4. Bölüm

1029 Kelimeler
  Kahve pişer taşmaz mı     İnsanoğlu şaşmaz mı   Kaygı çekme sevdiğim  Ayrılan kavuşmaz mı *** Topal İso'yla görüştükten sonra müsade isteyip ayaklandı Çoban Memiş. Yorgunluğuyla şikayet ede ede binbir zahmetle inip çıktığı yokuşu keklik gibi seke seke çıktı. Ne yorgunluk kaldı ne de bacaklarının ağrısı... Bayram çocukları gibi şendi yüreği. Gülmüştü ya bir kerecik talih yüzüne artık dünyadan başka birşey ne umardı ne isterdi. Dilinde keyifli bir ıslık çalarak bir solukta tırmandı o aklının tırmanmaya kesmediği dik yokuşu Alaca kapının önüne gelince avluya baktı. Kimse görünmüyordu. Bilgi bir şey varsa, işlerini toparlayan ev halkı evin erkeği olarak, yemek yemek için onu bekliyorlardı. İyice bir keyiflendi. Alaca kapıdan içeri geçip avludan evdekilere bağırdı. "Dürdane !" "Dürdane!" İçi içine sığmıyordu. Ah bu kulaklar ne duymuştu bugün? Nasıl da yüreği coşmuştu  öyle? Oğlum Memiş, lan talih yüzüne güldü ya lan! Ulen sen  oldun mu beye kayınpeder, alimallah sırtın yere gelmez ya oğlum. İç sesini duysa Dürdane delirdiğini bile düşünürdü. Varsın düşündün diye düşündü Memiş. Kasetini başından az kaydırdı. Terden ıslanmış yer yer ak düşmüş saçlarını sağ eli ile havalandırdı. Baktı karşılamaya gelen karısına. Kadın büyük bir telaş içinde elleriyle başındaki yemenisini düzeltirken bir yandan da ayağına ilk geçen ayakkabıyı giyinip kocasının yanına doğru koşar adım yaklaştı.  K arısının telaştan ayağının birine terlik birine kara lastik giymesine bakıp gevrek gevrek güldü.  "Kız Dürdane ne bu hal?" Kocasının eliyle ayaklarını göstermesine bakıp, boş ver dercesine elini havada salladı kadın. " Ne biliyim herif sen telaşlı telaşlı seslenince ayağıma ilk geleni giydim işte." Kocasının yüzüne baktı Dürdane. Memiş Memiş olalı böyle keyifli olmamıştı. Var bu herifte bir hal. Yohsam bağırtısı aşağı köyden duyulurdu yemek sofra nerede diye. Emme ekmek aş bilem sormayi ne oldu acep? Kocası çardağa doğru yürüyünce, o da peşinden yürüdü.  Onca yıllık aynı yastığa baş koyduğu erini tanımaz mıydı avrat olan? Tanırdı. Dürdane de Memiş'i öyle güzel tanıyordu ki, adamın çehresi düşse bilirdi neye canı sıkkın, iyi bir haber almışsa yine bilirdi. Aynı şimdi olduğu gibi göz bebekleri dahi sevincine ortak olurdu.  Aynı bayram çocukları gibi geldiğinden beri kıpır kıpır,vardı bunda bir iş. Bir merak bastı Dürdane 'yi sorsa hemen söylemez sormasa meraktan çatlayacak... "Sofra hazır mı?" "Hazır herifim." Çardağa oturdu Memiş. Bağdaş kurdu. Dik olan bacağına kasetini başından çıkartıp koydu. Eline aldığı Oltu taşı tesbihi çevirmeye başladı. Her tesbih tanesi şakırdadıkça sevinci taşacak sandı Memiş. "O zaman kızlara da söyle sofrayı çardağa taşısınlar!" İtiraz etti hemen Dürdane. Onca yorgunluğun üzerine birde kurulu sofrayı taşımalarına gönlü razı değildi. "Herif iki iş niye ettiriyon sofra zati hazır?" "Bırak hele garı gırh (kırk ) yılda bir keyfim yerine gelmiş sofrayı çardağa taşıyın!" deyip ayağa kalktı, arkasını döndü. Duvarın dibindeki musluktan elini yüzünü yıkadı. Dürdane bir koşu havlu getirdi. Memiş havluyla elini yüzünü kurulayıp havluyu Dürdane'ye geri uzattı.  M emiş çardağa yerleşirken, Dürdane içinden söylene söylene elinde havluyla içeri girdi. Kızlar sedirin ucuna emaneten oturmuşlar babalarının gelmelerini bekliyorlardı.  "Süheyla babanız sofrayı istiyo." "Of anne niye buranın suyumu çıkmış?" Sümeyra biraz üşengeç bir kızdı. Tüm gün yorulmuş olmasına rağmen bir kaşık dahi alıp çardağa götürmeye hali yoktu. Ama mecburdu da öte yandan. Babası istemişse dakikası dakikasına o iş olmak zorundaydı. "Söylenme edepsiz baban atan sofrayı çardağa istemiş çok mu? Adam dağ bayır demeden bu yaşında rızkımız için milletin sürüsünün derdini tasasını taşısın siz iki kap kaşık için sohranın!" Dürdanenin azarından sonra kuzu kuzu sofrayı çardağa taşıdılar. Hep berabar sedirlere yerleşip yemeklerini yemeye başladılar.  Memiş sofraya baktı bu kaçıncı üst üste yedikleri bulgur pilavıydı hatırlayamadı. Sabahları düğ çorbası yemekten, akşamları bulgur pilavĺa kuru soğanı katık etmekten bıktığını hissetti. Bu zamana kadar şikayetçi olmamış aksine verdiği için Allah'a hep şükrederdi. Para adamı değiştirir derlerdi de inanmazdı. Beye kız veriyordu daha kızını vermeden değişmeye başladığını hissetti. Bir an ürperdi.  Sofra da sessiz sedasız yemekler yenmişti. Kızlar ayaklandı sofrayı toplamaya başladılar. Kızların yanlarından uzaklaşmasıyla Dürdane kocasının dizinin dibine yanaştı. Elini Memiş'in bağdaş yapmış olduğu dizine koydu. Nazlı nazlı baktı Memiş'in yüzüne. Dayanamazdı Memiş, Dürdane'nin işvesine cilvesine. " Herifim, sürmelim..."  Başını döndürdü Memiş baktı karısına. Bugün pek de güzelleşmisti kadın. Al al yanaklar... Tövbe Yarabbi neler de düşünür olmuştu. Dürdane'nin bir çift lafı sözü yeterdi gönlünü coşturmaya. Aldırmaz görünüp tesbihini çevirmeye koyuldu. " De bana evimin direği, sende bugün bir haller var. Sormayım herifimin kendisi anlatsın dedim olmadı. Merakran öleceğim sanki." deyip sağ elini göğsünün üzerine koydu. "De hele herif , Topal İso niye çağırmış ki seni?" Memiş karısının merakını şimdi giderme taraftarı değildi. Karısının elini dizinden çekti. " Süheyla'ya söyle birer kahve yapsın ondan sonra geçin karşıma meramını giderecem." Dürdane biraz bozulmuş bir şekilde kalktı Memiş'in dizinin dibinden. Adamda bir gizemler bir gizemler neydi bu haller? Onca yıllık karısından gizlisi saklısı olmazken hatta aklının almadığı işlerde bile Dürdane'ye danışan ondan akıl alan adam bugün sır küpü olmuş çıkmıştı.  Söylene söylene mutfağa girdi.  Süheyla annesinin söylenmelerine şaşırmıştı. "Hayırdır anne kime söyleniyon sen öyle?" "Kime olacak babanıza söyleniyom!" "Niye ki? " bu defada Sümeyra lafa karıştı. Dürdane kızlara baktı.  "Babanız kahve istedi yapın çardağa getirin birşey diyecek herhalde" Kızlar birbirlerine bakıp;  "Düğün değil bayram değil kahvede neyin nesi?" deseler de Dürdane çoktan mutfaktan çıkmıştı.  Kızlar anlam veremedikleri bu durum karşısında şaşkın şaşkın birbirlerine bakışıp durmalarına Süheyla son verdi . Tahta rafın yan tarafına civiyle asılı bakır cezveyi alıp beton tezgahta çalkaladı. Tahta rafın ikinci katının sağ köşesine dizili kavanozlardan kahve kavonozunu alıp beton tezgaha koydu. Eline maşayı alıp sobadan köz çıkartıp mangala koydu.  Sümeyra ablasını izliyordu. Süheyla kardeşine kızgın bir şekilde baktı. "Ne dikiliyon orda yalı kazığı gibi çıkartsana kahve fincanlarını!" "İyi be ne kızıyon? Zaten küçüğüm diye gelen vuruyo giden vuruyo!" "Küçül de cebime gir. Aramızda sadece iki yaş var." "Ne olmuş iki yaş varsa? Sonuçta bu evin küçüğü benim.  Süheyla'nın sabrını taşırtmayı başarmıştı Sümeyra; "Küçük taşın altına girme hemi! Getir şu fincanları!" Omuz silkti Sümeyra; "Getirmem küstüm sana." Baktı Süheyla kardeşinin gerçektende küçük olası tuttu. O da alttan almakta buldu çareyi.  "Güzel bacım babam acil istemiş kahveyi. Biz bu kahveyi kimlere yaparız? " Sümeyra biraz yumuşamıştı bir yandan kahve fincanlarını çıkartıp musluğu açıp akan su ile fincanları çalkalayıp; " Ne biliyim abla kime yaparız? " Süheyla bıkkınlıkla nefesini dışına verdi; " Dünürcülere veririz kahveyi ne biliyim önemli misafirlere veririz. Bugün her ikiside olmadığına göre kesin güzel birşey oldu ki babamın keyfi yerinde.  Sümeyra başıyla ablasını onaylayıp tepsiye yerleştiridiği fincanları Süheyla'ya uzattı. 
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE