2.Bölüm

2004 Kelimeler
Bir şeyi çok isteyip, olduğu zaman da mutlu olamamak iğrenç bir duyguymuş. O yüzük parmağıma takılınca çok mutlu olacağını sanan ben.. Şimdi ise yüzüğü parmağım da gördükçe mutsuzluktan ağlamak istiyorum. Arda'nın yüzünü bile görmek istemiyorum. Ama aileme de bir şey demek istemiyorum. İki arada kalmış gibiyim. Arda'ya o gün onu bir kızla öpüştüğünü gördüğümü söylesem ya inkar edecek. Yada bir anlık bir şeydi diyerek özür dileyecek. Ben henüz ikisini de duymaya hazır değilim. Aileme söylesem anında Arda ile tüm bağları kopartacaklar biliyorum. Ama bu kezde yine sorunlu olan ben olacağım. Dört kardeşiz ve hep sorun çıkaran ben oldum. Küçükken bile öyleymiş. Ablam sessiz, sakin bir çocukken. Ben tam tersiymişim. Annem bazen "İkizlere bile senin bebekliğin kadar zorlanmadım" diyor. Evde ne kırıldı, ne dökülüp saçıldıysa altından hep ben çıkyordum. Asla bunları yaptığım için aşırı bir tepki almadım. Ama suçlunun ben olduğumu bilmem yeterliydi. Bazen ablam beni korumak için 'ben yaptım' dese de herkes biliyordu kimin yaptığını. Sanırım şu hayatta kıskandığım kişiler sadece kardeşlerim. Ablam gibi olmayı çok isterdim mesela. Hem başarılı bir avukat, hem de her iş geliyor elinden, çokta güzel bir evliliği var. Nisan tüm okulları derece ile bitiriyor. Savcı olmak hedefi ve eminim ki onuda başarır. Mert Ekin bile benden daha iyi. Tamam okul konusunda olmasa da elinden her iş geliyor. Benden daha güzel yemek yapıyor. Bense iki yumurta kırayım desem, biri kesin ziyan oluyor. Feride babaannem bile "Sarı öküz bunun elinden saman yemez" derdi. Çok haklıymış. Her işi elime, yüzüme bulaştırıyorum. Polis olacağım diye tutturdum olamadım. Şimdi ise evleneceğim dedim. Ama gidip şerefsizin birini buldum. Evde benden başka sorun çıkartan kimse yok... Böyle olunca da kendimi biraz eksik hissediyorum. Arda inşaat mühendisiydi. Kafede Arda’yı ilk gördüğümde kalbim küt küt atmıştı. Sanki hayatımın adamını bulmuşum gibi bir heyecan kaplamıştı içimi. Bir insanın gözlerine bakınca “işte bu” diyebileceğini sanıyordum. Belki de aşk zannettiğim şey sadece hayranlıktı, belki de yalnız kalmaktan korktuğum için gözümde büyütmüştüm onu. Şimdi geriye dönüp bakınca, kendimi kandırdığımı fark ediyorum. Çocukken kırıp döken bendim, büyüdüm yine en çok yarayı alan ben oldum. Kardeşlerim pırıl pırıl hayatlar kurarken ben sürekli yanlış seçimlerin içinde debeleniyorum. İçimde garip bir boşluk var. Bazen düşünüyorum; ya aslında ben mutlu olmayı hiç beceremeyen biriyim? Belki de sorun Arda’da değil, bendeydi en başından. Kendimi hep birilerinin gölgesinde, hep eksik hissederek büyüdüm. Ablamın başarısını, Nisan’ın disiplinini, Mert Ekin’in pratik zekasını kıskanırken, ben koca bir “başarısızlık” gibi hissettim kendimi. Sanırım sorun gerçekten bende. Annem ve babam bir kez olsun bana sorun gözüyle bakmadı. Hep şefkatle yaklaştılar. Ama ben kendi beceriksizliğim yüzünden kendimi onların gözünde hep eksik gördüm. Çünkü diğer kardeşlerim gibi değildim ben, olamadım da bir türlü. Arda da bu eksikliğin üzerine yapışan bir yamaydı belki. Hayatımda bir “başarı hikâyesi” yazamadım ama “iyi bir evlilik” yaparsam belki dengelenirdi her şey diye düşündüm. Yanılmışım. Hem de çok fena. Ailem aslında son zamanlarda bende ki değişikliğin, mutsuzluğun farkındalar. sürekli "İyi misin? Bir şey mi oldu? Arda ile bir sorun mu var?" gibi sürekli ağzımı arıyorlar. Onlara anlatmaya utanıyorum sanırım. Bir kez daha başarısız olduğumu söylemekten utanıyorum.. Arda ise hiç bir şeyin farkında değil. Onun yanındayken eski neşemin olmadığını bile fark etmiyor. Şimdi fark ediyorum ki Arda başından beri hep ilgisiz miş. Sürekli bir şeyleri organize eden ben mişim. Buluşalım mı? Sinemaya gidelim mi? Hepsini ben istediğim için oluyormuş. Nişan olalı bir ayı geçti ve biz sadece iki kez buluştuk. Oysa ki nişan olursa babam Arda ile buluşmama söylenmez diye istiyordum. Ama şimdi ben istemiyorum. Arda'nın çokta umurunda değilmiş. Annem bugün akşam Arda'yı ailesi ile yemeğe çağırdı. Biliyorum aramızda bir sorun varmı öğrenmek için yapıyor bunu. Benim mutluluğum için uğraşıyorlar. Ama bilmiyorlar ki mutluluğuma engel olan benim aslın da.. Bazen insan ne yaparsa kendine yaparmış.. Benim gibi sanırım... Arda ve ailesi geldiğin de annem her şeyi hazırlamıştı. Ben sadece masayı kurmaya yardım ettim. Melda teyzenin gözleri hep üzerimde. Masaya bardak bile koysam "Hamarat kızım benim" deyip duruyor. Hayır ya ben hamarat falan değilim. Yapabileceğim şey işte bu kadar hazır olan yemekleri masaya koymak. Babam ve Kemal amca sohbet ediyorlar ama babamın yüz ifadesine bakılırsa bu sohbetten çokta memnun değil. Aslın da bazı şeyleri şimdi görüyor gibiyim. İnsanın gözleri doğunca açılırmış, ama benim gözlerim yeni açılıyor gibi.. Kemal amca sürekli inşaat sektöründe yaptıklarından, kazandıklarından bahsediyor. Ki babamın en sevmediği şey para sohbeti yapmak. Asla kimin ne kazandığını, yada parasal durumunu merak etmez. Melda teyze ise annemle yarış halinde.. Sanki ben oğluyla evlenince annem kaybedecekmiş bu yarışı gibi.. Arda ise bambaşka telde.. Geldiğinden beri elinde telefon.. Babam bir şey sorarsa cevaplıyor o kadar. Mert bir ara sohbet etmeye çalıştı ama karşılık göremeyince vaz geçti.. Yemek boyunca kafam da binlerce düşünce ile boğuştum. Şeytan diyor herkes buradayken at yüzüğü, boz nişanı.. Kim ne derse desin.. Ama diğer yanım da yapma.. aileni üzme diyor. Annem sırf ben mutlu olayım diye bu sofrayı hazırladı. Şimdi onun emeklerini çöpe atma diyor.. Belki Arda için basit bir öpücüktü.. Ama benim için öyle değil kabul edemiyorum.. Hem kim kabul edebilir ki sevdiği adamın başka bir kadını öpmesini?? Sofrada otururken elimle çatalı tutuyorum ama ağzıma attığım hiçbir şeyin tadını alamıyorum. Mideme oturan öyle ağır bir sıkıntı var ki, sanki yediğim her lokma boğazımda düğümleniyor. Gözüm bir Arda’ya kayıyor, bir anneme…. Annem ise sürekli bana bakıyor; güya fark ettirmeden. Gözlerinde o tanıdık endişe var. Ben mutsuzluğumu sakladığımı sanıyorum ama galiba ben pek de iyi bir oyuncu değilim. Bir an göz göze geldik annemle. O kısa an bile yetti içimin sızlamasına. "Mutlu ol" diyor sanki gözleri. Ama ben o mutluluğu annemin istediği gibi taşıyamıyorum üzerimde. Hani bazı elbiseler vardır ya, mankende şahane durur ama sen giydiğinde sana hiç yakışmaz. Benim üzerimdeki bu nişan da öyle işte. Çok beğenerek aldım, ama üzerime olmadı, sırıttı taşıyamıyorum. Belki de defolu olduğu içindir kim bilir. Melda teyzenin abartılı övgüleri, babamın sıkılmış yüz ifadesi, Kemal amcanın bitmeyen iş ve para muhabbetleri… Hepsi beynimde uğultu yapıyor. "Abla iyi misin?" sesiyle bir an düşüncelerden çıktım. "İyiyim ne oldu ki?" "Hiç bir şey yemedin? Rengin de solmuş gibi.." Sanırım ben kimseden bir şey saklayamıyor gibiyim.. Zorda olsa yemeği yedim ama, sanırım bu geceden sonra bazı şeyler aynı kalmayacak. Arda'nın anneme 'annecim' demesi bile batmaya başladı çünkü. Anneme böyle bir yalancının anne demesi kulağa hiç hoş gelmiyor.. Yemekti, çaydı gereksiz sohbetlerdi derken geceyi bitirmiştik. Uğurlarken Arda'ya yarın için müsaitse onunla konuşmak istediğimi söyledim. Artık ne olacaksa olsun, bana nasıl bir açıklama yapacak bilmek istiyorum. Annem hiç bir şey sormasın diye misafirler gider, gitmez uykum var diyerek kendimi odama kapattım. Biliyorum annem yine sorgulamaya başlayacak. Ama önce kendi içimde cevapları bulmam lazım. Gerçekten ben bu şekilde Arda ile devam edebilecek miyim.. Sabaha kadar rüyalarım da bile sürekli Arda ile yüzleştim. Ama her yüzleşmem bir öncekinden kötüydü. Sanki suçlu ben mişim gibi davranıyordu.. Sabah kahvaltıdan sonra annem mutfakta sıkıştırsa da bir sonuç elde edemedi. "Eylül... kızım neyin var senin?? Sakın bana bir şeyim yok deme inanmıyorum artık. Arda ile aranızda ne var? Sen neden mutsuzsun bilmek istiyorum?..." dese de yine bir şeyim yok yalanına başvurdum. Ama tabiki de yemiyor artık.. "Hiç boşuna kaçma Eylül bu konuyu konuşacağız.. Ben kızımı mutsuz görmek istemiyorum." "Tamam anne konuşacağız ama şimdi değil. Arda beni bekliyor, gitmeliyim." diyerek evden çıktım. Annemden kurtuldum ama biliyorum biraz daha evde kalırsam sırayla babam, Mert gelecek üstüme.. Sanırım genlerimiz de var bir şeyi öğrenmedin peşini bırakmıyoruz. Arda ile iki saat sonra buluşacaktık ama ben evden erkenden çıkmak zorunda kalmıştım. Sahil kenarına gidip oturdum.. Öylece denizi izlemeye başladım. Bugün yine Karadeniz hırçındı. Köpük, köpük.. Sanki birilerine sinirlenmişti. Dalgalar taşlara vurdukça çıkan sesler sanki bir isyanın başlangıcıydı. Belki de ben içimde ki isyana ses arıyordum. Benim içinde fırtına koparken yan banka oturmuş bir çift mutluluk saçıyordu. Ne var bu kadar mutlu olacak sanki? Bende çok seviyordum ama şimdi bakın ne haldeyim demek istedim.. Neyse ki diğer bankta oturan adam benim gibi mutsuz duruyordu.. Hem de tekti.. Ahh Eylül insanlar mutlu diye mutsuz olmak da bir tek sana yakışırdı zaten.. Orada ne kadar oturdum bilmiyorum. Yan banka kaç çift geldi, gitti saymadım.. Bir ben öylece kaldık, bir de siyahlı adam.. Bir ara yanına gidip "Senin ne derdin var?" diye sormak geçti aklımdan. Ama sonra bana ne dedim.. Sen kendi derdine çare bulamıyorsun, başkasının derdine mi çare olacaksın. Arda aradı neredesin diye. Olduğum yeri söyleyince beğenmedi, buraya gelmek yerine ben onun yanına gittim. İstese on dakikasını alırdı buraya gelmek, altında milyonluk arabası var. Ama benim otobüsle gitmemi tercih etti. Malasef ki geçirdiğim kazadan sonra araba kullanmaya korkuyorum. Kaza sırasında arabayı kullanan ben olmamam rağmen korkuyorum.. O yüzden babamın işi olmadığı zamanlarda istediğim yere o götürüyor. Mert'le gidiyoruz okula, ama onlar yoksa otobüs yada taksi.. Ben kalktım ama gözüm de siyahlı adamda oda kalkacak mı diye.. Ama o öylece denize bakmaya devam ediyordu.. Arda ile bir kafede buluştuk, oturduk.. Bir süre öyle boş muhabbetten sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. O gün Arda ile öpüşen kız kafeye geldi. Ne yapacak diye beklerken bizim oturduğumuz masaya doğru geldi. "Arda!! naber?" Arda ayağa kalkıp gözümün önünde kıza sarılıp öptü. "Ece!!" diyerek. sanki ben yokmuşum gibi. Kız bana bakarak "Arda bu arkadaş??" nerden arkadaşın oluyorum ben senin acaba?? "Sana bahsettiğim nişanlım Eylül.. Eylül buda Ece.. Babamın sekreteri" derken sesinde hiç utanma yoktu.. Kız elini uzattı "Aa Eylül memnun oldum. Arda seni o kadar çok anlattı ki tanışmayı çok istiyordum" dediğin de sanki içimde ki isyan dalgaları kıyıya değil de dilime vurdu.. Uzattığı eli asla tutmadan "Öyle mi?? Ne anlattı mesela.. Benim nişanlım çok salak merak etme ben ikinizi birden idare ederim ruhu duymaz mı dedi?" dememle ikisinin yüzü de bir anda değişti. "Eylül sen ne saçmalıyorsun? Söylediğini kulağın duyuyormu? Bizi neyle suçladığının farkında mısın sen?” diye bağırdı. Kafede ki herkes bir anda bize bakmaya başladı. Kavenin uğultusu kesildi sanki. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyor ama gözlerimden tek bir damla yaş düşmüyordu. “Ben seni suçlamıyorum Arda.. Ben gözümle gördüğüm şeyi söylüyorum. Nişan günümüz de seni bu kızla öpüşürken gördüm ben." "Saçmalama Eylül yok öyle bir şey sen yanlış görmüşsün" diyerek hala inkar ediyor. "Ben ne gördüğümü gayet iyi biliyorum.. İstersen annene sor. O rezil anınıza annende şahit oldu" dememle yüzü bir anda değişti. Arda’nın yüzündeki ifade… şaşkınlık mıydı, yoksa suçüstü yakalanmanın utancı mı? Bilemedim. Dudakları kıpırdadı ama bir süre ses çıkmadı. Sonra gözlerini kaçırmadan, “Bir anlıktı, saçma bir andı, hiçbir anlamı yoktu” dedi. "Nasıl bir anlıktı Arda?? Sabaha kadar koynumdaydın. O zamanlar hiç öyle demiyordun. Daha dün gece yatakta ne kadar mükemmel olduğumu söylüyordun.." dediğin de gerçekten onların yerine ben utandım.. Ben salağı sadece öpüştüler sanıyorken onların yapmadığı rezillik kalmamış. Bir de marifet gibi söylüyor. "Ece... Kapa çeneni siktir ol git." diyerek kolundan tutup çekiştirerek dışarı çıkardı. Ben öylece olduğum yerde kaldım. Arda'yı gözümde ne kadar da büyütmüşüm böyle.. Arda hızlıca yanıma dönüp "Eylül birtanem beni dinlemen lazım. O gerizekalı yalan söylüyor." diyerek elimi tutmaya çalıştı ama hızla çektim. “Ben seni hayalimde büyüttüm Arda. Aşk sandım, hayatımın adamı sandım. Ama sen gözümün önünde kendini yok ettin. Bundan sonrası yok.” O an parmağımdaki yüzük gözüme öyle battı ki… çıkarıp Arda’nın önüne masaya bıraktım. Metalin sert sesi kafede yankılandı. “Eylül, saçmalama! Bunu yapamazsın!” dedi panikle. Dudaklarımda acı bir gülümseme belirdi. “Asıl saçmalık bu masada oturmaya devam etmek olurdu. Sen yoluna, ben yoluma.” Arda’nın yüzü bembeyaz kesildi. Kafeden çıkarken herkesin bakışlarını üzerimde hissettim ama umurumda değildi. İçimde bir acı vardı, evet… ama aynı zamanda garip bir özgürlük de. Dışarı çıktığımda denizden gelen rüzgar yüzüme çarptı. İlk kez derin bir nefes alabildim. Biliyordum, bundan sonra zor olacaktı. Ailemle yüzleşmek, onların gözlerindeki hayal kırıklığını görmek… kolay olmayacaktı. Ama şunu da biliyordum ki, Arda ile devam etsem her gün biraz daha ölecektim. Taktığım kulaklığımı ve yürümeye başladım. Ne güzel de diyor Ahmet Kaya Yüce dağların ardında kaldı hayallerimiz Bu şehirde yine ölüm var Karanlıklar çöktü yine sevgilerde sahteymiş Gönlümde yine hüzün var Yüce dağların ardında kaldı hayallerimiz Bu şehirde yine ölüm var Karanlıklar çöktü yine sevgilerde sahteymiş Gönlümde yine hüzün var Bundan böyle yolu yok kollarım çürüdü Bundan öte karanlıklar Sen beni anlamadın gözünü kan bürümüş Bundan öte ayrılık var.. Sevgiler sahteymiş, bir başkası koynuna girene kadarmış.. Ben sevildiğim kadar, seviliyorum sanırken. O tenine başkalarına değdirmiş.. Sevgi bu değildi, böyle olmamalıydı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE