde on iki yaşındayken perşembe pazarından aldığım, toz bezi olarak bile kariyer fırsatı olmayan tişörtüm, çakma Madidas haşofmanım -buna eşofman diyeni Allah çarpardı çünkü- ve apaçi kostümümü tamamlayan olmazsa olmaz, milyoncudan aldığım terliklerimle, gözüme taktığım çeyrek asgari maaş ederindeki gözlüğüm çok seksi bir kombin oluşturuyordu.
''Kız Deli Mavi! O gözlük ne kız?''
''Yine senin radarından kaçamadım Kısmet teyze. Bu güneşe nasıl gözlüksüz çıkayım? Kör olurum bu gencecik yaşımda.''
''Allah korusun kız. Bilmiş seni...''
Yufka yüreğim dayanamadı ve dönüp o malum teklifi yaptım.
''Kısmet teyze, ben fırına gidiyorum. Bir isteğin var mı?''
''Kısmet teyzen yesin seni. Yok yavrum, canının sağlığı...''
''İyi o zaman görüşürüz.''
Fırına girince fırıncı Cabbar amca ''Hoşgeldin Deli Mavi...'' diye karşıladı beni.
Aslında deli filan değildim. Soyadımız Mavi bizim. Çocukken çok haşarıydım, o yüzden adımı Deli Mavi koydular. Daha doğrusu çocukluk arkadaşım Dilek bana Deli Mavi demeye başladı. Mahalleli de sağ olsun(!) benimsediler... Çiçek gibi kızdım ya! Bula bula Deli Mavi'yi mi buldular bana seslenecek? Ne yaparsın işte, herkesin benim gibi bir vizyonu yoktu ki...
Eve dönüş yolunda Ceyhan ablanın taşındığı evin önünde nakliyat kamyonu gördüm. İki ay önce, yurtdışına taşınmıştı. Evi de boşa çıkmıştı. Bizim evle bitişik sayılırdı. Bazen balkondan balkona geçerdik. Ya da araya bir tahta serip, masa gibi kullanırdık. Sabaha kadar çay, çekirdek eşliğinde ne dedikodular döndürürdük ya... Bazen de pişti oynardık. Çok eğlenceli kadındı... Onu şimdiden özlemiştim. Elimde ekmek poşeti, bir duvara dayanıp, hala sıcak sayılacak ekmeğimin guduğunu kopardım ve onu kemire kemire yeni taşınan komşularımızı seyre daldım. Mobilyalara kalırsa, sıradan yurdum ailesi geliyordu. Ben Ceyhan ablayı daha çok arardım. Derken, apartmandan bir şey çıktı. Bir şey bu, tanımlanamaz bir varlık. Allah'ım, kurban olduğum yaratmış hem de ne güzel yaratmış. İnsan desen tövbe haşa... Cennet-i alâ'nın en güzel ırmaklarıyla yıkanmış gibi. Yakışıklı bile diyemiyorum, yakışıklı lafı bile hakaret olur böylesi bir mucizeye. Ne analar var ya... Vay, neler doğurmuş... Vay vay vay!!! Bir de benim anama bak, anca beni doğursun...
Ne yaptı o? Oy gülümsedi mi? Senin o gülümseyen ağzına ekmek banar yerim ben. Bir dakika... Nereye güldü ki o? Bana mı güldü? Bakayım, nereye gülüyor. Hayda... Oha! güldüğü yere bak! Bir kıza gülümsedi. Ne kadar güzel bir kıza gülümsedi hem de... Yani o kızsa ben neyim, ben kızsam o ne? Allah benim tepemden baksın! Geçmişim köşeye, başkasının yarini izliyorum avel avel... Türk filmlerindeki klişe ''Bizler, ayrı dünyaların insanlarıyız...'' repliğinin ne anlama geldiğini şimdi idrak ediyorum. Başka bir evrenden gelmiş bir adama ben mi yar olacaktım? Tabii ki başka bir kıza kalacaktı. Ay bir de kolunu omzuna atmış, yanağından makas alıyor. Göz kırparak konuşuyor. Saçlarını da karıştırdı. Yürü Gülşah'ım, gidelim buralardan...
''Gülşah, tarladan başakları topladın, buğdayı seçtin, değirmende öğüttün, ekmeği yoğurup pişirdin de, öyle mi geldin kızım? Kaç saat oldu, neredesin? Çay kaynaya kaynaya bitti. Allah seni ne etmesin! Ekmeklerin hepsinin uçlarını fare gibi de kemirmiş. Allah insanı evladıyla sınamasın, vallahi çok zor.''
''Anne, benim derdim bana yeter zaten. Sal beni.''
''Ne derdin var? Yediğin önünde, yemediğin bir şey yok zaten. Sabahtan akşama kadar bütün evin işe bana bakıyor. Ne derdin olacak senin?''
''Ceyhan ablanın yerine birileri taşınıyor.''
''Şimdi anlaşıldı senin karın ağrın. Eee? Kimlermiş, öğrenebildin mi?''
''Uzaktan gördüm. Karı kocalar galiba.''
''Ne demek galiba?''
''Nüfus sayımı yaparım bir dahakine.''
''Bak şimdi terliği yersin! Aklı bir karış havada ama dili de beş karış.''
''Yeter sabah sabah! Anne kız ne didiştiniz! Kahvaltı Hazır değil mi daha?''
''Geç otur. Bir günden bir güne de insan der ki karıcığım gel seni kahvaltıya götüreyim. Bu sabah da zahmet etme diye. Ama nerede? Hizmetçi var ne de olsa... Al, çayın.''
''Bir şey mi dedik ya? Acıktık şurada. Kahvaltımızı yapalım da bizim de işlerimiz var.''
''He var... Babanın evinde fayans dizecen. Acele et, geç kaldın.''
Annemin ''Babanın evi'' olarak tabir ettiği yer dedemin evi değil, kıraathaneydi. Fayanslardan kasıt da okey taşları... Annemle babam kavga ediyor zannederdim çocukken. Büyüyünce, onların üsluplarının böyle olduğunu anladım. Çilekeş anam ve fedakar babam didişirken, ben de soğumaya yüz tutmuş menemenime ekmek banmaya koyuldum. Kahvaltıdan sonra bir kahve koyup, Dilek'i görüntülü aradım. Dilek'le neredeyse beraber büyümüştük. O benim en iyi sırdaşım, en yakın dostumdu. Babası memur olduğu için, Antalya'ya ataması yapıldı. Onlar taşındıktan sonra da Ceyhan ablam gitti. Yapayalnız kalmıştım.
''Deli Mavi...''
''Dilo Dilo yaylalar. Napiysen?''
''iyiyim yavrum, sen nasılsın?''
''İyi diyelim, iyi olsun fıstık.''
''Ne var ne yok mahallede?''
''Ceyhan ablanın yerine birileri taşındı bugün.''
''Hadi ya? Kimler?''
''Bilmiyorum, ekmek almaya gidince göz ucuyla baktım.''
''Gülüm, sen hayırdır? Bu surat Ceyhan ablanın hasreti suratı değil. Mevzu nedir?''
Bu kız beni kaç kilometre öteden nasıl da hissediyordu ya... Resmen ayan oluyordu kıza. Cadıydı, cadı...
''Ya bu sabah gözüm takıldı. Çok yakışıklı bir çocuk gördüm taşınanlar arasında. Böyle ama yani yakışıklı demek, insan demek filan hakaret olur. Yani gerçek değil, kesin filtre var dersin.''
''Eeee?''
''İşte bu kadar yakışıklı adamın yanında da, bu kadar güzel kadın olur tabii... Bir kız çıktı birden, Pamuk Prenses'in üvey cadı anası gibi. Bütün hayallerimi yıktı. Kalbim cızırdadı resmen.''
''Ne yani? Karısı mıymış?''
''Bilmiyorum ki...''
''Nasıl gördün?''
''Kızla flört ediyordu resmen. Gülümsemeler, sarılmalar, göz kırpmalar... Bir ara öptü de galiba.''
''Ne? Sokak ortasında? Dudak dudağa mı?''
''Saçmalama be! Saçlarını öptü.''
Konuşmamız Nazmiye teyzenin arkadan gelen sesiyle yarım kaldı.
''Baby, duydun zilin sesini. Ben kapatıyorum.''
''Öptüm Dilo'm.''
''Ben de Gülo'm.''
Dilek'le konuştuktan sonra kalkıp banyo yaptım. Sonrasında güzelce bakımımı... Yeni aldığım ojelerimi de sürdüm. Hava serinlemişti biraz. Ben de şıkır şıkır giyinip, bisiklet sürmeye çıktım. Dilek yok, para yok, hava sıcak... İçim sıkıldı evde otur otur... Ben de kendimi dışarılara attım. Aheste aheste bisikletimi sürüyordum ki, dikkatimden kaçan bir muz kabuğundan dolayı tekerim kaymasın mı?
Ay ay ay ay!!! Kızım Gülşah, gidicisin bak. Bildiğin bütün duaları oku kızım! O da ne? A ha, ruhum bedenimden ayrıldı ve göğe yükseliyorum. Yok, göğse yükseliyorum. Taş gibi bir göğse dayandım şu anda. Kimin kollarındayım? Süperman, sen misin, aşkım? Kahramanımla göz göze geliyorum. Sabah gördüğüm doğaüstü, olağan ötesi varlık bu. Heybetine, haşmetine yakışır şekilde kurtardı beni, canını yediğim. Hayır, dur! Sen bana helal değilsin, olamazsın... İndir beni kucağından!
Ben düşünceler denizine dalmışken, denizde fırtına koptu. Bir gök gürültüsüydü yüreğimi ağzıma getiren.
''Gülşah!''
Eyvah babam!