Günün geri kalanında evi toparlayıp öğleden sonraki dersimize gitmek için hazırlanacaktık. Tabii birimizin de yemek yapması gerekiyordu. Zehra ile iş paylaşımı yaptık. İşler bittikten sonra da hazırlanıp okul için yola koyulduk. Tüm bu işlerin arasında elim sürekli telefona gidip geliyordu. Bir mesaj ya da arama bekliyordum. Bir yandan da sosyal medya hesaplarımı takip ediyordum. Çok büyük bir kitleye ulaşamasa da ufak çaplı bildirimler geliyordu ve birçoğu sadece beğenme butonunu kullanmak üzerineydi. Fakat şimdiye kadar Levent’ten başka onu tanıdığını söyleyen kimse olmamıştı.
Tramvayla okula doğru giderken aklıma bir soru takıldı. “Sence onu aramalı mıyım?” diye sordum Zehra’ya.
“Nereden çıktı şimdi bu?”
“Ne bileyim? Aradan dört saat geçti ve ondan hiçbir haber yok. En azından gidip gitmediğini sorarım.”
“Saçmalama lütfen! Sana haber alınca arayacağını söylemedi mi?”
“Evet söyledi ama belki de unutmuştur.”
“Hiç sanmıyorum. O seni arayacak.” dediğinde elimde titreyen telefonla Zehra’nın gözlerinin içine baktım.
“Senden gerçekten korkulur.”
Zehra’nın gülümseyen dudakları kıvrılmış ve kaşları havaya kalkmıştı. O bu işi gerçekten biliyordu. Tabii ufak bir ayrıntı vardı. Levent aramamıştı ama mesaj atmıştı.
“Ne diyor? Onu görmüş mü?”
“Aslında ondan hiç bahsetmiyor. Bana dondurma sevip sevmediğimi sormuş.”
“Ne alaka?”
“Yani aradığım adamın, ki ona artık geçici bir isim versek iyi olur, dondurma ile ilgili bir problemi yoksa bence de çok alakasız bir soru olmuş.”
“Bir insanın dondurma ile ilgili ne problem olabilir ki? Çocukluk travması falan mı?”
“Hiç sanmıyorum. Her neyse! Birazdan öğreneceğiz.” deyip telefonu elime aldım ve ona karşılık yazdım.
“Bunun konumuzla olan ilgisini öğrenebilir miyim?”
Gönder tuşuna bastıktan sonra Zehra ile birbirimize baktık. O da cevabını en az benim kadar merak ediyordu.
“Sence bu Levent o olabilir mi?” diye sordu Zehra.
“Kim olabilir mi?”
“Kayıp.” deyip işaret parmağını uyarır şekilde kaldırdı. “Yani ona artık ‘Kayıp’ diyoruz. Demek istediğim, bu Levent kişisi senin aradığın adam olabilir mi?”
Bir an için mantıklı gibi görünse de pek ihtimal vermemiştim. “Eğer o ise neden kendini bir arkadaşı gibi tanıtsın ki?”
“Biraz düşünsene. Sanki taşlar yerine oturuyor gibi. Yani, bilgisayarını bahane ederek fotoğraf göndermemesi onu tanımaman için olabilir. Onu görünce haber vereceğini söylerken de belki seni tanımak ya da anlamak için zaman yaratmak istemiştir.”
Kafam karışmıştı. Kendimi hiç beklemediği bir anda suratına kartopu yiyen bir çocuk gibi hissetmiştim.
“Anlamadım. İyi ama neden? Yani tamam, beni tanımak için diyorsun ama bunu kendini tanıtarak da yapabilir. Neden böyle bir yola girsin ki?”
“Belki de paylaştığın gönderinin gerçekliği konusunda şüpheleri vardır.” dediğinde durup düşünmeye başladım. O anda sabah yaptığımız bir konuşma aklıma geldi.
“Yani, aslında sabah konuşurken bana şey demişti. ‘Güven karşılıklı kazanılır değil mi, diye sormuştu.” dedim ve biraz daha düşününce tam anlamıyla dehşete düştüm.
Zehra haklıydı. Bu arayan kişi o olabilirdi. Kendini gizli tutmasının sebebi de bu düşünceyi destekliyordu ama bundan emin olamazdık ki. İşin kötüsü edindiğimiz yeni fikir düşüncelerimi de birbirine kattı ve Levent’e karşı nasıl davranmam gerektiği konusunda tedirgin oldum. Belki de en mantıklı olanı onu buluşmaya çağırmak ve neler olacağına bakmaktı. Bu fikrimi Zehra ile paylaştım ama pek sıcak baktığı söylenemezdi.
“Ya o değilse?” dedi ve endişesi her halinden anlaşılıyordu.
“Ama sen de bir karar ver.”
“Nereden bileyim ben? Sadece aklıma gelen ihtimaller bunlar. Olabilir ya da olmayabilir. Yani kendini öyle bir işin içine soktun ki ne düşünsem, bilemiyorum.”
“O ya da değil. Hem ne olabilir ki? En kötü ihtimalle iki çay içer döneriz.”
“Yapma Aysima. Hiç mi haber izlemiyor, gazete okumuyorsun. Etraf psikopat dolu.”
Aslında son zamanlarda haberlerde izlediğim kadın cinayetleri ya da taciz teşebbüsleri aklıma gelince Zehra’ya hak vermemek mümkün değildi ama bu teori aynı zamanda Kayıp için de geçerli olurdu. Sonuçta onu da tanımıyorduk ve o da bir suçlu olabilirdi. Ya da ikisi de aynı kişiydi. Bunu bilemezdik. İçinden çıkılması zor bir denklemdi ve kafam gerçekten çok karıştı.
“Vaz mı geçsen?” dedi tüm karamsarlığıyla. Belli ki konunun benim için ne kadar önemli olduğunun farkında değildi ya da farkındaydı ama benim güvenliğimin daha önemli olduğu konusunda beni uyarmaya çalışıyordu. Aslında ben de bunun farkındaydım ama hiç işime gelmiyordu.
“Asla! Neden vazgeçecekmişim ki?”
“Yani koca bir karadelik var önümüzde. Bir bilinmezlik. Arkasından ne çıkacağını bilmiyoruz. Sonu nereye varacak bilmiyoruz. Başta eğlenceli gelmişti, evet ama şimdi iş ciddiye binince endişe etmeye başladım.”
“Endişelenme. Her şey olacağına varır.” dedim ama Zehra pek rahatlamışa benzemiyordu. İtiraf etmeliyim ki benim de içim içimi kemiriyordu ama ne olursa olsun bu yoldan dönmek yoktu.
Kısacası avucumuzdaki tüm taşları ortaya döktüğümüzde elimizde kalan son şey bu ikilemdi ve onu nasıl çözeceğimizi bilmiyorduk. Zehra da en az benim kadar karmaşık görünüyordu ve onun bu alışık olmadığım kararsız tutumu bana pek yardımcı olmuyordu. En azından birimiz kararlı olmalıydı. Bir işaret okumalı, bir yol bulmalıydı.