6.Bölüm

2585 Kelimeler
Keyifli okumalar... Semih'in söylediği kelimeler ortamda ölüm sessizliği oluştururken, sorduğum soru neredeyse üç dakikadır yanıtsız kalmıştı. Elimdeki çatalı sertçe tabağımın içine bırakıp, hızla ayağa kalkarak masadan uzaklaştım. Doğrudan kapıya yönelen adımlarım bu sefer durmaya niyetli, durdurulmaya itaatkar değildi. Dış kapıyı açıp öfkeli şekilde evden çıktığımda, Karan'ın arkamdan seslenmesine rağmen durmadım. Adam benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynamıştı. Yaş farkımız bu kadar iken, bir de benimle aynı sınıfta olması onun bir manyak olduğunu gösteriyordu. Bunun başka açıklaması yoktu. O sanki benim düşünüyormuş, üzmeyecekmiş tavırlarına inanacağımı düşünüyordu. Ama bende büyük bir güven kaybının daha yedi yaşımda oluştuğunu bilmiyordu. "Arya! Dursana! Nereye gittiğini sanıyorsun?!" Diye bağırdığında, öfkeli bir soluk vererek durup arkamı döndüm. Bir kaç adımlık mesafeyi de bırakıp yanıma ulaştı. Ellerini yanaklarıma koyduğunda ellerimin üst tarafıyla sertçe ittim. "Bana dokunma! Silah sattığın yetmiyormuş gibi...." diye bağırdığımda, sol elini ağzıma bastırdı. Elini ağzmdan çekmek istediğimde, diğer eliyle belimden kavrayıp buna engel oldu ve başını onaylamaz anlamda salladı. "Bağırma, ben sana bağırıyor muyum?" Dedi, sakin bir tonda. Ela gözlerinin içinde yorgunluk ve bitmişlik vardı. Benim kahvelerimin de ondan bir farkı yoktu. "Sakin ol," diyerek ağzımdaki elini çekip, dudaklarını alnıma bastırdı. "Gel benimle, ne bilmek istiyorsan anlatacağım. Yeter ki, ikide bir böyle yapma. Seni zorlamak istemiyorum. Kendi isteğinle yanımda kalmanı istiyorum. Beni zorlama." Dedi, düz bir sesle. Kelimeler dolgun dudaklarının arasından çıkarak alnıma döküldüğünde, yavaşça geri çekilip gözlerime baktı. Belimdeki elini yavaşça çekip, elini kolumun iç tarafında koyarak, parmaklarını yavaşça süzerek elimi avuçladı. Parmaklarını parmaklarıma kenetleyerek beni eve doğru yönlenirdi. Ne kadar korksam da, sanki dokunduğunda rahatlıyordum. Bunu biliyordu ve bu yüzden böyle yapıyordu. Farkındaydı. Yandan pfofiline baktığımda durgun görünüyordu; ne sinirli, ne de çok yumuşak. Zaten onun daha yumuşak halini görmemiştim ama genelde rahat tavırları vardı. Eve geri döndüğümüzde salona geçmeden, doğrudan yukarıya çıkıp yatak odasına girdik. Kapıyı kapatıp elimi bırakarak, yatağın baş tarafında tek dizini kıvırarak oturdu. Yutkunup bakışlarını gözlerime çevirerek, elini yatağa koyup beni çağırdı. Bakışlarımı gözlerinden ayırmadan yavaşça ilerleyerek tam önünde oturup, yönümü ona çevirdim. Sırtını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapatarak, kollarını göğüs hizasında birleştirdi. Bir an uyuyacak sanırken anlatmaya başladı. "Karan kim, bu gün sana onu anlatacağım. Korksan da, korkmasan da bir farkı olmayacak. Madem anlatmamı istiyorsun, o zaman korkularını bir kenara bırakmalısın..." dedi, düz bir sesle. Gözlerini hâla açmamıştı ve sanırım baya yorgundu. "Dinliyorum, sanki başka şans mı bıraktın?" Diye sorduğumda, tek gözünü açıp bana baktı ve yüzünde iki saniyeliğine bir gülümseme oluştu. Gözünü tekrar kapatıp sertçe yutkundu. Bakışlarım esmer teninin üzeride boğazındaki kabarık adem elmasına indi ve derin bir nefes aldım. "Öncelikle şunda anlaşalım, ben uçkur sevdalısı değilim. Sana zorla bir şey yapmam, bu yüzden bu konuda benden korkma. Zaten korkman gereken asıl şeyler bunlar değil..." dedi. Kanım dondu. "Tamam." Diye mırıldanıp, meraktan alt dudağımı çekiştirdim. "Yirmi beş değil, yirmi üç yaşındayım. Semih yuvarlayarak söyledi. Bana inanmazsan kimliğime bak derdim ama şimdi onu da değiştiğimi düşüneceksin," dediğinde, sinirli şekilde kıkırdadım. Tek gözünü açıp bana baktığında, "Aynen öyle," diyerek kaşlarımı kaldırdım. Göz kapağını tekrar indirip derin bir nefes aldı. "Evet, doğru biliyorsun. Zaten pencereden gördüğünün farkındaydım. Sen beni görürken, seni görmediğimi mi düşündün?" Dediğinde, yüzünde sinsi bir gülüş oluştu. Bense sessiz kalmayı tercih ettim. "Hâlâ okula gitmemin sebebi, daha önce okuyamamış olmam. Bu yüzden liseyi bitirmek için geldim. Dışarıdan bitire de bilirdim, ama belli sebeplerden dolayı okula gitmek zorundayım....." Şaşkınlıkla onu dinlerken, bakışlarımı beni görmemesinden faydalanarak yüzünde gezdirdim. Siyah kalem kaşları, yeni çıkan saçları ve kırmızıya yakın bir tonda dolgun dudaklarıyla gerçekten yakışıklı bir adamdı. Aslında onu daha önceden de süzmüştüm ama ilk defa bu kadar yakından ona bakıyordum. Vücut yapısı ve davranışlarıyla zaten bir lise öğrencisi gibi değildi. Ve sanırım ben de onun olgun oluşundan hoşlanmıştım. Şimdi kayıplara karışmış olan gamzesinin yerine baktım. Dudaklarım yavaşça aralandı. Ezberlemek ister gibi her santimetre karesine bakıyordum. "Semih ve Tuana öz kardeşim değil. Kan bağı yok. Ama öz kardeşim gibiler. Oğuz ise öz kardeşim. Hepimizin bir görünen, bir de görünmeyen hayatı var. Artık karım olduğuna göre, duyduklarına ve gördüklerine şaşırmaman için bunları sana anlatıyorum..." dedi, uykulu bir sesle. Sanırım uyuya kalıyordu. "Uyuma, devam et." Dedim meraklı bir sesle. "Yorgunum," diyerek göz kapaklarını kaldırdı. Ela gözleri bir kurt gibi kısılmıştı. Bir süre gözlerime bakıp derin bir iç çekti. "Zaten yorgunum, sen de yorma..." deyip, bakışlarını kaçırarak ayağa kalktı. Yanımdan geçip dolaba yöneldiğinde, bakışlarımla onu takip ettim. Havlu ve eşofman alarak banyoya girdiğinde, ayağa kalkıp odadan çıktım. Aşağıya indiğimde sofranın toplanma sesi eşliğinde ilerledim. Oğuz kaçmış, Semih ve Tuana sofrayı topluyorlardı. Yavaşça yanlarına yaklaşıp Karan'ın ve kendi tabağımı alıp onlara yardım ettim. Tuana Semih'e benziyordu ama gözleri Karan gibi elaydı. Oğuz ise hiçbirine benzemiyordu, bariz sarışın bir çocuktu. Sadece izlemekle yetiniyordum ama Semih'e soramasam da, Tuana ile konuşabilirdim. En azından o beni aileden sayıyordu. Anlamadığım şey, Semih başta karşı çıkarken, şimdi karşı çıkmıyordu. Sofrayı toplayıp mutfağa götürdüğümüzde, Tuana ve Semih hiç konuşmadan mutfaktan ayrıldılar. Bulaşıkları makineye yerleştirirken, aniden elektriklerin gitmesiyle irkildim. Oysa sokaktaki lambalar yanıyordu ve önümdeki pencereden içerisi biraz olsun aydınlanıyordu. Gözlerimin alıştığı kadarıyla bulaşıkları yerleştirip, makinenin kapağını kapattım. Musluğu açıp ellerimi yıkarken, boynumda hissettiğim sıcak nefes korkmama neden oldu. Omzumun üzerinden yavaşça arkaya döndüğümde, Karan'ın kara saçlarından süzülen damlalar omzumun üzerine düştü. Kollarını iki yanımdan tezgaha yasladığında, çıplak göğsünü sırtımda hissedip biraz daha tezgaha yaslandım. Dolgun dudaklarını omzuma yavaşça bastırıp geri çekildiğinde, parmaklarını saçlarının arasından geçirip dağıttı. Saçlarından fırlayan su damlaları tenimle buluşurken, kalp atışlarımın hızlandığını fark ettim. Açık kalan musluğu kapatıp, bileğimden kavrayarak beni kendine döndürdü. Bu sefer kalçam tezgaha yaslanırken, ela gözlerini yüzümün her ayrıntısında gezdirdi. Parmaklarını şakağımın üzerine koyup, saçlarımı parmağına dolayarak kulağımın arkasına yerleştirdi. Parmaklarının sırtını yanağım boyunca gezdirirken, gözleri gözlerime kenetlenmişti. "Yarın yaparsın, sen de yorgunsun." deyip elimi kavradı, "Uyuyup dinlenmen gerek." Diyerek üzerimden çekilip beni de peşinden sürükledi. Mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldiğimizde, sanki ruhum bedenimden ayrılıyormuş gibi hissettim. Dokunmayacağını söylemişti, dokunur muydu? Düşünceler beynimin içini kemirirken, yatak odasının kapısını açıp beni de içeriye girmem için yönlendirdi. Yavaşça içeriye girip bir kaç adım atarak durdum. Korku ve heyecanın karışımıyla hızlana kalp atışlarım, dışarıdan duyuluyor gibi hissediyordum. Yanımdan geçip yatağa oturduğunda, şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Sırtını yatağa atıp ellerini başının altına koyarak gözlerini kapattı. "Gel," dedi sakin bir sesle. Yatağın etrafından dolanırken, gözlerimi ondan ayıramadım. Ay ışığının vurduğu vücudunda sadece siyah eşofman altı vardı. Esmer teninin üzerindeki kaslarına bakmaktan kendimi alı koymaya çalıştım. Yatağın diğer tarafına oturup, yavaşça aşağıya doğru süzüldüm. Yüzüm ona dönük şekilde uzanıp, ellerimi yanağımın altına birleştirdim. Bakışlarım bir süre yüzünde gezdikten sonra, yorgun gözlerim ağırlaşmaya başladı. Ve o ay ışığını yansıtan güzelliği daha fazla izleyemeyeceğimi fark edip, gözlerimi usulca kapadım. ✴✴✴ Gözlerimi güçlükle açmaya çalışsam da bunu başaramıyordum. Yatakta huysuzca döndüğümde güneş ışıklarının yüzüme vurmasıyla elimle alnıma çatı yaptım. Doğrulup tek gözümü aralayarak etrafa baktım. Karan'ın odasında, yatağında olduğumu fark edip alt dudağımı ısırdım. Bir an dünün rüya olduğunu sanmıştım. Ama o kabustan farksız gün, tamamen gerçekti. Bir insan sadece bir günde ne kadar olay yaşayabilir? Ben sıralamayı takip edemedim, öyle bir fırsatım olmadı. Fazla hızlı gittik, hızlı yaşadık. Dün sabah bakıştığım ve yanına yaklaşmaktan çekindiğim adamın şimdi karısıyım ve yatağında uyanıyorum. Harika! Ayaklarımı yere sarkıtıp yataktan çıktım. Yere kadar uzanan pencereye yaklaşıp, elimi kenarına koyarak dışarıya baktım. Gözlerim bahçedeki kum torbasına yumruklar indiren Karan'a sataştığında kaşlarımı çattım. Ben zor uyanıyorum, bu adam bu saatte spor yapıyor. Doğrudan banyoya geçip elimi yüzümü yıkadıktan sonra, odadan çıkıp aşağıya indim. Bu gün pazardı ve dolayısıyla okul yoktu. Gerçi beni okula gönderir miydi bilmiyorum ama bir umut sorabilirdim. Yasak olan tek şeyin gitmem olduğunu söylemişti. Salondan geçtiğimde henüz hiç kimse yoktu. Bu saatte uyuduklarına göre bizden akıllı oldukları kesindi. Yavaş adımlarla açık kalmış bahçe kapısına yaklaştım. Beyaz tülleri kenara iterek dışarıya çıkıp, yavaşça adımladım. Bakışlarım Karan'dan arılmazken, yan yana koyulmuş tekli koltuklardan soldakinin kol kısmına oturdum. Saçlarımı kulağımın arkasına verip onu baştan aşağıya süzdüm. Esmer teni ve uzun boyunu kapatan tek şey üzerindeki siyah kısa şortuydu. Arada yaklaşık on metre olmasına rağmen, alnından akan terlerin önce boynuna, oradan göğüslerine ve baklavalarının üzerine damladığını seçebiliyordum. Simsiyah saçları terden ıslanmış alnına dökülmüştü. Kaslı uzun bacakları ve geniş sırtı nefes kesici görünüyordu. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirip, sertçe yutkundum. Vücudunda seğiren her bir kası ezberlerken, dakikalardır durmadan önündeki kum torbasına yumruk ve diz darbeleri indiriyordu. Ellerindeki siyah bandaj ona aşırı karizmatik bir hava katmıştı. Alt dudağımı çekiştirip adeta eriyerek onu izlerken, bir anda duraksadı ve ela gözleri beni buldu. Sol gözünü kırptığında kalbimin durduğunu hissettim. Sporuna devam ettiğinde, kızaran yanaklarım ve ben oradan uzaklaştık. Pekala çok fazla utangaç biri değildim. Hatta birini bu kadar iyi süzdüğümü hatırlamıyorum. Ama adamda bakılacak, hatta tapılacak bir karizma varsa bu benim suçum mu? Okulun en karizmatik çocuğu, okulun en odun kızına aşık oldu. Aşık mı oldu? Orası tartışılır. Bu kız ona çoktan tutuldu, ama o farkına bile varmadı. Salona geçip mutfağa yöneldiğimde, üzerinde saten şort ve ince askılı bluzdan oluşan geceliğiyle esneyerek aşağıya inen Tuana'a takılı kaldım. Bakışlarımla onun mükemmel vücudunu süzerken, buruşturduğu yüzüyle bana doğru ilerledi. Uzun bacakları neredeyse benim kadardı. Ailecek mankenlik ajansından fırlamış gibiler ve ben onların yanında kendimi bir sülük gibi hissediyorum. "Günaydın tatlım," deyip yanağımdan makas aldıktan sonra, gayet rahat bir tavırla yanımdan geçip mutfağa girdi. Kaşlarımı kaldırıp omuzlarımı silkerek peşinden gidecektim ki, merdivenlerden gelen ayak seslerini duyup tekrar geriye baktım. Bu sefer merdivenlerden inen kişi, sadece altındaki siyah eşofmanı ve uykudan şişmiş gözleriyle karşıma dikilen Semih'ti. Oğuz hariç hepsi cool. Oğuz bana çekmiş herhal. "Günaydın fıstık," diyerek saçlarımı karıştırıp yanımdan geçtiğinde, ağzım açık şekilde donakaldım. "Geç kaldım! Lan sizi piçler! Neden beni uyandırmadınız?!" Diye bağırarak merdivenlerden inen Oğuz, omzuna attığı spor çantasıyla kapıya doğru koştu. Son anda beni fark edip, bir elini havaya kaldırdı. "Günaydın evdeki tek normal insan!" Diye bağırarak evden çıkıp kapıyı kapattı. Hâlâ ağzım açıkken omzuma dokunan el irkilmeme neden oldu. Omzumun üzerinden geriye baktığımda, Karan elini belime dolarak dolgun dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi. "Günaydın kraliçem." Dedi, buğulu bir sesle. Yutkunup başımı onaylar anlamda salladım. "Gü-günaydın," diyerek bakışlarımı çıplak göğsüne indirip, tekrar parlayan ela gözlerine baktım. Alt dudağını çekiştirerek bakışlarını kıstığında, gözlerimi gözlerinden kaçırıp mutağa girdim. Semih ve Tuana sohbet ederek kahvaltı hazırlıyorlardı. "Bu gece değil mi?" Dedi Semih. "Aynen gidelim ya, ne zamandır gitmiyoruz." Diye cevap verdi Tuana. Bakışları beni bulduğunda, "Şu kızı da götürelim, Karan'la sıkıntıdan patlar evde..." dedi elindeki bıçağı sallayarak. Ortadaki tezgaha taklaşıp, boyuma göre uzun kalan sandalyelerden birine oturdum. Semih yeşillerini gözlerime dikip, ağzına attığı salatalık dilimini çiğnedi. "Neden sıkılsın ki, dün gecenin devamını getirirler. Daha birbirlerine doyamamışlardır. Bence yalnız bırakalım..." deyip, gözlerini devirerek Tuana'ya baktı. Kızaran yanaklarımı gizlemek için başımı önüme eğip, derin bir nefes aldım. Aynen öyle seviştik ki, ondan bu kadar yorgunuz. Hatta yatağı kırdık... "Ay haklısın tatlım ya, ben de düşünemedim işte..." dedi Tuana, ağzını yayarak. Utanç dolu bakışlarımı kaçırıp, Semih'in önüme bıraktığı taze portakal suyundan bir kaç yudum aldım. Fazla açık sözlü, fazla rahatlardı. Aslında ben de rahat biriydim ama şu an utanmadan edemiyordum. Bir kaç dakika sonra, "Semih, üzerine bir şey giyin." Diyerek mutfağa giren Karan'a omzumun üzerinden baktım. Duş almış, siyah bir tişört ve siyah kot pantolon giyinmişti. Yanağıma öpücük kondurduğunda, şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Evde yengeniz var, çıplak gezmeyin. Doğrarım..." dedi, ciddi bir ifadeyle. Bunu masanın üzerine bakarak söylemişti. Bakışlarım Semih'i bulduğunda, elindeki bıçağı sertçe bırakıp mutfaktan ayrıldı. Yüzümü Karan'a çevirdiğimde Tuana'nın önüne bıraktığı tabağa bir kaç dilim domates ve salatalık bıraktı. Bir dilim ağzına atıp çiğneyerek bana baktı. Yanağımdan makas aldığında, ikinci olduğu için yanağımın uyuştuğunu hiss ettim. Sanki hepsi birbirinin genetik kopyasıydı. Parmaklarımın arasındaki bardaktan bir kaç yudum daha alıp, kaçamak bakışlarla Karan'ın profilini izledim. O sırada Tuana'dan bir şeyler istiyordu ama ben sadece onu izlemekle yetiniyordum. Kemikli yüzü ve sert hatlarının yanı sıra, kalkık burnu ve upuzun kirpikleri iştah açıcıydı. Önüme dönüp kendimi hafifçe sarsarak kendime gelmeye çalıştım. Adam beni resmen büyülüyordu. Tuana da önümdeki sandalyeyi çekip oturduğu sırada Semih mutfağa girip, Tuana'nın yanındaki sandalyeye oturdu. Üzerine gri renk bir tişört geçirmişti ve bu yeşil gözlerini iyice ortaya çıkarıyordu. "Oldu mu?" Dedi Karan'a yönelik. Karan ona bakmadan kafasını sallamakla yetindi. "Biz birazdan çıkıyoruz," diyen Tuana'ya baktım. "Yeni evli çiftimizi başbaşa bırakalım..." diye eklediğinde, midemin kasıldığını fark ettim. Karan'a baktığımda yine kafasını sallamakla yetindi. ✴✴✴ Kahvaltı bittikten sonra, Semih ve Tuana hazırlanmak için yukarıya çıkmışlardı. Cezveyi bulup iki kişilik kahve yaptım. Niyetim Karan'ı yumuşatıp annemle buluşmak için izin almaktı. Ve bir de şu okul ve eşyalarım konusunu konuşmak. Kahveleri küçük kupalara dolturup elime alarak mutfaktan çıktım. Karan salondaki bej rengi koltuğa yayılmış, televizyonda bir film açmış seyrediyordu. Sürekli yorgun görünüyordu. Belki de okul çıkışında çalışıyordu. Evet çalışıyor silah satmakla meşkul kendisi. Bir an onun normal biri olduğunu düşündüğüm için, kendimden özür dilemem gerek. Yavaşça ilerleyip, koltuğun etrafından dolanarak elimdeki kupalardan birini ona uzattım. Önce kaşlarını şaşkınlıkla çatıp, daha sonra uzattığım kupayı avuçladı. Bunu yaparken parmaklarını parmaklarıma sürttü. Küçük dokunuşlar. Yanına oturup parmaklarımı elimdeki kupanın etrafına sararak bir kaç yudum aldım. Bakışlarını yüzümde hissettiğimde yüzümü ona çevirip gözlerine baktım. "Seninle konuşmam..." cümlemi yarım bırakan ses, Tuana'nın topuklu ayakkabılarının sesi oldu. Karan da benim gibi dirseğini koltuğun üzerine koyarak arkaya baktı. "Biz gidiyoruz, iyi eğlenceler..." deyip kırmızı eteğini savurarak dış kapıya doğru yürüdü. Peşinden merdivenleri inen Semih ise hiçbir şey söylemeden evden çıktı. Dizimin birini kırarak yönümü Karan'a çevirerek oturdum. Elindeki kupayı dudaklarının arasına götürüp bir kaç yudum aldı. Ben de kahvemden bir kaç yudum alıp, kupayı sehpanın üzerine bıraktım. "Karan," dediğimde yandan bakışları gözlerimi buldu. Başını sorgular anlamda salladığında boğazımı temizledim. "Seninle bir kaç şey konuşmam gerek. Aslında şu an sakin bile davranıyorum. Benimle tehdit zoruyla evlendin ve normal karşılamamı bekliyorsun..." dediğimde, kupadaki kahvenin hepsini midesine indirip sehpanın üzerine bıraktı. "Evet?" Diyerek tekrar gözlerime baktığında, kalbimin ağzımdan çıkacak gibi attığını duyduğuna emindim. "Ben annemi görmek istiyorum," dediğimde kalem kaşları çatıldı. Çene kemikleri seyirirken, dilini dolgun dudaklarının üzerinde gezdirdi. Ani bir hareketle belimden kavrayıp kucağına oturttu ve bacaklarımı ikiye ayırarak, beni kendine bastırdı. Büyük elleriyle saçlarımı arkada toplarken, bakışlarını boynuma indirdi. "Dün sana söyledim, bir günde kararımın değişeceğini mi düşünüyorsun?" Diyerek, boşta kalan eliyle belimi kavrayıp, beni kendine biraz daha yaklaştırdı. Kalçalarımın altındaki sertlik ürkmeme neden olurken, başımı olumsuz anlamda salladım. "Belki bir umut," diye mırıldanarak başımı önüme eğdim. Parmaklarını çenemin altında hissettiğimde yüzümü yavaşça kaldırıp, ela gözlerine baktım. Hafif gülümsediğinde yanağındaki o gamze ortaya çıktı. Bakışlarım gamzesine kaydığında, "Öpmek ister misin?" dedi. Bakışlarımı hızla gözlerine çevirip duraksadım. Yutkunup dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimde bakışlarını dudaklarıma indirdi. Sırtımdaki elini biraz daha bastırdığında dudaklarmızın arasında bir santim mesafe bıraktı. "Öpmek ister misin?" Diye sordu bu sefer buğulu bir sesle. Başımı olumlu anlamda salladığımda, alt dudağını çekiştirip bırakarak gülümsedi. Gülümsediğinde oluşan o çukura yaklaştım. Dudaklarımı yavaşça çukurun üzerine bastırıp, gözlerimi kapattım. Küçük bir öpücük kondurup, yanağımı yanağına sürterek geri çekildim. Tekrar göz göze geldiğimizde sırtımdaki parmaklarını enseme doğru çıkardı. Saçlarım elindeyken, diğer elinin parmaklarını ensemden omurgam boyunca aşağıya doğru süzdü. Dudaklarını yavaşça aralayıp dudaklarıma yaklaştığında, gözlerim usulca kapandı. Dolgun etli dudakları dudaklarıma sürtünerek dudaklarımı araladı. Alt dudağımı dudaklarının arasına alıp yavaşça emdiğinde, sadece öpüşünü hissettim. Alt dudağımı yavaşça emip bıraktıktan sonra, üst dudağımı dudaklarının arasına alıp çekiştirdi. Alt dudağı dudaklarımın arasına girdiğinde kavrayıp yavaşça emdim. Dudaklarındaki o eşsiz tat dudaklarıma dökülürken, zaman ve mekan kavramını unuttum. Sanki şu an kimsenin bilmediği bir yerde, kimsenin tanımadığı iki kişiydik. Cennetten çok uzakta, cehennemin ateşine yakın, fakat arafta. Dilini ağzıma itip öpüşünü derinleştirdiğinde, ellerimi göğsünün üzerine koyup onu kendimden itmeye çalıştım. Daha sert öpmeye başladığında elim istemsizce nemli saçlarının arasına kaydı ve yavaşça okşadım. Dudaklarının arasından hoşuna gittiğini belirten bir inilti firar ettiğinde, dişlerini yavaşça alt dudağıma geçirip geri çekildi ve gözlerime bakarak dişlerini aralayıp dudaklarımı serbest bıraktı. Heyecandan nefes nefese kalmışken, hızla inip kalkan göğsümün ben bile farkındaydım. Yavaşça yaklaşıp dudaklarını kıyafetin üzerinden göğüs arama bastırarak, derin bir nefes alıp geri çekildi. Şeytani gözleri gözlerimi bulduğunda dudaklarını yaladı. "Dudakların böyleyse, onların nasıl tatlı olduğunu düşünmek bile istemiyorum..." deyip muzipçe güldü. Bakışlarım yanağında oluşan çukura kayarken, "Kaçışın yok..." diye fısıldadı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE