3.GECELERİ NİNNİ SÖYLEYECEĞİNE...

1524 Kelimeler
Azam Bey eve geldiğinde oğullarını karşısına almış Halis ağanın evinde yaptığı konuşmayı anlatıyordu. “...Ben de Gürhan için tamam dedim.” Büyük oğlu Behram, karısının önüne bıraktığı çaydan bir yudum içti. “Kardeşimizi içgüveysi verdin yetmedi bir de onların soyadlarını almasını kabul ettin öyle mi?” “Evet.” dedi babaları. “Gürhan’ı öldürsek buraya gelip evlenmez hele de bu şartlarda.” diyen Mirza’ydı. “Ağabeyim haklı.” diye araya girdi Kıvanç. “Gürhan eline silah almamak için kaçıp gitmişken şimdi Kılıç aşiretine ağalık savaşının ortasına mı girecek hem de iç güveysi olarak?” Mirza olduğu yerde dikleşti. “Baba iyi dersin kardeşimiz, en küçüğümüz bu yolla ağalık yolu önünde açılır ama gel evleneceksin desek gelmez hadi diyelim geldi hastane raporu diyorsun erkekliğine yedirip bunu yapmaz, soyadını alacak diyorsun bunu hiç kabul etmez.” Behram araya girdi. “Kabul edip gelse de Alanur’un nasıl biri olduğunu az çok biliriz nice ağalara taş çıkarır Gürhan’ı tanısa kendisi vazgeçer. Gelmiş yirmi altı yaşına baba parası yemekten, sağda solda gezmekten başka işe yaramıyor. Burada da bizim baskılarımızdan bıkıp yurtdışına kaçmadı mı zaten şimdi nasıl ikna edip geri getireceksin?” “Doğruyu söylersek gelmez.” dedi Azam ağa. “Buraya gelmesini sağlayacak başka bir bahane uyduralım.” Behram, “Nasıl bir bahane?” dediğinde Kıvanç, “Ben hallederim.” dedi. Gürhan sabah yattığı yatakta yüzüstü uyandığında gözlerini kırpıştırırken başını yastıktan kaldırdı. Yanında uyuyan tanımadığı genç kıza baktı. Gece içkiyi yine fazla kaçırmıştı ve eve nasıl geldi, yanındakiyle nerede, nasıl karşılaştı hiçbirini hatırlamıyordu. Umursamadan ayaklarını sürüyerek banyoya gitti ve soğuk suyun altına girdi. Tamamen ayıldığında odaya dönünce içerisi boştu. Geceyi geçirdiği yabancı sessizce çekip gitmişti. Bu durumdan memnundu bir de ondan kurtulmak için uğraşması gerekmeyecekti. Üzerini giyip evden çıktı ve kahvaltı yapmak için evinin yakınındaki bir mekana girdi. Sipariş ettiği yiyecekleri yerken karşı masasında oturan genç kıza arada çapkın bakışlar atıyordu. Bu ülkeye geldiğinden beridir bütün günlerini ya aylaklık yaparak ya da adrenalin peşinde koşarak geçiriyordu. Babasından gelen para rahat bir hayat yaşamasına yetiyordu. Çalışmak, sorumluluk almak istemiyordu. Kendi memleketinde kalmaya devam etseydi babası şimdiye çoktan evlendirip başını yakmış olacaktı tabi bir de ailenin işlerini ağabeyleriyle yürütmesini isteyecekti. Bunlar hiç ona göre değildi. Yanına her istediklerinde gelemesinler diye de şehir değişmek yerine doğrudan ülke değişmişti ama burada da kendisine olmaması gereken bir hayat kurmuştu. Bütün günü çoğu günleri gibi boş geçtikten sonra akşama doğru arkadaşlarıyla bir partide buluştu. İçkiler elden ele dolaşırken müzik sesi her yeri sarmıştı. Yanındaki kızla diz dize samimi bir sohbete dalmışken telefonu cebinde titremeye başlamıştı. Çıkarıp ekrana baktı. Küçük ağabeyi arıyordu. Çağrıyı reddettiğinde, “Açmadı.” diyen ağabeyi bir daha aradı. Gürhan, ağabeyinin vazgeçmeyeceğini anladığında olduğu yerden dışarı çıkıp müzik sesinden uzaklaştı. “Müsait değilim ağabey sonra arayayım.” dedi. Kıvanç sesine üzgün bir ton verdi. “Gürhan, babam.” Genç adam duyduğu ses tonundan dolayı, “Ne oldu, sıkıntı mı var?” demişti. “Buraya gelsen iyi olacak.” Telefonda bir süre sessizlik hüküm sürdü. “Ağabey ne oluyor açıkça söylesene?” Kıvanç üzgünmüş gibi konuşmaya devam etti. “Babam rahatsızlandı hastaneye kaldırdık. Durumu pek iyi değil.” “İlk uçakla geleceğim.” diyen Gürhan telefonu kapatıp partiyi terk etmişti. Eve giden yolda ilerlerken bir yandan da uçak biletlerine bakıyordu. Yer bulduğu ilk uçuş için biletini aldı. Eve girdiğinde büyük valizini çıkarıp eşyalarını yerleştirmeye başladı. Ne kadar kalacağını bilmediğinden dolabındaki birçok kıyafeti yanına almaya karar vermişti. Uçuş saati için yaklaşık bir gün beklemişti ve sonunda gökyüzüne havalanmıştı. Kendisi gökyüzünde evine doğru uçarken Erşen konağında sessiz bir hazırlık vardı. “Yengesinun hamsi kuşi gerçeği anlayinca deluracak.” diyen Asiye, kocasına baktı. Behram yaktığı sigarasından derin bir nefes çekti. “Konağı başımıza yıkmazsa iyidir ama boşver babam doğru olanı yaptı. Aylaklık edeceğine bir baltaya sap olsun. Hem böylece koca aşiretin başına geçip ağa olmuş olacak fena mı?” “Anam anlattu akrabalar birbirinu boğazlarmiş ağaluk içun yazuk değil mu hamsi kuşima atacaksunuz önlarina?” Behram gülerek karısının gelişigüzel saçlarına attığı keşanını geriye çekip omzuna salınan saçlarını okşadı. “Asiyem on sekiz yıl oldu evlenip bu memlekete yanıma geleli hala bizim yaşantımıza alışamadın mı?” “Burada doğan kaçip gitmuş ben niya alişayum?” dedi Asiye de. Saatler sonra uçak havaalanına indiğinde Gürhan kendi memleketine gidecek diğer uçağa bindi. Bütün uçuşları bittiğinde konağın önünde duran taksiye ödemesini yapıp valizi elinde eve girdi. Annesi görür görmez, “Gürhanım!” diyerek sarılmıştı. Genç adam, annesine sarıldıktan sonra yanlarına gelen Behram ağabeyinin elini öptü. “Ağabey, babam nasıl?” “İyi iyi evde.” diyen ağabeyiyle babasını görmek için adımladı. Etrafta koşturan yeğenlerinin sesi konağın her yerini sarıyordu. Valizini çalışanlardan birine verip odasına gönderdi. Büyük salona girdiğinde babasını görünce rahatlamıştı. Yanına gidip elini öptü. “Hoş geldin oğlum.” dedi Azam ağa. “Hoş buldum baba, Kıvanç ağabeyim hasta olduğunu, hastanede yattığını söylemişti. Nasılsın, iyi misin?” “İyiyim çok şükür.” Yanını işaret edince oğlu yavaşça oturdu. Eli genç adamın kulağındaki küpeye gitti ve sertçe tutup çekince acı dolu sesi duydu. Gürhan kulağını eliyle ovuşturdu. “Allah aşkına baba kopardın kulağımı. İyi olduğun belli boşuna korkmuşum gelene kadar.” “Erkek adamın kulağında küpenin işi ne!” dedi babası. Eli yeşil renkli dar paça pantolonu çekiştirdi. “Hele şu pantolona bak. Kadın mısın oğlum sen ülke değiştin diye özünü mü inkar ediyorsun?” “Ne alakası var baba, benim yaşımdaki herkes böyle giyiniyor.” “Ooo hoş geldin kaçak.” diyen iki numaralı Mirza ağabeyi içeri girmişti. Gürhan hemen kalkıp ağabeyinin elini öptü. “Hoş buldum ağabey.” Ardından üç numaralı Ferman ağabeyi ve en küçük Kıvanç ağabeyi gelmişti. Aralarında çok yaş farkı olmasa da onlarında aynı şekilde ellerini öptü. Bütün aile hasret giderirken büyük salona yere bir uçtan diğer uca uzanan sofra kurulmuştu ve bütün aile toplamda yirmi beş kişi yemek için bir araya gelmişti. Çocukların uğultusundan başı ağrıyan Gürhan evden kaçıp gitmesinin bir sebebini daha hatırlamıştı. Önündeki yemeğini yerken bir gözü babasının üzerindeydi. Hareketleri hasta gibi durmuyordu ve Kıvanç ağabeyinin neden öyle söyleyip kendisini buraya getirttiğini anlamaya çalışıyordu. “Uyy yengesinun hamsi kuşi özlemişsindur ye ye.” diyen Asiye, genç adamın tabağına kara lahana sarmasını doldurdu. “Kendu elleruminan sardum. Anacuğum sağolsun memlekettan yolladi.” dediğinde iç çekmişti. “Ağabey, yengemin Karadeniz özlemi tutmuş yine.” diyen Gürhan gülmüştü. “Üç ay önce gitmiştik beraber ama yetmemiş demek ki.” diyen Asiye’nin büyük oğlu Yunus’tu. “Memleketuma kurban olun siz.” dedi Asiye. Gürültüler arasında biten yemekten sonra beş erkek yalnız kaldığında Gürhan daha fazla sessiz kalamamıştı. “Ağabey sen bana babam hasta dedin kalktım geldim ama belli ki ortada böyle bir durum yok. Neden yalan söyledin?” Azam ağa nargilesinden bir nefes çekti. “Yol yorgunusun bugün dinlen yarın konuşuruz.” “Burnuma pis kokular geliyor ama hadi hayırlısı.” dedi genç adam. ~~~~ Alanur tarladan çıktığında atına binmiş boş düzlükte dörtnala koşarken elindeki yayına yerleştirdiği okunu hedefine doğrultuyordu. Serbest bıraktığında oku uzaktaki ağacın dalına saplanmıştı. “Evet tam isabet.” dediğinde atının ipini tutup yavaşlattı. Arkadan at kişnemesini duyunca başını çevirip gelene baktı ve oku anında misafirinin üzerine doğruldu. “Yaklaşma yoksa kafatasını delerim.” Tibet yüzüne yerleşen gülümsemesiyle yaklaşmaya devam etti. “Elinde silah olmayan birini gerçekten vuracak mısın?” “Söz konusu sensen evet.” dedi Alanur öfkeyle. “Gören de düşmanız sanır.” Tibet atını genç kızın atının yanında durdurdu. “Haberleri duydum evlenecekmişsin. On yıldır sana evlenelim diyorum ve sen on yıldır hayır evlenmem diyorsun. Şimdi ne değişti?” Alanur okunu yayıyla beraber indirip Tibet’in gözlerinin içine baktı. “On yıl önce bana evlenelim dediğinde Adem ile anlaşma yaptığını bilmediğimi mi sanıyorsun? Aklınca benimle evlenip kontrolün altına alacaktın böylece babamda ağalığı kardeşi aracılığıyla Adem'e bırakmak zorunda kalacaktı. Merak ettiğim ne biliyor musun? Sen de ağa oğlusun ki babanın en büyük erkek çocuğusun her şey sana kalacak neden böyle bir anlaşma yapmaya ihtiyaç duydun?” Tibet karşısındaki güzelliğe hayranlıkla bakıyordu. “Merakını gidereyim. Adem ile daha on yaşındaydık kan kardeşi olduğumuzda yardım istedi ben de tamam dedim ama seni gördüğümde güzelliğine hayran kaldım ve sadece kan kardeşim istiyor diye değil gerçekten kalpten gelerek karım yapmak istedim.” Tibet atını biraz daha yaklaştırıp genç kızın gözlerinin içine baktı. “Hala bekarım ve Adem ile yaptığım anlaşmayı unutalı çok oldu. Kendinden küçük çocukla evlenip geceleri ninni söyleyeceğine evet de sana gerçek koca nasıl olur göstereyim.” Alanur aradaki mesafe az olduğu için yayını eyerin kenarına asıp belinden hançerini çıkarıp genç adama doğru tehditkar şekilde uzattı. “Bir daha karşıma çıkarsan namusuma göz diktiğini her yana yayarım sadece kendi aşiretimi değil sözlümün aşiretini de aşiretinin üzerine salar kan dökerim.” Tibet'in gülme sesi etrafa yayıldı. “Aşiretin seni dinler mi emin değilim, nişanlın da büyümeyi becerirse belki o zaman namusum var diye peşime düşer ama sıkıntı yok gelirse veririm ağzına emziğini gönderirim geriye eteklerinin dibine artık ağlamasın diye oyun oynayıp gönlünü hoş edersin.” “Ağzından tek kelime daha çıkarsa buradan geriye olmayan dilinle dönersin.” Tibet tehdide rağmen gülerken Alanur uzaktaki karaltıyı görünce birine yayacak dedikodu vermemek için atını olduğu yerden uzaklaştırdı. Giderken Tibet arkasından bağırıyordu. “Burada seni bekleyen gerçek bir erkek var sakın unutma.” Genç kız cevap vermemişti. Atıyla uzaklaşırken uzun, siyah saçları sırtında dalgalanıyordu. “Ah ulan şu güzelliği alacak adamdaki şans kimse de yok.” diye boşlukla konuştu Tibet.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE