ikinci kahraman ikinci tanıtım ✌🏼✌🏼✌🏼

1609 Kelimeler
~~~~BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM~~~~~ Ben de isterdim ki, hayatımda bir defa olsun sürpriz doğum günüm olsun. Ben, akşama kadar unuttuklarını düşünüp kahrolayım, üzgün ve hayâl kırıklığı içinde eve geldiğimde ışıklar yansın ve, "İyi ki doğdun ...." densin Bugün benim doğum günüm... İçimde; gelmeye can atan, kendi yeri dar olduğu için bunu her seferinde gerilerek bana da gösteren bebeğimin son haftaları. Yatağın yanından destek ile kalkıp, bilmem kaç derece geriye doğru yürüyerek banyoya geldim ve elimi yüzümü yıkadım. Kirli sepetini açtığımda, yine burnumun direği sızladı... Ama benim görevim, gördüklerimi makineye koyup, temizledikten sonra asmaktı. Bu sefer ağlamak yerine, "Kim bilir kaç defa daha bunu yapacağım, ne zaman son olacak." diye düşündüm Makine, ilk suyunu aldığı anda, bebeğimin sıçrayıp el ya da ayak ile vurduğunu hissedip, "Korktun mu yoksa küçük hanım, benden sonra bunu sen yapacaksın, alış bu sese?" diyerek karnımı okşadıktan sonra odaya geldim. Kocam, muhtemelen yine geç gelmiş ve beni uyandırmamak için yanıma gelmeyip, misafir odasında uyuyordu. İlk olarak etrafıma bakıp, "Ne yapsam?" diye düşündükten sonra, en sevdiğim şey olan yazmaya karar verdim ve çekmeceyi açıp, kalem kağıt aldım. Şifonyerin önündeki pufa oturup, aynada kendime bakarak, "İlk olarak kime yazsam." dedikten sonra, hayatıma son dahil olacak, ama belki de benim onu göremeyeceğim kızıma yazmaya karar verdim. "Sevgili kızım." ile başlayınca, elllerim titredi ve gözlerimden akan yaş, gerisini getirmeme engel oldu. Hangi anne; bebeğini görmeden, kokusunu içine çekmeden ona veda etmek isterdi ki?.. Hangi evlat, annesinin katili olmak ister, daha da kötüsü, annenin kurtuluşu olarak gördüğü eceli olmak isterdi?.. Göz yaşlarımı silip, onu kenara bıraktım ve bu sefer "yazarken ağlamayacağım kim var?" diye düşünerek, yazmaya başladım. "Aşkım, hayatım, göz bebeğim, canım, cananım, canımın özü, kalbimin çarpıntı sebebi, ömrümm!.. Sana bunları yazarken o kadar içten, o kadar kalbimden geçerek yazıyorum ki inanamazsın... Bu mektubu okuyorsan eğer; ben, bu yazdıklarımı bir kere bile sana söyleyemeden ölmüşüm demektir... Biliyor musun?.. Senin bana, "Canım!" demeni ya da "Güzelim!" ya da "Hayatım." Hele de imkansız ama, "Aşkım!" demeni geçtim, ağzından bir defa adımı duysaydım, şuan bu mektubu yazmak yerine muhtemelen doktorun yanında, sezeryan gününü belirliyor olurdum. Ömrüm!.. Biliyorum bana çok kızgınsın, hiç belli etmedin ama kırgınsın. Senden rica ediyorum, annesinin suçunu bebeğinden, bebeğimizden çıkartma. Ona, bu saydıklarımı söylemesen bile, adını söyle olur mu?.. Rica ediyorum, ilk dansını seninle yapsın. Benimle, düğünümüz de bile yapamadığın dansı kızımızla yap. Hem de her fırsatta. Ona beni anlatma olur mu?.. Ona; en sevdiğin kişiyi, herkesi, hatta hiç anlaşamadığın babamı bile anlat, ama beni anlatma... Ben, arkadan anlatılmayı, ağlanmayı hak etmiyorum. Kendi duygularım yüzünden, ikinizi birbirinize mahkûm ettim... Beni affedin lütfen. Seni, ilk gördüğüm andan, bebeğimizi de öğrendiğim andan itibaren çok sevdim... Gönül isterdi ki, bütün içimden geçenleri tek tek yıllarca yazayım ama günlerim olduğu gibi, şuan saatlerim de sayılı. Benden sonra, babam sana daha çok yüklenecek, bence sen orta yolu bulursun. Kızımızı, annem getirip götürür ise muhtemelen daha az görüşürsünüz. Babamın, öyle davrandığına bakma, aslında seni çok seviyor. Ve bunu, benden sonra daha iyi anlayacağını biliyorum. O günleri görmeyi çok isterdim. Babamın sana, "Oğlum." demesini, senin babama... Yazamadım... Galiba o kadar yabancı bir kelime olurdu ki, herkesin komiğine giderdi... Yine de, belki bir gün olur haa?! Ben görmesem de olur... Neden olmasın ki?.. Aşkım, hayatım, alın yazım, ilk ve son aşkım, senden bir şey rica etmek istiyorum, bir nevi vasiyet, son arzu... Kızımızın adını." yazmıştım ki, kapı tıklanınca panikle mektubu çekmeceye koydum. İçimin yangısı kocam, "Uyanmışsın?" deyip önce kafası, sonra da uğruna öldüğüm boyu posuyla içeri girdi "Evet!.. Yeni kalktım." "Gözlerin şişmiş... Bakayım ellerine, ayakların da şiş mi?" Sağ elimi tutup şişliği kontrol ederken, gözleri de otuz yedi numara terliğe girmeye çalışıp yarıda kalan tombik ayaklarımdaydı. "Yine ödem yapmış... Sana kaç defa söyledim... Yeter artık çok yoruluyorsun." Bu şişliğin bir sebebinin de ölüme yakın olduğum için olduğunu bilseydi ne yapardı kim bilir. "Eee, doğum günü kızı, ne yapıyorsun?" Kağıtların üzerini kapatıp, "Yazıyorum," dediğimde, "Yine yani! Her zamanki gibi." dedi "Evet ama, bu sefer ki biraz farklı." "Farklı olan ne?" "Bizimkilere mektup yazıyorum. Annem çok sever biliyorsun." "Hıııııııı, evet. Bilmez miyim?.. Hele de baban." "Babamı neden sevmiyorsun?" "Kim?!. Ben mi sevmiyorum?.. O beni sevmiyor... Her gördüğü yerde düşmanını görmüş gibi bakmasa... Neyse, boşver şimdi onu... Bizim birbirimize ısınmamız için kıyamet kopması lazım tamam mı?.. O yüzden sen takma kafana." Ağzımda geveleyerek, "Ya da birinin ölmesi." dediğimde, "Efendim, anlamadım." dedi "Hiiiççç!.. Yok bir şey... İnşaallah bir gün seversiniz dedim." "Valla ben istesem de o istemez, o yüzden zorlamanın âlemi yok." "Ne yani, o sana, 'oğlum' deyip gelse, sen karşılık verir misin?" "O bana oğlum deyip gelmez ama, oldu ki geldi, evet karşılık verirdim." "Teşekkür ederim. İnşaallah en kısa zamanda o günler de gelir." "Benimle değil de, istediği biriyle evlenseydin, böyle olmazdı." "Ama ben... İstediğim kişiyle evlendim." deyip gözlerine baktım. Umdum ki, "Ben de seninle evlenmeyi istedim, kimsenin etkisi altında kalmadan, mecbur hissetmeden evlendim." Ama o, "Gel de anlat." diyerek konuyu yine babama çevirdi. "Akşama gelecek misin?" "Elimiz mahkûm, geleceğim tâbi." "İstersen gelme, ben... 'İşi çıktı' derim." "Önemli değil. Geç gelirim, bir saat kalır döneriz." "Olur." "Sen yine çamaşırlarımı makineye atmışsın?" "Evet, baya kirli duruyordu." "Sana kaç defa söyledim, bırak şu işleri artık. Bak son haftaların..." İçimden, "Evet, son haftalarım." diye geçirirken; dışımdan, "Bir iki çamaşır yaa, o kadardan bir şey olmaz herhalde." dedim, bir yandanda doktorun, "Gebeliğinin bir an önce durdurulması lazım." dediğini düşünerek. "Olsun, sen yine de dokunma, ben atarım." "Tamam." "Ben duş alana kadar hazırlan, birlikte gidelim." derken küçük bir kızmışım gibi yanaklarımı mıncıkladı "Olur." derken dudaklarımın ördek gibi olduğunu hissediyordum. Benim "olur" dememle kapıya doğru yürüyüp birden geriye döndü ve, söylemeyi unuttuğu bir şey varmış gibi baktı. Gözlerine bakarak, "Bir kere, belki de ilk ve son kez, doğum günüm hatrına adımı söyle." diye yalvarırken O, "Şey, artık kursa ara vereceksin değil mi?" dedi "Bu hafta son. Kızlara söz verdim." deyip hazırlanmak için kalktım. Arabada giderken etrafa baktım ve yıllarca aynı yerlerden geçtiğim hâlde bu kadar güzel olduğunu farketmediğimi farkettim. Meğer Rabb'imizin ne güzel nimetleri vardı, hayat mücadelesine dalıp görmezden geldiğimiz. Kursa yaklaşırken, "Şimdi onlar sana sürpriz parti yapıyor haa?" deyip gülünce, "Dalga geçme lütfen." dedim gayrı ciddi ağlamaklı. "Ama sana bir şey diyim mi?.. Akşamki partiden daha zevkli olacak kesin. Ben de mi gelsem." "Saçmalama yaa, o kadar kadın kızın içinde ne işin var?" "Kuzenin ile babanın olmadığı her yer benim için güzeldir." "Burada kuzenim de var ama?" "Doğum gününü baltalayan kuzen evet. Bir an unutmuşum yine hatırladım gerildim. Neyse, dediğim gibi, akşam geç gelirim, erken çıkarız." deyip kursun önünde durunca, "Hoşçakal... Herşey için teşekkür ederim." dedim "O ne bee, veda eder gibi. Hadi in. Cemile'ye selam söyle." derken yüzüme bakmıyor; etrafta, görmekten haz etmediği kuzenimi arıyordu. Kardeşi gibi sevdiğini bildiğim hâlde, Cemile'yi kıskanarak, "Güle güle." deyip aşağıya indim ve onun son gaz gitmesiyle bir süre arkasından bakakaldım. Sınıfa girdiğimde, öğrencilerim, "Happy birthday to you." diye karşılayınca, "Aşk olsun ama yaa, neden?.. 'İyi ki doğdun' desenize, biz Türk'üz," diyerek annem ve babamın aşıladığı vatan sevgimi bir kere de böyle göstermek istedim. Cemile yanıma gelip, "İyi ki doğdun hoo caam!.." diyerek sözümü dinlediğini gösterirken, diğerleri de ona eşlik ediyordu. Masanın üzerinde duran pastanın yanına gelince, yüzümde bir tebessüm oluştu. Pastanın üzerinde çok sevdiğim inciler ve mesleğimi simgeleyen unsurlar vardı. Misina, klips, kum boncuk ve en güzeli takı pensesi... "Bu yeniyor mu?" diyerek elimi penseye atarken Cemile, "Evet hocam, bu pastada yenmeyen hiç bir şey yok." dedi. "Çok teşekkür ederim, hepinize... Beni çok mutlu ettiniz." deyip herkesle kucaklaştıktan sonra, grubumuzun en büyüğü olan, Kevser abla, "E hadi hocam, kesin de yiyelim artık." deyip bıçağı gösterdi ve eline tabak alıp, ilk istediğini belli etti. "T.Ta..mmaamm." derken sağ tarafıma şiddetli bir ağrı girince, içimden "Estağfurullah, la havle ve la guvvete." demeye başladım. Cemile'nin koluma dokunup, "Hocam!.. İyi misin?" dediği; ayakta son işittiğim oldu ve bedenimin ağırlığına dayanamayıp yere düştüm. Herkesin çığlıklarını duyuyor ama tepki veremiyordum... "Ambulans! doktor! çabuk!" diyen kimlerdi ayırt edemezken, ölülere neden pamuk koydularını da anlamıştım. O an, hem alttan hem üstten bütün sindirim sistemim boşalırken, bedenimin kontrolü tamamen benden çıkmıştı. Ölüm böyle oluyormuş herhalde... Kimin elindesin, sana kim ne yapıyor bilmiyordun. Son bir kez gözümü alan ışığa baktığımda gök yüzünü gördüm ve tanıdık bir sesin, "Ne olduuu?! Cemile ne olduuu?!" diye bağırdığını duydum. Yüzünü göremiyordum ama sesin sahibine, "Neden geldi ki, ne oldu... Beni neden böyle gördü ki?.. Üzülecek, mahvolacak." diye üzülüyordum. "Abiii, bilmiyorum... Çok kötüydü." diyen Cemile'ye, "Sus, ona söyleme... Anlatma!.. Bana üzülmesin." demek istiyordum ama sesim oksijen maskesinin altında boğuluyormuşum gibi çıkıyordu... Son bir defa gözümü açtığımda, "Hazır!.. Bir iki üç!" dendiğini duydum ve elimin çarptığı kişinin neresinden tuttuğumu bilmeden, "Bebeğimi kurtarın." dedim.... ~~~~~,~~~~~ Her gün; sabah saatlerinde gelip, akşam döndüğü koridor, kendine her zamankinden uzun gelirken, bir yandan da hızlı hızlı ameliyathaneye gidiyordu Arkasından gelen, "Babaaa!" sözüyle geri döndü. "Babaa!.. Kurtar onu lütfen." "Seenn!" dedi öfkeyle elindeki dosyayı sallayarak, "Bunun olacağını bilmiyor muydun?.. Doktora gitmiş, doktor ona söylemiş!.." "Neee, biliyor mu?.. Ne yani... İntihar mı etti... Ama neden?.. Neden?" "Bırak şimdi dövünmeyi!.. sus!.. Otur da bir şey olmasın diye dua et. Çünkü durumu çok kötü." "Baba!.. Yalvarırım, kurtar onu, ne istersen yaparım, onu kurtar." "Bırak beni." deyip kolundan elini sıyırırken ısrarla yüzüne bakmıyor, yaş dolu gözlerini gizliyordu... Ameliyathanenin kapısına gelince, elini kalbine koyup, "Şimdi değil, şimdi olmaz." diyerek derin bir nefes çekip içeri girdi. Sedyede yatan kıza ve son komutunu çabuk yapsınlar diye herkese, "Çabuk!.. çabuk!.. çabuk!.." diyen meslektaşına baktı... Derin bir nefes daha alıp, "Bülent, son durum ne?" diye sordu. Doktor Bülent: "Hiç iyi değil, git ailesine söyle, her şeye hazırlıklı olsunlar." "Kime söyliym Bülent, onun ailesi benim." "Neeee?!. Bu kız kim ki?" Yirmi küsur yıldır arkadaşına son kez bakıyor gibi bakıp, "O... benim... kızım ...." dedi ve yere düştü, Doktor Bülent, kızın başından ayrılmadan, "Acil servis personeli!.. Çabuk!.. Acele edin, bir an önce müdahale edin ve doktor Hakan'ı arayın!.. Yavuz beyin durumunu söyleyin!.." dedi...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE