GÖNÜL YORGUNLUĞU PART I

4832 Kelimeler
37. BÖLÜM: GÖNÜL YORGUNLUĞU ~Bu kader değildi. Bu bile bile ona koşmanın inkâr ediş yoluydu. Azerbaycan Savaşından Üç Gün Sonra... "Adın ne küçük kız?" "Annen ya da baban nerede biliyor musun?" "Su ister misin?" Art arda sorulan sorular üzerine küçük kız korkuyla başını yerden kaldırmazken üç gün önceki savaşın etkisinde kalmaya devam etmişti. Memur bey kızın üstüne gitmek istemese de genel soruları sormak durumundaydı. Belki de onu arayan bir ailesi vardı ya da yakını... Küçük kız başını olumsuz bir şekilde ağır ağır salladı. Parmaklarıyla oynamaya devam ederken bakışları kısa bir an memurun üzerinde durmuştu. Dolu dolu olan gözleri bir kez daha hıçkırmasına neden olurken ailesinin, gözü önünden katledişi gitmiyordu. Memur, hemen karşısına gezip dizleri üzerine çökerken sakinleşmesi adına ellerini tutup hafifçe sıktı. "Tamam, sen sakinleşene kadar soru yok." yumuşak ve sıcak kokan sesi, küçük kıza güven verirken titreyen elleriyle gözyaşlarını silmişti. Derin bir iç çekişle tekrardan memura dönerken titrek bir sesle cevap verdi. "Ad...Adım Arasta." İsmini öğrenmemin rahatlığıyla memnun olmuşçasına tebessüm ederken "Ben de Kıvanç. Memnun oldum Arasta. Şimdi daha iyi olman için ne yapabilirim senin için?" diye sorduğunda Arasta mağrur bir edayla "Annemi, babamı ve ablamı istiyorum." demesiyle memur yerinde gerildi. Bu isteğinin olmayacağını kendisi de biliyordu fakat bir küçücük umuda tutunmak ister gibiydi. Altı yaşını bitirmek üzereydi ve bir günde ailesini kaybetmenin acısı kalbine ağır gelmişti şimdiden. "Yaşıyorlar mı?" diye soru yönelttiğinde boğazı düğüm düğüm oldu bu koca yaşında. Birçok ölüme şahit olmuştu. Arasta gibi yetim ve öksüz olanları görmüştü ve her seferinde ilk sorusuymuş gibi acıyla mırıldanmıştı. "Öldürdüler memur abi. Benden, annemi, babamı, ablamı aldı..lar. Geri getirmez miyiz onları? Ben şimdiden onları çok özledim. Ablamın sözü vardı bana. Şimdi o sözü tutamayacak mı memur abi? Ben babam olmadan uyuyamam ki memur abi. Ben... ben annem olmadan... kim saçlarımı örecek şimdi?" Derdi saç örgüsü bile değildi. Annesinin neşeli kahkahalarını duyamayacak olmasıydı tüm derdi. "Dursun artık savaş. Benden ailemi alan savaş dursun... başkalarının çocukları da annesiz, babasız kalmasın memur abi..." Yutkundu. Yutkundu sadece yutkunmakta zorluk çekti. "Seni bir yakının bulana kadar..." nasıl söyleyecekti bunu o küçük kıza? Daha kendisi sindiremiyorken... "Benim bir yakınım, yakınlarımız yok ki. Hepsi savaşta öldüler." "Yetimhane nedir bilir misin?" "Bilirim memur abi. Annesi ve babaları olmayan çocukları bıraktıkları yer..." BOLU... Küçük adımları koridorun ilk kapısında sona ererken gözleri kapının yanında yazan isme döndü. Dudaklarını ısırıp çekingen bir şekilde memurun bacaklarına korkuyla sarılırken kapının ardından sert bir gürültü kopmuştu. Korkuyla yerinde sıçrayan küçük kızı, sırtına sarılan memur sakinleştirirken korkmaması için elinden geleni yapıyordu. Güven dolu bir tebessüm bahşeden memurla kapıyı açarken hala bacaklarına sıkı sıkı sarılıyordu. İçeriye girdikleri an Müdür ve koltukta tir tir titreyen bir başka küçük kıza rastlarken Müdür kendini anında toparlayarak memura doğru gülümserken "Hoş geldiniz komiserim." demişti yalan bir samimiyetle. Memur ciddiyetini bozmayıp baş selamıyla karşılık verirken küçük Arasta'nın bakışları koltukta oturan kızdaydı. Koltuğa sığamıyormuşçasına bir ifade gözlerinde barınırken zorlukla tebessüm etmişti. "Telefonda konuşmuştuk." lafı uzatmayı sevmezdi. O yüzden direkt konuya girdi. Müdür hatırlar gibi ha dercesine bir nida patlatırken yerine oturmuş kısa bir an koltukta iki büklüm duran kıza işaret çakmıştı. Küçük kız anında ayaklanıp odadan bir hızla çıkarken kalbi korkuyla hızlanmaya devam etmişti. Odadan çıkmadan önce Arasta'ya öyle bir yalvarır gibi bakmıştı ki, kaç, gelme buraya der gibi... "Merhaba, benim adım Nazım. Bana adını bahşeder misin güzel hanımefendi?" sevecen durduğunu sansa da gözleri onu ele verir gibiydi. Arasta kısa bir yutkunmanın ardından "Adım... Arasta." dedi memura daha çok sarılırken. Burada kalmak şart mıydı? Müdürün bakışlarını hiç beğenmemesi normal miydi yoksa korkudan mıydı öyle göründüğünü sanması? Diğer işlemleri hallettikten sonra memur yanından ayrılmıştı. Arasta ne kadar istemese de gitmek zorundaydı. Yalvarmıştı, yakarmıştı ama fayda etmemişti. Müdür ile odasına doğru ilerlerken birkaç soru sorsa da yanıtsız bırakmıştı. Yataklarla dolu olan odalardan birinin önünde durduklarında meraka gözlerine baktı. "Geç bakalım?" Arasta çekingen bir edayla içeriye geçtiğinde diğer çocukların dikkati yeni gelen Arasta'ya döndü. Hemen pencere tarafındaki ranzada pencereden dışarıya bakan Küçük kız dikkatini çekmişti. Kimin geldiğini bile merak etmiyordu ve önüne dönüp bir çocuğun daha hayallerinin yıkılmasını görmek istemiyordu. "Yeni arkadaşınız Arasta, iyi geçinin tamam mı?" diye tembihleyip yatağını gösterdi ve odadan çıktı. Kendini buraya o kadar yabancı hissediyordu ki, yetmiyordu bir de kendinden yaşça büyük çocuklarla baş başa kalmıştı. İnsan bir anda ailesini kaybedince kalabalıkların arasında bir yabancı gibi, yalnız hissediyormuş demek ki... "Merhaba!" hep bir ağızdan bağırdıklarında korkuyla yerinde sıçramış ve hemen koşa koşa pencere tarafına geçmişti. Yanındaki küçük kızla göz göze gelirken neşeli hali yeniden gizlenmişti. Zaten ailesini kaybettikten sonra neşeyi kendi içinde hapsetmemiş miydi? "Kaç yaşındasın?" diye sorduğunda gözlerinde kısa bir an acı geçmişti. "Korkma tamam mı?" dedi bu sefer de samimi bir tonla. "Buradaki tüm çocuklarla arkadaş olabilirsin. Gel sana ranzanı göstereyim." Arasta ilk başta ne yapmak istediğini anlamadı. Neden ona ilk yaşını sormuştu? Neden ona korkma demişti ki? "Annen mi bıraktı seni de?" Başından aşağıya kaynar su dökülürcesine sarsılırken gözleri kocaman açıldı. 'Benim annem beni asla bırakmazdı.' diye içinden fısıldadığında kalbi acıyla kavruldu. Aklından bir an olsun çıkmayan ölümleri yine gözü önüne gelirken hıçkırdı istemsizce. "Ben... burada kalmak istemiyorum." dedi onun yerine. "Gitmek istiyorum." Ankara... Ne tesadüf ne de kader... Bu kendi içinde inkâr ettiği yoldu. Gizlendiği yerden kalbine verdiği inkardı. Uygar'ın konuşması kısa bir süre sonra sona ererken Nefes yerinde kıpırdamayı kendine hatırlatıp sessiz sedasız evden çıktığında sinirlenmemek için dizginlemeye çalışıyordu. Bakanın eşkıya gibi adam dövdürtmesine mi sinirlensindi yoksa bu adamların Doğan'a musallat olmasına mı? Doğan'a ne demeliydi? Polis aklına hiç mi gelmiyordu da şehirlerce uzakta olan Uygar'dan yardım istiyordu? Derin bir nefes alıp renk vermeden arabaya kadar ilerleyince Ambra merakla Nefes'e baktı "Ee, nerede Beau?" "Geliyor." demeye kalmadan Uygar'ı gören Aden nihayet der gibi "Geldi." diye mırıldandı. Nefes arkasına dönmeden arkaya bindiğinde Uygar da yerini aldığı gibi gaza bastı. Kötü bir şey olduğunu sezen Ambra kaşlarını çatarak Uygar'a dönerken "Bir şey mi oldu?" diye sordu. Uygar transa girmişçesine Ambra'nın sorusunu işitmezken tekrar etti. "Uygar, duyuyor musun beni?" Aden de Ambra'ya ortak olurken Nefes nedenini bizzat duyarak öğrenmişti. Sessizliğini bozup "Sabah sabah benimle uğraşmanın ahını aldı. Ondan böyle." demesiyle Uygar anında kendine gelip aynadan Nefes'e döndü. Aden kıkır kıkır gülerek annesine sarılırken meydan okurcasına annesine katıldı. "Bence de." "Ya ya ne demezsin canımın içi. Neyse." deyip yola döndü. "Sizi bırakayım geç kalmadan." "Uygar, senin işin yoksa benimle gelsene?" Ambra'nın konuşmasıyla Uygar kısa bir bakış atıp direksiyonu sağa kırdı. "Bu sefer beni muaf tut can içim. Mühim bir işim var." Mühim iş dediği de Doğan'dı. "Ne işiymiş o!" sorguya çeker gibi kaşlarını çattığı sıra Aden babasını korumak ister gibi arka çıktı. "İş işte! Okula geç kalırsam size sorarım ama. Babamı bırakın da rahat rahat arabayı sürsün. Hem yolculuktayken şoförü konuşturmak dikkat dağınıklığına sebep olur." Uygar hayret edercesine tek kaşını havaya kaldırıp aynadan kızına baktı. "Şoförünüz olmadığımız kalmıştı küçük prenses, eyvallah ya!" "Ama babacığım ben seni sorgu sualden kurtarayım sen gel bana serzeniş et. Olmuyor yani." tavır yaparcasına annesine sığınırken Ambra kahkahalarının içinde arkasına döndü. Aden'i tatlı tatlı ısırmak ister gibi bakarken Aden tedirginlikle başını annesinin göğsüne yaslandı. "Annee, Ambra abla bana yine ısıracakmış gibi bakıyor? Koru beni tamam mı?" "Yerim seni fıstık!" "Anne!" "Ambra, kızımı korkutmayı keser misin?" Nefes gülmemeye çalışarak ciddi bir şekilde söylerken Ambra masum bir edayla dudak büküp "Ama çok şirin?" demesiyle Aden cevabını geciktirmedi. "Babam da şirin onu da ısıracak mısın?" Uygar'ın yüzü renkten renge girerken art arda öksürdü. "Aden sus babacığım." diye tembihledi uyarırcasına. "Teyzem deyince bir şey olmuyor da ben deyince mi oluyor?" Ambra koltuğuna iyice sinerken bakışlarını kaçırdı. "Aden bebeğim öyle şeyler söylenmez ayıp. Hele ki karşında baban varsa?" güzelce öğretmeye çalışsa da dinlemeyeceğini biliyordu. "Tamam ya, ne desem bir şey buluyorsunuz! Sustum." ellerini göğsünde bağlayıp arkasına yaslandığında Nefes saçlarının ucuna buse kondurup kulağına doğru fısıldadı. Ardından uslu bir şekilde başını sallayan Aden "Tamam." demişti en son. **** Bolu... Kapıya vurduğu dakikalarda etrafına göz atarken bahçedeki hamağı fark etti. Daha sonra kapı açılırken Doğan tepki vermeden kapı pervazına yaslı dururken "Hayırdır başkanım, hangi rüzgâr seni evimin yollarına attı?" demesi üzerine Nefes'in bakışları yüzündeki yeni yaralara döndü. Ayakta zor duruyor gibi bir hal vardı üzerinde. "Sen iyi misin?" diye sorar sormaz içeriye sormadan geçerken ayakkabılarını da çıkarmayı unutmadı. "Evime bodoslama dalmak yeni işin herhalde? İnsan bir izin alır." alayla sırıtıp biraz önce yaşananları yok saymaya çalışırken kapıyı kapatıp salona geçti. Nefes, Doğan'ı duymazlıktan gelerek dikkatli bir şekilde yaralarını inceledi. Buraya gelmemek için o kadar çok direnmesine rağmen gelmişti yine. "Neredeler?" diye sorduğunda, yaralarının ne denli büyük olduğunu ve acısını yüzüne saniyelik dokunmasıyla inlemesinden anladı. "Kim?" anlamazlıktan gelmeyi seçerek yakınından uzaklaşırken Nefes'in kaşları sinirle çatıldı. Uygar'la telefonda konuşmanızı duydum. Bakanın adamları saldırmış?" "Sen şimdi de telefonları dinlemeye mi başladın?" dedikten saniyeler sonra ciddi haline geri döndü. "Benim için endişelendin ve ta Ankara'dan buraya kadar geldin? Nefes sen emin misin? Çünkü yaptıkların ve söylediklerin bir değil." "Arkadaşımsın Doğan ve konu tek sen değilsin. Bakanın adamları ne hakla senin evini bastılar? Ne olduğunu anlatacak mısın? Eğer ki çocukların..." "Ben burada acıdan kıvranıyorum ve sen gelir gelmez sorgu suale mi tabir tutuyorsun beni? Sen polis misin Nefes, adamları bulup nezarete mi tıkacaksın?" koltuğun başlığına yan oturup yüzünü acıyla ekşitirken bir eli karnını buldu. "Cezasız mı kalsınlar!" "Bu ülkede hak, hukuk diye bir şey var bildin mi başkanım? Hani devletin başında sen varsın ya bunu bilmen gerek." "O hukuk devlete işlemiyor yalnız. Bak o devlet şu haline sebepken hele ki!" gözleriyle yaralı halini işaret etti. "Ayrıca hukuk varsa neden ilk Uygar'ı aradın? Sözde hayatından çıkardığın abin..." şüphe içinde kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. Doğan bir süre özleminden tutuştuğu gözleri izledikten sonra mesafeli bir tonla "İlk abimi aradığımı nereden biliyorsun belki ilk polisleri aramışımdır?" dedi. "Neredeler peki o polisler?" "Gittiler, ifademi alıp gittiler. Şimdi sıra sende?" dedi yerinde doğrulup yakınına yaklaşırken. Kahve gözlerinin odağı olan bakışlardan çekmezden soğuk ifadesini yüzüne yerleştirdi. "Sana söylemediğim halde neden geldin buraya? Gözlerindeki endişenin sebebi bana bir şey olması mı?" "Hayır." "Yalancı, yalancı, yalancı Nefes!" arkalarından gelen sesle anlık irkilen Nefes çığlık atacaktı neredeyse. İrkilircesine eli damağını bulurken arkasına döndüğü gibi gördüğü papağanla şaşkınlığa uğradı. Papağan 'yalancı' kelimesini tekrar edip durdukça Nefes, papağana bakakaldı. "Papağan bile yalancı diyor sana?" alayla sırıtan Doğan, papağana gururla gülümserken Nefes, eliyle kafesi işaret edip "Bu papağanın burada ne işi var?" diye sordu. "Kötü kadın kötü kadın." papağanın bu sefer başka bir şey söylemesiyle Nefes'in sinirleri gerildi. Ters bir şekilde parmağını papağana sallarken "O dilini koparmamı istemiyorsan çeneni kapat!" diye uyardı. Doğan yalandan kızar gibi papağana "Ayıp, Nefes'e kötü kadın dediğini duymayayım Maviş!" demesiyle bıyık altından sırıtıyordu. "Katil, katil. Gahhgahhaag." "Bana baksana sen!" Nefes zaten öfke doluydu. Bu öfkesi papağana yansıyacaktı eğer biraz daha konuşursa. Doğan, Nefes'i geriye çekmek adına belinden tutarken bu sefer gizlemedi gülüşünü. "Sabahtan beri papağan bizi dinliyor ve sen bunu bana söylemiyorsun?" "Eve bodoslama girmeseydin görürdün aslında ama neyse... hem söylesem ne değişecek? Masum masum oturuyor kafesin üstünde." "Bana laf mı çakıyorsun sen?" "Haşa, başkanımıza laf çakmak ne haddimize." hala kahkaha atmayı eksik etmiyordu. "Nefes başkan. Nefes başkan." papağanın yine konuşmasıyla nefes memnun kalmışçasına göğsü kabardı. "Ne oldu bir memnun kaldın?" eğleniyordu adeta. "Kalırım tabi! Papağan da biliyor benim kim olduğunu sonuçta." "Bu halde bile güldürdün ya ne diyeyim ben." "Mesela... Bakanın adamlarının seni ne kadar süredir rahatsız ettiğini ve ne zamandan beridir seni dövdüğünden başlayabilirsin?" "Önceden dövdüklerini nereden çıkardın?" konu yine başa dönerken huzursuzca bakışlarını kaçırdı. "Geçmek üzere olan yaralarından." ciddi ve sert bir sesle cevapladığında zemindeki iki basamak olan merdivene oturdu. Doğan da yanına oturdu. "Çok dikkatlisin her şeye, küçücük bir ayrıntı bile gözünden kaçmıyor?" "Olması gereken bu. Yoksa bir dikkatsizlikte harcarlar beni." "Nefes..." dedi ve durdu. Derin bir iç çekti. Nefes dikkatle ne diyeceğini bekliyordu. "Bu kader değil. Kesinlikle değil Nefes." Diye fısıldadığında Nefes onaylarcasına derin bir iç çekme eşliğinde "Haklısın..." demişti. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştı. Buraya geliş sebebini bilmiyor mu sanıyordu. Kader, beklenmedik bir anda hayatına, karşına çıkarmaya denirdi. Fakat Nefes bile bile hayatından çıkarmak istediği halde karşısına çıkıyordu. "Bir şey olur, bir durum olur aklım direkt Uygar abiyi aramaya gider. Çünkü koşar. Hiç düşünmeksizin gelir yine hayatımı kurtarır, hep olduğu gibi. Eğer ki her başım derde girdiğinde sen geleceksen ne anlamı kaldı sevmemenin? Ne anlamı kalır o kadar direnmenin? Gelme Nefes, bırak kader bizi uzaklaştırsın artık. Endişe etme, korkma. Yardım etme. Çünkü ümit denen şey çok tehlikeli... bir koşuşunla yeşerir verir, içim yine ümitle dolar. Bir çocuk gibi sevinirim. Gerçekten beni sevmiyorsan gelme, kalbimi ve beni boş yere ümitlendirme." Şu an burada oluşu bile ümit etmeye nedendi... "Senin için gelmedim." "Farkında mısın bunu söylerken bile gözlerin istemsizce kaçınıyor benden? Sen hep netlikten yanaydın ya, şimdi öyle değil. Ama üstlenemiyorum artık. İkimizde aklı başında insanlarız." deyip bir an boşluğuna gelerek sarılacakken kendini frenlemeyi başardı. Bazen kendini frenlemekte güçlük çekiyordu. İstemsizce kendini düşüncelerinin içinde kaybederken buluyordu. "Bundan mahrum kalmaya nasıl dayandın? Ben bile dayanamazken..." Zorlukla yutkunurken Nefes, kendini sıktığını sıkça nefes alıp vermesinden anlıyordu. "Ben annemden mahrum kalmışım. Buna mı dayanamayacağım. Ayrıca." Sözlerinin devamında ne diyeceğini bilerek hemen susturdu. "Tamam söyleme devamını, biliyorum. Aştık onları sonuçta değil mi?" Gözlerinin içine baktı derince. "Aştık mı sence?" "Aşmamız gerek... Yoksa böyle ikimize de azap." "Öyleyse..." "Arkadaşız." Dedi güçlükle gülümserken. Nefes sonuna kadar inkar edip dursundu. Zaten bir gün olacağı varsa olurdu. "Köpek gibi aşık. Aşık, aşık!" papağın sesi yine aralarına girerken bu sefer de Doğan öfkeyle kızdı. "Maviş sus yoksa..." "Hakikaten bu papağan nereden çıktı?" Doğan'ın küfredeceğini fark ederek araya girerken Doğan ters bir bakış atıp papağandan bakışları çekti. "Bir arkadaşın hediyesi ya. Çok arsız bir papağan ama sevdiriyor kendini." "Arkadaş arkadaş." "Belli." dedi imayla Nefes. "Çok geveze ve patavatsız?" "Ne içersin?" eli ensesine giderken çekingen bir şekilde sormuştu. "Bir şey almayayım çünkü senin şu meseleyi halletmemiz gerek bir an önce." diye reddetti. "Polis halledecek onu. Sana az önce dediklerimi unuttun herhalde?" "Unutmadım ama bu mesele senlik bir şey değil. Hem Uygar da telaş içinde. Onu ara istersen?" "Sen aramadın mı buraya gelirken?" şaşkınlıkla sorarken Nefes başını olumsuzca salladı. "Hayır söylemedim. Uçaktan indiğim gibi buraya geldim." "Sonra da ben senin arkadaşınım." bunu söylerken çok kısıkça söylemişti. "Bir şey mi söyledin?" anlamayarak kaşlarını çattığında Doğan hemen başını olumsuzca salladı. "Demedim." o sırada sertçe kapı çalınca ikisinin gözleri kapıyı buldu hemen ardından Uygar'ın sert ve endişeli sesi. "Çok kızacak bana?" "Haklı da yani?" göz deviren Nefes'le kapıyı açmaya giderken içinden tüm bildiği duaları ederek hızla açıp elini karnına götürdü. Kapı saniyeler içinde açıldığı gibi Uygar içeriye girmiş etrafını kolaçan ederek odaları gezdi. Öfkeden bedeni kaskatı kesilirken Doğan kapıda kendi kendine serzenişte bulundu. "Bodoslama dalma kardeşlerde genetik herhalde?" "Neredeler o itler!" diye bağırmaya devam etiğinde Doğan arkasından yavaş adımlarla ilerledi. Nefes basamaklardan doğrulup üstünü başını düzelttiğinde Uygar'ın hala kendisini fark etmemesiyle konuşmaya başladı. "Abi." "Şerefini sikt*klerim! Gücünüz Doğan gibilere mi yetiyor lan! Ev basmak, darp etmek de nedir?" ardından Nefes'in sesini duyar duymaz Nefes'e dönerken nefes nefese kalmıştı. Şaşkınlıkla gözlerini açarken "Senin ne işin var burada? Hani günü birlik seyahateydin sen?" diye kızgınca soludu. "Bağırma kıza, bağırma hödük." papağanın yine zamansız araya girmesiyle Uygar bir kere daha küfretti. "Hödük senin..." karşısındakinin papağan olduğunu sonradan fark ederek susarken kaşlarını çatarak karşısına geçti. "Doğan bu papağanın burada ne işi var? Ayrıca Nefes hanım sorumun cevabını hala alamadım?" sabırsız bir şekilde önünde dikilirken Doğan da yanını aldı. Parmağını ikisinin arasında döndürüp sorularını yardırdı. "Ne çeviriyorsunuz siz? Senin başın dertte değil miydi lan? Bu halin ne?" "Şey abi!" "Abine başlatma şimdi? Ben buraya gelene kadar aklımda neler geçti haberin var mı? Emniyeti aradım buraya polis yollasın diye gelmedi mi?" "Geldi polisler." deyip derin bir nefes aldı. Şu an karşısında öfkeli bir Uygar vardı ve gözlerinde endişe git gide büyüyordu. "İfademi aldılar ama adamlar... o ara gitmişlerdi zaten. Sonra... sonra Nefes beni aradı geliyorum diye." bakışları Nefes'i buldu o an. "Nefes senin nereden haberin oldu?" diye sorusunu yenileyince aklına gelen anla başını hatırlar gibi salladı. "Telefon konuşmamızı duydun, tabi..." "Duydum." diye onayladı gözlerinin içine bakarak. "Şu istifa ettirilen bakan mıydı?" diye teyitte bulunan Uygar, ikisine de onay ister gibi baktı. "Evet." dedi Doğan. Uygar başını sallayıp burun kemerini sıkarken araya yine papağan girdi. "Eşkıya eşkıya. Cani, kavga." Bir hızla arkasına dönen Uygar ile Nefes ve Doğan merakla ne yapacağını izlerken Uygar kapıyı açtığı evden çıkmıştı. "Gidelim de bir de bana diklensinler it herifler!" Ne yapacağını anladıkları gibi telaşla peşinden koşarlarken "Uygar! Hayır, gel buraya!" diye bağırdı Nefes. "Polisler ilgilenecekler." "İlgilensinler canım ben sadece biraz ilgi manyağı yapıp bırakacağım! Bu arada peşimden gelmeyin size de patlarım!" diye uyarısını yaparak yanlarından ayrıldı. Peşinden Nefes de gidecekken koluyla durdurdu. Bir elindeki kola bir de gözlerine dönen bakışlarına karşılık sesli cevapta bulundu. "Sen nereye? Başını iyice derde mi sokacaksın?" "Uygar'ın başı derde girse daha mı iyi?" "Ya tabi ki onun da başı dertte olmasın da... bir de sen gidersen ortalık iyice kızışacak. Zaten bulamaz yani inşallah." "Kendisi Yüzbaşı araya tanıdıklarını koyar, eder bulur. Hem bulsun da! Seni bu halde getiren cezasız mı kalacaktı? Az bile tepki verdiği, sen onu bırak da sana çorba yapayım mı? Hem yaralarına da bakarım. Çok kötü gözüküyor." sonlara doğru sesi acı içinde kıvranan biri gibi çıkınca derin bir iç çekmişti. "Limonlu, limonlu." araya yine papağanın girmesiyle Doğan iflah olmaz bir şekilde gülümseyip Maviş'e döndü. "Sanki sen içeceksin de bir de limon da koy diyor, şebek seni." Nefes'e döndü. "Maviş'i kıramam neticede o da can. O yüzden çorbama limon da katarsan makbule olur Arkadaşım." diyerek alaylı bir sırıtışla koltuğa geçerken televizyonu açmıştı o ara. Nefes, papağana birkaç saniye bakıp "Fırsattan istifadeden yaranayım demiyor da suçu papağana atıyor. Doğan bey, siz de az değilsiniz." diyerek kahkaha atarken tüm öfkesi o an tuzla buz olmuştu sanki. "Adım Maviş, Maviş." kırılgan bir serzenişle tekrar eden papağan sanki alınmış gibi tavır göstermişti. Nefes tek kaşını yukarıya doğru kaldırıp "Papağanı da senin kadar alıngan çıktı Doğan. Tamam Maviş Bey, isminle sesleniriz sana da." demesi üzere Papağan sevinçle kanatlarını havaya kaldırdı. "Teşekkür, teşekkür güzel kadın." iltifatıyla hayretle gözlerini kıstı Nefes. "Teşekkür ederim Maviş, insanın kanına girmeyi çok iyi biliyorsunuz?" munzurca sırıtıp mutfağa geçerken bir yanından çorba için tencere ararken bir yandan da telefondan Banu'ya mesaj atıyordu. Sonunda tencereyi de bulunca ilk önce soğanını doğrayıp tarhanayı da çıkarırken ocağının altını açmıştı o sırada. Nefes Güneş: Banu, bana eski m*b bakan ile ilgili araştırma yapar mısın? Bildiğimizden daha çok kirli işleri var gibi gözüküyor? Banu Danpolat: Bir sorun mu var Nefes hanım? Hemen araştırım pek bir şey çıkacağını sanmam ama... Nefes Güneş: *Nefes kişisi bir fotoğraf gönderdi* Bana daha çok delil lazım. Bu işin arkasında yatan başka bir şey var. Bakanın çocuğu okulda olaya karışmıştı biliyorsun ve bunu defalarca ikaz etmelerine rağmen hiçbir işlem yapılmamış. Sana şimdi baş komiser Şevket beyin de numarasını atacağım ondan da detaylarını alırsın. Banu Danpolat: Birileri onu kolluyor sanırım. Tamam Nefes hanım ben ilgileneceğim. Banu'nun son mesajından sonra tarhanayı da yağın içine atarken iyice karıştırdı. Kalçasını mermere yaslarken bir yandan da düşünmeye devam ediyordu. Bir yandan da aklı Uygar'daydı. Onları bulacak diye başını belaya sokmasını istemiyordu. Kendi halledecekti zaten fakat Uygar bunu duyduğu an küplere binerdi. "Korkak korkak." "Maviş sus." "Geldi meymenetsiz geldi, geldi." papağanın kime dediğini anlamayarak içeriye geçerken kapının çaldığını duyamayacak kadar kendi içinde düşüncelere dalmıştı. Doğan'ın kapıyı açmasıyla beraber salona giriş yapan kadını fark edince Maviş'in kime öyle dediğini şimdi anlamıştı. "Umarım rahatsızlık vermedim." diyen Özge çekingen bir tebessümle salonun ortasında ayakta dikilip durdu. Doğan da beklenmedik misafire ayıp olmasın diye oturmasını buyurunca Nefes mutfak kapısının önünden geri çekilip tekrar mutfağa dönünce kaşlarını istemsizce çattı. Bu kadın böyle zırt pırt evine geliyor muydu gerçekten? Ocağın altını kapatıp sakinliğinden ödün vermeden tekrar güçlü adımlarla salona geçerken yüzünde bir milim gülümseme bile yoktu. Özge, Nefes'i gördüğü gibi yüzündeki tebessüm solarken küçük bir şaşkınlık içinde kaldı. "Ee, Nefes... Özge Hanım geçen sefer..." sözünü kesip zorlukla baş selamı verdi. Saniyeler içerisinde kan ter içinde kalan Doğan'la, Özge hanıma doğru dönüp "Merhaba Özge hanım." dedi ciddiyetle. "Kendisiyle tam olarak tanışmasak da görmüşlüğüm var Doğan." diye devam etti rahatlaması için. Doğan'a yan bir bakış attıktan sonra Özge hanımı dikkatle incelerken aslında sıcak bir karakteri vardı. Fakat içinde bir şüphe aklını dürtüyordu. Her ne olur olmaz o dürtüye kulak verirken "Öğretmendiniz siz de değil mi?" diye sordu. "Evet başkanı..." "Nefes hanım desen makul." diyerek sözünü böldü ve yerinde ayaklanınca dikkatlerini üstüne çekti. Doğan ne oldu der gibi bakarken Özge Hanım tereddüt içindeydi. "Çorban soğumasın iç onu sonra yaralarına bakayım?" "Sonra içerim." demesiyle Nefes itiraz etti. "İçilecek o çorba şimdi." ters bir bakış atıp Özge hanıma döndü. "Size de kahve yapıyorum?" diye sorduğunda mahcup içinde "A, gerek yok, hiç zahmet etmeyin Nefes Hanım." dedi tebessüm ederken. "Ne zahmeti. Alt tarafı sana ve bana kahve yapacağım." sevecenlikten uzak bir gülümseme dudaklarına bahşettiğinde peki der gibi başını salladı. Yine yalnız zamanda geldiğini anlasa da geç kalmıştı kalkıp gitmek için. Doğan'ın halini görünce kısa bir şok ve endişe yaşarken bunu da gizlemişti kendi içinde. Yanında bir kadın varken hele ki ona çorba yapan bir kadın... Soru sormak ayıp olurdu. Doğan da yerinden doğrulunca Nefes'in itiraz etmesine müsaade vermeden mutfağa geçmeden önce "Ben de yardıma geleyim?" deyince önden Nefes geçmişti. Hemen ardından Doğan da yanına geçince Nefes dolaplardan bir tabak alıp tezgâhın üzerindeki tepsiye bıraktı. Doğan anında açıklamaya dalarken ecel terleri dökecekti neredeyse. "Normalde gelse bile eve kadar girmez. İstersen bahçeye geçe..." "Burası senin evin Doğan. Kimi evine alacağına ben karar veremem ama dikkat etmen için uyarırım o kadar." Doğan'a bakmadan sözlerini umursamaz bir edayla sıralarken kalbinde küçük bir ağrı oldu fakat kısacık bir süre sonra geçmişti. "Nefes, ben normalde de eve kimseyi kolay kolay buyur etmem. Bilmez misin?" kaşlarını çattı. "Bilirim Doğan." diyebildi sadece. Çorbayı tabağa boşalttıktan sonra buzdolabından yarım olan limonu görüp eline aldı. Çorbaya doğru sıkıp kenara bırakırken yanına da kaşık ve bir yarım ekmek koyunca eline tepsiyi alıp Doğan'a döndü. "Al!" diye eline ittirdi. "Git ye ben de bize kahve yapayım?" Doğan bir elindeki tepsiye baktı bir de Nefes'e. Zorlukla yutkunurken bakışlarındaki huysuzluğu, kıskançlığıyla Doğan'ı gülümsetmeden edemedi. İçten içe kıskanıp da bunun üzerini kapatmaya çalışmıyor muydu? Gözler ve Kalpler yalan asla yalan söylemezdi yalan söyler gibi yapardı sadece ve Nefes kendine olduğu gibi kalbine ve gözlerine de yalan söylüyordu. Doğan bunu görmüştü, anlamıştı hal hareketlerinden. 'Sevgilim sen yalan söylemeyi bile beceremediğin zamanlarda bile kendine o kadar iyi yalanlar söylüyorsun ki...' "Gel sen de. Ayıp olacak kadına. Çorbayı içeyim sonra ben kahveleri yaparım. Sen yorulma." Nefes sert bir bakış atıp derin bir iç çekti. "Asıl sen misafirini bu kadar yalnız bırakırsan ayıp olur. Alt tarafı bir kahve..." Doğan'ın, kulağına doğru eğilmesiyle sözü yarıda kalırken kaskatı kesildi. "Nefes yeterince sana karşı sınırlarımı bozduğumu sanıyordum ama sen hala o sınırları iyice aşmama sebep oluyorsun. Ben evimde seni misafir ederim seni çalıştırmam. Ha, bana bir şeyler hazırlarsın o ayrı ama evimde bir misafir varken de seni bir şeyler hazırlayıp getirmene müsaade etmem. Şimdi." derin bir nefes aldı. "Salona geçer misin arkadaşım." Yakınından uzaklaşıp salona geçerken Özge Hanım etrafı inceliyordu. Papağan Maviş ise hoşnutsuz bir şekilde gevezeliğine devam ediyordu. Doğan'ın geldiğini fark ederek yerinde kıpırdanırken gülümsedi samimi bir edayla. "Nefes hanıma hem zahmet verdim hem de ayıp oldu. Keşke ben.." "Dert etmeyin hocam. Nefes de misafirim sayılır. Ona yaptırmam, birazdan ben kahve yaparım. Siz misafirimsiniz sonuçta." dedi tepsiyi sehpanın üstüne bırakırken. "Siz de yaralısınız ama..." endişe içinde mırıldandığında Nefes nihayet mutfaktan çıkıp yanlarına oturdu. "Değil mi? Ben dedim mutfaktayken git, dinlen uyu hatta diye ama söz dinlemiyor. Hesabını sormam gereken konular var sonuçta." Nefes arkasına yaslanarak bacak üstüne bacak atarken Doğan uyarır dolu bir bakış atıp önüne döndü. Nefes'in radarına yine Özge hanım bulunurken rahatsız olmuşçasına hafif öksürdü. "Doğan bey öyledir söz dinlemez maalesef." Nefes tek kaşını havaya kaldırdı anında. Hakkında çok şey biliyormuş gibi konuşması neden rahatsız etmişti. "Özge hanım siz ne öğretmeniydiniz?" konuyu değiştirmek istercesine mesleğinde yola çıkarken bakışları anlık ellerini buldu. "Biyoloji." diye yanıtladı. Doğan ise çorbasına odaklanırken arada bakışlarını Nefes'e çeviriyordu. Şu an çorba içmesi uygun değildi fakat Nefes'i tanıyorsa o çorbayı zorla içirebilirdi. Hızlı hızlı içmeye devam etti o yüzden. "Güzel branştır aslında." "Evet, sevdiğim branştan ilerlemek istedim ben de. Siz de çok yoğun olmalısınız? O kadar yoğunluk arasında kızına vakit ayırabiliyorsunuz ya çok hayran kalıyorum o halinize." gerçekten gözlerinde hayranlık bulunuyordu. "Teşekkür ederim." demekle yetindi. O sırada Doğan çorbasını bitirmiş ağzını peçeteyle silerken gözlerindeki hayranlıkla gülümsedi. "Nefes öyledir. Ne kadar meşgul olursa olsun, kızı konu oldu mu tüm işini o an bırakır. Kendini aşırı yoruyor ama yapacak bir şey yok. Neyse ben bunu bırakıp kahve yapayım?" müsaade isteyerek ayaklandı ve mutfağa geçtiği gibi Nefes öne doğru hafifçe eğilip sert bakışlar eşliğinde Özge hanıma bakmaya devam etti. Özge hanım tedirginle kaşlarını indirirken terleyen avuçlarını sildi. Neden öyle baktığını anlayamadan Nefes konuşmaya başladı. "Bakanın kardeşi olduğunuzu kimse bilmiyor değil mi? Doğan'a yaklaşmanızın amacı tam olarak nedir?" ilk sorularını dile getirirken gözlerindeki korkuyu fark etti. Ardından kekelercesine itiraz edercesine kendini savunmaya çalışan Özge hanıma karşı daha da kin büründü. "Ne demek istiyorsunuz siz? Yok öyle bir şey." "Özge hanım beni karşınıza almanızı tavsiye etmem. Hele ki bunun ucu Doğan'a dokunursa acımam." alttan alttan uyarını yaparken Özge hanım hala neyden bahsettiğini anlamayarak tedirgin bir şekilde gözlerine bakıyordu. "Sizi neden karşınıza almak isteyeyim ki? Hem ben sıradan bir biyoloji öğretmeniyken..." "Ben uyarımı yapayım da gerisi sizin bileceğiniz iş. Bu arada bakanın kardeşi olduğunuz ile ilgili itiraz etmediniz?" Nefes durduk yere böyle konuşmayacağı barizdi. Aklından geçenleri öğrenmek istese çok zordu. Özge hanım sertçe yutkunurken ne diyeceğini bilemeden ona istemeden yardımcı olan Doğan, ellerinde kahvelerle salona giriş yapmıştı. "Kahveler de geldiğine göre sohbete devam edebiliriz." Nefes arkasına tekrar yaslanıp Doğan'a genişçe gülümserken ona uzattığı kahveyi alıp bir yudum içip kenara koydu. Yüzü renkten renge giren Özge hanıma tepkisiz bir bakış atarken daha bunun bir başlangıç olduğunu bakışlarıyla gösteriyordu. Asıl amacını anlayana peşini bırakamazdı. Mutfaktayken Banu'dan bir mesaj gelmiş ve o mesajla Özge hanımın neler çevirdiğini öğrenecekti. ** "Ah!" "Rahat dur bi' Doğan! Hem iyice narinleşmişsin. Daha pamuğu yanağına bile bastırmadım!" çocuk gibi azarlarken elindeki pamuğu yaraya doğru bastırıp hafif üfledi. "Acıyan bir yaraya acımıyor mu diyeyim Nefes? Acıyor işte. Zaten karnına nasıl vurdularsa acısı çok şiddetli. İnsanların kötü olmasını hiç sevmiyorum. Bir yanlışa dur dedim diye öldürmedikleri kaldı." "Polisler vaktinde yetişmeseydi sonucunu düşünmek bile istemiyorum!" dedi Nefes hem acıyla hem de içindeki öfke patlamasıyla. Göz göze geldiklerinde kahvelerinde hala küçük çocuğun korkusunu saklıyordu. Korku insanı güçlendirmez miydi? Neden Doğan'ı daha da küçültüyordu? Doğan'ı bazen savunmasız hallerine aşırı sinirleniyordu. Karşılık verebilirdi. O da onlar da güçlü olmasa bile kendini koruyabilirdi değil mi? "Sen kendini neden korumuyorsun? Neden kendini bu şiddete maruz bırakıyorsun? Çok kızıyorum sana Doğan. Kendini koruman gerek. 30 yaşına ulaşacaksın neredeyse ve sen hala bir fıskiye vuramayacak kadar..." Doğan'ın bakışlarıyla susarken işine devam etti. O sırada papağan da onlara eşlik ediyordu. "Kendimi koruyamadığımdan değil insanların canını yakmaktan hep korktuğum için...ben şiddeti sevmem bilirsin. Ben sevmediğim şiddeti neden bir başkasına maruz bırakayım?" "Maruz bırakmazsan seni bu hale sokmaya devam ederler. Sonra da abi abi kurtar beni diye telefona sarılırsın." derken sözleri ima doluydu. Doğan göz devirip başını yana çevirdiğinde derin bir iç çekti. Bir hızla bakışlarını Nefes'e tekrar çevirirken pamuğu kenara bırakmış yardım çantasının fermuarını çekmişti. Hayat böyle gitmezdi. Hayata karşı kendini koruyamazsan hep düşersin. Hayata karşı biraz acımasız olacaksın ki seni ezemesinler. "Acımasız ol!" dedi aniden gözlerine sertçe dönerken. Ö "Ne?" bir anda ne dediğini kavrayamadı. Nefes yeniden tekrar ettiğinde sesi bu sefer daha da sertti. "Acımasız olacaksın! Eğer ki yeni bir hayat kurmak, yol çizmek istiyorsan bazı şeylerin üstüne eze eze geçeceksin! İzin vermeyeceksin sana güç kullanmalarına. İzin vermeyeceksin hayatına müdahale eden acımasızlıklara. Herkese de öyle kolay kolay güvenme. Şüphe et. İçinde hep bir kuşku olsun. Öyle de herkesi evine alma." son sözlerini Özge hanıma karşı atıfta bulunurken Doğan son sözlerine karşı dikkat kesilmiş gür bir kahkaha atmıştı. Kahkahası durmadan devam ederken gözlerinden yaş gelecekti neredeyse. Nefes, kahkahasına karşı kaşlarını çatarken neye güldüğünü anlamıştı. Daha da kaşları çatıldı. Sert bir tavırla "Dikkatini vere vere son söylemediğime mi verdin Doğan? O kadını ne kadar süredir tanıyorsun ki zaten? Okuldan okula değil mi sizin muhabbettiniz?" der demez bugün burada oluşu aklına geldi. "Gerçi buraya kadar geldiğine göre..." "Özge hanım kendi halinde bir kadın. Gözüne neden bu kadar battı ki, normalde içeriye bile almam. Bugün sana söylediğim gibi. Ama geleni de kovamam ben." kahkahalarını kesip derin bir nefes aldı. Gözlerinde geçen tebessüm dudaklarına bulaşırken öfkesini un ufak eden kadını izledi. Nefes kolay kolay kıskanan biri olmamıştı hiçbir zaman. Fakat bu sefer ki kıskançlık gibi gelmişti gözüne. En azından Doğan öyle ummak istiyordu. Ummamalıydı ama kalbi yine onu hissettiği gibi aklındaki düşüncelerini kalbinde hapsetmişti. "Aman beni ilgilendiren bu değil. Sen yine de dikkat et." dedi keskin bir uyarıyla. "Ben sana dikkat etmemişim. Özge hanıma mı dikkat edeceğim? Sen ki zekası kıvrak olan kadınsın." "Laf sokmayı alışkanlık haline sen de iyice! Geçmişte vardı öyle hatalarım ama o yani. O kadar. Ama bu farklı." diyen Nefes dikkatli olması için elinden geleni söylüyordu. "Merak etme arkadaşım. Uyarın aklımda olacak." deyip alayla sırıttı. Bir eli başını bulurken dikkat edeceğim der gibi bir işaret çaktı. "Yaralı adam seni." iflah olmaz bir şekilde sırıtan Nefes'le, papağan "Kıskanç karı kıskanç karı." diye araya girmişti. Nefes anında kaşlarını çatarak papağana dönerken uyarı niyetinde kafese doğru parmağını salladı. "Maviş o dilini alırım sonra da..." Doğan, Maviş'in buna maruz kalmasını istemeyerek elini Nefes'in ağzına götürürken dik bakışlarıyla "Küçücük aklını küfürle bulandırma. Sonra sana küfreder ben de sana sorarım!" demesiyle Nefes gözleriyle elini çekmesini işaret etti. Doğan mesajı aldığı gibi elini ateşe değdirmişçesine çekerken şirince sırıttı. "Dediklerimi anladın değil mi?" ne söylediklerini unutturmamak adına tekrar ederken Doğan bıkkınlıkla eseflenip yerinden doğruldu. Nefes'e yan bir bakış atıp banyoya geçmeden önce "Sağır olmadığıma göre evet anladım." diyerek yüzüne kapıyı örttü.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE