~~JALE~~
Kocam Kaan’ın karaoke sahnesinde durup kendini aptal yerine koyuşunu izliyordum. Gömleği yarı açık, kravatı çoktan olduğu yeri terk etmiş ve yanakları çok fazla viskiden kızarmıştı.
"Ve ben... seni her zaman seveceğim..." diye şarkı söylüyordu gözlerini kapatarak.
Sesi berbattı.
Yanında, neredeyse kendisine yapışmış bir şekilde duran sekreteri Melike vardı. Sol kolu Kaan'ın beline dolanmış, şarkı söylerken parmakları hafifçe sırtına sürtünüyordu. Benden en az beş yaş daha küçük ve gençti, kocaman gözleri ve mükemmel kıvrımları vardı, varlığını görmezden gelmeyi imkânsız kılan dar, mini kesimli bir elbise giymişti.
Kaan’a doğru eğiliyor, kulağına bir şeyler fısıldıyor ve Kaan ise başını geriye atıp gülüyordu. Sanki dünyadaki en komik insanmış gibi ona bakıyordu. Ben ise sadece tüm bu olanları izliyordum. Ne acınası ama.
Onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim.
En son onu bu kadar mutlu gördüğümde, yedi yıl önce düğünümüzdeydi. O zamanlar bana baktığında gözleri parlıyordu. Şimdi, içlerindeki ışık sönmüştü ve başkası için parlıyorlardı.
Etrafımda herkes gülüyordu. Şirketin üç aylık değerlendirme kutlaması ve çalışanlar birkaç içki fazla içtikten sonra çakırkeyif durumdalardı. Kaan ve Melike’nin performansını çok komik buldukları kesindi. Ama aslında neye güldüklerini biliyordum.
Bana gülüyorlardı. CEO'nun karısı, kocasının herkesin önünde sekreterini neredeyse ellerken burada öylece oturuyordu. Fısıltılar, yan bakışlar, saklamaya bile çalışmıyorlardı.
"Sence öpüşecekler mi?" diye fısıldadı arkamdan biri.
"Kesinlikle. Buradan çıktıktan sonra öpüşmekten fazlasını yapacaklarına bahse girerim." diye cevapladı başka biri ve ikisi de kıkırdadı.
Konuşan insanlara bakmak için arkamı döndüm. Genç, sarhoş, muhtemelen de ottan kafayı bulmuşlardı. Stajyer olmalılardı. Şirket hiyerarşisi hakkında sıfır bilgisi olan stajyerler, işverenlerinin karısına yakınken böyle saçmalamaları gayet normaldi.
Ya da belki de umursamıyorlardır.
Dağınık sarı saçlı ve kırmızı yanaklara sahip kız benimle göz göze geldi. "Merhaba!" dedi, biraz fazla yüksek sesle. "Burada mı çalışıyorsun?"
Burada mı çalışıyorum? Gözlerim kısıldı. Kesinlikle bir stajyerdi.
Güzel, gençlik ve kibirle gelen türden bir güzellik. Yanındaki çocuk kolunu tembelce onun omuzlarına atıyordu.
Cevap vermedim. Sadece soğukça ve gözümü kırpmadan onlara baktım.
Varlıklarına pişman edecek bir şey söylemeden önce, adımın söylendiğini duydum.
"Jale!" diyen ses, dikkatimi çekti.
Dönmeden önce bile kim olduğunu anlamıştım. Pazarlama başkan yardımcısı Sümeyye’ydi bu. İkimiz de Kaan’ın şirketi olan ve Türkiye’nin önde gelen lüks mücevher üreticisi olan Aslantaş Mücevher’de çalışıyorduk.
Pozisyonu benimkinden bir tık düşüktü, bu yüzden arkadaş olmasak bile sanki arkadaşmışız gibi adımı söyleyen birkaç kişiden biriydi.
"Sümeyye." diye cevapladım, nazikçe gülümsemeye çalışarak.
"Burada olduğunu bilmiyordum Jale. Hatta tam da pazarlama ekibine, seni daha fazla dahil etmemiz gerektiğini söylüyordum!"
"Öyle mi?" dedim. "Nedenmiş o?"
"Sen pazarlamanın başındasın ve herkes seninle tanışmak istiyor! Son zamanlarda seni yakalamak çok zor. Ayrıca şirkette sohbet etme şansımız hiç olmuyor." dedi, abartılı bir göz kırpmayla.
Bakışları, Kaan ve Melike’nin birlikte sallandığı, mikrofonu paylaştığı, sanki bir iş etkinliğinde değil de özel bir randevuda gibi güldüğü sahneye kayıyordu.
"Ee, Jale." dedi, sırıtarak. "Şimdiye kadarki şovu nasıl buldun?"
Benimle dalga geçiyordu. Siktiğimin orospusu.
Parlak bir gülümsemeye zorladım kendimi. "Ah bu... harika." dedim, yüzümü düz tutmaya çalışarak. "Kocamın sıkı çalışmasının, ekibi tarafından böylesine... özveriyle ödüllendirildiğini görmek beni heyecanlandırıyor."
Kalabalık şimdi alkışlıyordu, Kaan ve sekreterini ayakta alkışlıyorlardı. Sanırım saçmalıklarını bitirmişlerdi.
Ama sonra Kaan mikrofona konuştu. "Aşağı inmeden önce, sizin için bir şarkımız daha var!"
Daha fazla alkış. Daha fazla kahkaha. Ve ben sadece yerin açılıp beni yutmasını istiyordum.
Sümeyye bana gözlerinde acımayla bakıyordu. "Şey... şey." dedi. "Daha sonra görüşürüz."
Hemen bahane üretiyordu.
Arkamda, stajyerlerin tekrar fısıldaştıklarını duyuyordum. "Aman Allah’ım. Ne dediğini duydun mu? O Jale Hanımmış."
Onlara son kez bakmak için döndüm ve erkek olan rahatsız bir şekilde kıpırdanırken kız olanı ayağa kaldırıyordu. "Hadi gidelim." diye mırıldandı, onlar da sendeleyerek uzaklaşırken kalabalığın içinde kaybolmadan önce bana gizlice baktıklarını görüyordum.
İyi. Bırak koşarak gitsinler.
Sahneye geri döndüm, kalbim göğsümde çarpıyordu. Kaan “Bu Kalp Seni Unutur Mu?” şarkısını söylüyordu, tabi buna şarkı denebilirse. Melike ise ona yaslanmış, eli kolundan yukarı doğru öyle bir dolaşıyordu ki midem bulanmıştı. Tamamen utanmazdı ve Kaan bunu fark edemeyecek kadar sarhoştu ya da daha kötüsü umursamıyordu.
Daha fazla dayanamadım.
Düşünmeden sandalyemi geriye itip ayağa kalktım. Sahneye doğru yürürken topuklarım yere çarpıyordu. Herkesin gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ve neler olduğunu anladıkça fısıltılar azalıyordu. Zaten bunu bekliyorlardı, çatlayıp çatlamayacağımı görmek için bekliyorlardı.
Ama umursamadım. O an kusursuz eş rolünü oynamayı bıraktım.
Sahneye çıkan basamakları tırmandım, her adımım bir öncekinden daha ağır geldi. Kaan ilk başta beni fark etmedi ama sarhoş performansına baya dalmış olan Melike beni fark etti ve gülümsemesi kayboldu. Güzel.
"Kaan." dedim. "Hemen gidiyoruz."
Kaan bana baktı, şaşırmıştı. "Neden?" diye geveledi, hala mikrofonu tutarken. "Parti daha yeni başlıyor."
Dişlerimi ve yumruklarımı eş zamanlı sıktım. "Hadi gidiyoruz. Hemen."
"Jale hadi ama." dedi, sanki gecesini mahveden benmişim gibi, sinirlenmişti.
Elimde değildi. İçimdeki sabır çatırdamaya başlamıştı artık.
Başka bir şey söylemeden dönüp sahnenin arkasına doğru yürüdüm. Kabinde oturan teknik operatörlere yaklaştığımda başlarını kaldırıp baktılar ve yüzleri düşmeye başladı.
"Buradan kim sorumlu?" diye sordum.
Hepsi ses aparatlarının yanında duran, elinde yarı yenmiş bir donut tutan adamı işaret etti. Beni görünce gözleri kocaman açıldı.
"Jale Hanım." diye kekeledi, yediği keki hemen bir kenara koyarken. "Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?"
"Kapat şunu. Hepsini." dedim. "Parti bitti."
Gözlerini kırpıştırdı ve ciddi olup olmadığımdan emin olamadı ama yüzüme bir bakış atıp dediklerimi yapmaya başladı. Elleri kontrollerin üzerinde gidiyor ve saniyeler içinde hoparlörler sert bir sesle kesiliyordu.
Işıklar söndü. Müzik kesildi. Sessizlik ağır bir perde gibi odanın üzerine çöktü ve geriye sadece sahneye geri yürürken topuklularımın sesi kaldı.
Kaan orada duruyor, elinde işe yaramaz şekilde mikrofonunu tutuyordu.
"Jale ne oluyor?" diye mırıldandı Kaan.
Gözlerine baktım, uzun zamandır içimde tuttuğum her şeyin ağırlığını tam o anda hissettim. "Eğlendiniz." dedim sessizce ama aslında ona başka bir şey söylemekten alıkoyacak kadar yumru vardı. "Şimdi de bitti."
Bir cevap beklemiyordum. Kolunu tutum ve onu merdivenlerden aşağı doğru yönlendirmeye başladım.
Kaan hafifçe tökezledi, ani sertliğim karşısında hazırlıksız yakalanmıştı. Gözleri kalabalığa kayıyor, yüzlerinde bir şey arıyordu. Belki bir destek bir onay arıyordu ama bulduğu tek şey kocaman gözler ve kısık fısıltılardı. Herkes şoka girmiş, gelişen dramadan çok eğleniyordu. Onu savunmak için gelemiyorlardı.
Fısıltılar hemen başladı. Geçerken konuşmaların bir parçalarını duyuyordum. Bırak konuşsunlar. Bırak gülsünler. Kime ne, gram umurumda değildi.
Kaan benimle tartışmak için çok sarhoştu, itiraz etmek için ise çok utanıyordu. Bir kereliğine sessiz olan o olmuştu ve kontrol de bendeydi.
Kaan’ın şoförü Gökay bizi görünce harekete geçti. Öne doğru adım atıp tek kelime etmeden arabanın arka kapısını açmıştı.
Kaan bir şeyler mırıldanıyordu, belki bir özür, belki bir bahane ama ben durmadım. Ona bakmadım bile. Tutuşumu sıkılaştırıp onu sert bir şekilde iterek arka koltuğa oturtunca arabaya yığıldı.
"Bizi eve götür." dedim, Kaan’ın arkasından arabaya binince. Sonra kapıyı çarparak kapattım. Bu gecenin bir an önce bitmesini diledim.