Dağlar önümü kesse
Yollar kör düğümlense
Ben sana mahkumum yarim
Sevsende sevmesende
***
Topal İso nefes nefese bayırı tırmanmaya başladı. Sıcak bir yandan bayır yukarı tırmanmak bir yandan İso'yu yormuştu...
Yere çöktü bacaklarını yumuşacık otların üzerine uzatıp cebinden mendilini çıkardı. Usul usul alnında ve burnunun üzerinde biriken terleri sildi. Tırmanmış olduğu bayırdan aşağı baktı. Ne dik bir bayırdı öyle.
Çoban Memiş 'in haline üzülmeden edemedi bir an. Adam her Allah'ın günü yağmur, kar demeden,sabah akşam bu bayırı inip çıkıyordu.
Topal İso ise beyin emri üzerine bugün tırmanmıştı bu bayırı... Bir müddet dinlendi.Gözleri alabildiğine seyretti etrafını. Manzara yüreğini ferahlatır birazcık. Sonra oturduğu otların üzerinden kalktı. Pantolonuna yapışan kuru otları silkeledi. Yola revan olmak gerekti. Bitse ah bir bitse bu lanet bayır, düzlüğe çıktığı an bin şükür edecekti amma bitmek bilmiyordu ki bu dik bayır. Nereden bulmuştu Çoban Memiş de bayırın tepesine ev ocak kurmuştu? Akıl işi değil diye düşündü.
" Deli gavat ne zorun vardı da kurdun ocağını Allah'ın dik bayırına? " Söylendi söylendi, söylendikçe coştu.
Memiş'in evinin önüne vardığında, zincire bağlı iki Sivas Kangal'ı havlamaya başladılar. Köpekler zinciri koparsa hali yamandı... Köpekler havlarken oda elindeki değnekle köpekleri ürkütmeye çalışıyordu. Dişlerinin arasından sövdü sövüştürdü Memiş'e , "Dürzü! Yohuşun bitti, şimcik de irezil köpeklerin çıktı garşıma! Ülen Memiş, neyle besledin len sen bunları, it değil azman bunlar! Bir havlayıp duran köpeklere kızdı, bir Memiş'e...
Bir yandan da içeri seslendi.
"Hu kimse yok mu ?"diye seslendi.
Hoşt hoşt, gidin ötede havlaşın mendeburlar!"
Canı sıkıldı, karşısındaki canavarların havlaması sinirini tepesine çıkarmıştı. Yerden birkaç taş aldı tam atacakken alaca kapı iki yana ayrılarak, gürültüyle ağır ağır açıldı.
Başını kaldırdı kapıyı açana baktı İso.
Süheyla, bir elinde değneğe yaslı bir eli havada köpeklere taş atmak üzere olan Topal İso'ya ayıplar bir şekilde baktı. Şu insan oğlu ne bencil bir varlıktı! Ağzı dili olmayan zavallı hayvanlardan ne ister ki, diye düşündü.
Köpeklere sinirlendirecek bir harekette bulunmuş olmalıydı ki kuzu gibi duran hayvanlar bir anda canavar kesilmişti. Koca adam birde, yaptığına ne demeli, kızdı Süheyla içinden Topal İso'ya.
"Allah aşkına ne edersin İso dayı? Elindeki taşlarla hayvanları daha da sinirlendiriyon!" Süheyla'nın çatık kaslarına takıldı bakışları hemen elindeki taşları yere fırlattı İso. Bacak kadar kızdan utanmıştı ya ne dese bilemedi.
"Ne etseydim be Süheyla?" Mahcupca Süheyla'ya baktı. Gözlerini yere indirip ayağının yanındaki bir taşa vurdu...tekrar Süheyla 'ya baktı ;
"Kız Süheyla nerden bulmuş bunları Memiş ...az daha çabalasalar beni parçalarlardı AlimAllah !"
Gülümsedi Süheyla, "Sivas'ta babamın asker arkadaşı, daha şunkadarcıkken" eliyle gösterip, "babamı ziyarete gelince getirmişti İso Dayı. "
"Hı demek Sivas'tan getirtti. Bir süre sustu, öfkesi geçmemişti daha köpeklere, "Zere belliydi bunların çirkefliklerinden az daha beni parçalayacaklardı."
Adamın haline kızsın mı gülsün mü bilemedi Süheyla.
"Yok be İso dayı, sen onlara eşleşme onlar kolay kolay havlamaz! "
"Ne elleşmesi Süheyla! yav daha kapıya yanaşmadan başladılar havlamaya. Bunlar ahlaksız Süheyla. "
"Öyle deme İso dayı. Sen birşey etmişsindir kesin...yada deyneğinden ürkmüştürlerdir.
E
linde sıkı sıkıya tuttuğu değneğe gözleri ilişti.
"Hah bak o olabilir. Neyse bak ne deycem baban eve gelince beni bulsun emi gızım?"
"Tamam İso dayı ." Büyüklerin işlerine karışılmazdı. Sormadı bu sebepten Süheyla, babası ile ne işi olduğunu, babasını ne yapacağını.
"Unutma bak mühim iş bu! " İso aksak adımlarına dikkat ederek inmeye başladı yokuşu. Arkasında seslenen genç kızın sesinden memnun, indi bayır aşağı.
"Tamam İso dayı unutmam hayde sağlıcakla. "
Topal İso'nun bayır aşağı inişini izleyip bir süre sonra alaca kapıdan içeri girdi Süheyla. Kafası karışmıştı Süheyla'nın, bu Topal İso niye gelmişti ki şimdi? Hâl hatır için gelmediği çok belliydi. Babasıyla ne işi varsa, düşündü durdu. En sonunda, "Aman banane neyse ney" deyip kapının çalmasıyla yarım bıraktığı işine geri döndü...
Elindeki tasla kovadan su alıp diktiği çiçekleri sulayıp biryananda çiçekleriyle konuşuyordu;
"Benim güzellerim toprakla mı buluşmuş?Toprağa kök salıp Süheyla ablalarına renk renk çiçekler mi vereceklermiş?" Azar azar su gezdirdi diktiği çiçeklerin diplerine.
"Ha benim güzellerim ha benim canlarım."
Arkasından gelen kahkahayla sözlerini yarım bıraktı, küçük kardeşi Sümeyra'ydı. Eline bulaşan çamuru silkip ayağa kalktı yaklaştı Sümeyra'ya. "Bak sen bacaksıza ablasına da gülermiş." deyip Sümeyra'yı tam tutacaktı ki kardeşi atik bir hareketle yana kayınca, Süheyla'nın hareketi boşlukta kaldı. Hırslandı, önünde kaçmak için bir kaç adım koşan kardeşini
kovalamaya başladı. Sümayra kaçıyor, bir yandanda ablasına laf yetiştiriyordu.
"Ablaaaa deliler köyüne kayıt yaptırmışsın . Bilmiyordum" öyle bir kahkaha savunuyordu ki Süheyla adeta sinirden çatlayacak gibi oluyordu.
Süheyla kardeşini umursamaz bir şekilde cevapları ile bastırmaya çalışsa da ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı.
"Ne kaydı be sen ne saçmalıyorsun?"
"Hani diyorum ki ağzı dili olmayan çiçeklerle konuşuyonya hah onu diyorum. Kendi kendine konuşana ne derler? "
"Ah bücürük seni bir yakalayım sana yapacağımı bilirim! "
Sümeyra hala ablasından kaçıp bir yandan da cevap veriyordu;
"Yakalaya biliyorsan haydi yakala bakalım anca tehtit ediyon."
Tam bunu söylemişti ki ayağı taşa takılıp yere boylu boyunca uzanması bir oldu. Süheyla, Sümeyra' ya yaklaşıp bir yandan eli karnında kahkahalarla gülerken bir yandan da "Birşey oldu mu Sümeyra? "diye sordu. Sümeyra bulunmuş olduğu duruma sinirlenip Süheyla'nın ayağını bir hışım çekip onuda sırt üstü yere düşürdü.
Bu defada Sümeyra ablasına gülüyordu.
"Nasılmış düşme hissi ablacım ha ! "
Süheyla çok sert düşmüştü. Canı acıyordu. Acıdan ağlatacak gibi olmuş olmasına rağmen, o hiç birşey yokmuş gibi davranmayı seçti. Düştüğü yeyerden kalkarken;
"Şimdi sana gösteririm! "deyip yerden kalktığı gibi tekrar Sümeyra'yı kovaladı. Sümeyra'yı yakalayıp yere yatırdı, karnına oturdu. Sümeyra'yı yalvartana kadar gıdıkladı, gıdıkladı.
Dahada gıdıklardı belki, ama annesinin sinirli sesiyle Sümeyra 'nın üzerinden kalktı elini uzatıp Sümeyra 'nında kalkmasına yardım etti. Annesi avlunun ortasında elleri belinde sinirli bir şekilde bekliyordu. Yavaş adımlarla iki kardeş annelerine yaklaştılar. Bakamadılar annelerinin yüzüne. Sinirliyken Dürdane göz teması kuramazlardı zaten.
"Gelinlik yaşa geldiniz hala küçücük çocuklar gibi didişiyonuz! Allah'tan ev köyün dışında da sizin şu edepsizliğinizi kimse görmüyo! Gören olsa zaten sizi kimsede almaz ya bahma sen... herkes evine avrat alıyo, çocuk almıyo! Edepli olun Çoban Memiş'in de hızları nasılmış görsün elalem! "
Başları önlerinde annelerinden azarlarlarını işittiler. İçten içe birbirlerini suçlayarak annelerinin yanından ayrılıyordu ki iki kardeş...
"Ben sözümü bitirmedim nereye Süheyla hanım! " Annelerinin sözleri ile el mecbur geri döndüler annelerinin yanına.
"Buyur anne ?" Dürdane gözlerini kıstı baktı kızlarına. Büyüdüklerini ne zaman farkedeceklerdi bu kızlar? Onun zamanında böyle miydi? Kızların şen kahkaha savunarak güldüğü küçücük bebeler gibi oynaştığı nerede görülmüştü?
"Süheyla sen yayıkları yay" gözlerini dikti küçük kızına, "Sümeyra sende... birazdan baban gelir, leğenlere su doldur, hayvanlar susuz kalmasın, ondan sonra benimle koyunları sağacaksın!"
Görev dağıtımından sonra herkes payına düşene razı işlerinin başına geçtiler. Süheyla kuyudan çektiği buz gibi suyu ağaç yayığın yanına taşıdı. İçine su koyup, bir iki kere ileri geri salladı. Sonra içindeki suyu boşalttı. Sonra ambardaki çiğ ( sütün ekşimiş olanı) helkilerini iki eline alıp yayığın başına geçti. Dikkatli bir şekilde çiğleri boşalttı ağaç yayığın içine. Sallamaya başladı, bir ileri bir geri. Çok severdi yayık yaymayı Süheyla. Hele yayığın içindeki çığın yayığa çarparken çıkardığı sesi alıp götürdü uzaklara sanki.
Yaydığı yayıktan elde ettiği yağı kuyunun başına götürdü. Çektiği buz gibi su ile bir güzel yıkadı tereyağını. Yıkadığı tereyağını içeri götürüp ağzını iyice örttü. Yayığın başına geri dönüp büyükçe bakır kazana boşalttı içindeki ayrana dönmüş çiği. Annesini çağırdı. Beraber ocaklığa koydular kazanı. Altını yaktı Süheyla ateşin ısıttığı çiğ pişip çökelik olacaktı daha.
Tüm işleri toparlanmışlardı ki,
Babaları da geldi. Koyunlar ağıla girerken; Süheyla babasına Topal İso'nun onu görmek istediğini söyledi. Çoban Memiş bayır aşağı inip Topal İso'yla konuşmak için kahvenin yolunu tuttu...
Kahveye vardığında Topal İso kahvede yoktu. Konağa haberci gönderip Topal'ı beklemeye başladı. Hayır mıydı şeymiydi bilenedi.Topal her adamın kapısını kolay kolay çalmazdı. Neçe bir zaman sonra karşıdan Topal İso'nun gelişiyle oturuşunu dikkeştirdi. Topal bir kahvedekilere bakıp bir de Memiş 'e bakıp selam verdi. Karşılığında selamının alınmasıyla sandalyeyi çekip oturdu. Hal hatır sorduktan sonra; "Memiş;
Emirali Bey'im Süheyla 'ya talip. Yahın bir zamanda gızını istemeye gelecek bundan sonra Süheyla bağda bahçada çalışmasın. Bugünden sonra bey karısı sayılır " dedi.
Memiş başlarına konan devlet kuşuyla sevinçten dört köşe olsa da belli etmedi. Kim demiş saf Memiş diye adam saf görünen anasının gözüydü...