*
Adaklı köyünde geçirdiğim bir hafta boyunca bu köyde tamamen yalnız olduğumu anladım. İnsanlar inandıkları hurafelere kendilerini aşırı derecede kaptırmıştılar. Bulunduğum mahalledeki evlerini terk edip farklı bölgelere taşınmışlar. İnsanları bu denli korkutan olayların aslını merak edip internetten araştırdım.
Köy hakkında hiçbir şekilde makale yoktu. Eğer dedikleri gibi olsa birileri mutlaka olanları duyup haber yapardı. Eminim anne ve oğlunu sevmedikleri için onlara iftira atıyordular. Bu konu hakkında artık fikir yürütmek istemiyordum. Olayları akışına bırakıp yaşayarak görmek istiyordum. Eminim köydeki gizemi de yavaş yavaş çözecektim
Bir haftadır deli gibi beklediğim gün sonunda gelmişti. Bugün okullar açılıyor ve ben öğretim hayatıma ilk adımımı atıyordum. Sabah erkenden kalkıp dolaptan siyah kalem eteğimle beyaz gömleğimi aldım. Banyoda işlerimi hallettikten sonra kıyafetlerimi giyip saçlarımı taradım.
İşte olmuştu. Kolumdaki saate baktığımda yedi buçuktu, ders saati sekiz buçukta başlayacağı için okula erken gidip çocukları beklemek istedim. Çantamı alıp kapının önüne çıktım. Yağmur yağmaya başlamıştı, acaba koşarak gitsem yağmur çoğalmadan okula yetişir miyim?
Evde şemsiye de olmadığı için hızlı hızlı yürüyüp ıslanmamaya çalıştım. Okula gelinceye kadar sırılsıklam olmuştum. Koştukça yerdeki ıslanan toprak üzerime sıçramıştı.
Okulun bahçesine girince derin nefes alıp kapının önüne koştum. Kapı sonuna kadar açıktı. İçeride biri mi var acaba? Muhtar mı geldi?
Kendi kendime soru sormaktan vazgeçip açık olan kapıdan içeri girdim. Sağ tarafta bulunan boydan boya aynaya bakınca korkudan yerimden sıçradım. Ne hale gelmişim, üstüm başım berbat halde. Saçlarımın suyunu akıtıp sınıfa doğru yürüdüm. Açık olan kapıdan başımı uzattığımda görünürde kimse yoktu.
Muhtar nerede acaba?
Galiba mutfakta, sınıfa girip masama doğru yürüdüm, masanın üzerinde dumanı yeni tüten mis gibi poğaçalar vardı.
Tebessüm edip bir tane elime aldım. Muhtarın hamarat eşi döktürmüş yine. Poğaçayı ısırıp gözlerimi yumdum. Muhtara teşekkür etmek için elimdeki poğaçayı yiye yiye mutfağın önüne geldim. Kapının kolunu tutunca içimde adlandıramadığım tuhaf bir his oluştu. Kapının kulpunu yavaşça araladım.
"Hamza Bey?"
Kapıyı tamamen açtığımda camdan biri dışarı bakıyordu. Hamza Bey değildi. Genç, uzun boylu biriydi. Yavaşça arkasını dönüp kapüşonunun şapkasını yüzünden çekti.
Bu o! İblis.
Olduğum yerde kal gelmişti. Dilim düğüm olmuş konuşamıyordum. Sadece gözlerinin içine bakıyordum. İçimin bir anda hüzün kaplamasını anlamıyordum. Gözlerim gözlerine baktıkça yaşarıyordu. Olduğum yere çöküp bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Kalbimin üzerine oturan taşı kaldıramıyordum. Bu da neydi böyle?
Ayaklarım kendiliğinden geri geri gidip kapıyı kapatmaya çalıştım. Ben kapatmak istedikçe sanki görünmeyen varlık elimi tutmuş beni durduruyordu.
"Hasta olmadan kurulan."
Duyduğum ses gözlerimin kocaman büyümesine sebep oldu. Bu sesi daha önce duyduğuma eminim. Ona dikkatli bakıp çözmeye çalıştım. Mimiklerinden bir şey anlamasam da bana farklı bakıyordu. Sanki kaybettiği eşyasını bulmuş gibi özlemle bakıyordu.
İki dakika içinde iblisle bakışarak aşk yaşadım. Kendime içimden kızıp saçma teorileri kafamdan attım. Kaçan dilimi olduğu yerden çıkarıp, "Merhaba" dedim. Ne diyeceğini deli gibi merak ettiğim için bakışlarım sürekli gözlerinin üstündeydi...
"Merhaba, hoş geldiniz okula. Mutfak dolabının alt çekmecesinde havlu var, kurulanın. Hasta olacaksınız. "
Vay canına iblis konuştu. Dudaklarımın arasından nefesimi verip başımı salladım. Bana doğru gelmeye başlayınca adımlarımı geri geri atıp ondan uzak durmaya çalıştım. Sırtım duvara değince kapının ağzında durup beni süzdü. Bir adımıyla dibime geldi. Sessiz sessiz birbirimize bakarken ortama kuvvetli gök gürültüsü düştü. Çığlık atıp başımı ellerimin arasına aldım.
"Korkma! Sadece gök gürledi..."
Ellerimi başımdan çekip sersemleşmiş halde ona baktım. Yapısı sert görünse de nazik birine benziyordu. Önce saçlarımı kurulamamı söylemişti, şimdi korkmamam gerektiğini söylüyordu. Neden ona iblis diyorlar çok merak ediyordum.
Başımı yavaşça sallayıp, "Saçlarımı kurulayayım," dedim.
Geri çekilip arkasını döndü. Dış kapıya doğru yürüyüp demir kapıdan çıktı. Arkasından bakmaktan vazgeçip mutfağa girdim, dediği yerden havluyu aldım. Islak saçlarımı kurularken onun bu okulda ne yaptığını çok merak ediyordum. Acaba o da mı öğretmendi? Öğretmen olsa beni buraya göndermezdiler ki?
Kendi kendime soru sormaktan sıkılıp ofladım. Gidip korkmadan ona kim olduğunu soracaktım. Kulaktan dolma haberlerle ne zamana kadar vakit geçecekti? İşim bitince mutfaktan çıkıp kapıya doğru yürüdüm. Demir kapıyı açıp başımı dışarı uzattım. Görünürde yoktu. Neredeydi bu? Adını da bilmiyorum. Acaba İblis Bey diye bağırsam mı? Sonuçta herkes ona iblis diyor.
"Beni mi arıyordunuz?"
Sesini arkamda duyunca çığlık atıp başımı demir kapıya vurdum. Gözlerim şaşkınlıktan kocaman olmuştu. Demin dışarı çıkmıştı, hangi ara içeri girdi?
Onu daha fazla bekletmemek için, "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sordum.
Sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen, "Tabii" dedi. Gözleri sanki bir şeyler söylemek istiyor da söyleyemiyormuş gibi bir hali vardı. Eliyle sınıfa doğru yürümem için bana öncelik verdi. "Teşekkür ederim" deyip sınıfa doğru yürüdüm. O da peşimden geldi. Sınıfın içine girince kapıyı aralık bırakıp camın önüne doğru yürüdü. Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ya herkesin dediği gibi kötü biriyse, ya bana burada bir şey yaparsa?
Yapsa çoktan yapmaz mıydı?
"İçinden konuşma. Sormak istediklerini sor. "
Adam içimi de okuyor, kesin bunda bir tuhaflık var. Onu kızdırmamak için, "Adınız nedir?" diye sordum kısık sesle. Ben bile zor duyduysam o kesin duymamıştır.
"Unuttun mu?"
"Ne?"
Başımı iki yana sallayıp içimden konuşmaya son verdim. Eğer dikkatimi bu adama vermezsem, ne demek istediklerini anlayamayacaktım.
"İsminizi daha önce duymadım."
Dudağı kenara kayar gibi olunca kaşlarını çatıp yüzünü sert bir hale getirdi.
"Unutmak mı kolay Yoksa hatırlamak mı?"
Bu saçma soruya cevabım suratına boş boş bakmak oldu.
"Nora?"
"Efendim?"
"Gerçek adın Nora mı?"
Şu an onun karşısında, sorduğu sorulara neden cevap veremiyorum anlamıyorum. Hayır, benim ona soru sormam gerekirken onun tarafından sorguya çekiliyordum.
"Evet, adım Nora," deyip yüksek sesle konuştum. O soru sormadan hızla soru sordum.
"Adını bilmiyorum, kim olduğun hakkında hiç bilgim yok. Sadece bildiğim insanların senin ve annen hakkında tuhaf şeyler söylediği."
Kollarını göğsünde bağlayıp tek kaşını kaldırdı.
"Sen bu söylenenlerin gerçek olduğuna inanıyor musun?"
Soruya soruyla karşılık vermesi beni kızdırıyordu. Zaten ses tonu ve bakışları beni ürpertirken bir de soru sorması iyice geriyordu beni.
"Ben hiçbir şey bilmiyorum, bildiğim öğrencilerime ders öğretmek."
Öğrencilerim deyince saate baktım. Sekiz buçuğa beş dakika vardı. İyi de gelen giden yoktu. Yağmur yağdığı için geç mi gelecekler acaba?
"Benim de amacım bu. Köydeki öğrencilerin okuyup bilgi sahibi olması. Ama bazı aileler çocuklarının okumaması gerektiğini düşünüyor, özellikle kız çocuklarının.''
Şimdi anlıyordum.
"Sen! Onlar çocuklarını okula göndersin diye onları korkutuyorsun değil mi? O yüzden senden deli gibi korkuyorlar. "
"Akıllısın."
Düşündüklerimin doğru olduğunu biliyordum. Anlayamadığım onları nasıl korkuttuğuydu.
"Peki, nasıl korkutuyorsun? İnsanlar evlerini bırakıp gitmiş. Ne yapmış olabilirsin ki seni iblis olarak biliyorlar. "
"Akıllı birisin gerisini sen çöz. Çocuklar geldiler kapıda karşıla istersen."
Camdan dışarı baktığımda çocukların koşarak bahçeye girdiğini gördüm. Yüzümde neşeyle sınıftan çıkıp kapıya koştum.
"Hoş geldiniz."
"Günaydın öğretmenim. "
Candı bunlar, hepsine tek tek sarılmak istiyordum. Dışarıda yağmur yağdığı için koridorda sıraya dizdim onları. İstiklal Marşı ile andımızı okutmak için.
Muhtar başıyla selam verip okuldan çıkıp gitti. Çocukların ailelerinden kimse gelmemişti. Deli gibi korktukları iblisin olduğu yere çocuklarını tek göndermiştiler. Tuhaf insanlar. Okulun kapısını kapatıp çocukların karşısına geçtim.
"Andımızı bilen var mı çocuklar?"
Hepsi birden, "Hayır," diye bağırdılar. Hepsine tek tek öğretecektim. Sınıfa girip dolaba yaklaştım. Tuhaf adam yoktu. Kim bilir bu sefer nereye kayboldu? Dolaptan Bayrakla, Atatürk'ün resmini alıp koridora çıktım. Önde duran kız ve erkek çocuğunu yanıma çağırdım. Birinin eline bayrağı birinin eline de Atatürk'ün fotoğrafını verdim.
"Benim söylediklerimi tekrar edin, tamam mı? "
"Tamam," diye şen şakrak bağırdılar. Onların tatlı hallerine gülüp andımızı okumaya başladım.
"Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!"
Hep birlikte okuduğumuz andımızdan sonra İstiklal Marşı'nı okuyup sınıfa girdik. Kız erkek yan yana sıralara oturtup tahtanın önüne geçtim.
"Nasılsınız çocuklar?"
Hep bir ağızdan, "İyiyiz Öğretmenim," dediler.
Çocukların gözlerinde gördüğüm heyecan içimi kıpır kıpır ediyordu. Meraklı bakışlarıyla gözlerini süslerin üzerinde gezdiriyorlardı. Onları yakından tanımak için isimlerini sordum. Sırayla ayağa kalkıp kendilerini tanıttılar. İçlerinden biri sürekli dışarı bakıyordu. Yanına doğru yürüyüp, "Merhaba," dedim.
"Merhaba öğretmenim."
"Neden dışarı bakıyorsun tatlım? "
"Korkuyorum öğretmenim."
Küçük kız ağlamaya başlayınca elini tutup, "Korkma," dedim. "Ben senin yanındayım tatlım, korkulacak bir şey yok ki."
"Var öğretmenim. Annem dedi ki sınıftan sakın çıkma, iblis seni evine götürüp yer,'' dedi.
Adeta şok olmuştum. Bunlar nasıl insandı? Küçücük çocuğu nasıl korkuturdular? Kızın gözyaşlarını silip geri çekildim.
"Çocuklar bana bakın lütfen. "
Hepsi sessiz olup beni dinlemeye başladılar.
"Bakın iblis diye bir şey yoktur. Aileniz size şaka yapmış korkmayın tamam mı?"
"Hayır, öğretmenin var ben gördüm. O hep siyah giyiniyor. "
"Yani? Siyah giyindiği için iblis mi şimdi o?"
"Hayır!"
Başımı arkada oturan kumral çocuğa çevirdim.
"Aferin sana, bakın arkadaşınız inanmıyor, değil mi?"
"Öğretmenim o iblis değil, o bir kurt adam."
Çocukların hayal dünyası beni şoka sokuyordu. Gülüp başımı iki yana salladım.
"Kurt adam yoktur oğlum."
"Var öğretmenim ben gördüm. Geçen sene ormanda kaybolduğumda tilki beni yiyecekken o abi bir anda kurt oldu. Beni tilkiden korudu. Sonra beni sırtına alıp köye kadar getirdi."
"Vay canına, demek öyle oldu."
Benim çocukları o adamla yüzleştirmem gerekiyordu. Adamı başka sıfatlarda hayal etmek istemiyordum.
"Ben geliyorum, sınıftan dışarı çıkmayın, tamam mı?"
"Tamam öğretmenim."
Onlara gülüp koridora çıktım. Etrafta gözükmüyordu. Mutfakta olduğunu düşünüp oraya doğru yürüdüm. Kapıyı aralayıp içeri baktığımda yoktu. Acaba gitti mi? Dış kapıya baktığımda merdivenlere oturmuş yağmuru izliyordu. Ona doğru yürüyüp, "Pardon" dedim. Omzunun üstünden bana baktı. Konuşmuyor adeta gözleriyle beni yiyordu.
"Şey, çocuklar sizden korkuyorlar sınıfa gelip onlara iblis olmadığınızı söyler misiniz?"
Bakışlarını gözlerimden çekmeden ayağa kalktı. Bana doğru gelip önümde durdu.
"Ben onlara iblis olmadığımı söyleyince inanacaklar mı? Onlar aileleri ne derse ona inanırlar."
"Olsun biz bir adım atalım, sonuçta onlar daha çocuk. "
"Pekâlâ, biz bir adım atalım."
Yanımdan geçip sınıfa doğru yürüdü. Ben de peşinden hızla yürüyüp sınıfa ondan önce girdim. Çocukların onu görünce korkup bağırmalarını istemiyordum.
"Çocuklar bakın size kimi getirdim."
İblis denilen genç adam sınıfa girip çocuklara baktı. Çocuklar onu görünce gözlerini kocaman açıp birbirlerine yanaştılar.
"Korkmayın çocuklar, bakın abiniz hiç de kötü biri değil. Değil mi ağabeyleri?"
Bana dönüp, "Hı-hı" dedi.
"Pardon, isminizi öğrenebilir miyim?"
"Savaş."
Çocuklara dönüp, "Savaş abiniz size kendinden bahsedecek," dedim. Savaş ona merakla bakan çocuklara tebessüm ederek, "Nedir sizi bu kadar korkutan?" diye sordu. Çocuklardan biri, "Sen kötüsün, insan yiyorsun" dedi. Savaş çocuğa doğru yürüyüp başını iki yana salladı.
"Ben insan eti sevmem, daha çok hayvan eti yerim."
Çocuk ağlamaya başlayınca ona doğru gidip sarıldım.
"Korkma oğlum, abi iyi birisi.''
Savaş'ın kurt olduğuna inanan çocuk ayağa kalkıp, "Abi sen kurtsun değil mi?" dedi. "Bunlar bana inanmıyor." Savaş çocuğa göz kırpıp ellerini iki yana açtı.
"Ben Savaş Sancar, okuduğunuz okulun sahibiyim. Ne iblis ne de kurdum. Ne de başka bir şeyim. Benden korkmayın çocuklar, ben iyi olana dokunmam! Biliyorsunuz değil mi? Ben sizlerin iyi bir eğitim almanızı ve güzel insanlar olmanızı istiyorum.
Demek okulun sahibiydi. Şimdi anlamıştım, kesinlikle çocuklar okumasın diye yalan söylemişlerdi. Savaş'ta onları korkutup okula gelmelerini sağlıyordu. Her ne kadar yaptığı kötü bir şey olsa da, insanları yerinden etse de çocukların gelecekleri için onlara bu olanları söylemeyecektim. Savaş başıyla selam verip sınıftan çıktı.
Beynimdeki sorulara cevap bulduğum için huzurlu bir şekilde ders anlatmaya başladım. Öğlene kadar çocuklarla iyi vakit geçirmiştik. Hiçbiri sorun çıkarmamıştı. Öğlen evlerine gidince ben de çantamı toplayıp okuldan çıktım.
Eve geldiğimde duşa girip sıcak suda bedenimin rahatlamasına izin verdim. Duştan çıktıktan sonra üzerimi giyinip yatağa uzandım. Yorulmuştum bir iki saat uyusam kendime gelirdim.
Gözlerimi kapattığımda, kendimi ormanın içinde kurdun karşısında buldum. Yağmur durmuş, gökyüzü aydınlanmıştı. Bir haftadır gözlerimi ne zaman kapatsam, karşımda beyaz tüyleri, mavi gözleriyle bana bakan kurdu görüyordum. Alışmıştım, ilk başlarda korksam da onun bana zarar vermediğini gördükçe korkum geçmişti. Yüzü insan olmaya başlarken çığlık atıp gözlerimi kapatmıştım. O zamandan beri yüzü insan şekli olmuyordu.
Sırtımı ağaca yaslayıp onun bakışlarını izliyordum. Bugün çok uysaldı. Konuşmuyor öylece beni izliyordu. Başını kaldırıp bacaklarımın üstüne koydu.
Gözlerini gözlerimden çekmeden, "Özledim," diye fısıldadı. "Beni bul lütfen..."
Beni bul! Onu bulmamı istiyordu. Ama nerede? Beni özlediğini söylüyordu. Neyin içinde olduğumu bilmiyordum, her gece rüyalarıma giren kurt, beni artık korkutmuyordu... Ondaki gizemi çözmemi istiyordu. Sessiz bir şekilde mırıldandığı şarkıyı dinlemeye başladım.
Biliyorum ki gülüşünün altında bir şeyler vardı
Gözlerindeki bakıştan bu kanıya varıyorum
Bir aşkı kurmuşsun, ama o aşk ayrı düşer
Cennetteki küçük yerin çok karanlık oluyor
O seni çağırırken kalbini dinle
Kalbini dinle, yapabileceğinden başka bir şey yok
Nereye gittiğimizi bilmiyorum ve nedenini bilmiyorum
Ama ona hoşça kal demeden kalbini dinle
Bazen merak edersin bu savaş zaman kaybı mı diye
Kıymetli anların hepsi gelgitte kayboldular
Onlar hızla geçtiler ve hiçbir şey göründüğü gibi değil
Rüyalarında bağlılığın duyguları
Ve duyulmak isteyen sesler var
Değinilecek çok şey var ama kelimeleri bulamıyorsun
Mucizenin güzel kokusu, güzellik vardı
Aşkı fırtınadan daha vahşiyken...
"Beni bul Nora..."
**
Gözlerimi açtığımda havanın karardığını gördüm. Rüyanın etkisi hâlâ üzerimdeydi. Her uykuya geçişimde, karşımda belirmesinden nedense mutluluk duyuyordum. Rüyalarımda onunla karşılaşmamın, sürekli rüyalarımda olmasının bir işareti var mıydı acaba? Neydi bu? Kapanan gözlerimin ardındaki bu kesişme kelimelere dökülüp anlatır umarım bana bu işareti. Çünkü anlatmak istediği bir şeyleri vardı sanki. Allah'ım ne diyorum ben! Şaşırdım! Kurt o kurt, Nora kendine gelmelisin! Hop kalktım yataktan, lambayı yakıp mutfağa girdim. Evde yiyecek kalmamıştı, yarın okul çıkışı alışverişe gitsem iyi olacaktı. Dünden kalan makarnayı ısıtıp tabağa döktüm. Her akşam oturduğum koltuğun üzerine oturup camdan dışarıyı izledim.
Koskoca mahallede bir tek benim evimle sokak lambasının ışığı yanıyordu. Aslında bu durumdan ne kadar korksam da korkularımın üzerine gitmeyi seviyordum. Pes edip kaçmaktansa kalıp çabalamayı tercih ediyordum. Mesela şu an elektrik direğinin arkasından biri beni izliyor, korkup kaçmak varken tabağı koltuğun üzerine bırakıp ayağa kalktım. O beni korkutacağına ben onu korkutacaktım.
Dış kapıyı açıp kapının önüne çıktım. "Hey," diye bağırdım. Sesimi duyunca arkasını dönüp ters yöne doğru yürüdü.
"Senden korkmuyorum, her kimsen aklına koy buradan gitmeyeceğim. Burada kalacağım, geleceğin doktorlarını, öğretmenlerini en önemlisi vicdanlı merhametli ve sevgi dolu insanlarını yetiştireceğim. Duyuyorsun beni, değil mi?"
Sesim boş sokakta yankı yapıp bana geri geliyordu. İnsanları anlamıyordum, neden çocuklarının okumasını istemiyorlardı ki? Neden kendileri gibi geri düşünmelerini istiyorlar aklım almıyordu.
İçeriye girip kapıyı kapattım. Arkamdan birinin geçtiğini hissedip hızla arkama döndüm. Kimse yoktu. Kendi kendime vesvese vermemek için televizyonun karşısına oturup komedi dizilerine baktım.
Evde teksin Nora, kimse yok korkma! Onların niyeti seni korkutup köyden kaçırmak.