Bölüm 6❤🗝

1996 Kelimeler
İyi okumalar. Heyecanla kıvranıyordu yerinde Firuze. Bir saat sonra Ali Asaf kendisini almaya gelecekti ve ailesi ile tanışmaya gideceklerdi. Heyecanla iç çekti ve saçlarını maşalayan kadına kaçamak bir bakış attı. Çok vardı daha. Bir sürü saçı vardı ve yarısına yeni gelmişlerdi. Nasıl dayanacaktı? "Bitmedi mi daha Sena?" Belki de on yüz bin milyonuncu kez soruyordu. Anlayışla gülümsedi Sena. Şekil alan saç buklesini bıraktı ve yeni bir tane aldı acıtmamaya özen göstererek. "Az kaldı Firuze abla." Başını sallayarak onaylayan Firuze, etli pembe dudağını kemirmeye devam etti. Kıvranması heyecanından olduğu kadar, endişesinden de kaynaklanıyordu. Ali Asaf'ı seviyordu -sevmekten daha öte aşıktı ve ailesi de kendisini sevsin istiyordu. Sevmezlerse ne yapardı? Hiçbir fikri yoktu. Ali Asaf ailesi ile tanıştırmak istediğini söylediğinden beri kalbi boğazında atıyordu. Aile ile tanışmak demek, evliliğe bir adım daha yaklaşmak demekti. Zaten evleneceklerini biliyordu Firuze, bu yüzdendi belki de bu derece hızlı ilerlemesini sorgulamayışı. Görücü usulü ile tanışmışlardı Ali Asaf ile. Ona ilk görüşte aşık olmuştu ve karşılığını da almıştı. Aşıktı Ali Asaf kendisine. Çok güzel seviyordu ve severken bulutların tepesine çıkartıyordu. Daha nasıl mutlu olabilirdi Firuze. Saf duyguları aksini düşünmesine izin vermiyordu. Allah'ın sevdiği kuluydu o. Ona mutluluk düşmüştü bu hayatta. Son bukleyi de şekillendiren Sena, maşayı aynalı masanın üzerine bıraktı ve ellerine aldığı krem ile saçları yukarı doğru avuçlayıp sıktı. Kıvırcıkları daha güzel olacaktı böyle. Tepesini hafifçe kabarttı. Ayrım yeri olmadan iki yana dökülen sarı saçları öne doğru savurdu ve iki omzunun üzerinden salınmasını sağladı. Yüzündeki zarif makyajı da tamamdı. Üzerini son bir kez kontrol etmek için ayna karşısına geçti. Diz kapaklarının hemen altındaki bordo kalem elbisesi, fakir kol ve kayık yakaydı. Penye olan elbise oldukça rahattı. Boynuna taktığı uyumlu fları, bileklikleri ve yüzükleri ile şıktı. Nokta küpelerine ek yapmamıştı. Ayağındaki yazlık ince bilekten bantlı pabuçlarıyla da tamamlamıştı şıklığını. Uzun boyluydu ve giyinirken, kıyafetlerin boyunu kesmesini dert etmezdi hiç. 1.76 boyundaki kadının boyunu ne kesebilirdi ki? Son bir kez bordo parlatıcısını da yeniledikten sonra zincir askılı çantasını aldı koluna. Kapıya doğru adımlarken içinden çıkarttığı telefonuna baktı. Gelmiş olmalıydı Ali Asaf. Odasından çıkıp giriş kata indiğinde yanılmadığını anladı. Ali Asaf babası ile birlikte, salondaki boğaza bakan pencerenin önüne kurulmuş karşılıklı berjerlerde kahvelerini yudumluyorlardı. İlk defa babası ve Ali Asaf'ı yan yana görüyordu. Heyecanlanmıştı doğrusu. Gülümseyerek al yanaklarıyla yanlarına yaklaştı. Utangaç bir kadın olmasının yanı sıra, yaşadıklarına yabancıydı bu aralar. Sürekli kızarıyor, aklı bir karış havada geziyordu. "Babacığım." Diye önce babasına selam verdi ve ona yaklaşırken Ali Asaf'a döndü. "Hoş geldin." Yüzüne, o Firuze'ye özel tebessümü yerleşen adam, nezaketle karşılık verdi. Dudaklarını yalamıştı öncesinde. "Hoş bulduk Firuze'm." Ahh! Şöyle Firuze'm deyişi yok muydu? İyi bir oyunbazdı gerçekten Ali Asaf. Şeytanı melek olduğuna inandırır, iyilik yaptırırdı, ama o bir meleği kandırıyordu şuan. Firuze'sinin masumiyeti çok hoşuna gidiyordu ve onun bilerek ya da bilmeyerek kendisini ele verişleri, egosunu okşuyordu. Belki de alışmaya başlamıştı bu masum meleğe... Nihayetinde evden çıktıklarında Ali Asaf'ın Lamborgini'sine doğru ilerlediler. Tam bir araba aşığı olan Firuze, aşkla arabayı süzüyordu. Bir sürü arabası vardı ve babasından istediğinde onlarla yetinmesini söylemişti. Şimdilik de kendisi alabileceği bir kazancı yoktu. Sürmek istese verir miydi, ki Asaf? "Ne oldu Firuze'm." Dudaklarını büzerek kararsızca kıpırdandı yerinde. Ali Asaf her ne kadar ilgili aşık bir adam gibi davransa da, hala yeni yeni tanıyordu onu ve çekiniyordu ondan. Doğası gereği zaten çok sivri olamayan Firuze, bir de işin içine yeni tanışıklık eklenince iyice çekingenleşiyordu. "Araba sürmeyi sever misin? Ya da arabaları. Benim ayrı bir aşkım var arabalara." Asaf tekrar dudaklarını yalamıştı. Üzerine doğru gelen adama anlamayarak baktı. Önüne geçmesi ile Firuze de geri adımlamaya başladı. Kalçası arabanın ön kaportasına değdiğinde, kaçacak yeri kalmamıştı. Heyecandan kalbi çıkacak gibi atıyordu. Adamın üzerine doğru eğilmesiyle geri yattı o da. Ali Asaf ilk defa böyle bir yakınlık sergiliyordu; ancak söylemeliydi ki Firuze, bu hali... çok seksiydi. Mavileri ışıl ışıl parlıyordu. Dilini yavaşça dudakları üzerinde gezdirdi adam. Öyle yavaş öyle seksi yaptı ki bunu, aklı karışmıştı Firuze'nin. Bakışlarını adamın dudaklarına sabitlemişti ve kendisini onu öpmemek için zor tutuyordu. Neden tutuyordu onu da bilmiyordu. Sonuçta Ali Asaf onundu. Anlık gelen bir cesaretle uzandı adamın dudaklarına. Dudakları kavuşurken, tenlerin uyumu ayyuka çıkıyor. İlk öpüşme, ilk kavuşma, ilk ten uyumu... Adamın kadifemsi dudaklarını dudaklarında hissettiği ilk andan itibaren, ışık huzmeleriyle dolmuştu sanki etrafı. Sihirli bir dokunuş gerçekleşmiş, onları sihirli mucizevi bir evrene ışınlamış gibi... bir süre şaşkınlıkla kalan adam, çok değil saniyeler sonra öpüşüne karşılık veriyor ve derinleştirmeye başlıyor. Ağzının içine aldığı kadının dudaklarında gezdiriyor dilini. Sanki çok lezzetli bir yemeği yiyormuş da, tadına varmak istiyormuş gibi.. Firuze 'deki masumiyetin her bir miktarını içercesine öpüyor kadını. Adamın elleri sabırsızca kadının bedenini tavaf ediyor. Şüpesiz ki, bu kusursuz kadının her bir parçası, adama tapınmak için mabed oluyor. Elleri sanki yıllardır oralıymış gibi yerini yadırgamıyor. O andan sonra iki bedenin ilahî dansı başlıyor. Uzun uzun öpüşen çift, nihayetinde nefes nefese ayrılıyor. Nefesi kadının yüzüne yayılan Ali Asaf, aynı şekilde kendisine doğru üflenen berrak nefesi hissesiyor. Hafifçe aralanan göz kapakları, kadının kapalı gözleriyle karşılaşmasına imkan veriyor. Tüm masumiyetiyle, tüm benliğiyle kendisine teslim olmuş bu kadın; çok çok fazla sevilmeyi hak ediyor. Kahretsin ki bedeni istek duyuyordu bu kadına. Cinsel bir istek. Pürüzsüz ve muazzam güzellikteki yüzü, al al olmuş yanakları, kapalı gözleri ve teslimiyeti. "Sen sadece bana aşık olabilirsin." Genizden gelen erkeksi sesi, kulaklarına doldu kadının. Yüreği boğazından fırlamış da gitmişti sanki. Bilmiyor muydu, Ali Asaf? Firuze'nin kalbi onun için atıyordu. Tabi nereden bilsin di ki? Firuze bırak bunu belli etmeyi, Asaf yanına geldiği zaman saf saf bakmak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Şimdi yaşadıkları tutkulu an ise, çok çok güzel hissettirmişti. Sevdiği adamın dudaklarını dudaklarında hissetmek, ona karşı böylesi bir tutku hissetmek, tarif edilemeyecek kadar güzeldi. Nihayet konuşabileceğini düşündüğünde aralandı kızarmış olan dudakları. "Sen de bana olacak mısın?" Utanmıştı bunu sorduğuna; ancak karşılıksız bir aşkın pençesine düşmek istemiyordu Firuze. "Sen ne istersen o olacak Firuze." Cebinden çıkarttığı anahtarı havaya kaldırdı sonra. "Hadi bakalım küçük hanım. Araba senin zaten. " Anlamaz gözlerle bakan kadın, anahtarı gördüğü anda bir çocuk gibi herşeyi unutmuş, sadece arabayı sürecek olmasına yoğunlaşmıştı. Hevesle kaptı anahtarı ve şöför koltuğuna doğru ilerledi. Arkasından gelen adam kibar bir hareketle kapısını açtı ve Firuze yerleştikten sonra yine aynı kibar hareketle örtüp yerine geçti. Yol boyunca çok konuşmamakla birlikte, Firuze'ye ailesi ile ilgili genel detayları anlattı Ali Asaf, aynı zaman da yolu da tarif etti. Nihayet geldiklerinde daha bir heyecanlanmıştı Firuze. Zarif hareketlerle arabadan inen genç kadın, kapıya çıkmış olan aile bireylerine baktı. Kayınvalidesi olduğunu tahmin ettiği kadın ve birbirine benzeyen kızlardan biri hariç hepsi güler yüzle bakıyorlardı. Kızlar Asaf'ın kardeşi olmalıydı. Yaşlı kadınla adam da anne ve babası. Gerçi ikisi de en fazla kırkların ortalarında görünüyordu. Çikolata kahvesi saçları, beyaz teni ve narin bedeniyle, annesi Mehpare hanım çok fazla güzeldi. Babası Ramazan bey ise olgun yaşlarda bıçkın bir ağır abi gibiydi. Sanki mahallenin abisi oydu. Oğluna miras bıraktığı yeşil gözleri öyle delici bakıyordu ki, insanın dili tutuyordu bu bakışlara. Yanına gelip elini beline koyan adama minnetle baktı. Asaf onu ailesinden taraf yönlendirirken, elini heyecanla atan kalbinin üzerine koymamak için zor tutuyordu. Yine kendisini belli etmemeliydi. En azından başka insanların içinde heveslisi gibi davranamazdı. Yakışmazdı onun gibi bir hanımefendiye. Kimseye yakışmazdı heveslisi gibi davranmak. Nihayet kapının önüne geldiklerinde buyur etti ailesi Asaf ile Firuze'yi. Sevimli bir şekilde gülümseyen genç kız garipsemeden çıkarttı ayakkabılarını. Beste de hiç sevmezdi evde ayakkabı giyilmesini ve onun evinde kaldığı zamanlarda ayakkabısız, rahat bir şekilde dolaşırdı. Önce babasına uzattı elini tokalaşmak için. Sert bakışlarına rağmen gülümseyen adam, elini uzattı aynı şekilde öpmesi için. Bu duruma da Gülpembe ninesinden aşina olan genç kız yabancılık çekmemişti. Aynı işlemi Mehpare hanıma da uyguladıktan sonra kızlar ile de selamlaşıp salona geçtiler. Her ne kadar istemese de, mustakbel gelini için sağlam bir hazırlık yapmıştı Mehpare hanım. Mahallenin en hamarat kadınıydı ve kendisine laf söz ettirmezdi gelinini güzel ağırlayamamış,' diye. Pür dikkat gelin olacak Firuze'yi izleyen Mehpare, onun asil ve bilgili hallerini beğenmişti doğrusu. Muhabbet ederkenki saygılı ama bir o kadar da düşüncelerini belli eden doğru kelimlerini imtina ile seçiyor gibiydi. Beklediğinin aksine hanım hanımcık bir genç kız vardı karşısında ve masum bir güzelliği vardı genç kızın. Gerek çalıştığı iş, gerek kızlar sofrayı toplarken ki yardım edişi, çalışkanlığını da taktir etmesini sağlamıştı. En sonunda artık çay muhabbetine geçtiler. Saat 9'u geçeli çok olmuştu. Kızını uyutup odadan çıkan Ceyda, akşam kucak gezmekten yorulan kızını sevgiyle düşündü. Çalan kapı sesiyle ailesine bakacağını bildirip kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında Aslan beyi görmeyi beklemiyordu. "Merhaba çok saygı değer Ceyda hanım." diyerek önünü ilikleyen adam, diğer elinde içinde boş iki bardak olan bir çay tepsisi tutuyordu. "Merhaba Aslan bey." "Nasılsınız, afiyettesiniz inşAllah?" Genç kıza ilk gördüğü anda tutulan Aslan, ilk kez aşık olmanın verdiği bir cahillikle konuşuyordu. Heyecandan eli ayağına dolanan adam, sevdiği kadının kapıyı açmasını beklemiyordu elbette. "Sağolun siz?" "Sizi gördüm daha iyi oldum." "Evet?" diyen genç kıza anlamsızca bakındı bir süre. Aşktan mantığı durmuştu. Belli ki, neden geldin, demek istiyordu. "Çay bardaklarını getirmiştim yüksek müsaadenizle." diyen adam elindeki tepsiyi göstermişti. "Müsaade sizin ne demek?" Beyni laçka olmuş kadın, şaşkın şaşkın bakıyordu. Konuşma tarzına alışık olmadığı adam, beynini yormuştu. "Alır mısınız, birer bardak daha?" "Size zahmet olmasın?" diyen adam, genç kız randevu teklif etmiş gibi mutluydu. "Yok canım ne zahmeti? İki bardak çay değil mi?" Umursamazca omuz silken kız; "sen burada bekle," diyerek içeri yönelmişti. "Bittabii." Başını çevirdi Aslan. Allah'tan Kadir yoktu. Ali Asaf'ın evlat edineceği kediyle ilgili işlemleri halletmek için gitmişti. Şimdi burada olsa ima dolu bakışlar atar, pis pis sırıtırdı. Patronunun kardeşini beğenmişti. Acaba patronu ne derdi bu duruma. Kesin çok kızardı. Acaba Ceyda da kendisini beğeniyor muydu? Bu sırada kafasına yediği taşla inleyerek eli başına gitti. "Ah! Noluyor lan!" Hızla başını taşın geldiği yöne çevirdi. Eli belindeki silaha gitmişti bile. Karşısında gördüğü esmer güzeli, bitkin duruşlu saçı başı dağılmış kadına bakakaldı. Kadın ise yere eğilip kaldırımın kenarında duran kırık asfalt taşlarından birini daha almıştı bile. "Ali Asaf! Allah'ın cezası!" Kendisinde değildi Sevda. Çok içmişti ve hırsı gözünü kör etmiş durumdaydı. Ayık olsa bile kendisine hakim olabilir miydi, bilmiyordu. Sabah uyandığında yaptığı için kendisinden utanacak, böyle basit bir hareketi kendisine yakıştırmayacaktı. Şuan bunları düşünemiyor sadece Ali Asaf'ın, kendisinden ayrılalı daha bir hafta olmadan, başka bir kadını ailesi ile tanıştırmaya gelmiş olmasına kuduruyordu. Gururu ayaklar altına alınmıştı resmen. Çoğu zaman aldatıldığını bile düşünüyordu. En çok da canını bu yakıyordu ya. Ali Asaf aldatacak kadar şeref yoksunu bir adam değildi, gerçi Ali Asaf kendisinden ayrıldıktan bir hafta sonra başka bir kadınla ilişkiye başlayacak bir adam da değildi. Değişmişti demek ki. "Çık dışarı şerefsiz! Çııııııık!" Öte yandan, bu sırada Ali Asaf içeride Firuze ve ailesinin anlaşmış olmasıyla rahatlamıştı. Onun görevi Firuze'yi mutlu etmekti ve Firuze fazlasıyla mutluydu. Demek ki başarmıştı. Dışarıdan gelen seslere dikkat kesildi hemen Ali Asaf. Keskin kulakları anında duymuş, bir kurt köpeği edasında yerinde dikelip dikkat kesilmişti. Adının söylenmesi ve söyleyen kişinin tanıdıklığı, işlerin karışacağına delaleti. Hızla yerinden kalktı ve kapıya yöneldi. Annesi ve babası da peşinden gidiyordu. Firuze ise içeride tek kalmasını umursamadan çıkmadı dışarı. Ayağa kalktı ve pencereye yöneldi. Asaf ile konuşan kadın fazla güzeldi. Rahatsız etti bu Firuze'yi. Boyu kısa olmasına rağmen, ışığı sönmüş yeşil gözleri bile tolore ediyordu bunu. Ali Asaf'ın kadının bileklerini kavramasıyla eteğini sıktı. Neden bu kadar samimi duruyorlardı? Neden birbirlerine bakarken fazla aşık gibiydiler. İçine oturmuştu bu Firuze'nin. Asaf ona aşık olmuştu oysaki.. Asaf'ın kadının çırpınmalarına, kendisine vurmaya çalışmalarına karşın sabır ve hüzünle müdahele etmesi içini titretmişti. Ağlamak istiyordu. Asaf hani kendisini seviyordu? Öyleydi. Yoksa Firuze'nin burada ne işi vardı? Öte yandan Ali Asaf sevdiği kadının kollarında çırpınmasına acı dolu feryatlar etmesine dayanamıyordu. Onun için ondan vazgeçmek zorunda olmak çok zordu. Şimdi bir de o acı çekerken, onun o çok sevdiği kokusu içine dolarken, yanlış mı, yaptım acaba?' diye düşünmeden edemiyordu. Sonra olmaması gereken bir şey oldu. Firuze ve Sevda göz göze geldi. Sevda dondu kaldı, Firuze yutkundu. Gözlerinde gördüğü ateş, kendisine çok fazlaydı. Seven, çok seven iki kadının acı dolu bakışması yaşandı o iki saniyede. Önce Firuze'nin, sonra Sevda'nın gözünden birer damla yaş düştü. Asaf Sevda'yı hala seviyordu, bunu anlamıştı Firuze. Asaf, Firuze'yi asla bırakmayacaktı, bunu anlamıştı Sevda. İkiside sahipti ama ikiside sahip değildi Ali Asaf'a. Biri bedenine sahipken, ruhuna ve kalbine sahip değildi; diğeri ruhuna ve kalbine sahipken, bedenine sahip değildi. Hangisi daha zordu? Ya da hangisi daha şanslıydı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE