Kuşburnu güllenmez mi
Dibi gübürlenmez mi
Mualimi görende
Yüreği filizlenmez mi
***
Kahveye soluk soluğa girdi Mustık... Gözleri Kahya Topal İso'yu aradı. O telaşlı hali kahvede bulunanların da dikkatinden kaçmadı. Nefesi yetersizdi sanki, derince nefes çekti ciğerlerine. Yorgundu Mıstık, vereceği havadisin mühim olduğunun bilincinde hiç durmadan koşmuş gelmişti çocukcağız.
Aradığını bulunca Topal İso'ya doğru yürüdü. Selam verip bir sandalye çekti oturdu. Kaldırdı başını baktı Topal İso'nun yüzüne. Kır saçları kasetinin altından, alnının sağ tarafına dökülmüştü. Alnı yaşını ele vermeyecek kadar kırışığı azdı... Tahmini dedesi yaşında olmasına rağmen, topal ayağıyla yirmilik delikanlılara taş çıkaracak yiğitlikte bir adamdı Topal İso.
Meraklı gözlerin onu takip ettiğinin bilinciyle, eğildi masaya, sesini de alçak tutarak verdi havadisi.
"İso Dayı köye bir Muallim gelmiş. Emir Ali Bey'im bilmek ister diye geldim."
Kahya Topal İso karşısındaki çocuğu inceledi. Kıpkırmızı olmuş burnunda ve alnında boncuk boncuk ter vardı. Ara ara derin derin nefes almaya çalışması ne kadar da yorgun olduğunu düşündü. Getirdiği havadisin ne kadar kıymetli olduğunu biliyordu delikanlı. Hak edene hakkını vermeyi öğrenmişti Adnan Bey'den. Elini ceketinin iç cebine soktu. Kırmızı kadifeden bir kese çıkarttı. Delikanlı çekingen bir şekilde onu takip ediyordu. Uzattı delikanlının eline bir yüz lira. Işıl ışıldı Mıstı'ğın gözleri. İnanmakta zorluk çekiyordu zavallı. Mıstı'ğa göre çok paraydı avucunda tuttuğu. Babası bu parayla un alırdı, şeker alırdı, yağ alırdı artarsa misket bile alırdı.
"İyi etmişsin Mıstı'ğım iyi etmişsin. Nerede gördün muallim beyi?"
"Köy yolunda İso dayı. Elinde aha bu kadar bir valiz perişan olmuş zavallı. Köye gelen otobüs arızalanmış. Tey Balahçı'nın Düzden köy meydanına kadar yürümüş gariban..." Gözleri hala elindeki paradaydı.
"Eyi bahıyım bana müsade." deyip ayaklandı kahveden çıkarken de çaycı Osman'a başıyla Mıstı'ğı işaret etti.
"Mıstığ'a benden çay veriver Osman ben beyin yanına bir varayım." deyip gitti...
***
Topal İso konağa geldiğinde beyi ağaçlık alanda gördü. Aksak adımlarla yürüdü. Sevmek ve sadakat... Bey için yüreğinde hissettiği tam olarak bu duygulardı. Yıllar vardı, Emir Ali'nin bebekliğini bilirdi, çocukluğunu, gençliği... Topal'ın beye bağlılığı öyle bir bağlılıktı ki, avlunun ortasında boğazını keserler yine Emir Ali'ye olan sevgisi ve sadakatinden vaz geçmezdi.
Yaklaştı. Emir Ali Bey elinde çapa meyvelerin dibini eşiyordu kahya geldiği vakit. Topal İso beye selam verdi. Hürmetliydi, elleri önünde saygıyla öğrendiklerini anlatmaya başladı.
"Beyim beklediğimiz muallim gelmiş ne yapalım?"
Muallimi, Milli Eğitim Bakanlığına dilekçe verip Emir Ali Bey getirmişti... Çok zor olmuştu ama başarmıştı.
"Kalacağı yer hazır mı kahya?"
"Bir iki saate hazırlarız beyim."
İki saat diyordu kahyası. Olacak iş miydi? Onca zorluğu bin bir zahmetle getirttiği muallim yersiz yurtsuz beklesin diye mi çekmişti?
Emir Ali sinirlendi. Lakin sesini fazla yükseltmedi.
"Bu nasıl iştir kahya? Ben binbir emek verip dilekçelerle memleketime muallim getiriyorum adamın kalacağı yerin hazır olmadığını söylüyorsun!"
"Hemen beyim.başka bir isteğin varmıdır beyim?"
" Tez muallimi buraya getir kalacağı yer hazır olana kadar, ben ağırlayacağım."
"Tamamdır beyim " deyip beyin huzurundan ayrıldı İso. Mahçup hissediyordu beye karşı. Haklıydı bey, günler önceden bildiği halde muallim için bir ev hazırlatamsmıştı. Köyde bu işi yapacak çokça hünerli kızlar kadınlar vardı, bir haber salması yeterdi. Süpürüp silerdi kızlar, kadınlar. Eksik ne eşya varsa alıp gelirdi ilçeden. Ama vakti olmamıştı ki... Bağa işçi ayarlanması, aşağı fideliğe işçi bulması derken muallim için beyin istediği ev hazır olmamıştı.
***
Kahya muallimi yolun kenarına bir taşın üzerine oturmuş beklerken buldu. Gencecik uzun boylu yeni yetme biriydi muallim. İçinden, bu mu memlekete çocuk yetiştirecek! Daha kendi çocuk diye geçirdi. Sırtında açık mavi bir gömlek vardı. Kolları katlı, yakasından üç dört düğme açıktı. Göğsünde zerre tüy yoktu. Tövbe estafurullah çekti İso. Yeni nesli anlamak mümkün değildi.
Yanına yaklaştı.
"Selamün Alayküm muallim bey. Beni Emir Ali Beyim gönderdi."
Kimdi bu Emir Ali Bey? İstanbul'dan gelirken kimsesiz bir köye tayininin çıktığını zannediyordu. Halbuki geldiği bu köyün bir sahibi varmış da dünyadan bir haberdi kendisi.
Muallim karşısındaki adamı inceledi. Hafif kısa boylu etine dolgun birazda aksak... Muhtar olmalı diye düşündü.
"Alayküm selam dayı. Kimdir bu Emir Ali Bey?"
Kahya anlamadı Beyini tanımayan mı vardı?
"Buralarda Emir Ali Beyimi tanımayan yoktur. Nerelerden gelirsin muallim bey?"
"İstanbul'dan geliyorum dayı. İsmini bağışlamadın?"
Muallimin valizine uzandı. Muallim izin vermek istemedi.
"Ha ismim mi? İsmail ismim... Kısaca İso derler bana. Senin adın neydir beyim?"
"İsmim Oğuz dayı." deyip ayaklandı. Onunla birlikte Topal İso'da yürümeye başladı Muallimin elindeki valizi tekrar almak istedi.
"Beyim valizi verde taşıyım."
"Olurmu dayı ben taşırım."
"Olur beyim olur zaten yollarda heba olmuşsun. Bari bırakta biraz taşıyım?"
Oğuz istemeye istemeye verdi valizini. Birlikte yürümeye başladılar. Kahya parmaklarıyla uçsuz bucaksız arazileri gösteriyordu.
"Şu görmüş olduğun hatta göremediğin araziler Emir Ali Beyimin."
Muallim şaşkındı. Demek toprak ağaları tarihte kalmamıştı?
Muallimin yüzüne dönüp baktı İso.
"Emir Ali Beyimi tanımayan yoktur. Bu toprakların tek sahibi. Eli kolu uzundur. Hatırıda çokça sayılır. Senin buraya gelmende çok emeği vardır beyimin."
Efendisine sadık, diye düşündü muallim.
"Anlamadım?"
"Senden önceki muallimler buralarda durmak istemediler, gelen fazla duramadan gitti. Beyim okumuş şehir görmüştür. Eğitime büyük önem verir. Kendisi gibi ahalisinin de kültürlü olmasını ister."
Muallimi duydukları şaşırtmıştı. Böyle köy yerlerinde eğitime önem verildiğini hiç duymamıştı. Toprak sahiplerinin kaba saba cahil köylüyü sömüren insanlar olarak bilirdi, yada bildiğini sanırdı...
"Bak "dedi Topal İso. "Şu karşıdaki sağlık ocağını da beyim yaptırdı. Bir tanede köyümüzün Ebe si vardır. Onuda beyim getirtti. Sağlık ocağının yanındaki şu bina varya... İşaret parmağıyla sağlık ocağının yanındaki evi gösterdi.
"Evet gördüm."
"Hah işte onu da ebe hanım icin beyim yaptırdı."
Konuşa konuşa konağa geldiler. Konağın güzelliği karşısında mumallim bey şaşkınlığını gizleyemedi. Konak tüm şatafatıyla gözleri önündeydi. Binbir çeşit çiçekler taş yolun iki kıyısına dikilmiş, az ilerde süs havuzu, havuzun çaprazında asmadan çardak, çardağın içinde ise güzel döşenmiş hasır yastıkları kanaviçe işlemeli özenle yerleştirilmiş sedir... Konağın arka tarafında ise sayamayacağı kadar ağaçlar gözler önündeydi.
Arkalarından gelen hafif öksürük sesiyle konağı incelemeyi bıraktı. Öksürüğün sahibine döndü. Karşısında yirmili yaşların sonunda oldukça yapılı düzgün giyimli genç bir adamla karşılaştı.
Muallim karşısındaki adamın kim olduğu yönünde fikir yürütüyordu. Aklından. Kesin beyin oğludur, diye düşündü.
"Merhaba muallim bey ben Emir Ali" dedi. Elini uzatıp tokalaştılar muallimin şaşkınlığı görülmeye değerdi.
"Ah ben çok memmun oldum... Açıkçası şaşkınım da...Ben karşımda sizin gibi birini hiç beklemiyordum." Bu kadar genç bir bey hayallerinde, düşüncelerinde yoktu ki...
Emir Ali hafif tebessüm ederek muallime bakıyordu. Muallim sözüne devam etti.
"Ben sizi beyin oğlu sandım. Açıkçası karşımda genç bir bey beklemiyordum."
Emir Ali Bey tebessümünü bozmadan konuştu.
"Buyrun ayakta kaldınız şöyle çardağa geçelim isterseniz?"
Çardağa geçtiler. Oturur oturmaz bir kaç hizmetli kız ikramlara başladılar. Başları önlerinde ne Emir Ali beyle göz göze geldiler, ne de mumallim beyle...
İlerleyen saatlere kadar konuştular.
Emir Ali'ninde mualliminde sohbet hoşlarına gitmişti. Emir Ali Yirmi sekiz muallim yirmi dört yaşındaydılar. Aralarindaki yaş farkına rağmen yıllardır tanışıyorlarmış gibi güzel anlaşmışlardı...