bc

ZAMAN SARNICI

book_age18+
153
TAKİP ET
2.0K
OKU
dark
reincarnation/transmigration
HE
time-travel
surrender
addiction
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider.

Gün boyu davayla uğraşması sonucu aklındaki soru işaretlerini gideremeyince soluğu yeniden cinayet mahallinde alır.

Gece yarısı bulunmaması gereken bir yerde bulunan komiser Gonca kendini bir anda 16.yüzyılda bulur.

Sırlarla, suçlarla dolu bu gizemin içerisinde filizlenen bir aşk da fazlasıyla sınavlardan geçmek durumunda kalır.

Bir sürü soru içerisinde sıkışıp kalan Gonca her şeyi sorgulamaktadır. Özellikle de Osmanlı Şehzadesi olan Tuğrul'un bulunduğu zamana ne kadar ait olduğunu...

‼️Hikayede geçen kişi, kurum ve tarihi karakterlerin gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Her şey tamamen hayal ürünüdür. Hikayede bulunan Hükümdar, Şehzadeler ve diğer isimlerin dönemle yahut tarihle hiçbir bağlantısı yoktur ‼️

Hikayede akıcılığı bozmaması açısından diyaloglar günümüz Türkçesi ile yazılmıştır.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bölüm 1
"Bu işte bir terslik var." diye mırıldandım bilmem kaçıncı kez cesedin etrafını dolanırken. Sabah erken saatlerde daha merkeze yeni geçmişken aldığımız cinayet ihbarıyla doğruca cesedin bulunduğu Yerebatan Sarnıcı'na gelmiştik. Ceset tam olarak Medusa heykelinin bir metre kadar uzağında duruyordu. Heykelle cesedin arasında bulunan kan izi ise cesedin heykelin hemen yanından şuan bulunduğu noktaya kadar resmen sürüklendiğini gösteriyordu. Sanki çok güçlü biri cesede güçlü bir tekme savurmuş ve yerdeki ceset sürüklenerek şuan bulunduğu noktaya gelmişti. Ama hikayenin tuhaf olan kısmı burası değil, adamın kıyafetleri ve kamera kayıtlarıydı. Kıyafetlerdeki tuhaf nokta, adamın kıyafetlerinde herhangi bir kesik izi yoktu. Sanki önce bıçaklanmış daha sonra kıyafetleri giydirilmiş gibiydi. Gömleğine bulaşıp dışarıya sızan kan olmasaydı adamın yarasından haberdar olmamız uzun sürebilirdi. Adam öleli olsa olsa en fazla on saat ancak olmuştur. Güvenlik kamerasındaki incelemeler doğrultusunda adamın başka yerde öldürülüp de buraya getirilmesinin hiç oluru yoktu. Heykelin tam önü kör noktada kaldığı için orayı göremesek de cesedin bulunduğu nokta kamerada gayet net bir şekilde gözüküyordu. Adam dediğim gibi sert bir kuvvet tarafından itilmiş ve bir metre kadar sürüklenmişti. Ama söz konusu kuvvetin ne olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yoktu, çünkü o, cesedin aksine kör noktada kalıyordu. Dahası sürüklenme anında adamın yüzüne doğru parlayan yeşil ışığın bir anda var olup, yine bir anda kaybolmasıydı. Bu da kamera kayıtlarındaki tuhaflığı önümüze sergiliyordu. Eğer adamın üzerindeki açık bıçak yarasını görmemiş olsaydım muhtemelen ilk tahminim elektrik çarpması olurdu. Ama adamın bıçak yarası hatta - yaranın genişliğine bakacak olursak muhtemelen - kılıç yarasının varlığı ölümün tamamen elektrik kaynaklı olduğu tezini çürütüyordu. Yine de otopsi sonuçları çıkmadan bir yargıya varamıyordum. Herhangi bir boğuşma, ayak veya parmak izi vs... İkinci bir şahsın varlığını iddia edebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Çok tuhaf bir davaydı şuan karşımdaki. Ellerinde ceset torbasıyla benim cesedi incelememi bekleyen sağlık ekiplerine başımla işaret verdim ve cesetten uzaklaştım. Şimdilik yapılacak şeyler, maktulün kimliğini belirleyip ailesine ulaşmak, otopsi raporlarını bekleyip olası şüpheli listesi çıkarmak ve sorgulamaktan ibaretti. "Arif!" diye seslendim sabah buraya birlikte geldiğim mesai arkadaşıma. Konuştuğu Olay Yeri İnceleme memurundan ayrılarak bana doğru geldi. "Buyurun komiserim?" "Direkt Adli Tıbba git. Yaranın içinde kumaş olabilme ihtimalinden bahset, ona dikkat ederek incelesinler. " dediğimde tam selam verip gidecekti ki, tekrar durdurdum. "Maktulün kimliğini tespit edebildiniz mi?" diye sordum. "Maalesef komiserim, henüz kimliğini tespit edemedik." dediğinde başımı sallayıp gitmesi için işaret verdim. Arif yanımdan ayrıldığında sabah sıkı bir şekilde topladığım saçlarımın başımı ağrıtması sonucu at kuyruğunu çekiştirerek biraz bollaştırmaya çalıştım. Daha sonra arkamı dönüp Olay Yeri İnceleme ile konuşan savcının yanına gittim. Onun konuşmasını bitirmesini beklerken gözlerim cesedin artık olmadığı fakat kan izlerinin varlığını sürdürdüğü noktaya takıldı. "Ne buldun Gonca?" bana yönelttiği soruyu duyunca gözlerimi mermer zemin üzerine çizilmiş, maktulün yerini ve pozisyonunu gösteren resimden alıp savcıya döndüm. "Geniş ağızlı bir bıçakla, muhtemelen bir kılıçla, midenin altından bıçaklanmış. Fiil gerçekleştirilirken kurbanın kıyafetleri özellikle de gömleği üzerinde değilmiş. Kamera kayıtlarında sadece dün bütün günün aramalarını yaptık fakat maktulün müzeye girişine dair herhangi bir görüntü kaydına ulaşamadık. Ekiplerimiz daha geçmişe yönelik bir arama yapacaklar ama bu ihtimal biraz düşük çünkü müze sabah 08.00'de açılıyor ve akşam 17:00'da kapanıyor. Temizlik görevlilerine 2 saat içerisinde temizliklerini yapıp saat 19:00'da tamamen boşaltmaları söyleniyor. Müzenin içerisinde bulunan 4 güvenlik görevlisi her saat başı etrafı birlikte detaylıca arıyorlar. Yani maktul 24 saat kadar bir süre müzenin içinde saklanmış olamaz sayın savcım. Üstelik ceset en fazla 10 - 12 saatlik ve buraya taşındığına dair hiçbir iz yok." diyerek ufaktan bir giriş yapmış ve savcının soruları doğrultusunda cevaplarımı vererek yanından uzaklaşmıştım. Çıkışa yöneldiğimde biraz eğilerek biraz da şeritleri kaldırarak altından geçtim ve müzenin çıkışına doğru yürüdüm. Bir yandan da elimdeki eldivenleri ve ayaklarımdaki galoşları çıkarıp uygun bir çöp kutusu arıyordum. Bulduğum çöp kutusuna elimdekileri atarken eş zamanlı olarak çalan telefonuma uzandım. "Efendim anne?" dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak. Her ne kadar özlemden çıldırsam da işimin omuzlarıma yüklediği bir ciddiyet vardı. "Nasılsın güzel kızım?" dedi buram buram ev kokan sesiyle. Derin bir nefes aldım. "İyiyim anne, sen nasılsın, babam nasıl?" binadan çıkmış arabama doğru yürüyordum. "Biz de iyiyiz çok şükür. Babanın yine canı sıkıldı kümesteki tavuklara askeri eğitim veriyor." dediğinde arabama binmiş olmanın rahatlığıyla kahkaha attım. Babam emekli generaldi. Kafayı azıcık askerlikle bozmuştu. Lise yıllarımdan beri bana Özel Kuvvetlerde bulunan askerlere eş eğitim veriyordu. Tabi ki Polis olmamda babamın askerliğinin ve aldığım eğitimlerin katkı payı büyüktü. "İlahi anne, hiç güleceğim yoktu vallahi. Çok iyi geldi." diye söylendim. "Hayırdır kızım, bir sıkıntı mı var?" dediğinde göremeyeceğini bilsem de omuz silkmiştim. "Bizim işler işte... Önemli bir şey yok." sadece yine adamın birini öldürmüşler diyemedim. "Anladım kızım." bir süre sustu. "Gonca?" diye mırıldandı son harfi uzatarak. "Efendim?" dedim ben de ona ayak uydurur bir tonlamayla. "Kızım biz seni çok özledik, ne zaman geleceksin buraya?" omuzlarımı düşürdüm üzüntüyle. "Anne biliyorsun yıllık iznimi yeni kullandım, hem işler de yoğun. Gözünü sevdiğimin memleketinde it kopuktan geçilmiyor." diye hayıflandım sonlara doğru. "İyi, peki bir şey demiyorum ama kendine çok dikkat et, tamam mı?" gülümsedim istemsizce. "Peki anne ederim, siz de dikkatli olun. Hadi Allah'a emanet." deyip kapattım telefonu. Aracımı emniyete sürerken bir yandan da bu vakanın detaylarını ve amirime vereceğim raporu düşünüyordum. .... Emniyete ulaşmış, amirime ve bağlı olduğum ekibe vakayı bildirmiştim. Şimdi de kimlik tespiti ve otopsi sonuçlarını bekliyordum. Masamdaki kupaya elimi götürürken izlenilme hissiyle kafamı kaldırıp etrafımı kolaçan ettim. Karşı masadan Arda ile göz göze gelince başımla selam verip, onun karşılık vermesini beklemeden bakışlarımı yine önümdeki kahve dolu kupaya odaklamıştım. Arda'nın bakışlarını hala üzerimde hissetsem de farkında değilmiş gibi yapmaya devam ettim. Aylardır bana olan ilgisini gözüme gözüme soktukça, ben de üç maymun oynamaya devam ediyordum. Zaten asıl sorun benim değil ekibin fark etmesiydi ki bu da çoktan olmuştu. Ne zaman Arda ile aynı ortama girsem imalı bakışlar, sinsi gülüşler ile karşılaşıyordum ki patlamama çok az kalmıştı. Etrafıma göz gezdirdiğimde Arda'nın bana olan bakışlarının, her zamanki gibi sadece benim dikkatimi çekmediğini fark etmiştim. Karşı masadaki Cemre bir yandan elindeki kahvesini yudumlarken bir yandan da bana imalı bakışlar atıyor, sırıtıyordu. Başımı 'ne var?' dercesine salladığımda gülüşü büyüyüp bakışlarıyla Arda'yı işaret etti. Derin bir nefes alıp yumruklarımı sıktım. Çatılı kaşlarımın altındaki bakışlarımdan korkmuş olmalı ki, bakışlarını kaçırdı. Ben ise içimden sayma terapisini uygulayıp sakin kalmaya çalışıyordum.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Kara Cennet Serisi II - Metanoia

read
1.7K
bc

Mit'te Bir Gece

read
5.3K
bc

Kör Savaşçı

read
10.4K
bc

Renklerin İçinde

read
1.7K
bc

Vekil Tanrıça

read
1.6K
bc

Zamansız Sevgi

read
1.9K
bc

(Kurt Adam Serisi)- Yeni Bir Dünya

read
13.3K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook