bc

Bir Dizi Sır (1. Kitap)

book_age16+
1.4K
TAKİP ET
6.1K
OKU
revenge
dark
others
kickass heroine
twisted
heavy
mystery
scary
genius
villain
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

İtalya'nın yakışıklı milyarderi ile güzel sanatlar fakültesinde okuyan bir kızın nefes kesici hikayesi...

Sıradan yaşantısını değiştirecek partiye giderken tanıştığı İtalyan ile gireceği oyunları kim kazanacak? Aşk mı sadakat mi? Sevdiğini hem korumak hem de arkasından bıçaklamak nasıl bir duygu? Hare kimi seçecek? Seçimini yaptığında sevdiği adam yanında olacak mı?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. Bölüm
Antuan apartmanına girince hızla merdivenleri tırmandım. Bu merdivenleri halen aşk ile tırmandığımı hissediyorum. İçimdeki sevgi hiç bitmiyor bu yapıya. Üçüncü kata çıkınca kapıdaki koruma bana yol vererek dışarı çıktı. Ne olduğunu anlayamadım başta. Salona geçtiğimde Dante camdan dışarı bakıyordu. Ayaktaydı ve çok gergindi.  Peder'i fark ettim sonra. Bar tezgahına dayanmıştı o da. Bana öyle tiksintiyle bakıyordu ki... İşte şimdi anladım ne olduğunu. Korktuğum başıma gelmişti. Yolun sonuydu benim için. Dante'ye bir adım kala durdum. Geldiğimi biliyordu ama ses edemedim. Derin bir nefes alarak, "Dante." Dememle hışımla döndü ve elini bir hızla havaya kaldırdı. Havada asılı kalan eline çevirdim başımı. Yüzüm en ciddi halini aldı. Öğrenmişti. Boğazımda büyüyen yumru nefesimi kesiyor, tüm bedenim yaprak gibi titriyordu. Öğrenmişti. Ayaklarım beni taşıyamadı. Duvara tutunarak yere çöktüm. Başımı önüme eğmek istemiyordum ama yüzüne bakacak gücü bulamadığım için saçlarımın gözlerimi kapatmasına izin verdim. "Neden yaptın bunu Hare. Neden!!!" saçlarım yüzümü kapatmış halde yerdeydim. Kafamı kaldıramıyordum. Nasıl kaldırabilirdim? "Kaldır kafanı!" çok sinirliydi. O bana sinirliydi. Peki ben kime sinirleneyim? Bu olanlar herkesin üzerine atabilirdim. Çünkü herkesin bu hale gelmemde etkisi vardı. Babamın, annemin, Çağrı'nın, Onur'un... Herkesin. Nasıl yapabildin bunu Hare? Bunun cevabını verebilecek misin? Peder'in adım seslerini duydum. Odadan çıkmıştı. Dış kapı kapanınca evden ayrıldığını anladım. Ensemde soğuk metali hissedince yavaşça kafamı kaldırdım. "Bunu beklemiyordun değil mi? Öğreneceğimi hiç düşünmedin değil mi?" Ağlıyor muydu? Hiçbir duygusunu belli etmeyen adam ağlıyor muydu? Şaşırmamam gerekirdi. Bana karşı hep açık olmuştu Dante. Her duyguyu beraber tatmıştık. En güzel günlerini de, en beter günlerini de ben yaşatmıştım ona.  "Öğreneceğini biliyordum." Dedim yüzüne bakamadan. "Madem öğrendin bir de benim ağzımdan dinle. Sana her şeyi baştan sona anlatmak istiyorum. Bana izin verirsen-"  "İstemiyorum Hare. Başka yalanlar istemiyorum." Diye kükredi. Haklıydı. Teslim oldum. Ölümümü kabullendim. Dante büyük bir kararlılıkla mermiyi namluya sürdü. Silahta çıkan 'şık şık' sesiyle gözlerimi kapatarak ölümümü bekledim ama bunu yapacak cesarete sahip miydi? Beni kalbinde öldürebilmiş miydi ki? Silahın ucu ensemde titrerken kolu yana düştü. Önce kendi başına götürdü namluyu sonra bunu da yapamayarak silahı masanın üzerine bıraktı. O mermilerden biri benim biri deli gibi aşık olduğum adamın kalbine çoktan saplanmıştı... Artık ikimizde birer ölüydük. BAŞLIYORUZ.... Hiçbir zaman partilerden pek hoşlanan biri olamadım. Samimiyetsiz ortamlar bana göre değildi. Nedense insanlar bu tür ortamlarda içip, hatta uyuşturucu alıp eğlenebiliyorlardı ve sabah olduğunda ise pek bir şey hatırlamıyorlardı. Hâlbuki yüzünü bile hatırlamadığı insanla gece çok güzel vakit geçirmişti. Öyle değil mi?  Bu partiyi en yakın arkadaşlarım düzenlediği için gitmek zorunda olduğumu biliyordum ama yine de şansımı denemek istemiştim. "Kerem lütfen ben gelmeyeyim. Biliyorsun sevmiyorum. Hem bütün okulu çağırmak ne demek ya?" dedim sitemle. Hattın ucundaki Kerem'den önce ev arkadaşım resmen Leman atladı üzerime.  "Hare, şu anda saçmalıyorsun. Bu partiyi biz düzenliyoruz. Sen ne yapacaksın? İstiklalin kaçmıyor Allah aşkına. Her gece çıkıyorsun zaten. Lütfen Hare gel." Diye yalvarmaya devam ederken gözlerimi kapatıp kendimi salondaki koltuğa fırlattım. Belli ki Kerem'de, önce Leman'ın iknasının bitmesini bekliyordu.  "Bari yeni gelenleri çağırmasaydınız. Sizin eve nasıl sığacağız Kerem?" Gerçekten biz o eve nasıl sığacaktık? Okul açılalı bir hafta oldu. Her sene okulun açılmasının ilk hafta sonu yeni gelenlere hoş geldin partisi yapılırdı. Bizim partide resmen hoş geldin partisine dönüşmüştü.  "Vallahi yeni gelenleri Leman davet etti. Hare ikimizde geleceğini biliyoruz lütfen uğraşmayalım. Hadi kapatıyorum." Dedi ve ben daha cevap vermeden yüzüme kapattı. Şaşkınlıkla bir telefona bir Leman'a bakarken, Leman kahkaha krizine girmişti bile. Çok komikti sanki. Ev arkadaşı değiştirmek için sanırım üç sene geç kalmıştım. Bu kıza üç sene nasıl katlandım ben?   "Ooo Kerem beye bak sen! Senin yüzüne telefonu mu kapattı. Cesaret hapı falan mı içti acaba?" Aslında Leman'ın haklı olduğunu biliyordum. Kerem böyle şeyler yapacak bir çocuk değildi. Nedense bugün pek heyecanlıydı ve bu partiye gelmemi çok istiyordu. "Sen şimdi Kerem'i bırak. Niye ısrarla birinci sınıfları da davet ettin partiye? Kızım artık mezun oluyoruz. Bırak şu çocukları." Leman için sevgili faktöründe yaş fark etmezdi. Yakışıklı olması yeterdi ama bu bana da tersti. Onlara göre bana her şey tersti. Bana göre de onlar hala ergen. Belki de ailemden dolayı çabuk olgunlaşmıştım. Albay babam bizi küçük komandolar olarak yetiştirdiği için ister istemez onlar gibi olamıyordum. Yine de bu durumdan şikâyetçi değildim. Hayat hiç adil değildi ve ben babamın öğrettikleri sayesinde bu adaletsizliği kendi yöntemlerimle yok edebiliyordum.  "Sana bahsettiğim çocuk var ya hani. Alper..." "Leman artık büyü. Lütfen arkadaşım." "Tamam Haremmm. Bu başka. Bak göreceksin. Hadi kalk hazırlan ben bulaşıkları hallederim. Çabuk ol giyecek bir şeyler almamız lazım." Aslında her zaman giyecek bir şeylerimiz vardı ama Leman'a göre yoktu. En azından hava alacağımız için buna itiraz etmedim. O kahvaltı bulaşıklarını yıkarken bende kısa bir duş aldım. Giyinirken Leman içeriden seslendi. "Hadi kızım ya. Ben kapıya çıkıyorum. Sakın topuklu giyineyim deme. Çok dolaşacağız" diye seslendi çıkmadan. Farkındayım çok gezeceğimizin ama ben neredeyse koşuya bile topuklu ayakkabıyla gidebilirdim. Bir kadını zarif gösteren yegâne şeylerden biriydi bu parça.  "Beş dakikaya yanındayım." Diye seslendim bende. Çabucak hazırlanıp aşağıya indim. Evimiz Beyoğlu'nun Tomtom semtindeydi. İstanbul'a ilk ziyaretimizi yaptığımızda İstiklal caddesine âşık olmuştum. İlkokula gidiyordum o zamanlar. Elimde fotoğraf makinem her yerin her dükkânın fotoğrafını çekiyordum. O zamanlardan belliydi fotoğraf bölümünü seçecek olmam. Sonrasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesini kazanınca bu muhite taşınmam kaçınılmaz olmuştu. Yürüyerek fındıklı yerleşkesinde olan kampüsüme on dakikada gidiyor olmamda benim için artı bir durumdu tabii.  "Hadi kızım ya ağaç olduk burada." Ev arkadaşım Leman Bursalı. Benim aksime yerinde duramayan bıcır bıcır bir kız. Onunla aynı evde yaşayabilmem bir mucizeydi ama çoğu zaman bana iyi gelen yanları da vardı.  "Nereden alacaksın? Aklında bir şeyler vardır umarım. Çok fazla mağaza dolaşmak istemiyorum Leman. Lütfen acı bana." Mağaza dolaşmayı severdim aslında ama Leman'la değil. Çok fazla kıyafet deneyip beni boğuyordu. İstiklal'e çıkmak için 5 dakika hafif yokuş çıktık. Meydana doğru tüm mağazaları alan tulan ettik desem yeri vardır. Ellerimizde poşetlerle evin yolunu tuttuk ama evimizin sokağına girmeden köşede olan kitapçıdan kitap almam gerekiyordu. Leman'ın buna söyleneceğini biliyordum ama alacağım kitap belli olduğu için çok oyalanmayacaktık.  "Leman bizim kitapçıya uğramam gerekiyor. Beş dakikada biter işim." "Ya kızım okuya okuya filozof oldun başımıza. Ne alacaksın yine?" İşte söylenme kısmına gelmiştik. Kitap okumayan ya da okumaktan hoşlanmayanların tipik lafıydı bu. Filozof mu olacaksın? Olacağım belki. Olamaz mıyım? Bu kız benim sabır anlayışımı baya bir genişletmişti. "Gülün Adı'nı alacağım. Ankara'da unutmuşum. O olmadan huzursuz oluyorum biliyorsun. Sanki tüm işlerim ters gidecekmiş gibi." Gerçekten de öyleydi. En sevdiğim yazardır Umberto Eco. Her kitabını ayrı severdim ama Gülün Adı'na aşıktım resmen. Kalın olan kitabı yanımda taşıyamıyor olmam bir şey değiştirmiyordu. Yatacağım yerde olsa yeterdi. "Hemen girip çıkacağız bak." Diye pazarlık yaparken kapıdan içeri adım atıyordu. Benim de dikkatimi kitapçının kapısındaki korumalar çekmişti. 20 metre ileridekileri de sayarsak kapıda tam sekiz koruma vardı. Bu kadar korumayla İstiklal caddesinde ne kadar korunabilirdin bilemiyordum. Ben daha Koray'ın yanına ulaşmadan Leman hiç hoşlanmadığım, ikinci sınıflardan olan vıcık bir arkadaşını gördü. Onlar konuşmaya başlamışken bir baş selamıyla kitapçıda çalışan Koray'a doğru yol aldım.  "Kolay gelsin." Dedim içtenlikle. Gerçekten gülümsediğim nadir insanlardandır Koray. Her zaman güzel ve seviyeli tartışmalarımız olurdu bir kitap hakkında. Çok fazla okurdu. Hayatımı sorguya çeken sorulardan kaçınırdı. Sohbeti gerçekten hoştu. "Hare. Hoş geldin. Ne haber."  "İyilik Koray. Sen nasılsın? Yoğun musunuz bugün?" derken etrafı taradım gözlerimle. Kapıdaki korumaların kimi beklediğini merak ettim anlamsızca. Her zaman etrafıma karşı duyarlı olmuşumdur. Belki de uzun yıllar doğuda kalmış olmamın da etkisi olmuş olabilirdi. Her yerden tehlikedeymişiz gibi hissediyordum. İnsanları sadece dış görüşünüz olarak değil, kişiliklerini de kendimce analiz etmekten hoşlanırdım.  "Şimdi biraz sakinledi. Bugün erken çıkacağım. Vaktin varsa bir kahve ısmarlayayım." Ahh keşke dedim içimden. Hala gözlerim etraftaydı. Tam Koray'a odaklanacakken kapıdaki korumalar gibi giyinmiş iki adam dikkatimi çekti. Novel kitaplarının önünde olduğunu sanıyordum adamın. Ama adam ya da kadın her kimse bulunduğum noktadan gözükmüyordu. "Çok isterdim ama bir planım var. İnşallah başka zaman yapalım. Gülün Adı'nı almak istiyorum. Umberto Eco. Umarım elinizde vardır." Daha kitabın adını söylerken Koray harekete geçti. Bende onu takibe başladım. Geldiğimiz kitap bölümü Novel bölümün tam karşısıydı. İnce bir koridorda karşılıklı iki blok. Korudukları adamla dip dibe geldik. Sıkışık koridorda Koray ben ve sadece o vardık. "Al bakalım. Yazardan bende vazgeçemiyorum ama sende vardı diye hatırlıyorum sanki. Umberto Eco hakkında konuşmuştuk." "Aynen var ama Ankara'da ailemin evinde kalmış. Tekrardan okuyacağım. Teşekkür ederim yardımın için." Dedim kibarca. Koray'a özel yaşantımı ve hislerimi açıklayacak kadar yakın hissetmiyordum. O sadece kitap arkadaşımdı benim ama diğerlerinden bambaşkaydı. Eminim yakın arkadaş konumuna getirsem hepsini sollardı. Biz korunan adamın koridoruna girdiğimizden beri adam gözlerini bile ayırmadan bana bakıyordu. Önce bir hissiyatla gözlerimi ona çevirdim ve göz göze geldik. Sonra konuşma esnasında aralıklarla ona baktığımda da bana bakıyordu. Elinde adını göremediğim bir kitap vardı. Acaba Koray'a bir şey mi soracaktı. "Koray, sanırım beyefendi sana bir şey soracak." Dedim kibarca adamı göstererek. Adam bir doksan boylarında vardı. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü ve buğday tenliydi. Belli ki iyi çalışılmış bir vücudu vardı. Sanırım taş gibi bir İtalyan duruyordu karşımda. Adam İngilizce konuşmaya başlayınca aksanından İtalyan olduğunu kavradım ve sesi bana baya bir tanıdık geldi. Hafızam beni hiçbir zaman yanıltmazdı ama bu adamla daha önce karşılaşmamıştım. Belki de izlediğim videolardan falan hatırlıyorumdur. Bu seferde ben adama dalmış kimdi diye düşünmeye başlamıştım. Leman'ın seslenmesiyle kendime gelmem bir olmuştu. Koray'la vedalaşıp yanlarına gittim hemen. "Hare bak Asuman da gelecekmiş partiye. Bizde mi hazırlansak acaba hep beraber?" dedi dan diye. Hâlbuki bırak Asuman'ı, en yakın arkadaşlarımızı bile çok önemli bir şey olmadıkça eve davet etmiyorduk. Kural buydu. Eve ilk taşınan ve bulan bendim. Evet biraz tuhaf biriydim. Garip isteklerim vardı ama o bunu kabul ederek taşınmıştı yanıma. Şimdi mızmızlık yapması umurumda değildi.  "Leman kendimi çok iyi hissetmiyorum. Asuman bize başka zaman katılsın olur mu?" daha cevabını beklemeden. "Ben kasaya geçiyorum. Kapıda beklerim seni." Dedim ve kasaya yöneldim. Ödemeyi yapıp onlara bakmadan kitapçının kapısına çıktım. Sinir oldum Leman'a. Her seferinde çocuk gibi kuralları çiğnemek istiyordu. Üç sene beraber yaşamıştık. Bu dördüncü senemizdi ve hala anlamamak için direniyordu. Kendi kendime söylenirken kapıdaki korumalardan biri içerideki adamın adını söyledi. Adamlar İtalyanca konuşuyordu. İngilizcem gibi İtalyancamda iyiydi ama kimse İtalyanca bildiğimi bilmezdi.  Kapıdaki adamlarda İtalya'dan gelmiş gibilerdi çünkü aksanları mükemmeldi. İsminin Antonino olduğunu öğrendiğim adam hala bir çağrışım yapmıyordu. Soyadını da bilseydim en azından Google da ufak bir araştırma yapabilirdim. Sabırsızca Leman'ı beklerken o da kapıya doğru yürümeye başladı. Tam bu esnada tekrar Asuman'a dönüp bir şeyler söyledi. Uzun süre konuşacak kadar çok mu tanıyorlardı sanki birbirlerini? Leman önüne bakmadığı için içeri girmek isteyen adamla sert bir şekilde çarpıştı. Leman'ı tutmasaydı çarpmanın etkisiyle geri düşecekti. Hemen yanlarına gittim. "Çok özür dilerim. Benim hatamdı." Dedi Leman.  "Sorry! I don't speak Turkish." Adam özür dileyerek Türkçe bilmediğini söyleyince Leman'da adamdan İngilizce özür diledi. Bu sırada içerideki İtalyan kapıya gelmişti. Tebessüm ederek Leman koluma girdi. Arkamızda bıraktığımız adam İtalyanca, "Ölüm neredesin sen? İki saattir seni bekliyoruz. Toplantıyı bitirmek zorunda kaldım." Deyince ister istemez arkama döndüm. Aslında nadir yaptığım hatalardan biriydi. Tepki vermemem gerekiyordu. Hepsi benim ani dönüşüme baktığı sırada, İtalyanca bildiğimi anlamasınlar diye Leman'a, kitapçının yanındaki meşhur patates kızarması yapan dükkânı gösterdim. "Acıktım. Şurada bir şeyler yiyelim mi?" Leman'da arkasını dönüp nereyi gösterdiğime baktı ama bu sırada iki İtalyan bize bakmaktaydı. Sanırım onlara bakmadığımızı anlamışlardı. Durup dururken kimsenin dikkatini çekmek istemiyordum.  "Olur da... Senin kafana bir şey mi düştü? Sen fast food sevmezsin ki." Evet, sevmezdim ama arada sırada yediğimde olurdu. Sporu ve sağlıklı yaşamayı seviyordum. Her ne kadar sigara kullanıyor olsam da yemek konusunda hassastım.  "Canım çekti Leman ve çok acıktım. Hadi." Diyerek dükkâna girip yemeğimizi yedik. Adamlarda gitmişti. Ama aklımda adamın soğuk suratı vardı. Onu gördüğüm süre boyunca hiç gülümsememişti. Sürekli çatık kaşlarından dolayı alnında kırışıklıklar vardı. Yaşlı sayılmazdı ama yaşına göre fazla kırışıklığı olduğuna emindim. "Hare neden Asuman'ı istemedin. Ne güzel iki dedikodu yapacaktık. Hem Alper'i de tanıyormuş. Ne ara tanıştılarsa artık." Yüzünü ekşitti. Ama eminim benim yüzüm şu an daha beter durumdaydı. "Leman bu konuyu açman seni yararına olmaz. Evimize sürekli misafir alıyormuşuz gibi konuşma lütfen. Sana çok kızgınım." Evet ona kızgındım ama aklım hala o adamdaydı. Neden arkadaşı ona 'ölüm' diye seslenmişti. Hemen telefonumu elime alıp arama motoruna 'ölüm lakaplı İtalyanlar' yazdım. Çok mantıksız bir aratma oldu ama aklıma başka bir şey gelmedi. Çıkan sonuçlar ürkütücüydü. Her sayfada ölüm lakabıyla tek şeyden bahsediyordu. Bir mafya babası. Tesadüf olabilme ihtimali çok yüksekti. Sonuçta arkadaşı ona öyle bir lakap takmış olabilirdi.  "Doyduysan kalkalım mı? Daha hazırlanacağız. Akşam oldu neredeyse." Leman'ın sesiyle telefondan kafamı kaldırdım. Onu onaylayarak eve doğru yürümeye başladık. Etrafa bakına bakına indik. Oturduğumuz apartman Osmanlı zamanından yapılma, ilk apartman dairelerinin olduğu bir bina. Birinci katta oturuyorduk. Buna rağmen dışarıdan tırmanmak mümkün değildi. Babam için her zaman güvenlik öncelik olmuştu. İstiklal'e yakın bir apartmanda oturma fikrini bile zar zor kabul ettirmiştim ama komşularımız ve etrafımızdaki esnaf komşularımız gerçekten elit ve belirli bir sosyal statünün üzerinde insanlar olması ikna sürecimde işe yaramıştı. Tek sorun kirasının yüklü olmasıydı. Bir ev arkadaşı bularak bu sorunu en azından biraz hafifletmiştim. Zaman zamanda bende çalışarak harçlığımı çıkartıyordum. Çoğunlukla İngilizce tercümanlık işime yarıyordu. Bazen fotoğraf çekimlerine gidiyordum. Tam içeri girecekken binamızın müdavimi olan, ismini Romeo koyduğumuz kedimiz içeri daldı. Hayvanları sevmeyenin insanları hiç sevemeyeceğine inanırdım. Korkmak ayrı bir şeydi, sevmemek ayrı bir şeydi.  "Romeo acıktın mı sen?" Leman kedilerden çok korkardı başlarda. Sonradan bu korkusunu Romeo ile beraber aşmıştılar. "Oyy aşkım sen acıktın mı? O zaman ilk işimiz Romeo'yu doyurmak olsun Leman ablası." Dedim Romeo'yu kucağıma alarak. Leman'dan hemen itiraz sesleri yükseldi.  "Nereden ablası oluyormuşum be? Ben ablasıysam sende annesisin haberin olsun." Bu kızın 'abla', 'anne', 'teyze' kavramlarıyla zoru vardı. Leman hiçbir zaman büyüdüğünü kabul etmeyecekti. Bunu içten içe biliyordum. Üç artı bir evimizde, en büyük ve banyolu odayı ben almıştım çünkü eve ilk yerleşen bendim. Büyük tarihi eser niteliğinde camlarımız vardı. Dolayısıyla evimiz baya aydınlıktı. Salondaki ve mutfaktaki duvarlarımız doğal taş görünümlüydü. Bunu zamanında ev sahibi kendisi yaptırmıştı. Romeo'yu doyurup tekrardan apartmana saldıktan sonra aldığımız kıyafetleri dolaba yerleştirdik. Giyinmeye başlamadan önce günlük kahve ihtiyacımı gidermek adına Leman'la ikimize sade iki Türk kahvesi yapıp, "Leman hadi gel." Diye seslendim. Kahve kokusuna koşa koşa gelen Leman hemen camın kenarındaki çıkıntıdaki pufa oturdu. Orasını kim kaparsa onun yeri oluyordu. Genelde ben kapardım. Leman gece geç geldiği için çoğu zaman orada uzanarak kitap okurdum. Bir sigara yakıp, "Hangisini giysem acaba?" Bu soruyu aslında içimden kendime sorduğumu düşünüyordum. "Son aldığın siyah derin yırtmaçlı elbiseyi giysene Hare. Ne olur." Dedi Leman. O elbiseyi çok beğenmiştim ama dikkat çekmekte istemiyordum.  "Çok abartı olmaz mı?" dedim sigaramdan derin bir nefes aldıktan sonra. Leman homurdanarak cevap verdi, "Ya saçmalama kızım. Hem sen her zaman naif şeyler giyiniyorsun. Ayrıca ortamda neler olacak tahmin edebiliyorum ben." Dediği doğruydu aslında. Ben çok fazla spor giyinen bir insan olamadım. Sadece sabah yürüyüşlerinde ya da spor yaparken sporcu kıyafetlerimi giyinirdim. Kendime o tarzı yakıştıramıyordum.  "O zaman..." dedim düşünüyormuş gibi yapıp. "Büstiyer üstlü olanı mı giyinsem. Madem herkes abartacak. Partinin en seksi kadını olayım." Kahkaha atmıştım. Şaka yapmıştım ama Leman beni ciddiye almıştı. Koşarak yerinden kalktı. Dolabımı karıştırdığını duyabiliyordum. Sigaramı söndürüp yanına gittim. "Leman o elbise olmaz gerçekten abartı kaçacak. Ayrıca o elbiseyi ilk defa orada giyerek heba etmek istemiyorum." Sitemkar çıkan sesimi duymuyordu bile. Elbiseyi bulduğu gibi askısından çıkarttı. Üzerime doğru gelince, "Tamam giyeceğim. İçeride bekle." Dedim oflayarak.  "Ay Hare çok güzel olacaksın. Hem Kerem de gözlerini senden alamayacak." "Yine başlama Leman. Kerem'le aramızda bir şey olamaz. Şöyle imalarda bulunup çocuğu da ümitlendirme. Rica ediyorum. Sonra olan arkadaşlığımıza olacak gibi hissediyorum." Kerem'e her zaman ümit veren onlar olmuştu. Ben hiçbir zaman ona o gözle bakmamıştım. Bakmayacağımı da dile getirmiştim ama Kerem hiç pes etmemişti.  Üzerimi çıkartım. Sutyeni de çıkarttım çünkü elimdeki elbise büstiyer şeklinde ve ona ihtiyacım yoktu. Sırtı ve göğsü derin dekolteliydi. Sırt kısımlarında göz yormayan siyah transparan tül detayları vardı. Üzerime yapışan streç kumaşı diz altına kadar geliyordu. Eteklerini düzeltip aynadaki yansımama baktım. Gerçekten güzel olmuştum. Ünlü bir markanın yaptığı bu elbisenin taklidini bulunca kaçırmak istememiştim. Tekrar gardırobuma yönelip alt raftaki kutulardan siyah ince on iki santim topuk stilettolarımı çıkartıp giyindim. Duruşumu dikleştirdiği için daha da bir güzel oldum. Kendimi süper güzel bulmuyordum ama çirkin birisi de değildim. Kıyafet ve bakım insanı gerçekten güzelleştiriyordu. Kahverengi saçlarımı açtığımda omzundan aşağı döküldü. Ben kendimi aynada incelerken Leman odaya daldı. "Vayy kızım süper olmuşsun. Bırak Kerem'i herkesin gözü sende olacak farkındasın değil mi?" Çok dikkat çekeceğimin bende farkındaydım.  "Ufak bir parti için böyle giyinmeye gerek yok bence Leman. Ne dersin?" Bir an heveslenmiştim heveslenmesine de sanırım bu konuda haklıydım. Leman gözlerini pörtletip konuşmaya başladı, "Kızım ne ufak partisi! Tüm okul orada olacak diyorum sana. Ayrıca gayet iyi böyle gelmen. Açtırma şimdi bayramlık ağzımı. Makyajını yap bende hazırlanayım." Deyip odadan kaçarcasına çıktı. Bende makyajımı yapmaya başladım. Sadece gözlerimi ön plana çıkartmak istedim. Zeytin yeşili gözlerim benim özel olmamı sağlayan tek yanım diyebilirdim. Siyah bir göz kalemi ve çok koyu olmayan bir pembe rujumla tamamdım. Üç boy sarı zincir kolyelerimi, sarı bileklik ve saatimi de takınca tamamen hazır oldum. Dolaptan siyah deri ceketimle beraber bir şal aldım. Küçük portföy çantama sigaramı telefonumu ve nakit paramı koydum. En sevdiğim yasemin çiçekli parfümümü de sıkıp odadan çıktım. "Leman. Hazır mısın?" diye seslendim ama hazır olmadığına adım gibi emindim bu yüzden gevşemek için dolaptan bir tane bira aldım. Onu beklerken cam kenarındaki yerime oturup bir sigara yaktım. Tam Leman'a tekrar seslenecektim ki bir anda aydınlanma yaşadım. Tabi yaaa bugün gördüğüm İtalyan'ı haberlerden hatırlıyorum. Yerimden fırladığım gibi telefonu elime aldım. Ekonomi haberindeydi. Ülkemize faktöring şirketi açacaktı. Çırağan'da bir gece düzenlemişti devlet erkânına. Adam İtalya'nın zenginlerindendi. Aman Allah'ım nasıl bugün hatırlayamamıştım. İyice çaptan düşüyordum demek ki. Hatırladığım bilgileri yazınca adamın tam adı ve soyadı telefonun ekranına düştü. 'Antonino Dante Pellegrini'. Hayatından önce görsellere bastım direk. Bir sürü fotoğrafları vardı. Muhtemelen bir daha göremeyeceğim adam için neden bu kadar meraklanmıştım anlam veremedim. Ben telefona dikkat kesilmiş bakarken Leman kırmızılar içinde salona girdi.  "Ben hazırım." Etrafında dönerek, "Nasıl olmuşum." Dedi. Gerçekten güzel bir kızdı Leman. Biramı kafama dikip, "Hadi çıkalım o zaman. Bu arada süper olmuşsun tatlım." Dedim. Kapıdan çıkmadan hemen iki sokak aşağımızda olan taksi durağından taksi çağırdım ve aşağıya indik. Bu sırada Leman Kerem'le konuşuyordu. Bana dönüp, "Kerem almaya geliyormuş bizi. Ne yapalım."  "Neredeyse dönsün bir daha bu trafiğe girmesin." Bu çocuk hiç vazgeçmeyecekti. Üç senedir bu tutku neydi anlayamıyordum. Onur'la olan ilişkimde bile sessizce beklemişti. Onur'la bir sene beraberlik yaşamıştım ama Onur iş için yurt dışına taşınınca ayrılma kararı almıştık.  "Neden şu çocuğa şans vermiyorsun Hare? Yakışıklı çocuk. Hatta benim kriterlerime göre baya yakışıklı." Derken bende pat diye, "Bir İtalyan değil ama" deyi vermiş bulundum. Bende ne dediğimi idrak etmeye çalışırken Leman durur mu? "Ne İtalyan'ı? Hare bilmediğimiz biri mi var? Ay pardon bilmediğimiz İtalyan eniştemiz mi var?" Leman'ın bitmek bilmeyen soruları göz ardı etmek istedim ama takside de devam edince ona kuvvetli bir şeyler vermezsem susmayacağını anladım. "Lafın gelişi öyle söyledim Leman. Gerçekten biri yok. İtalyanlar çok yakışıklı oluyor ya." Battıkça batıyordum. Kitapçıdaki adam kafamı karıştırmıştı. Kafa karışılacak bir durum yoktu aslında. Sadece onu nereden hatırladığımı çıkartmaya çalışırken sürekli yakışıklı yüzünü düşünmek zorunda kaldığım içindi muhtemelen.  "Sen ve yakışıklılık analizi? Hare beni şaşırtmaya devam ediyorsun." Dedikten sonra elini alnıma koydu. Şu an yaşadığım utançtan dolayı alev alev yanıyordum zaten. "Ateşin mi var senin?" şaka amaçlı elini alnıma götürdüğünü biliyordum ama duraksamasını hissettim. "Harbi yanıyorsun Hare!" diye devam etti. Onu elimle savuşturup, dışarı odaklanmaya çalıştım. "Hayır Leman. İyiyim. Saçmaladığımın farkındayım ama sizin yüzünüzden. Kerem'de Kerem diye tutturuyorsunuz. İstemiyorum işte. Arkadaşım o benim. Onu o gözle göremiyorum. Anlayın artık." Sesim olduğundan daha yüksek çıkınca Leman sessizce önüne döndü. Trafik yüzünden kırk dakikada anca varabilmiştik. Oğuz ve Kerem ev arkadaşıydı. Fulyada üç artı bir odalı rezidansta oturuyorlardı. Umarım gece çok ses yapmazlardı. Taksiden inince Cansu'yla karşılaştık. Sıcacık gülümsemesiyle bize doğru yaklaştı. "Selam kızlar. Partiye hazır mıyız?" dedi bize sarılırken. Cansu, Oğuz'un sevgilisiydi. Hepsiyle aynı sınıfta olmamdan dolayı okuldaki ve dışarıdaki en samimi arkadaşlarım diyebilirdim. "Hazırız ama Hare biraz gergin malum..." Beni işaret ediyordu. İlk defa Leman'ın ağzının ortasına bir tane vurasım gelmişti. Gece boyunca beni sıkıştırmaya devam edebilirdi. "Hadi kızlar çıkalım. Yoksa içeri girmeden eve döneceğim." Tehdit etmesem ilerleyemeyecektik. Üçümüz asansörle on birinci tata çıkarken asansör fobimden nefret ettim. Nefesimi tutmuş ineceğimiz kata gelmeyi gümbürdeyen kalp atışlarımla beklerken telefonum çaldı. Hızlıca çantamdan telefonumu çıkarttığımda arayanın Çağrı olduğunu gördüm. "Alo." Diye gergin ve resmi bir biçimde açınca Çağrı şaşırdı. Hatta panikledi sanırım. Sesinin tonundan onu anladım. "Abla iyi misin? Niye bu şekilde açtın telefonu?" Cümlelerini sıralarken benim gözüm asansörün kat ekranındaydı. Son iki kat kalmıştı. Sonra nefes alabilecektim. Acaba bu asansör düşse sağ çıkabilir miydik? Alan geniş olduğu için yere yatıp kollarımı ve bacaklarımı açabilirdim. Düşüşün hızıyla darbenin etkisini dağıtmış olurdum en azından. Gerçi bindiğim asansörün düşme olasılığı sıfır nokta sıfır sıfır sıfır beş olması beni tatmin etmiyordu. Ya biri kasti olarak bizi düşürürse? Ben bunları düşünürken asansör durdu ve kendimi dışarı attım. "Çağrı iyiyim kardeşim. Asansördeydim."  "Off Hare. Bir şey oldu sandım." Dedi sitemle. Ben Çağrı'ya kızgındım. Asansörden dolayı unutmuşum. "Evet var aslında. Bir ablan olduğunu şimdi mi hatırladın? Hayırsız!"  "Abla yapma. Okul yeni açıldı ve daha ilk haftalardan biz inek gibi derse gömüldük . ODTÜ'yü hakkıyla bitirmemiz gerekiyor sonuçta." Çağrıyla aramızda sadece iki yaş olmasına rağmen o bana abla demekten vazgeçmiyordu. Mimarlık okuyordu Ankara'da. Annemlerle aynı şehirde olmasına rağmen bizimkilerle yaşamıyordu. Benim gibi o da arkadaşıyla eve çıkmıştı.  "Tamam ufaklık. Ben şimdi çok sıkıcı bir partiye adım atıyorum. Seni daha sonra arayacağım ve hayatımdaki sıkıcı aktiviteleri anlatacağım. Tamam mı?" Bu sırada Leman ve Cansu içeri girmişlerdi. Ben kapıda telefonu kapatmayı bekliyordum. Kerem'de beni bekliyordu. Aslında telefonu kapatmasam ve parti sonuna kadar bu koridorda beklesem ne kadar güzel olurdu. "Tamam ablacığım. Lütfen sıkıcı dediğin partide eğlenmeye çalış. Seninkilere de selam söyle. Çok öpüyorum ve renksiz hayatının özetini dinlemek için dört gözle bekliyorum." Dedikten sonra telefonu kapattı. Gülümseyerek Kerem'e döndüm. Belimden tutup beni kendisine çekip yanaklarımdan öptü.  "Çok güzel olmuşsun. Acaba seni içeri sokmayıp kendime mi saklasam?" Harbi bugün yürek yemiş olmalıydı. Sahte bir gülümsemeyle ondan uzaklaştım. "Hadi içeri girelim." Kokusundan anladığıma göre gece daha başlamadan Kerem sarhoş olmuştu. İçerisi çok kalabalık değildi ama benim tanımadığım bir sürü insan vardı. Bizimkilerin yanına gidip ceketimi ve şalımı çıkarttım. Kerem'in gerildiğini hissedebiliyorum. Çenesini sıkmaktan dişlerinin kırılmasından endişe etmedim desem yalan olurdu. Biz kendi aramızda konuşurken Kerem'le ilgilenen güzel bir kız etrafında dolaşmaya başladı. Aslında yakışırlardı. Elimde votkam kıza dalmış bakarken Leman beni fark etmiş olmalı ki sesiyle irkildim. "Ne o kız. Kıskandın mı yoksa?"  "Gıcıklık yapma. Alper nerede Leman? Onunla takılsana sen. Hatta partiyi terk edip geceyi bir otelde falan geçirsenize. Hatta sen pazartesi gel eve. Yok ya vazgeçtim. Sen en iyisi eve hiç gelme ben tüm eşyalarını toplarım ve yeni evine yollarım." Dedim ona bakmadan.  "Ha ha ha. Çok komiksin Hare. Alper birazdan buradaymış bana şans dile." Geldiği hızla uzaklaştı yanımdan. O giderken, kızdan kurtulan Kerem yanıma tekrar gelmişti. "Off yapıştı ya." Direk gözlerimin içine bakıyordu. "Sana özel bir şeyler hazırlamamı ister misin?" Gülümsemesi sıcacıktı. Benim gibi yeşil olan gözlerinde kendimi gördüm. Cam gibi. Ayna gibi... Yüzündeki çukurlara parmak uçlarımı değdirmek istedim bir anda ama çok şükür bunu yapmadım. Bakışlarımdaki tuhaflığı yanlış anladı. "O kızdan hoşlanmıyorum Hare. Aslında seninle bu gece bir şey konuşacaktım ben." Dedi ellerini saçlarına daldırıp. Kızı kıskandığımı sandı ve şu anda düşündüğüm konuşmayı yapacağını bildiğim için hemen onu susturmalıydım. "Neden hoşlanmıyorsun Kerem? Bence çok güzel bir kız ve çok yakışıyorsunuz." Onun gibi gülümsedim. "Kızı öyle hemen kestirip atma." Şaşkınlıkla baktı yüzüme ve Kerem'den beklenmeyecek bir hızla toparladı. "Başkasından hoşlanıyorum Hare. Biliyorsun." Ne demek istediğini çok iyi anladım da benim verecek bir cevabım yoktu. İçimden önce Leman'a sonra Cansu'ya bindir küfür sıraladım. "Bak Kerem. Ben ne kastettiğini bilmiyorum. Bilmek istiyor muyum onu da bilmiyorum. Hayatına seni seven birini sokman bence en iyisi. Çok üzgünüm. Bu konuda gerçekçi olmak zorundayım." Gözlerindeki ışıltının gitmesiyle bende soluklaştım. Bir şey demeden sadece başını sallayarak uzaklaştı yanımdan. Benim için parti burada bitmişti aslında. Ne vardı beni buraya zorla getirtecek. Saat bir olunca resmen ayakta durmaya yer kalmamıştı. Her oda ağzına kadar insan doluydu. Havanın serin olmasını fırsat bilip son umut terasa çıktım. Neyse ki burası çok kalabalık değildi. Bir tane sandalyeyi terasın en köşesine çekip karşımdaki manzaraya odaklanmaya çalıştım. Kulaklıklarım yanımda olsa da Mozart dinleseydim şimdi... Gözlerimi kapatıp hayal ettim. Hem müziğini hem de onun hayatını. Zorluklarla geçen ve kimsesizler mezarlığında son bulan yaşamını... Neden illa ölmemiz gerekiyor değerimizin anlaşılması için? Kaç asır geçmeli ünlenmek ve kült olmak için?  "Hare?" Oğuz'un sesi miydi o? Göz kapaklarım neden bu kadar ağırlaşmıştı. Gözlerimi zorlukla açmayı başardığımda, terasta uyuya kalmış olduğumu anladım. Saat kaç olmuştu acaba? Sanırım tüm partiyi kaçırmıştım. Aman ne üzüldüm. Oğuz'un yardımıyla içeri geçtim. Evde Cansu, ben, Oğuz ve Kerem'den başka kimse kalmamıştı.  "Taksi çağırabilir misin Oğuz?" dedim sessizce çünkü Kerem suratıma bile bakmıyordu. Gerçi baksa da burada kalmak istemiyordum. "Saçmalama Hare. Uzan şuraya zaten sabah oldu." Aslında dediği doğruydu. Gözlerimi bile zor açıyorken bir yere gitmemem daha mantıklı olacaktı. Ayakkabılarımı çıkartıp koltuğa cenin pozisyonunda uzandım. Biri üzerime battaniye örtü. Onların aralarında konuşmalarını hala duyuyordum ve sanırım üçü esrar içeceklerdi. Bunu bir araya geldiklerinde zaten yapıyorlardı ama ben her içmeye başladıklarında ortamdan ayrılıyordum.  Bu sefer ayrılamayacaktım. Uyu Hare bir saat sonra çıkar gidersin diye kendimi teselli ediyorken bir anda hiçliğe büründüm ve bir yerden ısrarla çalan bir alarmla gözlerimi araladım. Hava baya aydınlanmıştı. Önce nerede olduğumu idrak edemedim. Sonra yavaş yavaş puslu beynim kendine geldi. Hızlıca yerimden kalkıp çantama uzandım.  Telefonum alarmını kapatıp lavaboya kalktım. Akan makyajımı ıslak mendille sildikten sonra saçlarımı ensemde gelişi güzel topladım. Oğuz'un kapısı kapalıydı. Kerem'in odasına kafamı uzattım. Melek gibi uyuyordu. Ceketimi giyindim ve şalla göğüs dekoltemi kapatıp evden çıktım. Saat on bire gelmek üzereydi. Taksiye binip İstiklalin başında indim. Biraz yürümek sanırım iyi gelecekti. Evin yokuşuna inen köşeye gelince durdum. İki yüz metre ileride, gitmek için çırpındığım yere mi gitsem diye tereddüt ettim.  Çok yorgundum. Akşamdan kalmalığı dibine kadar yaşıyordum ama ona uğramadan eve gitmekte içimden gelmiyordu. Yavaş adımlarla ilerledim. Tam karşısında durdum St Antuan Kilise'sinin. İstanbul'a ilk geldiğimde tanışmıştım St. Antuan Kilisesiyle. Tarihi olan her yapı benim için öncelikli oluyordu. Bu kilisedeki her şey bilinmezlikti benim için. Kapalı kapıların çokluğundan dolayı ilgimi çekiyordu muhtemelen. Sırf bu yüzden buraya sık sık geliyordum. İçeri adım atıp atmamak konusunda kararsız kalmış, kalbim sıkışmıştı. Sanki... Bana huzur veren yer şimdi sıkıntı vermişti... Nereden bilebilirdim hayatımı birazdan değiştireceğimi, demeyeceğim çünkü biliyordum. Hissetmiştim. O an gelmişti. Benim için değişim zamanıydı. Korkma dedim kendi kendime.  Kaderin oyununa ben en başta gelmiştim. Çok küçükken... Neler olabileceğini önceden beri biliyordum. Önüne geçebilme gücüm vardı ama isteğim yoktu. Her anın tadını çıkartarak yaşa Hare. Düşünme artık...

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

TUTKUYA TUTSAK (+18)

read
42.3K
bc

Genç Polisler

read
2.1K
bc

CEHENNEM ÇUKURU

read
8.5K
bc

A D A M

read
4.7K
bc

Patika

read
13.8K
bc

Kara Kutu

read
7.0K
bc

Ajan Akademisi 2 / Kara Liste

read
3.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook