Prolog
Yaşam ve ölüm. Birbirine bu kadar zıt kelimelerin kardeş olması daima tuhafıma gitmişti. Hiçbir zaman aralarındaki o ince çizgiyi görememiştim ya da ortasını. Ya yaşardın ya ölürdün. Hayatımda ölenlerin arkasında bıraktığı izleri görmüştüm ve birde yaşayanların ölenler üzerinde ki izlerini.
Başımı ellerimin arasına alıp bir süre önümdeki kağıda baktım. Doktor olmanın dezavantajları, şuan önümdeki kağıdın üzerinde duran ölü kelimelerdi. Başarısız bir ameliyat ve ayyuka yükselen bir ruh, geriye bıraktığı ağır bir beden vardı mürekkepte sonrasında ise hakkımda açılan soruşturmanın maddeleri... Gözlerim dolarken derin nefesler aldım. Sanki kağıttaki satırlar canlanıp beni boğacakmış gibi hissediyordum. Bu adamın ölmesinin sebebi bendim eğer ameliyatı başarılı bir şekilde bitirebilseydim bugün bu kağıt önümde öylece duruyor olmayacaktı fakat ben nereden bilebilirdim işlerin buraya geleceğini?
Gürleyen havayla yağmur damlalarının melodik seslerle cama çarptığını duydum. Aydınlık odamı saran kurşuni renkler içimin daha da kasvetlenmesine neden olmuştu. Sandalyemi biraz geriye iterek ayağa kalktım, yavaş adımlarla cama yürüyerek dışarı baktım. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru, bir yerlerin altına sığınmak için koşan insanları izleyerek iç çektim.
Sağ elimi kaldırıp cama koydum ve camın soğunun avucumun içine geçişini hissettim. Soğuğu seviyordum. Beni kendime getiriyordu, yaşadığımı hissettiriyordu ve ameliyathane de net olarak hissettiğim tek şey soğuktu. Derin bir nefes alıp tam masama dönmek için hareketlenmiştim ki patlama sesiyle kalakaldım, tam olarak neyin patlamasıydı kestirememiştim ama bana silah gibi gelmişti. Zincirlediğim korkum esaretimden kurtularak ciğerlerime sert bir basınç uygulamaya başladığında sessiz adımlarla odamın kapısına yürüdüm. Kalp atışlarım ritimsizleşmiş nefes alışverişlerim hızlanmıştı. Kapının kulpunu usulca aşağı indirip, kapıyı araladım. Yüzümün yarısı görünecek şekilde boş koridora göz attım, o kadar yakından gelen bir sesti ki bir kaç oda ötedeki profesörümün kendini öldürdüğünü düşünmeme neden olmuştu bu ses.
Hiçbir canlılık belirtisi yoktu, bu kattan gelse ortalıkta birileri olmaz mıydı? Patlama sesinin dışarıdan gelebilme ihtimalini göz önünde bulundurarak kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Askılığa yürüyüp montumu aldım. Daha sonra masamın üzerindeki telefonum çantama atıp, arabamın anahtarını alarak temkinli adımlarla odadan çıktım. Bugün pazardı acil bir durum olduğunda hastane bizi arardı onun dışında çoğu doktor pazar günü hastanede olmazdı, iş arkadaşlarımın çoğu sıcak evinde ailesiyle vakit geçirirken ben kendimi cezalandırıyordum. Sanki o adamı öldürmüşümde elime kanı bulaşmış gibi hissediyordum, doktor olma amacım yerle bir olmuş gibiydi suçu başkalarına yüklemek istiyor ve özel hastanede çalıştığım için bütün bunlar oldu diyordum oysa ben ameliyatta bir adamı öldürmüştüm...Düşüncelerime göz devirip odamın kapısını kilitledikten sonra koridorda yürümeye başladım. En üst katta olduğum için fazla sessiz olan koridor gayet normaldi. Zemin kata indiğimde beni büyük bir gürültü bekliyor olacaktı; koşuşturan hemşireler, sıra bekleyen hastalar, iğneden korktuğu için yaygara koparan çocuklar ve daha nicesi...
Koridorun sonundaki asansöre düşüncelerimle yürürken arkamda hissettiğim hareketlilikle kafamı iki yana salladım. O adamın öldüğü ve yakınlarının bana saldırdığı günden beri paranoya olmuştum. Bu katta tektim öyle değil mi ? Topuklu çizmelerimin sesine karışan başka bir ayak sesiyle durdum. Yavaşça arkama döndüğümde, siyahlara bürünmüş, elindeki deri eldivenli silahı sıkı sıkıya tutan bu adamı beklemiyordum.
"Birine mi bakmıştınız, kimsiniz?" dediğimde elindeki silahı hiç görmemiş gibi davrandım, belki görmediğimi sanır ve buradan sağ çıkmama izin verirdi.
"Asıl sen kimsin ?" dedi memnuniyetsiz bir ifadeyle, normalden bir tık koyu buğday teninin üzerine dökülen ve şapkasının altında kalan kahverengi saçlarından damlacıklar süzülüyordu. Birisini mi öldürmüştü gerçekten? Kendini mi yıkamıştı sonra yoksa terlemiş miydi? Korkum boğazımdan yukarı tırmanırken sertçe yutkundum.
"Ben...doktorum."
Doktorlardan nefret mi ediyordu?
Bana ifadesizce bakmaya başladığında gözlerine korkarak bakmaya başladım çünkü ifadesizlik beni her zaman korkuturdu. Yüzünde ölümün soğukluğu vardı. Acımasızlığın izlerini gölgeleyen uzun kirpikleri, simetrik yüz hatlarıyla tam karşımdaydı bu yüzü unutmamak ister gibi zihnime kazıdım olurda buradan sağ çıkarsam onu ihbar edecektim, düşüncelerimle akan saniyelerin beraberinde içimdeki kaçma isteği daha da güçleniyordu.
"Neden buradasınız ?"dedim tekrar ve sakin sakin elimi çantamın içerisine doğru hareketlendirdim.
"Birisini öldürmek için gelmiştim." dediğinde sertçe yutkundum, elim hemen çantamın içerisinde durdu ve donup kaldım. Gözleri ağır ağır gözlerimden düşerken bakışları kolumu takip edip çantamın içindeki elimi buldu.
"Ben...seni görmemiş gibi yapacağım." dediğimde hayatım boyunca söylediğim en aptalca cümleye baktım, karşımdaki katile seni görmemiş gibi yapacağım demiştim.
Bakışları bir saniye olsun çantamdan ayrılmazken bir süre bekledim fakat daha fazla dayanamadığımda hiçbir mantık barındırmayan atağımla arkamı dönüp koşmaya başlamıştım. Kameralarla dolu bir hastaneye silahla girmesi pek akıllıca değildi, tıpkı benim bir katile arkamı dönüp kaçmaya çalışmam gibi. Yangın çıkışına doğru koşarken silah sesiyle korkup elimdeki acil yardım düğmesini düşürmüş üzerine bir de çığlığı basmıştım, topuklu ayakkabı giymeyi sevsem de bugün pişman olmuştum ama durup çıkarmaya vaktim yoktu bu yüzden olabildiğince hızlı koşmaya çalıştım fakat ikinci patlayan silah sesiyle sırtımdaki o keskin acıyı hissettim. Birkaç salise içinde acı bütün bedenime yayılmış ve bacaklarımı titretmeye başlamıştı, koşmayı unutmuş olmamın yanı sıra düşünmeyi hatta tepki vermeyi unutmuştum. O adam beni...vurmuştu! Acıyla yürümeye çalışırken dönüp arkaya baktığımda namlusu beni hedef alan silahı gördüm. Adamın kaşları hafifçe çatılmış, çenesi kasılmıştı garip olan ise ben kaçtığımdan beri bir adım bile atmamış olmasıydı.
Dayanamadığımda acıyla inleyip duvardan destek aldım, canım çok yanıyordu ve kanın bel boşluğuma doğru sıcacık akışını hissediyordum. Çantamı telefonumu bulma umuduyla karıştırmaya başladığımda bana doğru gelirken yeri döven botları sarsılmama neden oluyordu. Gözlerimden yaşlar akarken çantamın içinden çıkan telefonu hızlıca elime alıp eteğimin beline sıkıştırdım ve kazağı üzerine indirdim bir adım daha atamadan dayanamamış yere yığılmıştım, böyle olacağını biliyordum çünkü acı eşiğim çok düşüktü ve bedenim çok narindi. Asansöre sürünme fikri aklıma düşerken buz gibi zemine yanağımı koyup sıcacık bir nefes verdim işte aramızda birkaç adım kalmıştı ve elindeki silahın tetiği üzerinde parmağı hazırda bekliyordu. Kameradan her şeyi görmemişler miydi? Neden kimse beni kurtarmaya gelmiyordu?
"Canın yanıyor mu ?" dediğinde ağlayarak çığlık attım ancak ağzımı sıkıca kapattı, yardıma ihtiyacım vardı ve neden bütün dünya gözlerini yummuş gibi sessizdi? Sırtım cayır cayır yanarken buz gibi olan ellerimle koluna yapıştım, bu hareketim yüzünden olduğum yerde dönmüş ve acılar içinde kavrulmuştum.
"Kameralar çalışmıyor, kimse gelmeyecek." dediğinde avucunun içerisindeki boğuk çığlığım içime saplandı, nasıl bu kadar merhametsiz olabilirdi? Konuşmama izin vermesi için elini çekmeye çalıştığımda kazağımın yakasını kavradı.
"Lütfen, ben ölürsem kardeşim ortada kalır..." acı dolu bir kaç hıçkırık dudaklarımdan kaçtı acıya katlanamıyordum "... yemin ederim kimseye bir şey demem lütfen." diye yalvarsamda yüzünde tek bir mimik bile oynamadı ve yüzüme doğru eğildi,
"Seni neden vurdum biliyor musun ?" dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Öğrenmek için yaşayabilirsin... ah" dedi aklına bir şey gelmiş gibi " ...öleceksin gerçi ben söyleyeyim. İnsanların bana arkasını dönmesinden nefret ederim ve sen aynı zamanda bir cinayet tanığı oluyorsun. Bir taşla iki kuş." dedikten sonra göz kırptı hıçkırıklarım artarken kazağımı kavradığı ellerinden kurtulmaya çalıştım,
"Sen delirmişsin!" dedim son nefeslerimi harcadığımı hissederken, bu adamdan nasıl merhamet beklemiştim ben? Bu adamın beni sağ bırakması imkansızdı. Merhametli olsaydı beni vurmazdı, şimdi ondan bana yardım etmesini bekleyemezdim.
Kelimelerimin kara bir delik tarafından çekilmesini izledim. Konuşamıyordum. Dudaklarım mühürlenmiş gibiydi.
"Bırak beni! Bırak!"
Göz kapaklarım kapanmak için yalvarırken kuruyan dudaklarımı araladım ancak bir şey diyemedim. Kazağımdan çekiştirip beni yerde sürüklerken bedenimi çok hafifmiş gibi zorlanmadan ve duraksamadan sürüklüyordu.
Bembeyaz fayanslara bulaşan kanıma korkuyla baktım. Montum sanki bir parçammış gibi hisettirirken çantamla benden ne kadar uzakta kaldığına baktım, üşüyordum...
"Lütfen yapma" diye fısıldadım bu kez zar zor çıkan sesimle, yaşamak istiyordum ve son umudumla yalvarmaya karar vermiştim.
Koridorun ucuna gelmiş olduğumuzu fark ettiğimde beni kurtaracak şeyler fazla uzakta kalmıştı, kazağımı bırakırken cansız bir oyuncak gibi mermerin üstüne yığılıp kaldım, sırtıma koyu bir acıyı yatırdım ve gözyaşlarımı ısıtıp üşüyen yanaklarıma yolladım.
"Lütfen...ölmek istemiyorum." dediğimde bana buz gibi soğuk bakışlarından bahşetti, tam tepemde bana bakıyordu.
Kaybedecek çok şeyim vardı, bu günlere gelen kadar çok savaşmıştım öylece ölemezdim. Geride bırakacağım çok hayalim vardı ve ben bunu istemiyordum. Arkasını dönüp yürümeye başladığında bağırdım,
"Lütfen bana ihtiyacı olan çok insan var!"
Ona uzattığım elim hissettiğim acının asılmasıyla ağırlaşıp yere düştü. Başım sağa doğru düşerken gözlerim usul usul kapanıyordu. Hissettiğim bu acı ve korkuyu asla unutmayacaktım, asansöre bindiğini gördüğümde gözlerimde tamamen kapanmıştı.
Benim Azrail'im tam anlamıyla hasta bir adamdı, yaptıklarının ve duygusuzluğunun başka açıklaması olamazdı.