5.Bölüm

1906 Kelimeler
Keyifli okumalar... Aslında sevdiğin yanındayken, karnın tokken üşümediğini anlıyorsun. Üşüten şeyin yalnızlık olduğunu fark ettiğinde ise, artık yalnız olduğun gerçeği ile başbaşa kalıyorsun. Ama bazen yalnızlık iyidir, çünkü hiç kimse yoksa acıtan da yok demektir. Az sonra kapı çaldığında bir umut ayağa kalkmaya çalıştım. Fakat Karan omzumdan bastırıp beni geri oturttu. "Ben bakarım," deyip sandalyeden kalktığında, nikah memuru da onun ile birlikte ayağa kalktı. Beraber kapıya doğru yürüdüklerinde sadece oturduğum yerden onları izlemekle yetindim. Ellerimin tersi ile yanaklarımı silip, yavaşça ayağa kalktım. Karan kapıyı açtığında içeriye giren polis memurunu gördüğüm anda yüzümde güller açtı. Hemen arkasından eve giren annem, sevinç göz yaşları akıtmama neden olurken hızlı adımlarla oraya doğru yürüdüm. "İşte bu memur bey! Kızımı zorla kaçıran manyak bu!" "Hakkınızda şikayet var, hanımefendi reşit olmayan bir kızı alıkoyduğunuzu iddia ediyor..." Karan onlara doğru yürüdüğümü gördüğünde, yönünü bana çevirip hızla yanıma geldi. Belimden kavrayıp kulağıma eğilerek fısıldadı. "Eğer annenin ölmesini istemiyorsan, saçma sapan bir şey söyleme. Bunu tekrar etmeyeceğim..." Gözlerimden acı dolu damlalar akarken, gözlerim annemin benim gibi yaşlı olan gözlerine rastladı. Karan belimden baskı yaparak beni onlara biraz daha yaklaştırdığında, annemin kokusunu duymamla burnumun direğinin sızlaması bir oldu. "Arya hanım, bu beyefendi sizi yanında zorla mı tutuyor?" Diyen polis memuruna bakıp, tekrar anneme baktım. Karan'ın belimdeki parmakları sıkılaştığında, tüm vücudum titrerken, başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, ben..." diyerek bakışlarımı annemin şaşkın gözlerine çevirdim. "Ben kendi isteğimle buradayım, biz evlendik. Ben eşimi seviyorum..." deyip, boğazımdaki yumruyu güçlükle aşağıya ittim. "Kızım ne diyorsun sen? Sen daha on sekizini bile doldurmadın? Ayrıca kaçırılmasan neden böyle apar topar nikah kıyasınız? Arya doğruyu söyle annem, bak polis de burada. Seni tehdit mi etti? Kızım lütfen doğruyu söyle!" Diye haykıran anneme karşılık sadece susup gözlerimi kapattım. "Arya reşit memur bey," diyen Karan cebinden çıkardığı kimliği memura uzattığında, şaşkınlıkla ona baktım. Omzunun üzerinden bana baktığında, onun da benim gibi üzgün olduğunu fark ettim. Neden böyle oldu? Normal tanışsak, normal bir ilişki yaşasak olmaz mıydı? "Kızınız reşit,"diyen polis memuruna şaşkınlıkla baktım. Demek ki, kimliğimdeki tarihi değiştirmişti. Bu adamdan geçen her saniye daha da korkmamak elde değildi. "Bizim yapacak bir şeyimiz yok," diyen polis memuru kimliği Karan'a uzattıktan sonra, arkasını dönüp evden çıktığında, annemin gözlerinde yine aynı hayal kırıklığını gördüm. Bu hayal kırıklığı onun yüzünde en son, babamdan dayak yiyip polise gittiğimizde ve "aile arasında olur öyle şeyler" cümlesini duyduğunda belirmişti. Karan elini belimden çekip hızlı adımlarla annemin yanına yaklaştı. "Gülay hanım, lütfen evimi terk edin! Yoksa ben sizden şikayetçi olacağım!" Deyip, annemi dışarıya çıkarıp kapıyı kapattı. O sırada memur çoktan sızışmıştı ve ben şimdi bu manyakla baş başaydım. Yavaşça arkasını dönüp yüzüme dümdüz baktı. Artık tutmak zorunda olmadığım göz yaşlarımı serbest bırakıp, dizlerimin üzerine çöktüm. Göğüs kafesimin tam ortasındaki sızı annemin acısını en derinlerimde hissettiğimden dolayıydı. Çok şey çekmişti. Ve şimdi bir de benim yüzümden acı çekiyordu. Onun benim için yaptıklarının hakkını ödeyemedim. Ben ona layık bir evlat olamadım. Parmaklarımı yüzümde yırtmak istercesine gezdirirken, hıçkırıklarım az sonra boğulacağımın sinyallerini veriyordu. Ruhum derin bir acıyla kavrulurken, fiziki acının hiçbir şey olmadığı kanısına vardım. Ben acıyordum ama karşımdaki adam bana acımıyordu. Başımı kaldırıp ela gözlerine baktığımda, yavaşça bana doğru ilerledi. Adımları yerden ses getirirken, korkmak yerine gözlerine bakmakla yetindim. Yanıma ulaştığında eğilip kollarımı kavrayarak beni de ayağa kaldırdı. Ani bir hareketle kendine çekip sarıldığında tekrar hıçkırıklarıma boğuldum. "Neden? Neden ya neden? Ne istiyorsun benden?!" Diye haykırarak göğsüne indirdiğim darbelerin haddi hesabı yokken, kollarını kelepçe misali belime sarıp hareket etmemi engelledi. Gözlerimi kapatıp sessizce göz yaşlarımı akıtırken, elleri yavaşça saçlarımın üzerinde dolandı. Dudaklarını saç diplerime bastırdığında göz yaşlarım azar azar sustu. En nihayetinde başka çaremin olmadığını hissederek, kendimi kollarına bıraktım. Koynu öyle sıcaktı ki, başımı yasladığım anda mayışmaya başlamıştım. Sanki babammış gibi şefkat gösterisini hissetmekle yetiniyordum. Gerçi ben baba şefkatini nereden bilebilirdim ki? Dakikalar sonra belimdeki kollarını gevşetti fakat bırakmadı. Geri çekilip gözlerine baktığımda bakışlarını yüzümün her karesinde gezdirip, en sonunda gözlerime baktı ve gözleriyle gülümsedi. "Korkma... her şey senin iyiliğin için. Bir gün beni anlayacaksın, ama umarım o gün geç gelir ve seni o güne kadar mutlu etmeyi başarırım..." Anlamaz şekilde bakarak kollarını belimden ittim. Kendi isteğiyle belimde çektiği kollarını, sanki ona ait değilmişcesine aşağıya sarkıttı. "Bu yaptığının hiçbir bahanesi olamaz tamam mı? Senden artık nefret ediyorum!" Diye bağırıp iki elimle de göğsünden ittim. Kıpırdamadan bana bakıp yutkunmakla yetindi. Bir kaç dakika sonra, "Arya," dedi kaşlarını çatarak. "Artık karımsın, istesen de istemesen de bu böyle! Beni sinirlendirmemeni öneriyorum!"dedi sert, fakat yüksek çıkmayan bir ses tonuyla. Histerik bir kahkaha atıp, kaşlarımı öyle mi anlamında kaldırdım. "Ne yaparsın? Döver misin? Yoksa öldürür müsün? Gücün anca bana yetiyor zaten!" dedim dişlerimin arasından tıslayarak. Sabır diler gibi bir soluk verip, sağ elini sol bileğime sardı ve beni çekiştirmeye başladı. Duraksamadan merdivenlerden çıkarken koşarak ona yetişmeye çalışıyordum. "Manyak mısın be adam?! Bıraksana kolumu elinde kalacak!" Diye bağırırken, sanki beni hiç duymuyormuş gibi sürüklemeye devam etti. "Elimde kalacaksın gibi görünüyor şimdilik..." dedi sakin bir tonda. Odasının kapısını açıp beni içeriye fırlattığında, bir kaç sendeleyişten sonra arkamı dönüp ona baktım. Dışarıya çıkıp kapıyı kapattı ve kilitledi. Hızla kapıya yaklaşıp ellerimi kapıya vurarak bağırmaya başladım. "Karan aç şu kapıyı! Lütfen, uslu duracağım aç şu kapıyı!" Yalan tabii ki, ben ve uslu durmak? Eminim, bunu o da çok iyi biliyordur. Kaç dakika öyle kapıya vurduğumu ve seslendiğimi bilmesem de, sesimin kısılmasından çok sürdüğünü anlayabilmiştim. Sonunda yenilgimi kabullenip arkamı dönerek, yatağın etrafından dolanıp, yere kadar uzanan dar pencereye yaklaştım. Şimdi odayı aydınlatan tek ışık ay ışığıydı. Pencerenin önündeki ahşap kısımda oturarak, dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafına sardım. Başımı pencerenin kenarına yaslayıp, bakışlarımı dolunaya diktim. Ayı seyretmek beni biraz olsun rahatlatabilirdi ama burada ve bu adamla kalma düşüncesi beni bir saniye bile rahat bırakmıyordu. Rahatlayamıyordum. Daha kim olduğunu tam bilmeden evlendiğim adam, manyak mı psikopat mı her neyse bilemiyordum. Ellerimin tersiyle kaskatı kesilmiş yanaklarımı silerken, bakışlarım aşağıdaki adama kaydı. Takım elbiseli elinde siyah bir çantayla bahçede volta atan adamın amacını henüz anlayamamıştım. Az sonra yanına iki kişi daha geldiğinde, onlarla tokalaşarak bir şeyler söyledi. Neler dönüyordu burada? Bir kaç dakika sonra evden çıkıp onlara doğru yürüyen Karan'ı gördüğümde, karanlıkta oturmanın cesaretiyle onları izlemeye devam ettim. Karan elindeki büyük siyah çantayı adamların önüne attığında, sonradan gelen iki adamlardan kısa olanı çantanın fermuarını açıp baktı. Çantayı biraz kurcaladıktan sonra çıkardığı silahı görünce, elimle ağzımı kapattım. Şaşkınlık ve korkuyla harmanlanan bakışlarım onların üzerindeyken, elinde çanta olan adam çantayı Karan'a uzattı. Karan çantayı alıp dizinin üzerinde açtığında, çantanın içindeki paraları görüp sertçe yutkundum. Ne yapıyorsun Karan? Sen silah mı satıyorsun? Bu kadar da kötü olamazsın! Sen bir lise öğrencisisin, bunları nasıl yapabiliyorsun? Biliyordum işte, biliyordum. Teslimat tamamlandığında her ihtimale karşı pencerenin önünden ayrıldım. Geçip yatağa bağdaş kurarak oturdum ve yastıklardan birini alıp kucağıma koydum. Yastığa iyice sarılıp alt dudağımı kemirerek düşünmeye başladım. Ne biçim bir pisliğa bulaşmıştım ben böyle? İçim içimi kemirip, gerim gerim gerilirken kapının kilit sesini duyduğumda, gözlerimi belerterek kapıya bakmakla yetindim. Kapı açıldığında içeriye giren Karan'ı korku dolu bakışlarla süzdüm. Elini kapının kulpundan yavaşça indirip, bir kaç saniye sonra, "Yemek yiyeceğiz, aşağıya gel. Seni bekliyorum..."dedi düz bir sesle. Başımı onaylar anlamda eğdiğimde sakince dışarıya çıkıp kapıyı kapattı. Doğrulup yataktan çıkarak doğrudan banyoya girdim. İhtiyacımı giderip elimi yüzümü yıkadıktan sonra, aynanın karşına geçip kendime çeki düzen verdim. Odadan çıkıp ürkek adımlarla aşağıya indiğimde, içimde yaranan korkuya nefret ettim. Karan salondaki karşılıklı koltuklardan üçlü olanında oturmuş, kollarını göğüs hizasında birleştirerek düşüncelere dalmıştı ve sanırım geldiğimi fark etmemişti. Yavaşça yanına ilerlediğimde, beni fark edip ayağa kalktı. Yanıma yaklaşıp elini bel oyuntuma yerleştirerek beni yönlendirdi. Salonun köşesinde duran büyük ahşap masanın üzeri yemeklerle bezenmişti. Evde bir hizmetçi de görmemiştim oysa. Baş köşeye kurulduğunda, hemen sol yanındaki sandalyeyi işaret etti. Sandalyeyi çekip oturarak, yüzüne baktığımda ela gözleri gözlerimi buldu. "Bizimkiler gelir neredeyse," dedi kolundaki saate ufak bir bakış atarak. "Onları bekleyelim," dediğinde başımı onaylar anlamda salladım. Bu adamın şakası yoktu, diklenerek başıma daha büyük bir bela almamam gerekiyordu. Belli ki, arkasında duran bir ailesi vardı. Yoksa sıradan bir lise öğrencisinin böyle işler yapması mümkün değildi. Gerçi pek lise öğrencisi gibi de durmuyordu. Bir kaç dakika sonra yemeklerle bakıştıktan sonra, kapı zilinin çalmasıyla Karan'ın ayaklanması bir oldu. Sandalyesini geriye itip yanımdan ayrılarak dış kapıya doğru yürüdü. Bakışlarım istemsizce vücudunda gezerken, giydiği beyaz dar tişörtün altından seyiren kasları daha çok ürkmeme neden oldu. Bakışlarımı önüme indirip alt dudağımı kemirdim. Evlendik deyip bana dokunur mu? Zorla bir şey yapar mı? Karan kapıyı açtığında bakışlarım içeriye giren kardeşlerine yöneldi. Tuana saçlarını savurarak içeriye girip şımarık bir edayla yürümeye başladı. Bir kıza göre fazla uzun boyu ve kaslı bir vücudu vardı. Benim iki katımdı ama gayet fit görünüyordu. Üzerindeki beyaz mini elbise ve aynı renk topuklu ayakkabılarıyla şık bir mekandan döndüğü belliydi. Işık atılmış kahve rengi saçları ve bronz teniyle muhteşem görünüyordu. Bir ona bir kendime baktım. Böyle kardeşi olan bir adamın bana nasıl ilgisi olabilir ki? Tuana'nın arkasından içeriye giren Oğuz fazlasıyla neşeliydi. Karan'dan bir karış kısa, yeşil gözlü, gayet güleç yüzlü bir çocuktu. Baya geniş bir sırtı vardı ve bu onun yürüyüşünü garipleştiriyordu. O da Tuana gibi gayet şık görünüyordu. Oğuz'un hemen arkasından içeriye giren Semih istemsizce kalp atışlarımın hızlanmasına neden oldu. Giydiği simsiyah takım ve siyah gömleğinin karartılarına, yeşil gözleri sanki ışık saçıyordu. Kahve rengi gür saçlarını yukarıya doğru taramış, bir eli cebinde gayet rahat tavırlar sergiliyordu. Üçü de doğrudan masaya yaklaşırken, Tuana nefes bile almadan yanıma ulaştı ve eğilerek yanaklarımı öptü. "Hoşgelmişsin Aryacığım." Dedi ağzını yayarak. Masanın etrafından dolanıp Karan'ın sağında, benim tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Oğuz ışık hızıyla benim yanımdaki sandalyeye oturduğunda, hiç beklemeden yemeklere saldırdı. Semih Tuana'ın yanına geçerken, bana kısa bir bakış attı. Karan yanıma oturduğunda, bakışlarımı Tuana'ya çevirdim. Şu an Tuana ve Oğuz'dan başkasına bakmak bile istemiyordum. "Hoşgeldin."dedi Semih buz gibi bir sesle. "Hoşbuldum." Deyip, ona kısa bir bakış attıktan sonra, varlığımı fark etmeden tıka basa yiyen Oğuz'a baktım. Karan elini masaya vurduğunda irkilip bakışlarımı alev gibi parlayan ela gözlerine diktim. "Bu yaştan sonra sana adab-ı muaşeret kurallarını mı öğreteyim?!" Diye kükrediğinde, kalın sesi titrememe neden oldu. Oğuz'a döndüğümde başını yemekten kaldırmış ağzı dolu şekilde Karan'a bakıyordu. Ağzındakileri hızlı şekilde çiğneyip yuttuktan sonra, elini bana uzattı. "Hoşgeldin yenge, çok acıkmışım ne yapayım?" Dedi gülümseyerek. "Önemli değil, afiyet olsun." Deyip burukça gülümseyerek önüme döndüm. Semih ile göz göze geldiğimde bakışlarımı kaçırıp Karan'a baktım. "Herkese afiyet olsun." Dediğinde Semih ve Tuana'ya baktım. Yemeğe başladıklarında ben de çekingen tavırla tabağıma bir şeyler alıp oyalanmaya başladım. Anlamadığım şey Karan abi ve ablasına nasıl böyle konuşabiliyor ve onları nasıl idare edebiliyor? Bu otoriteyi daha bu yaşında kurmayı başarmış biri, acaba ilerde nasıl birine dönüşür? Aniden tabağım önümden çekildiğinde, başımı kaldırıp Karan'a baktım. "Doldur şu tabağı," diyerek tabağı Tuana'ya uzattı. Tuana ikiletmeden elinden alıp tabağı yemeklerle doldurduktan sonra tekrar Karan'a uzattı. Karan tabağı sertçe önüme bıraktığına "ye" demesine gerek olmadığını fark ederek yemeğe başladım. "Bu gün kumarhane bir acayipti," diyen Tuana yemeğimin boğazıma dizilmesine neden oldu. Öksürük krizine girdiğimde Karan'ın sırtıma vurduğu "hafif" yumruktan sonra nefesimin kesildiğini hissettim. Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde, boğazımdakini güçlükle yuttum. "İyi misin?" Diye sordu kaşlarını çatarak. Başımı onaylar anlamda sallayarak, "Sanırım iki kaburgam kırıldı," dedim boğuk bir sesle. "Abart,"deyip önüne döndüğünde istemsizce kıkırdadım. Bilmiyorum belki de sinirdendi. "Sen de konuşmana dikkat et," diye konuştu Tuana'ya yönelik. Tuana çatalını tabağına bırakıp, elini boşlukta sallayarak gözlerini devirdi. "Yabancı mı var ya? Arya da sevgilin, artık aileden sayılır..." dedi umursamaz bir tavırla. Karan elindeki çatalı sertçe tabağına bırakıp, başını yukarıya kaldırmadan, "Karım, Arya artık karım..." dedi, düz bir sesle. Semih: "Ne?" Tuana: "Pardon?" Oğuz: "What dedin gülüm?" "Duydunuz işte," dedi sert bir tonda. Bakışları hepsinin yüzünde gezdikten sonra tekrar yemeğine döndü. "Gelmişsin yirmi beş yaşına, bence de zamanı gelmişti..." diyen Semih, şaşkın bakışlarımın odağı olurken, bu sefer aynı tepki benden geldi. "Ne? Yirmi beş mi?"...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE