Sabah her zamanki saatimde uyanıp okula geldim. Bu sefer okulun kapısını ben açtım, Savaş yoktu. Sınıfa girip çocuklar için hazırladığım aktiviteleri masanın üzerine koydum.
Bahçeden kahkaha sesleri gelince tebessüm edip cama doğru yürüdüm. Her biri koşarak geliyordular. Küçücük bedenlerinde onlara göre kocaman çantayla. Sınıfın kapısından tek tek girmeye başladılar.
"Günaydın öğretmenim."
"Günaydın çocuklar, haydi geçin yerlerinize."
Hepsi uslu bir şekilde yerlerine geçip oturdular. Her biri aklı başında, saygı dolu; acaba bugün ne öğreneceğiz diye gözümün içine merakla, büyük bir öğrenme isteği ile bakan pırıl pırıl çocuklardı. Onlar da bu azim, bu istek varken, yirmi sene sonra hepsinin geleceği noktayı tek tek hayal etmek, hem onlara hem bana iyi gelecek, yıl içinde yapılabilecek güzel bir aktivite olabilirdi...
Masama oturup yoklama almaya başladım. Her biri gelmişti bir eksiğimiz bile yoktu. Bu muhteşem bir durumdu. Demek ki Savaş'ı görünce korkuları geçti.
Yoklama defterimi kenara koyup, "Nasıl geçti gününüz?" diye sordum.
Hep bir ağızdan, "İyi geçti öğretmenim," dediler.
"Çok güzel, şimdi sizlerin önünüze fotokopi kâğıdı koyacağım onun üzerinde yazan harf e çocuklar, neymiş siz de söyleyin."
''Eeee'' diye hep bir ağızdan bağırdılar.
"Aferin çocuklar, kalemlerinizi elinize alıp üzerlerinden geçeceksiniz tamam mı?" Başlarını sallayıp dediğimi yapmaya başladılar.
Onlar fotokopi kâğıdında e harflerinin üzerinden geçerken ben camların hepsini açtım. Bugün hava çok sıcaktı. Aslında çocuklarla arka bahçede ders yapabilirdik. Çocuklara dönüp, "Kalemleri bırakın," dedim.
"Bugün dersi dışarıda yapacağız, nasıl fikir sizce?"
Hepsi, "Oleeyy," Diye bağırmaya başladı. Bu kadar sevineceklerini bilsem ilk geldikleri zaman söylerdim.
Ellerimi birbirine vurup, "Sıraya girin," dedim.
Hepsi ikişer sıra halinde dizildiler.
"Ellerinizi birbirinizin omzuna koyup beni takip edin."
Minik adımlarla okuldan çıkıp arka bahçeye doğru yürüdük. Gözüm ürpertici eve takılınca bakışlarımı hemen çektim.
"Çocuklar çimenlerin üzerine yuvarlak şekilde oturun."
Yan yana oturup halka oluşturdular. Ben de ortaya geçip yere oturdum.
"Alın bakalım kâğıtlarınızı yazmaya devam."
"Öğretmenim çimenlere uzanıp yazabilir miyiz?"
"Nasıl rahat edecekseniz öyle yazın. Kâğıdınızın altına defterinizi koyun ama."
Çocuklar yazı yazarken ben de onları kontrol ediyordum. Bakışlarım sürekli o eve kayıyordu. Görünürde kimse gözükmüyordu acaba evde yoklar mı? Annesi de gözükmüyor.
Sana ne Nora, neden birden bire merak saldın bu adama? Çözdün işte gizemi ne demeye bakıp duruyorsun adamın evine?
Başımı iki yana sallayıp ofladım. Rüyalarımda kurt adam, gerçekte iblis kafam iyice karışmıştı. Farklı bir gezegende dolaşıyormuşum gibi hissediyordum. Boşluğun içinde kaybolmadan çocuklara baktım.
"Bitti mi yazınız çocuklar?"
"Evet öğretmenim."
"Güzel, verin bana kâğıtları bakalım oyun oynayacağız..."
Çocukların elinden kâğıtları toplayıp çantamın altına koydum.
"Körebe oynayacağız, olur mu?"
Hepsi birden olur öğretmenim diye bağırdılar.
Boynumdaki fuları çıkarıp, "Kim ebe olmak ister" diye sordum.
Çocuklardan biri elini kaldırıp, "Ben," diye bağırdı.
"Gel bakalım, senin adın Tayfun değil mi?"
"Evet öğretmenim."
"Şimdi gözlerini bağlayacağız, sen de arkadaşlarını bulmaya çalışacaksın, tamam mı?"
"Tamam öğretmenim."
Tayfun'un gözlerini bağlayıp yanından çekildim.
"Haydi Tayfun bul bizi."
Çocuklar gülerek sağa sola koşuyorlardı. Tayfun onları yakaladıkça çocuksu heyecanıyla çığlık atıp ellerini birbirine vuruyordu.
"Öğretmenim şimdi siz ebe olun."
Gülüp, "Tamam," dedim.
Fuları Tayfun'dan alıp gözlerime bağladım.
"Sakın uzaklaşmayın tamam mı?"
"Tamam öğretmenim."
Kollarımı açıp onları bulmaya çalıştım.
"Ses çıkarın..."
Kıkırtılarının sesleri gelince arkama dönüp iki kişiyi yakalamıştım.
"Yakaladıklarım kenara otursun, sakın uzaklaşmayın."
"Öğretmenim bizi yakalasanıza."
Tebessüm ederek başımı iki yana salladım. Kollarım açık onlara doğru koştum. Burnuma sanki daha önce duyumsadığım bir koku geldi. Gülen dudaklarım düz çizgi haline geldi. Bir anda değişen ruh halimi anlamıyordum neden içimi hüzün kaplıyordu, hiçbir fikrim yoktu.
Burnum kokunun sahibi olan sert bir kişiye değdi. Gözlerimi hızla açıp geri çekildim. Karşımda buz gibi bakışlarıyla beni süzen bir Savaş vardı. Hangi ara gelmişti bu? Demin yoktu. Etrafıma bakıp çocukların hepsini kontrol ettim. Hepsi yanımda olunca rahatlamıştım.
"Oyun mu oynuyorsunuz?"
Savaş'a dönüp: "Evet" diye cevap verdim.
"Ben de oynayabilir miyim sizinle?"
Gözlerim şaşkınlıktan fal taşı gibi parladı. Bizimle oynamak istediğini söylüyordu. Dışarıdan bakılınca sert, acımasız birini benziyor; ama içi iyi biriydi. Bu adam ne kadar sert görünse de iyi biriydi. Tebessüm ederek "Tabiii" dedim.
Ona baktığımı görünce bakışlarını gözlerime çevirdi.
" Başlayalım."
Elimden fuları alıp gözlerine bağladı. Çocuklar kahkaha atarak sağa sola koşuyorlardı. Parmağımı dudaklarıma getirip şiştt yaptım.
"Sessiz olun bizi bulamasın."
Çocuklar başlarını sallayıp sessizce yürümeye başladılar. Savaş hiç zorlanmadan çocukları buluyordu. Sanki yerlerini biliyor gibiydi.
"Senin gözlerin mi açık?"
"Yok, gel bak istersen."
Yanına yürüyüp elimi gözünün önünde salladım.
"Mızıkçılık yapma bak!"
Dudakları iki yana kaydı. Gülüşü yüzünde büyüdü. Bembeyaz dişleri gözlerimin önüne serildi. Mükemmel kesinlikle hep gülmeli.
Dudakları eski halini alıp:
"Mızıkçı olan sensin" diye mırıldandı.
"Her zamanki gibi."
"Ne? Ben mi?"
" Kaç seni yakalayacağım."
Arkamı dönüp ondan uzağa kaçtım. Üç çocuğu da yakalayıp yerlerine bıraktı. Bir tek ben kalmıştım. Çocuklara sessiz olmaları için sürekli dudaklarımı kıpırdatıp susun diyordum.
Savaş kolları iki yanda beni arıyordu. Parmak uçlarımla yürüyüp arkasına geçtim. Sırtına dokunacakken bir anda arkasına dönüp kollarının arasına aldı beni.
"Buldum seni, buldum..."
Bedeni taş kesilmişti... Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu, nefes alışverişleri hızlı hızlıydı. Kendini geri çekip gözlerini açtı.
"Kaybettin Öğretmen Hanım, ben kazandım."
Omzumu silkip: "Aman iyi yaptın" diye mırıldandım. Sessiz bir şekilde arkamdan bir şeyler mırıldandı. Dediklerini anlamadığım için omzumu silkip, çocukların yanına geldim.
"Haydi sınıfa doğru sırayla yürüyün."
Omzumun üstünden ona baktım. Tellerin üstünden atlayıp evine doğru yürüdü. Kafa yapılarımız aynıydı, aslında onunla arkadaş olabilirdim. Hem kendimi yalnız hissediyordum, acaba benimle arkadaş olur mu?
Okul çıkışından sonra markete gitmek için evden çıktım. Evimle market arası neredeyse yarım saatti. Ne minibüs ne de farklı bir araç vardı. Keşke kendime ikinci el araba alabilsem, bu yolları yürümek beni yoruyordu.
Sıcaktan bunalmış halde kaldırama oturup derin nefes aldım. Yanımda getirdiğim pet şişenin kapağını açıp kana kana su içtim. Sokağın başında araba sesi gelince hemen ayağa kalktım. Bu Savaş'ın arabasıydı, acaba beni markete bırakır mıydı?
Cip yanımda durunca içimden inşallah beni markete bırakır dedim. Arabanın camı açılınca içeri doğru baktım. Oh buz gibi lütfen beni içeri al.
"Gel."
Elimi ağzıma kapatıp başımı eğdim. Ben içimden konuştuğumu zannederken, sesli söylemişim rezillik.
"Gelmiyor musun?"
"Geliyorum" diye mırıldanıp arabanın kapısını açıp koltuğa oturdum. Klimadan gelen soğuk hava yüzüme vurdukça, rahatlıyordum. Arabanın içinde uyumak istiyordum.
"Teşekkür ederim beni arabana aldığın için."
Sadece başını salladı. Bakışlarım kemikli ellerine takıldı. Parmaklarında Osmanlı yüzükleri vardı. Farklı bir giyim tarzı vardı.
"Beğendiysen sana verebilirim."
Onu incelemekten vazgeçip önüme döndüm.
"Teşekkür ederim yüzük takmayı sevmiyorum."
"İstesen de vermezdim, benim için değerli onlar..."
Kaşlarımı çatıp bakışlarımı onun sert yüzüne çevirdim.
"Senden istemedim, zaten versen de almam çok çirkinler. Kim hediye ettiyse zevksiz biridir kesin."
Tek kaşını havaya kaldırıp yandan bana baktı.
"İleride bu dediklerini sana hatırlatacağım. "
"Anlamadım."
Arabayı durdurup: "Anlaman için daha ne yapmam gerekiyor" deyip arabadan indi. Bu da neydi? Hızla arabadan inip peşinden yürüdüm.
"Ne demek istiyorsun? Neden sürekli gizemli konuşuyorsun? Dediklerini gerçekten anlamıyorum."
"İşini hallet dönelim, annem hasta."
Sitem edecekken sustum. Neyi vardı acaba annesinin?
"Geçmiş olsun, yardım edilecek bir şey varsa edebilirim."
Gözlerini yumup başını iki yana salladı. Yutkunup mavi gözlerini açtı.
"Lütfen biraz acele et."
"Tamam."
Hızlı hareket edip alacaklarımı almaya başladım. O kadar yolu elimde poşetlerle yürümek istemiyordum. Reyonların arasında iki kadın kaşlarını çatmış bana bakıyordular. Onlara tebessüm edip: "Merhaba" dedim. Arkalarını dönüp marketten çıktılar.
Derin nefes alıp arkalarından baktım. Bu bakışların altından kötü bir şey çıkmaz inşallah, kimseyle uğraşmak istemiyorum...
Alışverişi yaptıktan sonra Savaş beni eve bırakıp gitti. Aldıklarımı dolaba yerleştirip yemek yapmaya başladım. Hava kararmaya yakın yemeğim pişmişti. Tabaklara koyup salona geçtim. Koltuğa oturduğumda kapım kırılacak gibi çalmaya başladı.
"Hayırdır inşallah. Kim o?"
"Aç kapıyı Öğretmen Hanım..."
Bu benimle konuşan yaşlı kadının sesiydi. Kapıyı açıp karşımdaki kalabalığa baktım.
"Buyurun?"
Öndeki çarşaflı kadın omzumu itip:
"Sen kim oluyorsun da çocuklarımıza o iblis ile oyun oynatıyorsun" diye bağırdı. Sesindeki aşağılama midemi bulandırmıştı.
"Bakın çocuklarınızı korkutmuşsunuz, sürekli iblis gelecek korkusuyla ders dinlemiyorlardı."
"Kes sesini! Sana mı düştü çocuklarımızı teselli etmek. Sen dersini öğretip git.''
Sinir bütün vücudumu ele geçirmişti. Ellerimi yumruk yapıp ya sabır dedim.
"Sizler nasıl insansınız? Küçücük çocukları olmayan bir şey yüzünden korkutmuşsunuz. Anne oğula iftira atıyorsunuz. Bu yaptığınız suç."
Kadın omzumdan tutup beni içeri itti. Sırtım duvara çarpınca kemiklerim etime battı adeta... Kadın üzerime doğru gelecekken kapıyı yüzüne kapattım.
"Çık dışarı sen de onlardan olmuşsun... Defol git köyümüzden istemiyoruz seni..."
Bunlar ne diyordu böyle kafayı yemişler. Bir anda evi taşlamaya başladılar çığlık atıp yere çöktüm.
Yağmur gibi yağıyordu sanki taşlar evimin penceresinden... Kırılmayan cam kalmamıştı. Sağ çıkabilir miydim? Annem, babam nasıl dayanacaktı bu acıya... Geç gelen Nora onları, erkenden terk mi edecekti? Sorulara sorular ile cevap veriyordum. Korkuyordum. Tarifi var mıydı bu korkunun! Ya da bu titreme betimlenebilir miydi şimdi. Kafamdan gelen kan ile şoka girmek üzereydim. Ta ki o sese kadar... Yağan yağmur değil taştı evet; gürleyen de gök değil kurt sesiydi! Nasıl bir sesti bu? Ulumanın sesi ile dağılıyorlar mıydı? Ben nefes alabilecek miydim tekrardan... Daha anne karnında duymaya başladığım o muhteşem iki insanın sesini tekrar duyup; onlara sarılabilecek miydim? Acıyan canım, kanayan yaram; kapanmak üzereydi gözlerim... Oysa benim niyetim kötü değil iyiydi...
Yeniden "Merhaba" dersem sana Mardin ilk gün ki gibi selam verebilecek miydim? Kırılan ve parçalanan her yerdi; hatta benim evim yoktu artık! Peki, kırdıkların yok ettiklerin, parçaladığın; umudumdan, kalbimden, misyonumdan önemli miydi? Hayır değildi... Hoşça kal Mardin! Belki de dünya, sen de Hoşça kal...
Gözlerinden alevler çıkıyordu... Bastığı yeri titretiyordu... Yer sallanıyordu adeta... Başını göğe kaldırıp gök gürler gibi uludu... İnsanlar çığlık atarak sağa sola kaçışıyordular. Adeta birbirlerini eziyordular. Gördükleri kurt sayesinde...
**
Yoğun bir baş ağrısıyla gözlerimi açmaya çalıştım. Ben açmaya çalıştıkça göz kapaklarımdaki görünmeyen bir baskı engel oluyordu, onlara... Nerede olduğum hakkında bir fikrim yoktu...
Burnuma daha önce duyumsadığım toprak kokusu geliyordu. Nefes aldıkça koku ciğerlerime işliyordu. Elimi başıma doğru uzattığım da elimin üzerinde sert bir el hissettim. Korkuyla yattığım yerde, geri geri gitmeye başladım.
"Şşş, korkma."
Yine o ses! Bana yakın, beni huzurlu hissettiren tatlı uğultu... Rüyada mıyım yoksa? O sesi duyuyorsam rüyadayım. Çünkü o sadece rüyalarımda geliyor yanıma.
Beyaz kurdumu görmek için gözlerimi zorla açtım. Bulunduğum yer kap karanlıktı, bakışlarımı etrafa çevrildiğimde, yanımda birinin oturduğunu gördüm. Karanlıktan sadece silueti gözüküyordu.
Korku ve panikle geri geri gitmeye çalıştım. Gitmek istedikçe elimi tutan kemikli el gitmeme izin vermiyordu.
Kekeleyerek; "sen de kimsin?" Diye sordum. Normal de kimseden korkmazdım ama bu akşam yaşadığım olaylardan sonra içimi korku kaplamıştı.
"Nora benim Savaş, korkma..."
Savaş mı? Nasıl yani ben şu an Savaş'ın yanında mıyım? Elimi tutan kişi Savaş mı?
İyi de bu ses rüyalarımda ki kurda ait, daha önce neden anlamamışım ben? Başıma yediğim taştan sonra saçmalıyorum kesinlikle! Kurtta Savaş de, tam olsun Nora!
Komodinin üstünde ki gece lambasının ışığı yanınca, elimle gözlerimi kapattım.
"Birazdan alışırsın ışığa. Başın ağrıyor mu?"
Elimi yavaş yavaş çekip kuruyan dudaklarımı yaladım.
"Neredeyim ben?"
Sesim fısıltı halinde çıkmıştı. Onun endişeli bakışlarını görünce gerildim.
"Benim evimdesin, güvendesin."
Gözlerim yerinden çıkacak gibi açıldı. Şaşkın bakışlarımı ondan çekip etrafa baktım. Duvarda, duvarı kaplayan büyük bir beyaz dolap vardı. Diğer duvara da komple kitaplık yapılmış, bu kitaplığa binlerce kitap dizilmişti. Odanın rengi lacivert griydi. Burası onun odası mıydı?
Bakışlarımı tekrar ona çevirince başıma baktığını gördüm. Elim refleks olarak direkt yarama gitti. Yaşadığım o korku dolu anları düşündüm. İnsanlar kesinlikle çıldırmıştılar. Resmen beni öldürmek istediler. Eminim bir daha çocuklarını da okula göndermezdiler.
"Düşünme..."
Düşüncelerimi Savaş'ın sert, aynı anda huzur veren sesi böldü. Üzgün halde ona baktım.
"Bu insanları anlamıyorum, nasıl böyle bir şey yaparlar? Beni öldürecektiler."
"Öldüremezler!"
Bir anda bağırınca sırtımı yatağın başlığına yasladım. Korktuğumu anlayınca derin bir nefes alıp alnımı sıvazladı.
"Sen uyu, yarın öğrencilerin seni bekler okulda."
Tek kaşımı kaldırıp hissiz bir şekilde güldüm.
"Sen o ailelerin çocukları okula göndereceğine emin misin?"
Yataktan kalkıp dolaba doğru yürüdü. Sürgülü kapağı açıp içinden siyah tişört aldı. Ağır ağır hareket ediyordu bana cevap vermedikçe sinirleniyordum.
"Cevap versene. "
Bana doğru dönüp üzerindeki gri tişörtü çıkardı. Ne yapıyordu bu? İstemeden onu incelemeye başladım. Vücudu yapılıydı göğüs kısmında pençe izi vardı hayvan saldırısına mı uğradı acaba?
Bakışlarını bana çevirince gözlerimi hemen kaçırdım.
"Korkma burada güvendesin. Hiçbir şey düşünmeden uyu, hava aydınlanınca konuşuruz. "
Odadan çıkacağı zaman, "dur" diye bağırdım. Omzunun üstünden bana baktı.
"Annen nerede?"
"Uyuyor."
Başka bir şey demeden kapıyı açıp dışarı çıktı.
O dışarı çıkınca üzerimdeki pikeyi açıp ses yapmadan ayağa kalktım. Gece lambasından gelen loş ışıkla odanın içine baktım. Savaş'ın çıktığı kapının yanında bir tane daha kapı vardı. Orada ne var acaba?
Parmak uçlarımla yürüyüp kapının yanına geldim. Yaptığımın çok yanlış olduğunu biliyorum, ailem her zaman başkalarının eşyalarını karıştırmamam gerektiğini söylerdiler. Her zaman onları dinlememe rağmen bugün içimdeki meraka yenik düşüp onları dinlemeyecektim.
Kapının kulpunu tutup ses çıkarmadan açtım. Normalde böyle gizemli ortamlarda kapının kilitli olması gerekmiyor muydu? En azından filmlerde öyle oluyordu.
Tekrar salakça düşüncelere kapıldım, başımı iki yana salladım. Odanın içi karanlık olduğu için hiçbir şey gözükmüyordu. Duvarda ışığı ararken arkamdan biri sarıldı. Çığlık atacakken eliyle ağzımı kapattı.
Allah'ım bu sefer kesin ölüyorum, kesin ruhlar bana saldırdı. O kadar insan yalan mı söyleyecekti aptal Nora her şeyi hak ettin sen.
Işık yanınca gözlerimi sımsıkı kapattım.
"Nora... "
Korku filminde ölen ilk karakter gibiyim, her şeyi merak edip önden giden en önce ölürdü. Benimde sonum öyle olacaktı.
"Çok meraklısın, yatıp uyumanı söylemiştim sana. Ne arıyorsun odada? "
Gözlerimi yavaşça açıp siyah duvara baktım. Duvarın renginin neden siyah olduğuna kafa yormadan Savaş'a yakalanmanın verdiği utançla kıpkırmızı olmuştum.
Az önce korkudan ölecekken şimdi utançtan öleceğim. Omuzlarından tutup beni kalacağım odanın içine getirdi. Elleri omzunda yatağa doğru yürüdük. Beyaz örtüyü açıp: "Yat" dedi emir veren sesiyle.
Ona bakmadan hızla yatağın içine girdim, pikeyi başıma kadar çekip gözlerimi sıkı sıkı yumdum.
"Oyunbozan seni."
Kim ben mi oyunbozanım? Sürekli bana laf dokundurması canımı sıkıyordu. Tamam, azıcık meraklıyız ne olmuş odaya girip baktıysam? Hem o dışarı çıkmıştı, nasıl girdi o odaya? Acaba iblis mi gerçekten de."
Kapının kapanma sesi gelince örtüyü yüzümden çekip kapının oraya baktım. Gitmişti, düşünmemeye çalışıp gözlerimi kapadım.
Gözlerimi mis gibi krep kokusuyla açtım. Iımm, en sevdiğim, bir an annem geldi aklıma sırf seviyorum diye her sabah yapardı benim için.
Onlara olan özlemimle içim burkuldu. Yataktan kalkıp dağılan saçlarımı düzelttim.
Acaba Savaş uyandı mı?
Kapıyı açınca geniş bir koridor çıktı karşıma. Karşılıklı odalar vardı. Kaldığım odanın yanında da kapı vardı. Büyük bir ihtimal Savaş bu kapıdan girdi içeri.
Acaba içeride ne vardı?
Tekrar başıma iş almadan koridorda yürümeye başladım. Alt kata inen merdivenleri tek tek inip boş salona baktım. Kimse yoktu. Evin içi dışından daha güzeldi, dış cephesi ne kadar huzursuz etse de içi ferahtı.
"Rahat uyudun mu? "
Korkuyla yerimden sıçrayıp arkama döndüm. Savaş'ın annesi güler yüzüyle bana bakıyordu. Onu en son gördüğüm günden bu yana bayağı çökmüştü. Zayıf olan bedeni daha fazla zayıflamıştı.
Yüzüme şefkat ve merakla bakıyordu. Tebessüm edip elini tuttum.
"Nasılsınız efendim?"
"İyiyim kızım, sen nasılsın?
''Savaş söyledi dün gece kötü olaylar olmuş. O insanlar adına senden çok özür dilerim. Oğlumla beni lanetli sandıkları için seni sözde bizden uzak dur diye uyarıyorlar. "
Elimi yanağına koyup güldüm. Nasıl da üzgün. Bu kadın nasıl büyücü olabilir ki?
"Ben onlara hiçbir zaman inanmadım inanmam da. Sizde Savaş da çok iyisiniz. Bana evinizi açtığınız için çok teşekkür ederim."
"Kızım..."
Tüm içtenliğiyle sımsıkı sarıldı bana, kızım derken tüylerim diken diken oldu. Yabancı birini candan kızım diye sevebilen bir kadın benim gözümde dünyanın en iyi kalpli büyücüsüydü. Ona iftira atan insanlar, kendi kazdıkları kuyuya bir gün düşecekler eminim.
Kendini geri çekip yanağımı öptü.
"Sana krep yaptım soğumadan ye."
"Teşekkür ederim, zahmet ettiniz. "
"Ne zahmeti yavrum, ben bu anı-"
Bakışları arkaya kayınca sustu.
"Gel oğlum."
Başımı arkamda duran Savaş'a çevirdim. Gergin bir halde annesine bakıyordu.
"Savaş haydi gelin oğlum kahvaltınızı yapın."
"Sen tabağa koy okulda yeriz anne, çocuklar birazdan gelir. Nora'yı evine götürmem gerekiyor, üzerini değişmesi lazım."
Yüzündeki endişeyi umursamadan, "Bugün ders yapabileceğimi sanmıyorum" dedim.
Bakışlarını bana çevirip adım adım yürüdü.
"Pes mi edeceksin Nora? Bitti mi her şey? Hayaller yok mu oldu? İlk olayda kaçıp gidecek misin?"
Gür sesi kulaklarımdan girince beynimin içinde yankı yaptı. Tabii ki pes etmeyecektim. Sonuna kadar çocuklar için savaşacaktım.
"Pes etmiyorum" diye bağırdım.
"Güzel şimdi çıkalım."
Ona cevap vermeden annesine sarılıp: "Hoşça kalın" dedim. Tekrar beni öpüp "Kendine dikkat et kızım" dedi.
"Siz de efendim."
Koşarak arabasının yanına vardım. O da hızla peşimden geldi. Arabasının kapısını açınca ikimiz de içeri girdik.
Arabayı çalıştırıp benim eve doğru sürmeye başladı. Kim bilir ne haldedir? İnsanlar canice içinde insan olduğunu bildikleri halde taşladılar.
"Korkma sakın ben insanlarla konuştum, seni rahatsız etmeyecekler. Bu arada sağlık ocağındaki doktorla konuştum. Hemşire gelecekmiş köye kalacak yeri yokmuş. Eğer istersen seninle kalsın sana arkadaş olur. "
Ağzından bal damlıyordu resmen. Sevinçle ellerimi birbirine vurdum. "İsterim Tabii ki buradaki ikinci arkadaşım olacak çok mutluyum. "
"İkinci? Diğeri kim arkadaşının?"
"Sen Tabiii ki."
Dudağı kenara kayar gibi oldu. "Arkadaş" diye kendi kendine mırıldandı.
"Değil miyiz?" diye mırıldandım kedi gibi çıkan sesimle.
Bana doğru dönüp göz kırptı. Bir an mideme kramplar girdi. Kalp atışım normalden daha hızlı atmaya başladı. Sanırım değişen yüz ifadem dikkatini çekmiş olacak ki yüzüme doğru eğildi.
"Ne oldu? Yakışıklı bir arkadaşın olduğu için dilin mi tutuldu?"
"Yoo" dedim kaba çıkan sesimle.
"Şakacı arkadaşım benim, çok komiksin."
"Öyleyimdir."
Gözleriyle dışarıyı işaret etti. Camdan dışarı bakınca evin önüne geldiğimizi gördüm.
"Benimle eve gelir misin? Korkuyorum. "
Bir şey demeden arabadan indi sanırım gelecekti. Kapıyı açıp indiğimde ürkek halde eve doğru yürüdüm. O da peşimden geldi.
Kırık camlar takılmıştı, etraf tertemiz olmuştu. Tabii ki bunu Savaş'tan başka kimse yapmamıştı. Ona doğru dönüp hissettiğim duygusal yoğunluktan ona sarıldım. Bedeninin gerilmesini umursamadan sımsıkı sarıldım.
"Çok teşekkür ederim, iyi ki varsın. Eğer seni burada tanımasaydım İstanbul'a dönmüştüm. "
Elini belime koyup yavaş yavaş okşadı.
"Ben senin olduğun her yerde olacağım."
Başımı boynundan çekip gözlerine baktım.
"Arkadaşlar her zaman birbirlerine yardımcı olur değil mi? "
Başımı usul usul salladım.
"Her zaman."
Her zaman sert olan yüzü yumuşar gibi oldu. Dudakları tebessüm edip; " hazırlan" dedi.
"Rahat giyin ama okuldan sonra seni gezmeye götüreceğim."
Heyecanla: "Nereye?" diye sordum.
"Soru sormak yok. Gidince görürsün. "
Tekrar nereye gideceğimi sormadan odama girdim. Ne kadar sorsam da cevaplamayacağını biliyorum. Kot pantolonumla kısa kollu beyaz gömleğimi giydim. Salık olan saçlarımı topladıktan sonra odadan çıktım.
Benim hazır olduğumu görünce koltuktan kalkıp kapıya doğru yürüdü. Sırt çantamın içine telefonumu koyup kapıdan çıktım.
Konuşmadan okula geldik, ben sınıfa doğru giderken o mutfağa doğru yürüdü. Sınıfa girince çocuklar hep bir anda ayağa kalktılar. Hepsinin başları yerdeydi.
Hiçbirine bir şey demeye hakkım yoktu, onlar masum çocuklardı. Günahsız melekler, ailelerin işledikleri suçu çocuklarımın yüzlerine vurmayacaktım.
Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle kollarımı açıp: "Gelin" dedim.
"Öğretmenim.''
"Şşşşt, Haydi gelin size sarılacağım."
Asık olan yüzleri çiçek açmıştı gülüşleriyle. Sırayla bana gelip sarıldılar. Hepsine sarılıp öptükten sonra:
"Bugün ders yapmayacağız" dedim. "Oyun oynayacağız."
Sevinç ve çığlıklarıyla sınıfı inlettiler. Öğlene kadar oynadığımız oyunlardan sonra muhtar okulun içine girmeden çocukları alıp gitti.
Özür dilemelerini beklemiyordum, benden uzak dursunlar bana yeterdi. Okulun içine girip sınıftan çantamı aldım. Mutfağa doğru yürüyüp kapıya vurdum. Kapı açılınca geri çekildim.
"Gidelim."
Başımı sallayıp yanından yürüdüm. Burada ondan başka kimsem yoktu, ondan uzak durup yalnız kalmaktansa, onunla yakın olup tek kalmamam daha iyiydi.
Arabasına binince bir saatlik yolculuğumuzun ardından, meyve bahçelerinin olduğu yemyeşil bir yere geldik. Gözlerim güzellikler karşında yerinden çıkacak gibi olmuştu. Arabanın kapısını açıp ağaçların arasına daldım.
"Elma istiyorum."
"Çık ağaca al."
Gözlerimi devirip, "Öküz" dedim sessizce.
"Dikkat et o öküz seni..."
"Eeee"
"Kovalamasın" dedi kollarını göğsünde bağlayıp kol kaslarını gözüme sokarcasına. Omzumu silkip ağaca tutundum.
Ayaklarımı dallara atıp kendimi zorla yukarı çektim. Sırtımdan birinin hızla yukarı çıktığını hissettim. Başımı hızla yukarı kaldırıp tepemde bana gülerek bakan Savaş'a şok olmuş bir halde baktım.
"Sen? Sen nasıl çıktın?"
"Elimi tut çiçek kokusu."
İsmimin anlamıyla seslenmesi yüzümü güldürmüştü. Babam da her zaman böyle çağırırdı.
" Nora."
Elimi avuçlarının arasına bıraktım, kendimi bir anda yukarıda buldum.
"Sen nasıl bu kadar hızlı hareket ediyorsun?"
Daldan yeşil elma koparıp ısırdı o ısırınca benim de canım çekmişti. Ama önce sorumun cevabını alacaktım. Cevap verene kadar mavi gözlerine baktım. En sonunda gözlerini devirip başını iki yana salladı.
"Ben normalim sorun sende çok uyuşuksun. Mıymıntı seni. "
"Ne? Pardon da beni tanımadan nasıl uyuşuk olduğuma karar verirsin? Çevremdeki insanlar her zaman hızlı ve pratik olduğum için beni takdir ederler. "
"Öyledir kesin."
"Buraya beni kızdırmak için getirdin değil mi? Seni kaba huysuz herif."
Yarısı kalan elmayı ağzıma sokup, "Sus be sus" dedi." Ye elmanı başımı yedin."
"Ben gidiyorum. "
"Git."
Elmayı yere atıp aşağı inmeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü bir adım bile atamadım. Her zaman çıkarken rahat çıkar inerken inemezdim. Nasıl ineceğim ben buradan?
Kulağımın arkasında Savaş'ın sıcak nefesini hissedince yavaşça başımı ona doğru çevirdim.
"Sanırım bana mahkûm kaldın Nora...