7

1388 Kelimeler
Keyifli okumalar.. Ona aşıktım. Ama onun bana aşık olmadığından emindim. Beni mahallede o halde gördüğünde, belli ki acımıştı ve bu yüzden beni yanında tutmak istiyordu. Evlenmezsek yanında kalmayacağımın farkındaydı. Benim anlamadığım şey, bir gün içinde bu planları nasıl yaptığıydı. Öncesine dayanan bir şeyler var mıydı? "Bırak beni," deyip, belimdeki ellerini kavradım ve vücudumdan ayırdım. Kafam allak bullaktı. O ne yaparsa yapsın ben şu hayattaki tek varlığından vazgeçip, ayrı kalamazdım. Kucağından kalkıp üzerimi düzelterek, kızaran yanaklarımı gizlemek için salondan ayrıldım. Hızlı adımlarla yukarıya çıkıp onun odasına girdim. Kapıyı kapatıp sırtımı yasladıktan sonra, işaret ve orta parmaklarımı dudaklarıma götürdüm. Zaten kötü olan her şey caydırıcı bir cazibeye sahipti. O bana aşık değildi. Hoşlantısı vardı belki, ama beni yanında tutmasının nedeni acıma duygusuydu. Sevgilisi de yoktu, bunu yapmakta tereddüt bile etmediğine emindim. Melis'le yaklaştığına bir kaç kez şahit olmuştum, ama pek umursamamaya çalışmıştım. Pekala içten içe kıskanıyordum, ama sevgilim değildi ve bunun kendi kendime ne kadar saçma bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım. Ben bir kaç dakika önce ona yenik düştüm. Aptalım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, tekrar aşağıya indiğimde, Karan'ı salonda göremedim. Kaçsam bile gelip bulacağını ve beni yine de tehdit edeceğini biliyordum. Ama en azından annemle konuşmak istiyordum. Anlamıyordu işte. Annemin bir suçu yoktu ki, hepsi o insan kılığına girmiş komşuların suçuydu. Onların sığ düşüncesiydi. Benim annem kötü bir kadın değil. "Karan?" Diye seslenerek salona doğru ilerleyip her tarafa baktım. O yoktu ama telefonu sehpanın üzerinde kalmıştı. Hızla telefonu elime alıp ekranı açtığımda, şifreyle karşılaşıp gözlerimi anlık kapattım. Yaşından başlayıp doğum gününe, ve bir kaç rakamla harf tuşladım. Ama hâlâ açılmıyordu. Alnımdan boncuk boncuk terler akmaya başlamıştı. Aklıma gelen tüm seçenekleri tuşladım, fakat hepsi yanlıştı. "Arya..." Hızla arkamı dönüp, telefonu arkama saklayarak ela gözlerine baktım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken, bir adım geriledim ve alt dudağımı kemirerek, suçlu çocuklar gibi başımı önüme eğdim. "Telefonumu mu karıştırıyorsun?" Dediğinde, gözlerine bakmadan başımı iki yana salladım. "Şifresini bilmek ister misin?" Dediğinde, yutkunup başımı kaldırarak gözlerine baktım. Başımı olumlu anlamda sallarken, aynı zamanda korkudan içim içimi kemiriyordu. "Arya..." "Efendim?" "Arya diyorum..." "Ben de efendim diyorum?" "Şifre Arya!" Küçük çaplı bir şoktan sonra kontrol etmek için telefonu iki avucumun içine aldım ve şifre yerine adımı yazdım. Kilit açıldığında başımı kaldırıp, şaşkın bakışlarımı gözlerine diktim. Çapkın şekilde göz kırptığında, içimde bir şeyler kıpırdadı. "Ben... annemi arayabilir miyim? En azından sesini duyup, iyi olduğunu bilmek istiyorum..." diye mırıldandığımda, kaşlarını çattı ve öfkeli şekilde gözlerini devirdi. "Neden ama?" Dediğimde, sesim fazlasıyla yüksek çıkmıştı. Gözleri gözlerimi buldu ve kaşlarını biraz daha çattı. Hızlı adımlarla yanıma ulaştığında, yavaşça üzerime eğildi. "Hayır dediysem, vardır bir bildiğim. Boşuna uğraşma, kararımı değişemezsin!" Deyip, telefonunu elimden sertçe çekip aldı ve irkilerek bir adım daha geriledim. Gözlerim dolarken, ağlamamak için dişlerimi birbirine sıktım. "Seni istemiyorum! Senden nefret ediyorum! Anladın mı beni?!" Diye bağırdığımda, duraksadı ve çatık kaşlarının altından gözlerime bakmaya devam etti. "Hanzosun! Yabani herifin tekisin! Tek hücreli beyninle beni düşünmesen de olur, sana beni düşün diyen olmadı!" Diye tısladığımda, göz yaşlarım çoktan serbest kalmıştı. Ama sinirdendi. Arkamı döndüm ve koltuğun diğer tarafından dolanarak kapıya doğru yürüdüm. "Arya buraya gel!" Diye bağırdı ama ayak seslerini duyamadım. Duraksamadan kapıyı açtım ve bahçeye çıkıp yürümeye başladım. Ne param, ne telefonum, hiçbir şeyim yoktu ve bu dağ başında nereye gideceğimi bilmiyordum. Arkama baktığımda peşimden gelmediğini görüp, rahatça yürümeye devam ettim. Üzerimdeki incecik tişörtle üşürken, kollarımı vücuduma sarıp adımlarımı hızlandırdım. Ara sıra arkama bakarak yürümeye devam ettim ve ormanın içindeki arabanın geçe bileceği bir çığırda yürümeye başladım. Aniden gök gürlediğinde başımı kaldırıp gök yüzüne baktım. Birazdan muhtemelen yağmur yaacaktı. Derin bir nefes aldım ve kollarımı vücudumdan açarak koşmaya başladım. Ayaklarıma batan taşlar canımı yaksa da, durursam daha çok acıyacağımı hissediyordum. Olur öyle bazen, uzaktan çok güzel görünür. Tanırsın ve onu beğendiğin için kendinden iğrenirsin. Şu an tam da bu duyguları yaşıyorum. Ben bu adamdan mı hoşlanmışım? O kusursuz görünen Karan, meğerse kusurların efendisiymiş. Bazılarının kusurları dışında, ama onun kusurları ise içinde. Bir kez daha arkama baktım ve koşmaya devam ettim. Göremediğim bir çamur deryasına kapaklandığımda, ellerim ve dizlerimin üzerinde durup hıçkırarak ağlamaya başladım. "Şerefsiz köpek!" Diye mırıldanarak ayağa kalktım ve yürümeye devam ettim. Gök gürlemeye devam ederken, koşmaktan ısınan vücudum bir nebze olsun rahatlamıştı. Ama nereye gittiğimi hâlâ bilmiyordum. Ellerimin çamurunu üzerime silip, alnımın terini elimin üstüyle sildim. Ormanın içindeki uçsuz çamurlu yolda yürürken, iki tarafım da kurumuş ağaçlarlarla doluydu. Yolun tam ortasıyla yürüyor, ara sıra kendi eksenimde çıldırmış gibi dönüyordum. Ayaklarımın altı artık nasır tutmuş gibi sızlarken, şimşeklerin çakmasıyla irkildim. Dizlerimin takati git gide kaybolurken, inatla yürümeye devam ettim. Kaç dakika olduğunu bilmiyordum ama evden baya uzaklaşmıştım. Üstelik kaçmamıştım, gözünün önünde evden ayrılmıştım ve o bana engel olmamıştı. Garip. Yağmur yavaş yavaş çiselemeye başlarken, daha şimdiden pişman olmaya başlamıştım. Belki de gidemeyeceğimi ve bir yerlerde yığılıp kalacağımı bildiği için durdurmamıştı. Kaskatı kesilmiş çamurla kaplı ellerimi vücuduma sarıp, bir ruh gibi yürümeye devam ettim. Yol boyunca yürüyordum ve bu yol bir türlü bitmiyordu. Otostop yapacağım bir araba bile geçmiyordu. Sanki burası Allah'ın unuttuğu yerdi. Dakikaların sonunda nihayet yol kenarına çıktığımda, dönüp arkama baktım. O ormanın içine giden yol, şimdi daha ürkütücü görünüyordu. Sanırım orada saklanmak amaçlı yaşıyorlardı. Daha yirmi dört saat bile olmadan onlar hakkında öğrendiklerim ürpermeme yetiyordu. Yağmur şiddetini arttırmaya başladığında, araba geçmesini beklediğim için saklanamadım. Tepeden tırnağa sırılsıklam olmuşken kollarımı vücuduma sardım ve titreyen çenemi sabit tutmak için dişlerimi birbirine sıktım. Ayaklarımın dokunduğu toprağın tüm soğuğu içime işlerken, yolun bir sağına, bir de soluna baktım. "Lanet olası cehenneminizden bir araba bile geçmez mi sizin?!" Diye bağırarak, ellerimi ensemin etrafına sardım ve yolun ortasına doğru yürüdüm. "Allah'ım lütfen!" Diye çığlık atarak gök yüzüne bakarken, sesim tüm ormanda yankılandı. "Cehennem mi burası?! Çıkış yok mu?!" Diye bağırarak yürümeye devam ettim. Burası cehennemden farksızdı. Sanki burada onlardan başka insan yaşamıyordu. "Sanırım çıkış yok..." diye mırıldanarak, omuzlarımı düşürdüm ve ruhsuz adımlarla yolun kenarındaki taşa doğru yürüdüm. Taşın üzerine oturup dizlerimi kendime çekerek, kollarımı dizimin etrafına sarıp, sağanak haline ulaşan yağmurun altında beklemeye başladım. Dakikalar su gibi akıp geçerken, yağmur git gide şiddetini arttırıyordu. Sanki doğa bile beni cezalandırıyordu. Kötü olan ben miydim? Neden hep benim canım yanıyordu? Üstelik kimseye hiçbir şey yapmadığım halde. Umudum tükense de son kez yolun iki tarafına da baktım, fakat kimseyi göremedim. Muhtemelen öğlen saatleriydi ve belki de akşama kadar hiçbir araba geçmeyecekti. Yüzümü dizlerimin üzerine gömdüm ve sırtıma bir kurşun misali saplanan sayısız damlaları hissettim. Yıkılmam Kulaklarımda çınlayan sesler bir arabadan mı geliyordu, yoksa ben çok istediğim için gayipten sesler mi duyuyordum? Yüzümü dizlerimin arasından çıkarıp, hızla ayağa kalktım. Sendeleyerek attığım adımlarla tekrar yola yaklaştım. Uzaktan bir araba geliyordu. Siyah sedan bir arabaydı. Takati kalmayan ellerimi havaya kaldırdım ve çapraz şekilde sallamaya başladım. Araba yanımdan geçip bir kaç metre ilerledi ve ben tam umudumu yitirmişken durdu. Sevinip gülümseyerek arabaya doğru yürüdüm. Ayaklarıma batan taşları önemsemeden arabaya yaklaştım ve siyah filmle kaplı cama tıklattım. Bir kaç saniye sonra kapı açıldığında geriye doğru adımladım. Arabadan genç bir adam inip, dirseğini kapıya yaslayarak beni baştan aşağıya doğru süzdüğünde, yutkunup geriye doğru adımladım. "Kayıp mı oldun güzelim?" Deyip, pis bakışlarını üzerimde gezdirdiğinde, ondan yardım istemek yerine, burada kurda kuşa yem olmak daha cazip geldi. Sürücü koltuğunun kapısı da açıldığında, oradan da genç bir adam indi ve o da yağmur dolayısıyla gözlerini kısarak bana baktı. Öndeki adam kapıyı sertçe kapatıp bana doğru geldiğinde, güçsüz düşen adımlarımla geriye doğru yürüdüm. Diğeri de arabanın önünden dolanıp bana doğru geldiğinde, artık sonumun kötü olacağından emin oldum. Arkamı dönüp olabildiğince hızlı şekilde koşmaya başladım. "Dursana güzelim! Nereye?" Sendeleyerek koşarken bir anda saçıma asılmasıyla durup geriye doğru savruldum. Yüzümü acıyla buruşturup inlerken, diğer elini de belime sardı ve beni kendine çekti. Yağmurun esaretinde donan bedenim bir anda harlandı ve korkuyla titremeye başladım. "Bırak beni!" Diye inleyip, çığlık attığımda diğeri de yanına ulaşıp, elini kalçamın üzerine koydu. "Nereye güzelim? Daha yeni geldik!" Diyerek saçlarım biraz daha asıldığında, ormanı inletecek bir çığlık savurdum. Onlara yalvarmak saçmalıktı, tek çarem bu cehennemin dibinde bir umut bağırmaktı. Ama unuttum, çığlıklarımızı kimsenin duymadığını. Kollarımdan tutup sürükleyerek ormana götürdüklerinde, asılıp çığlık çığlığa çabalıyordum. Öyle bir yerdi ki, şeytan bile yolunu şaşırmasa gelmezdi. Adem oğulları şeytandan daha korkunç bir hale gelmişlerdi. Çığlıklarım boğazımı yakarken, ormandaki kuşların bile benim için bağırdıklarını duydum. Sanırım bu lanetlenmiş yerde ölecektim. Tam da şu an bu adamın altında can verecektim. Vicdanları kurumuş, gözleri dönmüştü. Çaresizce çırpınışlarımı kâle almıyor, zevk kahkahaları atıyorlardı. Üzerimdeki tişört saniyeler içinde paramparça olurken, iğrenç ellerini vücudumda karış karış dolandırıyordu. Fahişeler suçlanır, onları fahişe yapan adamlar değil. Karanlık düşmesi için, geceyi beklemeye gerek yoktu. Burası zaten karanlıktı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE