KALBEN GÜVENMEK PART II

4829 Kelimeler
Finale son bir. bu arada önceki parta ekleme yaptım. orayı okuduktan sonra bu partı okuyun:) heyecanlı mısınız bakayım? Ne gibi son bekliyorsunuz yorumlara alalım sizi? Bu bölümün Doğan ile Nefes'in son kez sarılışından sonrasına 2k'lık sahne daha eklendi. okumanız rica olunur. Finali yazmaya elim gitmiyor ama yazmalıyım. Belki sizi tatmin etmeyecek, beklentinizin altında olacak ama benim için içime sinmiş olacak. Kiminiz belki sonrasını da öğrenmek isteyeceksiniz. Ucu açık bir son gibi düşünebilirsiniz de... Son kez Çocukluğum Yok diyelim mi? :) Finalden sonra aklımda iki kurgu daha var buna bağlantılı. Yazıp yazmamakla kararsızım. uzadıkça sıkılma durumu olabilir sonuçta ama yazsam da buraya paylaşmam belki. Öyle bir gel demişti ki Doğan'ın içi sıcacık olduğunu ta buradan hissettiren cinstendi. Doğan, Nefes'in attığı konumdan sonra mesajlarına bir kez daha göz geçirirken son attığı mesajlarda farklı bir hisse uyandı. Sanki Nefes ona, cilve misiniz yoksa kur yapma izlenimi vermişti. Bu konuda bir defa da yıkılmak istemese de güvenmek istemese de bunu bilinçli olarak yaptığına çok emindi. Bir şeyler dönüyordu ama ne? Yol boyunca konuşmayı sürdüren ikili ile Doğan sağ tarafta bankta oturan Nefes'i görür görmez taksiciyi durdurup beklemesini söyledi. Ardından taksiden indiği gibi Nefes'in yanına ulaşıp korkutmadan seslendiğinde Nefes hemen omzu üstünde arkasına dönüp Doğan ile göz göze geldi. "İnanılmazsın gerçekten!" onaylamaz bir edayla başını olumsuzca salladığında yanına oturdu. "Bunu yeni öğrenmiyorsun?" diyen Nefes'in sesi yorgun çıkarken Doğan bunu anında fark ederek kaşlarını çattı. "Hayırdır, nedir seni bu kadar yoran? Ayrıca bu saatte Bolu'da ne gibi işin olabilir?" sorgular gibi gözlerini bir an ayırmıyordu. "Gerçekten hiçbir şeyden haberin yok mu?" anlamıyordu gerçekten. Doğan illaki görmese bile duymuş olmalıydı. Özge'nin yaptıklarından, üstüne atılan iftira ve tüm milleti ayağa kaldıran o kaos. Cumhurbaşkanlığına son verilişi... En önemlisi de kardeşini, yeğenlerini kaybediyordu... Hiç mi haberi olmazdı. Sokakta yürürken bile fısıldaşan insanlardan bile mi... "Nefes Allah aşkına bu soruyu sormak için mi gecenin köründe geldin ha! Neyden haberim olacak, dur?" deyip yerinde kıpırdadığında Nefes anladığını sanarak umutla gözlerine baktı. Doğan gelişi güzel bedenini boydan aşağıya süzdüğünde "Kilo vermişsin sen?" dedi sıradan bir soru gibi gelebilirdi. Fakat öyle değildi. "Nefes sen iyice kilo vermişsin, yanakların bile solmuş, gözaltların morarmış... bitkin, bitik gibisin..." Nefes gözlerini yumduğunda hafif esen rüzgar boynuna üfledi. Bitikti, bitmişti doğruydu ama eksikti de. Yanaklarında sıcak bir avuç hissettiğinde iç çekerek gözlerini araladı. Sesini kendisi bile duyamayacak bir tonda beklenti içinde "Bana ihanet etmesin değil mi?" diye sordu. Etmediğini biliyordu ama bunu duymaya çok ihtiyacı vardı. Doğan duymadı Nefes bir daha tekrar edecek gücü kendinde bulamadı. "Nefes..." diye fısıldadığında boğazı düğümlenir gibi oldu. "Gidelim mi?" diyerek gözlerinin içine nefes alamıyormuşçasına baktığında iç geçirir gibiydi. Her seferinde sözünü tutan Nefes bu sefer sözünü tutamamanın ağırını kalbinde taşıyordu. Başını onaylamakla yetinen Doğan, bankta doğrulup Nefes'i bekledi. Nefes de ayaklanınca yanında ilerleyerek taksiye doğru yürüdüklerinde öne Doğan arkaya da Nefes oturdu ve taksi hareketlenmeye başladı. Eve vardıkları an salonun ışığını yakan Doğan, Nefes'e doğru döndü. "Uykun yoksa kendine televizyon açabilirsin? Ben yan odada olacağım." Demesiyle istemsizce ağzından bir sorgu sual çıktı. "Uyumayacak mısın sen de?" derken bakışları etrafı buldu. Sehpanın üstü yarım kalmış kahve fincanlarıyla doluydu. Yanında ise bitmiş bir sigara paketi görünce ilk başta gördüğüne inanamadı. Gözlerinde hafif bir şaşkınlık geçerken sigaradan bakışlarını kaldıramıyordu. Sigaraya başlamış olamazdı değil mi? "Yok, kalan sınav kağıtların notlarını e-okula geçirmem gerek." Bakışları Nefes'in baktığı yeri bulunca telaşla sehpadaki birkaç fincanı eline alıp çekingen bir sesle açıklama yaptı. "Şey, uykum gelmesin diye kahve içmiştim ama abartmışım sanırım?" Hızlıca elindekileri mutfağa bırakıp tekrar salona geçince anladım der gibi başını salladı Nefes. "Ben sana rahatsız vermeyim. Sen işinle ilgilen ben burada uyurum o zaman." "Ne rahatsızlığı?" diye kızarak kaşlarını kaldırdı. "Duymayayım bir daha. Sen keyfine bak." Derken eli ensesini buldu. "Sigara senin galiba?" diye kuşkuyla sordu bu sefer. Doğan'ın gözleri kocaman oldu. Ağzı açık kalırken hemencecik bakışları sehpanın üzerinde unuttuğu sigarayı buldu. "Hayır, kesinlikle değil." Sigara paketini avucunun içinde saklayıp arkaya elini götürüp sakladı. "Bir öğretmen arkadaş içiyordu da o paket işte." "Her neyse.." deyip bakışlarını kaçırdı. "Saat geç oldu zaten. Sabah hallederim. Sen de güzelce dinlen. Sonra buraya gelmenin sebebini uzun uzun konuşuruz." "Sabah sen okulda olacaksın değil mi?" diye soru yönelttiğinde erkenden Ankara'ya geri gitmesi gerekiyordu. O kadar vakit ayıracağını zannetmiyordu. "Evet ama 14:00'dan sonra. Sabah dersim yok." Rahatlayarak derin bir nefes bıraktığında "İyi. O zamana kadar konuşmamız için çok vaktimiz olacak." Demesiyle Doğan daha da meraklansa da bir şey demedi. "Ben sana yastık ve pike vereyim?" diyerek kaçarcasına odaya geçtiğinde "Yardım edeyim mi?" diye sordu Nefes. "Alt tarafı misafirime iki parça eşya taşıyacağım Nefes. Otur yerine." Odadan kızarcasına sesini işittiğinde beklemeye devam etti. "İyi ya. Hemen de ev sahibi moduna gir zaten!" Doğan elinde yastık ve pike ile yanına gelirken Nefes anında yerinden kalkıp elindekini alıp koltuğa bıraktığında uykusu hiç yoktu. Doğan'ın hala yanında dikilmeye devam ederken "İyi geceler o zaman." Dedi Nefes daha fazla rahatsızlık vermek istemeyerek. Ancak Doğan'ın hiç de gidesi yok gibiydi. Gözlerinin içine öyle bir bakıyordu ki bakışlarını zar zor ondan ayırmamıştı. "Bir şey mi diyeceksin neden öyle bakıyorsun?" "Ya da boş versene!" Anlamsızca başını salladı Nefes. "Şimdi anlat bana neler döndüğünü. Şu bir hafta da başımı kaldıramadığım anlarda ne oldu, bitti de gecenin ikisinde Bolu'ya, yanıma gelecek sebebin oldu." Daha fazla beklemek istemeyen bir bakış sergilediğinde olayları o an her şeyiyle anlattı. "Sana Özge'ye hemencecik güvenme demiştim." ** "Kısacası bu işte." "Ve sen de benden şüphelendin öyle mi?" "Şüphe etmedim aksine o asla bunu yapmaz dedim. Beni nerenle dinliyorsun Doğan! Özge diyorum bilgi taşımacılığı yapıp tüm suçu üstüne atmak istemiş. Özge senin adını kullanıp beni sana düşürecekti ve aramızı bozacaktı." "İyi de bizim aramızı bozamazdı ki? Sonuçta biz ayrıldık. Konuşmaya devam ettik de ama aramızı bozacağı ne olabilirdi ki?" "Güven." Dedi atılgan bir edayla. "Aramızda hala bir güven var." Dedi emin olmak istercesine. "Değil mi?" Gözlerine içli içli bakarak "Var." Dedi kısık bir sesle. Elleri dizlerinin üstünde hafif öne doğru eğilmişti. "Aramızda sadece güven kaldı zaten. Başka bir şey değil." "Belli olmaz." Dedi bu sefer emin olma der gibi. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Doğan'ın bakışları ışık hızıyla yeniden Nefes'i bulunca şaşkınlık içinde yutkundu. "Bir bakmışsın roller yeniden birleşmiş. Olmaz mı?" Hayır, hayır... nefes ne dediğini bilmiyor, evet. Ya da uykusuzluktan hayal görmeye başladı. Ya da rüya... Hızla ayağa kalkınca arkasından konuşmayı sürdürdü. "Yat sen en iyisi. Sabahın beşi oldu. Uyu. Evet evet uyuman gerek. Gözaltların da kızarmış uykusuzluktan. Şu an beynim bir yerden sonrasını kayıt almadı zaten. Yarın yani öğleden sonra uzun uzun konuşuruz... ha bu arada?" deyip adımlarını duraksatıp Nefes'e döndü. "Başkanlığına son verildiğine sevinmedim değil. Diğer konu için üzgünüm gerçekten. Nasıl çözümü olur bilemem hatta senin için endişeleniyorum ama. İyi olmadı değil. Sen de vaktini sevdiklerine daha fazla ayırırsın." "Sen de mi?" diye hayıflanıp oflandığında ters ters yüzüne baktı. "Ne çok köstekçim varmış. Vay be." "Hiç hayıflanma, ben de Nefes. Ben de. Şu yaşında senin gezip tozup hayatına bakman gerekiyor. Yaşlılarla koltuk sevdası yarışmasında değil." Cesaretle söyledikleriyle Nefes dudaklarını hayretle aralarken ağır ağır kaşlarını çattığında Doğan sinyali kaptığı gibi odasının kapısını açıp içeriye girerken son anda Nefes'in sertçe fırlattığı yastıktan kurtulmuştu. "Koltuk sevdasıymış! Ben sizin için uğraşayım burada. Siz dalga geçin oh ne ala! Cezaevine gireceğim bir de o var." Son cümlesini kısık bir sesle söylediğinde duymaması için sessizleşti. Odadan çıt çıkmadığını fark edince rahatladı. Ardından yerini hazırlayıp başını yastığa gömdüğünde horozlar bir kere daha öttü. ** Doğan okul sonrası fırına gidip sıcak ekmek alıp eve geçerken Nefes'in hala uyuyor olduğunu sanarak sessiz hareketlerde bulunurken kapıyı da yavaşça örtmüştü. Ayakkabını çıkarıp terliklerini giydiğinde mutfakta birtakım sesler duydu. Ardından Nefes'in sesini. "Doğan?" "Nefes?" dedi aynı karşılıkla yanına doğru mutfağa geçerken. Tezgâhın önünde yemek pişiren Nefes'i gördü ilk önce. Daha sonra masaya konulan yemekleri. "Yormasaydın keşke kendini? Ben hazırlamak için erke..." "Dün gece yeterince rahatsızlık verdim zaten. Bırak da telafi edeyim?" Doğan'a doğru döndüğünde elindeki ekmeği görünce kocaman gülümsedi. "Ben de ne eksik diyordum? Ekmek de almışsın?" "Aldım. Çünkü açsındır diye... bütün gün uyuduğunu varsayıyorum?" bir umut uykusunu aldı diye sorarken "Aldım. Baya uyumuşum hem de. Normalde bu kadar uyumam ama..." deyip elindeki tencereyi de masaya bıraktı. Bir elini sandalyenin ucuna yaslayıp "Otursana?" diye teklifte bulundu. Yerine masum bakışlar eşliğinde otururken Nefes de yerine oturdu. İlk önce çorbayı edip bir kaşık yudumladı. "Yani sen gerçekten ne haberlere baktın ne de kimseden duydun?" konuyu tekrar açma zamanı bulup konuşmaya başladığında "Zaten evden dışarıya adım atmadım sayılır. Daha bugün..." dediğinde son anda dudaklarını geri kapatınca Nefes tek kaşını havaya kaldırdı. "Daha bugün ne?" Doğan okulda duyduklarıyla öfkelenmemek için epey güç sarf etmişti. Nefes'in hakkında olmadık yalanlarda atmışlardı. Genzini temizleyip arkaya yaslandı. "Daha bugün öğrendim desem ne kadar dünyadan bihaber olmuş olurum?" "Şöyle söyleyeyim o vakit Özge'ye hemen güvenip evine almak gibi." Diye lafını esirgemezken Doğan munzurca göz kırptı. "İçine oturmuş belli." "Ya ya. İçime oturan o kadar şey varken bir Özge battı evet. Onun hesabını da soracağım dur sen!" sonlara doğru öfkesi harlanırken sertçe kaşığını çorbaya batırdı. "Hey sakin." "Nasıl sakin olayım Doğan? Herkese dert olmuşum baksana." "Başkanlığı bıraktın ya, daha da dokunmaz sana kimse." Sesin hafif alaylık sezdiğinde Nefes sertçe gözlerini ona dikti. "Ciddi olur musun?" "İyi tamam!" homurdanıp elini tuttu. Gözlerinin içine baktığında Nefes'in odağı elindeki el oldu. "Şu an içinde bulunduğun durum çok kötü ve ağır biliyorum. Ama atlatacaksın bu durumu. Birlikte atlatırız ya da... hiçbir şey senden önemli olamaz. Bırak akışına. Duyma, görme, bilmezden gel. O soruşturmadan da bir şey çıkmayacak tamam mı?" "Cevabını bildiğim şeyler için teselli ne kadar iyi gelir Doğan? Teşekkür ederim yine beni rahatlatmak için söylediğin sözler için ama bilmediğin bir şey var ki... teselli ettiğin her şey iyiyle sonuçlanmaz." "Ne yapacaksın peki?" Gülümsedi. "Hayatımı yaşayacağım. Ertelediğim ne varsa onları gerçekleştireceğim. Hem bakarsın hemşireliğimi bu bölgeme yapmak isterim?" Nefes'in yaptığı imayla zorlukla yutkunurken "Burada?" dedi inanmak isteyerek. "Hımm burada. Sonuçta burada da askeriye vardır değil mi?" Nefes'te kayışlar kopmuştu. "Askeriye hemşireliği mi yapmak istiyorsun yine?" "Benim mesleğim o zaten." "Tehlikeli ama." "Olabilir?" "Normal hastanede çalışsan?" ikna etmeye çalıştıkça itirazı büyüdü. "Doğan sen niye endişe ediyorsun ki? Ben severek yapıyorum mesleğimi." Gözlerindeki korkuyu silip umursamazlığa vurunca önüne dönüp çorbasını içmeye devam etti. "Hakikaten ben ne diye endişe ediyorsam? Hayatında yarım varım gibiyim." "Bana Özge'nin ev adresini verir misin?" konuyu değiştirip önüne döndüğünde Doğan'ın elindeki kaşık kaseye düştü. Kaşlarını çatarak "Neden?" diye sordu. "Ne yapacaksın?" "Hiçç. Sadece misafirliğe gidesim geldi... senin adresin onda varsa onunki de sen de vardır değil mi?" "Nefes bırak adalet ilgilensin onunla." "Tamam ben de adaletin ta kendisiyim." "He gördük senin adaletini de? O yüzden yargılanıyorsun hatta?" "Aslında ne biliyor musun? Ben gerçekten iyi saklambaç oynadım kimse de beni bulamadı. Ve ben açık vermeden kimse de bulamazdı." "Kendine olan özgüvenin yine tavanda bakıyorum? Kibirli Nefes'e hoş geldin mi diyelim yoksa hoşça kal mı?" alay edercesine sırıttığında gözlerine yansıyan kibir göz önüne çıktı. "Herkes beşer şaşar buna sende dahil!" parmağını öne doğru savurup bu sen de olabilirsin iması yaparken Nefes öne doğru eğilip kollarını masanın üzerinde bağdaş kurup kuruyan dudaklarını ıslattı. "Doğru." Dedi Doğan'ı onaylayarak. Doğan da bunu beklemeyerek kısa bir şaşkınlık yaşarken kendini silkeleyip boğazdan öksürdü. Bakışlarını kaçırdığı gibi yemeğine odaklandığı sırada göz ucuyla kahve gözlerine baktı. "Seni bilmesem beni kıskanacağını sanacağım artık. Konuyu ölçüp tartıp yine ona bağladın ya.." başını onaylamaz bir edayla salladı. "Benim ağzımdan onun ismi çıkmadı." Nefes'in kaşları anında havaya kalkarken "Doğru kelimesini söylerken öyle baskın bir şekilde söyledin ki onu çağrıştırdı. İma ettin gözlerinle." Dedi anında. "Benim imam başka bir mevzu içindi ama gönlün olsun. Öyle san ama bana bir daha Özge dersen öfkem sana da bulaşır haberin olsun." Tehdit vaki bir edayla uyardığında Doğan korkmuş gibi yaparak ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Çok korktum!" "Evet adresi alayım?" dedi ne kadar kararlı olduğunu göstererek. "İyi de bende adresi yok." Gerçekten de yoktu. "Senin adresin onda var ama..." tek kaşını kaldırıp şüpheyle gözlerini kıstığında yavaş yavaş öfkesi gün yüzüne çıkıyordu. "Taktın sen de adres adres diye. Başın çok kötü belada, hapse girme riskin bile var..." Sesi titredi. "Ken... sen hala Özge de Özge diyorsun?" "Ya ne diyeyim Doğan! Ah Özge hanım bizi tuzağınıza çektiğiniz için çok onur duydum, mu diyeyim! Hem sen niye böyle sakinsin?" sesi git gide yükseldi. Doğan'ın bu kadar sakin kalmasına sinir olmuştu. "Nasıl sakin?" "Özge denen kadın arkadaş ayağına seni kandırdı ya hani?" ima ile tekrar ettiğinde Doğan umursamadı. "He o durum. Alıştım ya ben, birilerin beni arkamdan bıçaklamasına. Bağışıklık yaptı, şaşırmıyorum artık." Oysaki her kelime de sırtındaki izler can çekişiyordu. Nefes bunu duyduğu an bocalama hissiyle dolarken "Bu beklemedik oldu." Deyip arkasına yaslanırken beklemedik anda gelmişti bu sözler. "Hangisi? Sırtımdaki izlere alışmam mı yoksa bu duruma şaşırmamam mı?" "Alışmana olabilir." Derin bir iç çekti. "Sırtından bıçaklanmalara karşı tedbirli ama bir o kadar da beklenmedik yerden gelmesi..." "Aslında ikisi de aynı yere çıkıyor bir fark yok. Her neyse. Sen şu an kendini düşünmek gerekiyor? Senin önceliğin kendin olmalı?" Bir belaya da bulaşmasını hiç istemiyordu. Artık bu işlerde olmasını istemiyordu ya. Ama bunu söyleyip de baskı yapma hakkı yoktu. "Ben kendim olmayı çoktan saldım. Önceliklerim varken kendim olmayı düşünemiyorum. Hem önceliklerimle ilgilenirken de kendim olabiliyorum aslında." "Sözlerin çelişkili, inanmadım." Munzurca sırıttığında omzuna sert bir darbe yiyince refleksle omzunu tutup inledi. "Sen bir de şiddet yanlısı olmuşsun?" gülüyordu hala. "Ben olsam böyle vururdum işte." Sözleriyle hayrete düşerken inanamaz bir edayla gözlerini kısıp "Nefes!" dedi son harfini uzatırcasına. Onların sohbetini telefon sesi bölerken Nefes kendi telefonu çaldığını fark ederek ayaklandı. Telefonu eline aldığı gibi ekranda yazan isme bakındığında geciktirmeden telefonu cevapladı. "Evet?" "Nefes hanım duruşma günü belli oldu. İki gün sonraya..." gerisini duymak istemeyerek telefonu kapattığında Doğan'ın merak dolu bakışlarıyla göz göze geldi. Alaya alarak "Hadi iyisiniz benden kurtuluyorsunuz?" deyip göz kırpan Nefes'e anlamsız bir bakış atıp "Ne Kurtulması?" diye sordu. Salona geçtiklerinde Nefes gitmenin vaktini anlayarak kapı önünde durduğunda Doğan da peşinden ilerlemek zorunda kalmıştı. "Başkan değilim artık. Tamamen bitti diktatörlüğüm. Derin bir nefes alabilirsiniz. Ha bu arada dün gece için teşekkür ederim. Gece vakti geldim, uykundan ettim falan." Doğan bıkkınlıkla başını arkaya atıp sıkıntıyla ofladı. "Of Nefes of! Ne rahatsızlığı, seni ağırlamak benim hoşuma gider." Kafası alsın diye bir kere daha gözlerinin içine bakarak tekrar etti. "Sen burada olacaksın da ben rahatsızlık duyacağım? Nefes, senin rahatsızlık verdiğin geceye onur duyarım tamam mı?" "Doğan gel bir sarılayım son bir kez." Ellerini öne doğru uzatmış bir şekilde sarılmasını beklerken Doğan bunu bir daha Bolu'ya gelmeyeceği olarak algılarken sözüne güvenmedi çünkü ne zaman Bolu'dan gitse bir daha yolu burayı buluyordu. "Bolu'ya son kez geleceğini bilsem inanırdım ama maalesef." Deyip hafif buruk bir edayla gülümsedi. "Gelirsin sen?" dedi dün geceyi imayı ederek. "Senin laf sokmalarından kollarım tutuldu. Amma naz yaptın. Ben sözlerimi hep tutarım. Son kez dediysem son kezdir." Oysaki kendisi de bilmiyordu. Sözlerinin artık geçersiz olduğunu. Doğan, Nefes'in kollarından tutup kendine çektiği sırada kokusunu son kez içine çektiğinde boynundaki alyansın soğukluğu göğsünü titretti. "Bu anı defalarca kez yaşadık biliyorsun değil mi?" "Biliyorum." "Buna rağmen birbirimizden ayrılamıyoruz. Bunun ikinci bir şans olduğunu bilsem de en azından iki iyi arkadaş da olabileceğimizi bu yaşananlardan öğrendim. Çünkü her şeyden önce güven gerekir ve sen bana hiç sorgulamadan güvendin yine Nefes. Bu öyle bir his ki, arkamı dönsem herkesin beni bıçaklayacağını bilsem sen aralarında olmayı bırak aklımın ucundan bile geçecek biri olmazsın." "Bak buna egolanabilirim?" diye gülümseyerek kollarından ayrıldığında Doğan gür bir kahkaha patlattı. "Sanki hiç egolanmıyormuşsun gibi..." "Anlaşıldı anlaşıldı sen hiç akıllanmayacaksın neyse. Kendine dikkat et, başını belaya sokma. Uslu ol." "Olur. Başka bir isteğin?" tek kaşını havaya doğru kaldırdı. "Biraz acımasız olsan fena olmaz hani?" "Bunları kendine de temkin edebiliyor musun bari?" "Neden edeyim? Despotluğumu sadece başkasına işleyebilirim kendime değil." Bu sözlerle bir kere daha kahkaha atarken alemsin der gibi bir bakış attı. "Gülme!" "Niye ona da mı despotluğunu sergilersin?" "Olabilir. Neyse ben artık yol alayım? Aden'le güzel bir gezi yapmam gereken konular var?" diyerek arkasını dönüp gitti. Doğan da arkasından seyre dururken daha ilk saniyesinde uslu olma sözünü çiğneyip Özge'nin evine doğru yol tuttu. ** Doğan’dan önce Özge’yi bulan Nefes soluğu anında evinde alırken kapıya sertçe vurmaya başladı. “Aç kapıyı! Aç da birine iftira atmanın dersini öğreteyim sana! Çünkü sen çok basite kaçmışsın. Ben sana daha iyisini öğreteceğim!” “Ne oluyor ya? Eşkıya mısınız?” içerden Özge’nin sesi duyulduğunda öfkesi kapıya daha çok yansıdı. Alnını kapıya doğru yasladığı sıra kapı içe doğru açıldı. Özge ile göz göze geldiklerinde yüzünü tedirginlik kapladı. Renk vermemeye çalışarak normal bir sesle konuşmaya çalıştı. “Ne oluyor başkanım? Kapımı çalacak kadar ne münasebetimiz oldu?” “Başkanım mı?” alayla kahkaha attığında hala olayı örtbas etmeye çalışmasına inanamıyordu. Sonra ciddiyete dönerek kaşlarını çattı. “Hala başkanım diyebiliyorsunuz demek? Oysaki her yere duyulduğunu sanıyordum?” Safa yatarak “Neyin?” diye sorduğunda “İçeriye ağırlamak yok mu hocam?” dedi bu sefer Nefes. Özge hanım zorlukla yutkunup geriye çekildiğinde Nefes direkt içeriye bodoslama giriş yaptı. “Evin güzelmiş...” etrafa göz atmayı kesip koltuğa oturdu. Bacak üstüne bacağını atıp elini arkaya attı. Bu hissi özlemişti nedense. “Kardeşin yok mu?” imayla sırıtıp durduğu sırada Özge hanım kendisiyle dalga geçtiğini anlayıp burun kemerini sıktı. Bir ima da kendisi öne sürdüğünde karşısındaki koltuğa oturmuştu. “Abimi cezaevine soktunuz ya, unuttunuz mu yoksa?” “Unutmadım tabii. Velakin bir ünü var abinin daha doğrusu vardı. Fakat bu ünü hala kullanabiliyorsa her şeyi de yapabilir?” “Tıpkı sizin yaptığınız gibi değil mi?” gözlerine hinlikle baktığında Nefes alayla gür bir kahkaha patlattı. “Ay ilahi Özge hanım? Bir de bana Özge hanım iyidir derlerdi. Sizi savunandan savuna maşallah.” “Çoktur sevenim.” Bundan gurur duyar gibiydi. “Belli belli canım! Seven sevene. O yüzden de insanın kanına kolayca sızabiliyorsunuz?” gözlerini kısıp kaşlarını havaya doğru kaldırdığında devam etti sözlerine. “Bu kişide Doğan oldu. Ama hesap edemediğiniz şey beni kandıramadınız? Ya siz gerçekten bu kadar kolay nasıl başarıyorsunuz?” hayret eder gibi sorduğu soruyla Özge Hanım “Neyi?” diye sordu. “İnsanları kandırıp ertesi gün yüzlerine hiçbir şey yapmamışsınız gibi bakmayı nasıl beceriyorsunuz? Hiç mi içiniz sızlamıyor? Hiç mi vicdanınız yok! Bu hayatta güven ne kadar zor kazanır söylesenize?” “Bunu halkını kandıran başkanın söylemesi de ironi değil mi? siz de insanları kandırmıyor musunuz başkanım? Ah, pardon eski başkanım?” “İstediğiniz kadar dile getirin. Hiç gocunmam hatamdan ama siz gocunursunuz? İnkar edersiniz değil mi?” dişlerini sıkarak konuştuğunda öne doğru eğilip gözlerine keskin bir bıçak gibi baktı. “Abim benim için değerli. Ne derse yaparım!” “Sizin iyiliğinizi istemeyen bir abi?” dedi yarasına tuz basarak. “İsteseydi sizi düşünür hata yapmanızı engellerdi doğru mu?” Özge hanım zorlukla yutkunduğunda yüzüne vurulan gerçekle sarsılırken bozuntuya vermeye çalışarak gülümsemeye devam etti. “Sizin de iyiliğinizi istememişler sanırım? Başkanlığınızı kullanıp arka plan da insanları zehirlediğinize göre? Pek de iyi aileniz yokmuş? Eh, siz de benden farksızınız nihayetinde.” Nefes, Özge hanımın acıtıcı sözlerine sırıtmakla cevap verirken sırıtışı kahkaha döndü. Hiç aralıksız gülerken Özge hanım şaşkınlıkla izliyordu. “Hiç kimseyi kimseyle kıyaslama!” kahkahası anında buz kesip soğuk bir şekilde gözlerine baktığında öfkesi gün yüzüne çıkmıştı. “Konumuz ben değil sensin.” Dedi sertçe. “Senin şu an topuklarına vura vura şehirden kaçman gerekiyor ama sen hala buradasın? Ayan beyan bir şekilde açık bir hedefle… ben sana uyarımı yapmıştım dinlemedin beni? Ee, öyleyse sonuçlarına da katlanacaksın.” Diyerek ayaklandığında üstüne doğru yürüdü. Özge hanım korku içinde ne yapacağını kestirmeye çalışırken adımları üzerine üzerine gelmeye devam ediyordu. “Ne yapıyorsun?” Saçlarına doğru eğilirken bir eli saçlarını buldu. Kulağına doğru fısıldayıp renginin bembeyaz olmasına neden olacak sözler sarf ettiğinde “Anladın mı?” diyerek geriye çekilmişti. Özge hanım korkuyla başını hızlı hızlı onayladığında Nefes’in dudaklarında zafer gülüşü oluştu. “Güzel.” Memnun kalmış gibi mırıldanıp evinden sert adımlarla ayrıldı en son. ** “Asker çekil yeğenimin yakasından! Ayrıl ayrıl bak bana salak gibi?” eliyle çekilmesini sertçe söyleyip kaşlarını çattığı an Uygar sertçe bir nefes çekip sabır dilenerek başını arkaya attı. “Hasbin Allah!” Uygar inadına nişanlısının omzuna elini atıp kendine daha çok çektiğinde Ambra bu durumdan hiç şikayetmiş gibi görünmüyordu. Salih’ten hiç hazzetmiyordu kendisi. Nedeni ise mafya olmasıydı. Görünen oydu ki hala devam ediyordu o işlere. “Cevap verme bana!” “Size mi soracağım sevgilimin yanına otururken! Amcası olabilirsiniz ama gözümde hala mafyasınız ve ben mafyalardan haz eden insan değilim.” Ambra ortamın gerileceğini fark ederek araya girdiğinde Uygar’ın sakinleşmesi için elini tutup hafif sıktı. “Amca sen de abartmıyor musun biraz hı? Sonuçta o benim Beau’m. Evleneceğiz biz.” Salih, yeğeninin savunmasına karşı burun kıvırırken kıskançlığı daha arttı. “Daha evlenmediniz ama?” “Bakın Salih bey, sevgilimle dışarı çıkmak istedik ben de geliyorum dediniz bir şey demedim ama Ambra ile ilişkimize karışacağınız anlamına gelmiyor.” “Tatlı!” diye bağıran Ambra ile ikisinin bakışları Ambra’ya döndüğünde fazla bağırdığını fark ederek sandalyeye iyice sinerken “Tatlı ikram etsene bize Beau. Hem tatlı yeriz hem de sohbetimiz tatlanır.” Deyip gözlerini kırpıştırdığında sertçe yutkundu. Amcasının yanında oluyor muydu böyle? “Bence eve geçelim artık. Zaten.” Deyip Salih’e küçümser gibi iç çekti. “Keyfimizi içine edildi. Sevgilimle tek başımıza da gezemiyoruz artık! Peşimizde kaynana eksikti.” “Asker!” “Ne var mafya bozuntusu?” “Ama ya siz böyle didişirseniz olmaz ki? Ben arada kalıyorum.” Surat asarak homurdanan Ambra ile Uygar sırf onun hatırına susup gözlerini yumup açtı. “Tamam can içim. Sakinim. Hadi kalk, ben hesabı ödeyip geliyorum.” yerinden hızla doğrulduğunda Salih’i görmezden gelmişti. “Tamam Beau. Arabanın önünde bekliyoruz seni.” Derken son anda hatırlayarak cebinden anahtarı çıkarıp Ambra uzattı. “İçerde bekleyin.” Yanağına uzun bir öpücük kondurup gözden kaybolduğunda Ambra hemencecik amcasına dönerek gözlerini kıstı. “Aşk olsun amca ya! Aramıza da yat istersen! Ne bu hareketler, sana yakışıyor mu?” “Hergeleye bak ya, sayesinde yeğenimden azar yemediğimiz kaldı.” Serzeniş ederek başını yukarıya doğru kaldırdı. “Ayıp oluyor ama amca! Sen yokken onlara tutundum ben. Biraz fazla kıskançlık yapmıyor musun? Uygar’a etmediğini bırakmadın resmen!” sözleriyle susan Salih’le, mekândan ayrılırken arabaya doğru ilerledi. Gerçekten de öyleydi. En çok da Nefes destek olmuştu kendisine. İlk başta kırsa etse de ılımlı bir şekilde yaklaşmıştı kendisine. Salih amcası yurtdışındayken o vardı yanında. Öne binip Uygar’ı beklediği sırada arkaya geçen amcasıyla göz göze gelmemek için cama doğru dönüp dışarıyı izlemeye koyuldu. Mekanın çıkışında beliren Uygar ile gözleri anında parlarken heyecanına hakim olmaya çalıştı. Her görüşünde kalbi hızlanıyordu sanki hiç görmemişçesine heyecanla doluyordu. Kendinden emin adımlarıyla araba doğru yürürken her adımında kalbi küt küt atıyordu. Heybetli duruşu bile yetiyordu kalp atışını hızlandırmaya. “Geliyor Ankara’mın beyefendisi.” “İyi geliyorsa ne yapalım?” “Amca!” “İyi demedik bir şey. Laf da söyletme zaten.” “Gidelim artık.” Öne biner binmez arabayı çalıştırdı. Çıkan kaoslar azalmışken bir rahatlamaya varma hissiyle dolacaklarken Salih tarafından sabote edilmişti. ** 2 gün sonra… “Bana öyle bakmayı keser misin abi?” mahkemeye gideceğini öğrendiği andan beri yüzüne öfke ve kırgın bir şekilde baka durduğunda Nefes yerinden doğrulup pencereye doğru yaslandı. “Nasıl bakayım Nefes hanım? Tebrik eder gibi mi yoksa gurur duyar gibi mi?” kızgın bir sesle bağırmamak için kendini sıkıyordu adeta. “Sakince bakabilirsin mesela?” “Sakince mi?” diye bağırdı sabrı taştığı gibi. Nefes’in karşısına dikilip sert bakışlarıyla gözlerine baktı. “Hapse gireceğini söylüyorsun ve benden sakin olmamı bekliyorsun öyle mi? aklımı yitirmiş olmam gerek öbür türlü mümkün değil çünkü!” “Bu beklemedik bir durum değildi ama? Elinde sonunda olacak bir şeydi. Banu’ya da söyledim. Bu işte kim varsa cezasını çekecek bu ben dahil.” “Banu’yu arıyorsun!” emir verir gibi sözlerini sıralayan Uygar’la, anlamayarak “Ne?” dedi Nefes. “Arıyorsun ve ne yapıp edip bu işten seni temize çıkaracak. Sen aramıyor musun iyi!” hala kendisine tepki vermeden baktığını fark edince telefonunu kendisi bulup kendi işini kendi halletmeye çalıştı. Nefes, Uygar’ın ne yaptığını fark ederek elinden hızla telefonunu almaya çalışırken Uygar telefon olan elini Nefes’ten uzaklaştıracak kadar uzaklaştırıp “Çekil!” diye uyardı. “Hayır! O telefonu alabilir miyim abi? Böyle bir şey yapmayacaksın? Saat iki buçukta duruşmam var.” Eline uzanıp kıy payı telefonunu kaptığında arka cebine attı hemen. Soluk soluğa kalırken kararından vazgeçmeyecek gibi duruyordu. Uygar öfkeyle avuçlarını yüzüne bastırıp sabır dilenirken göz ucuyla Nefes’e baktı. “Sonra ne olacak peki? Aden’in üstünde bırakacağın psikolojiyi hiç mi düşünmüyorsun? Onda bırakacağın travmayı hiç mi düşünmüyorsun!” “Aden hiçbir şey bilmeyecek. Benim hemşirelik için şehir değişikliği yapmamı söyleyeceksin. Aden hiçbir zaman benim hapse gireceğimi bilmeyecek!” “Nefes farkında mısın Aden her şeyi biliyor ve tahmin de edebilecek yaşta! Hayır, hayır buna izin veremem!” başımı onaylamaz bir şekilde sallayıp düşünmeye başladı. Sağ eli çene altınını bulurken gözlerini yere doğru çevirmişti. “Ne yapacaksın, beni yurtdışına mı kaçıracaksın? Unutma Uygar sen bir askersin benim başım yandı diye kendi başını da yakamazsın! Buna izin vermem ben?” pencere önünden ayrılıp tam karşısına geçtiğinde sinirle ellerini ensesine götürdü. “Gerekirse yakarım! Çünkü sen benim kardeşimsin Nefes! Senin ayağına taş değse onun hesabını da sorarım ben!” Delirmiş bu adam. Gerçekten delirmişti. “Uygar yapmayacaksın bunu! Yapmayacaksın duydun mu beni? Askerliğini yaktırmam!” emir verircesine sert bir edayla uyardığında Uygar sözünden dönmezdi biliyordu. Allah kahretsin ki yapardı. Engel olmalıydı. Bir kere daha kendisi yüzünden askerliğine zarar gelsin istemiyordu. “Nefes söz dinliyorsun ve beni bekliyorsun tamam mı?” deyip odadan tam çıkıyordu ki Nefes erken davranıp kendini öne atarak odadan çıktığı gibi kapıyı üzerine kilitledi. Buna mecbur kalmış gibi hissediyordu. Uygar’ın gürleyen sesi aşağıya kadar ulaştığında Nefes hızlı adımlarla merdivenlerden inip salona geçti. “Nefes aç şu kapıyı! Çocuk gibi kapıyı kilitlemek sana yakışıyor mu? Nefes!” kapıya vurulan her darbede salondakiler daha da meraklanırken “Anne ne oluyor?” diyerek yanına ulaştı kızı. “Bir şey yok bebeğim. Babanı kızdırdım biraz da? O yüzden bağırıyor birazdan susar.” Kızını kucağına aldığı gibi kendisine merakla bakanlara hitaben uyarıda bulundu. “Sakın kapıyı açayım demeyin bozuşuruz! Özellikle sen!” diyerek Ambra’ya döndüğünde şaşkınlıkla “Niye be?” diye sordu. “Kıyamayıp da açmak da yok!” “Bebeğim ne oluyor yine? Ne yaptın da delirttin bizimkini?” Arasta merakla gözlerini büyüttüğü sırada Salih amcanın işine gelmiş gibi sırıttı. “Senin gözün arkanda kalmasın Nefes. Ben bırakmam açmalarına. Kalsın hergele dört duvar arasında. Yeğenime de yaklaşamaz oh mis.” “Amca!” “Biz kızımla biraz eğlenip geleceğiz. Sakın ha!” diye yeniden uyarıp istemeyerek de olsa suratı asılırken belli etmemeye çalışarak kızına döndü ve kocaman gülümseyip “Ee, Anneciğim? Gezmek istediğin bir yer var mı?” diye sorduğunda Arasta ve Ambra ne yapacaklarını bilemeyen bir edayla bakışlarını yukarıya doğru döndürdüklerinde Ambra hemen su koyuverdi. “Ama olmaz ki böyle? Aranızdaki sorunu böyle mi çözeceksiniz?” “Evet anne ya babam orada kilitli kaldı biz eğlenecek miyiz?” Aden’in üzgün çıkan sesiyle derin bir iç çekip saçlarını arkaya attı. “Uygar kilitli değil aslında çaktırma!” sessizce fısıldarken göz kırptığında Aden şaşkınca “Nasıl?” diye sordu. “Anahtarı kapı arasından içeriye attım ama sinirden görmedi. Fark eder etmez açar.” “Gerçekten çocuktan farksınız anne ya!” homurdandığı sıra da gözlerini kırpıştırıp bakışlarını kaçırdı. “Lunaparka da gidebiliriz aslında.” Nefes gülümseyerek yanaklarından öpüp “Olur.” Deyip kardeşlerine döndüğünde son kez görecekmiş gibi içli içli izlerken aniden sıkıca ikisine de sarıldı. Arasta’nın saçlarını koklayıp uzun uzun sarıldığında Arasta alay edercesine sırıtıp “Alt tarafı lunaparka gideceksin Bebeğim. Ne bu veda sarılması gibi?” dediğinde sırtına bir hançer saplanmış gibi kaskatı kesildi. Bu bir vedaydı çünkü… “İçimden gelmiş olamaz mı?” deyip bozgun bir ifadeyle göz kırpıştığında Uygar’ın sesi kesildi. “Uygar’ı kilitledin odaya, Aden’le gezmeye çıkasın gelmiş bu kaosun içinde?” imayla kaşlarını kaldırdı. “Bu içten ani sarılmalar hayırdır Nefes?” hissetmişti. Kötü bir olacağını hissetmişti. Nefes itiraz eder gibi omuz silkip “Siz de yani dedektifmiş gibi ipucu bulma oyunu mu oynuyorsunuz ne? Kızımla gezmek istemez olamaz mıyım? Sana sarılmak suç mu yani? ayrıca Uygar sinirimle oynadığı için kilitledim?” derken Ambra kuşkuyla kaşlarını kaldırdı. Nefes daha fazla vakit harcamayarak acele ederken kapıyı hızla açmış bahçeye çıkmışlardı. Her an Uygar o odadan çıkıp işini baltalayabilirdi. Kızını arkaya bindirip kemerini bağladığı gibi öne binerken evin kapısı açılmış nefes nefese kalmış bir şekilde buraya doğru koşan Uygar’ı gördüğü gibi gülümseyerek el sallayıp gaza bastı. Son kez kızını güldürmek istiyordu. Onunla lunaparka gidip deli gibi eğlenmek istiyordu. Son kez… ama işler istediği gibi ilerlemedi. Aden ve Arasta her şeyi öğrendiğinde çok geçti artık vazgeçirmek için… ** Duruşmanın sona erdiği dakikalarda her şey son bulurken 2 yıl ceza hapsi alan Nefes son kez kızına doğru baktı. Özür diler gibi gözlerini yumup açtığı sırada iki kolundan tutuldu ve iki memur tarafından yürütmeye zorlanırken babasının ellerinden kurtulduğu gibi annesine doğru koştu. Bacaklarına gitme der gibi sıkıca sarılırken bırakmamak için direniyordu. Gözyaşları yanaklarına doğru yere düşerken Uygar zar zor kızını kendine doğru çekip sıkıca sarılmıştı. "Anne bırakma beni!" sesi adliyede yankılandığı an Nefes can havliyle öne doğru koşmak istedi. Fakat yanındaki iki memur izin vermemişti. "Annem ben geleceğim tamam mı? Geleceğim." Ama iki yıl sonra. Ardından son kez Uygar'a baktı. Kızımı al götür der gibi yalvarır gibi bakıp dik bir şekilde araca doğru ilerletildi. Ardında bıraktığı enkazlar, hayal kırıklığı, üzüntü, birçok kayıpla son kez yüzlerine baktı. Arasta'nın gözlerinde hayal kırıklığı en çok canını acıtan oldu. Uygar'ın gözlerinde kaybetme hissi en çok canını acıtan oldu. Aden'in gözlerinde yıkılmışlık, kalbini eline verirmişçesine canını en çok yakan acıya neden oldu. Oyun tezgahında bu sefer kendisi yem oldu... Şimdi siz söyleyin beyaz mı daha berraktı yoksa siyah mı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE