Yaptığım taslağı yöneticiye teslim ettikten sonra kafeteryaya çıkıp kendime bir kahve aldım. Bir haftadır şu saçma işlerle uğraşıyordum ve şimdiden sıkılmaya başlamıştım. Benim amacım başkaydı, burada gelir gider pusulası çıkarmak istemiyordum.
Ayrıca her an jungkook ile karşılaşacağım diye sıkıntıya girmek de istemiyordum. Gerçi bir haftadır karşılaşmamıştık çünkü şirkete gelmiyorlardı. Bildiğim kadarıyla üç günlük bir konser programları vardı ve iki gün önce dönmüşlerdi. Geçen iki günde de dinlenmiş olmaları gerekiyordu.
Yine de yeni albüm çalışmaları başlayacağı için şirkete çok sık gelip gitmeleri gerekecekti. Bu berbat bir şeydi. Onu görmek bana asla iyi gelmiyordu, üzerinden yıllar geçse de.
Kahvemi alıp odama ineceğim sırada asansörden inen Jin ile karşılaştım. Gülümseyerek selam verdiğimde yanıma yaklaştı ve elindeki poşeti havaya kaldırdı.
"Kahvene eşlik edebilir miyim?" Poşetin içinde kesinlikle tatlı bir şeyler vardı. Gülümseyerek kafamla onu onayladım.
"Odamda içsek sorun olur mu?"
Anında kafasını iki yana sallayıp poşeti elime tutuşturdu. "Sen in, ben gelirim."
Onu onaylayarak asansöre binip kendi katıma indim ve odama girdim. Poşetten harika kokular geliyordu ve açmamak için kendimle mücadele veriyordum.
Jin, nihayet odadan içeri elinde kahve bardağı ile girdiğinde hızla poşeti açtım. "Zor bekledim. " Poşetin içinden çıkan ufak kekleri gördüğümde genişçe gülümsedim. "En sevdiğim."
Keklerden birini ağzıma atıp bakışlarımı ona çevirdim. Kutudan bir kek alıp ağzına attığında kafasını iki yana salladı. "Sen en çok çikolata seversin. Senin tatlın o."
Boğazıma oturan yumruyu gidermek için kahvemden bir yudum aldım. "Artık sevmiyorum." Ben artık çikolata da yemiyordum.
Her yediğim çikolatada Jungkook'un bana sabah öğle ve akşam aldığı çikolatalar aklıma geliyordu, bu büyük bir haksızlıktı ama yapacak bir şeyim yoktu. Aklıma gelmemesi için çikolata yemeyi bırakmıştım.
O seviyor diye saçlarımı kestirmiştim. Sürekli onunla sürüyoruz diye bisiklet sürmeyi bırakmıştım. Artık çizgi roman okumuyordum. İzlediğimiz dizinin yeni sezonlarını da ondan sonra izlememiştim.
Bana onu hatırlatan her şeyi hayatımdan çıkarmıştım.
"Amerika'da işler nasıl gitti?" Jin, bir anda ciddi bir tavırla konuştuğunda omuz silktim.
"Zor ama toparladım." Açık yüreklilikle konuştuğumda kafasını aşağı yukarı salladı.
"Burada da çok kolay değildi."
Burada ne olduğu ya da onun ne yaşadığı umrumda değildi. Bilmek istemiyordum. Ondan nefret ediyordum ve böyle devam etmesi gerekiyordu.
"Neden ayrıldığınızı hala bilmiyoruz. O gün ne oldu Ha Eun?"
Bıkkın bir nefes verip kafamı iki yana salladım. "Bunları konuşmak istemiyorum. Lütfen başka şeyler konuşalım." O anları anlatmak tekrar yaşamak gibiydi ve benim buna gücüm yoktu. Belki de çok zayıf bir insandım ve aşağılık adamın tekini aşamıyordum.
Yemin ederim elimde değildi, olsa yapardım.
"Seni gerçekten seviyorum biliyorsun değil mi?"
Kahvemden bir yudum alıp Jin'i kafamla onayladım. Onunla daha doğrusu onlarla birçok şey paylaşmıştım. Ben de onları çok seviyordum, biri hariç.
"Sadece anlam veremiyorum ve üzülüyorum. Tamam onunla ayrıldınız, bizi niye hiç aramadın?"
Çünkü ben, bana onu hatırlatan her şeyi hayatımdan çıkardım. Çünkü bana, onu en çok hatırlatan sizdiniz.
"Öyle olması gerekti." Söylemem gerekenlerin yerine geçiştirmeyi tercih ettim fakat Jin tatmin olmuşa benzemiyordu.
"Nedenini bilmiyorum ama o da iyi değildi Ha Eun. Zor zamanlar geçirdik."
Alayla gülüp kafamı iki yana salladım. Benden kötü olamazdı ayrıca kötü olması gereken bir durum yoktu. Böyle olmasını o istemişti. Sevmediği bir insan için neden üzülecekti ki?
Beni sevmediğine emindim. Seven insan, sevdiği insana ne olursa olsun o sözleri söylemezdi. Bir aşağılık gibi davranmazdı.
"Benimle alakalı olduğunu sanmıyorum. Ayrıca seni rahatlatacaksa söyleyeyim, o istedi. Onun tercihiydi."
Jin, şaşkınlıkla kaşlarını çatarken kutudan kek alıp ağzıma attım. Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyordum. Jin'in tepkisine bakılırsa benim terk ettiğimi düşünüyorlardı. Tabi nasıl bir şerefsiz olduğunu ağabeyim dediği insanlara söyleyememiş olması normaldi.
Onun ne kadar aşağılık biri olduğunu bir tek ben biliyordum.
"Bunu bilmiyordum." Jin, kısık sesle konuştuğunda herhangi bir cevap vermedim. Hatta konuyu değiştirsem çok iyi olurdu.
"Sen neden şirkettesin. İzininiz bitti mi?"
Jin, kafasıyla beni onaylayıp arkasına yaslandı. Hala düşünceli bir hali vardı. "Albüm için toplantı yapacağız yarım saat sonra."
Bu demek oluyordu ki Jungkook da bugün şirkete gelecekti. Gerçi ne zamana kadar kaçacaktım ki? Aynı şirkette illa ki karşılaşacaktık.
"Sen katılacak mısın toplantıya?"
Onu red eden bir mırıltı çıkardım. "Albümlerinizin konseptiyle değil şirkete sağladığı kâr ile ilgileniyorum. İlgi alanım bu."
Jin, gülerek beni onayladığında odanın kapısı tıklatıldı. Kapıdan içeri giren jimin'i gördüğümde gülümsedim.
"Hyung sen de mi buradaydın?" Jimin, içeriye girdiğinde elindeki sütlü çikolataların birini bana uzattı. "Kendime almıştım, senin sevdiğin de aklıma gelince alayım dedim."
Bir şey demeden çikolatayı alıp ortadaki sehpanın üzerine koydum. Açıklama yapmak istemiyordum.
"Ne konuşuyordunuz?"
Omuz silkerek kahvemi havaya kaldırdım. "Sadece kahve içiyorduk."
Jimin de bize katıldıktan sonra havadan sudan sohbetler etmiştik. Jin'in aksine Jimin, Jungkook konusunu hiç açmamıştı. Açmamak adına da özen gösteriyor gibiydi. Bu elbette işime geliyordu.
Onlar gittikten sonra boğuştuğum dosyalar gözlerimi yormuş ve dinlendirici gözlüklerimi takmama sebep olmuştu.
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp önümdeki bütçeyi hesaplarken odamın kapısı tıklatılmadan açılmış ve karşımda görmeyi hiç beklemediğim artı olarak istemediğim adam içeriye girmişti.
Bakışlarım şaşkınlıkla onda iken o rahat bir tavırla içeriye girip kapıyı kapattı ve hemen önümdeki tekli koltuğa doğru ilerledi.
"Seninle konuşmak istiyorum."
Üzerimdeki şaşkınlığı atarak kafamı olumlu anlamda sallayıp zaten oturmak üzere olduğu koltuğu elimle işaret ettim. Üzerinde siyah bir kapüşonlu ve altında siyah bir eşofman vardı. Yorgun görünüyordu ya da mutsuz bilemiyorum. İki türlüsü de umrumda değildi.
"Ne hakkında?"
Bakışları hala yüzümde dolanırken rahatsızca yerimde kıpırdandım.
"Gözlük kullanıyorsun?" Yüzünden çok ufak bir tebessüm geçtiğinde söylediği şeye aldırmadan farklı bir şey söyledim.
"Yeni konserin bütçesini henüz hazırlamadım, o yüzden henüz hesabınıza yatmadı ama iki güne hallederim."
Jungkook, şaşkınlıkla yüzüme baktığında gayet kendimden emin bir şekilde arkama yaslandım. Benimle para mevzusu dışında konuşacağı başka ne olabilirdi ki?
"Ha Eun, ne saçmalıyorsun?" Şaşkınlıkla konuştuğunda onu umursamadan buraya geliş amaçlarının neler olabileceğini sıraladım.
"Avans istiyorsan istediğin miktarı bu kağıda yazabilirsin." Boş bir kağıdı ona doğru uzattım. "Geçmişe dönük bordro istiyorsan mail adresine yollarım. " Bakışlarımı ondan çekip bilgisayara döndüm.
"Bunlar dışında bir şey yoksa da çıkabilirsin."
Yarım bıraktığım dosya üzerinde o burada değilmiş gibi çalışmaya devam ettim. Bir süre sessizce oturdu. Gitmesini bekliyordum fakat pek niyeti yok gibiydi.
"Saçlarını kestirmişsin?"
Sesindeki ifadeden hoşlanmadığımı fark ettim ve bakışlarımı olabildiğince ifadesiz bir şekilde ona çevirdim.
"Hala burada mısın?"
Gitmesini istiyordum, acaba neyini anlamıyordu?
"Seninle konuşmadan gitmeyeceğim." Kendinden emin bir ifadeyle konuştuğunda alayla güldüm ve ellerimi göğsümde birleştirdim.
"Şirketin sadece finansal işleri ile ilgileniyorum. Bunun dışındaki mevzular beni ilgilendirmiyor."
Bıkkın bir nefes verip kafasını iki yana salladı. "Ha Eun kes şunu."
Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak oldukça sinirli bir ifadeyle ona bakmaya başladım çünkü artık sabrım taşıyordu.
Yüzsüzlüğü sabrımı zorluyordu.
"Teraryumu atmışsın?"
Bıkkın bir nefes verip kafamla onu onayladım. Daha geldiği ilk gün çıkışta çöpe atmıştım çünkü artık benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ona bakmak sadece sinirlerimi bozacaktı.
"Geçmişte olan her şeyi çöpe attığım gibi onu da attım. " Elimle kapıyı gösterip yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Başka bir şey yoksa çıkabilirsin."
"Onu beraber yapmıştık." Mahcup bir çocuk edasıyla konuştuğunda yüzüme tekrar alaycı bir gülümseme yerleştirdim ve göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözüp öne doğru eğildim.
"Senin... Tam olarak... Amacın ne?"
Gözlerimi kısarak yüzüne baktığımda bir süre yüzümü inceledi. Bu durum beni rahatsız etse de belli etmemeye özen gösterdim.
Elini ensesine atarak sıkıntılı bir nefes verdi. Ya ne söyleyeceğini bilmiyordu ya da nasıl söyleyeceğini. İstediğim tek şey ise bir an önce bu odadan çıkıp gitmesiydi.
Yani en iyi yaptığı şeyi yapmasını istiyordum.
"Ha Eun?"
Hiçbir şey söylemeden devam etmesini bekledim. Bakışlarımla bile onu bu odadan kovduğuma emindim.
Bakışlarını yüzümden çekerek kafasını önüne eğdi ve fısıltıyı andıran sesi ile konuştu.
"Ben seni çok özledim."
Ben şaşkınlıkla ona bakarken duyduklarımın bir yanılgıdan ibaret olmasını umuyordum. Bakışları yüzüme döndüğünde benden bir tepki beklediğini biliyordum fakat ben tepkimi zaten şaşırarak vermiştim.
"Biliyorum." Kafasını iki yana sallayarak acı bir şekilde gülümsedi. "Buna hakkım yok fakat böyle. Seni gördükçe katlanılmaz bir hal alıyor. Ben bununla başa çıkamıyorum."
Söylediklerinin ardından odada bir süre sessizlik oldu. Sessizliği bozan ise odayı dolduran kahkahamdı. Ondan gerçekten nefret ediyordum, bana bu yaptığından nefret ediyordum.
"Defol git." Hızla ayağa kalkıp elimle kapıyı gösterdim. "Seni terk eden ve şerefsizlik yapan benmişim gibi konuşma ve defol git."
Ayağa kalkarak kafasını iki yana salladı. Yüzündeki ifadeyi tanımlamak istemiyordum, artık ona inanmıyordum. Seviyormuş gibi yapan bir adam çok rahat üzgünmüş gibi de yapardı.
"Biliyorum haklısın. Ne desen ne yapsan haklısın ama gerçek bu. Ben seni özlüyorum, hep özledim. "
Söylediklerinin duymamazlıktan gelerek bilgisayarımı kapattım ve masanın üzerinde duran kişisel eşyalarımı ellerimin titrememesine özen göstererek çantama doldurdum.
Onun gideceği yoktu ve benim bu ortamdan bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu.
Çantamı alıp masanın etrafından dolandığımda hızlı bir hareketle önüme geçti.
"Ha Eun, ne olur dinle."
Dinleyecek bir şey mi vardı ya? Dört sene bensiz nasıl yaşadıysa yaşamaya devam edebilirdi.
Yanından geçip gitmek istediğim an bileğimi kavramasıyla olduğum yerde kaldım. Çok yakınımdaydı aramızda belki bir adım bile yoktu ve ben tanıdık kokusunu çok net alıyordum.
Ağlamayacaktım. Güçsüz olmanın hiç sırası değildi.
Derin bir nefes aldığını hissettiğimde nefesimi tuttum. O benim kokumu içine çekerken ben onun kokusunu duymak istemiyordum.
"Gerçekten çok özledim."
Sesindeki ifade kalbimin sızlamasına neden oldu. Hayır onu hala sevmek gibi bir aptallık yapmıyordum sadece ondan çok nefret ediyordum ve maalesef ki nefret de bir duyguydu. Her duygu kalpten hissedilirdi.
Nereden geldiğini anlamadığım bir güç ile bileğimi ondan kurtardım ve bir iki adım geri gittim. Çıldırma eşiğini çoktan geçmiştim.
"Bir daha sakın!" İşaret parmağımı ona doğru sallayarak bağırdım. "Sakın bana dokunma!"
O afallamış bir şekilde bana bakarken gözlerimi kısarak bir iki adım daha geriledim.
"Sen siktir olup gittin ve ben de bu şehirden siktir oldum!" Bağırıyordum ve o beni ilk defa böyle görüyordu. "Dört sene sonra ait olduğum yere döndüm. Seni sildim ve senin bunu yapmaya hakkın yok. Yüzün de olmamalı!"
Bana doğru bir adım atmaya kalktığında elimle durması için işaret yaptım. Yüzünde hala şaşkınlık vardı. Şaşırmasına gerek yoktu. Beni bu hale o getirmişti ve ben onun tanıdığı aptal kız çocuğu değildim.
"Yaşandı ve bitti. Benden uzak dur çünkü benim bir sevgilim var."
Niyeti belki de tekrar beraber olmak değildi çünkü böyle bir şeyin ihtimal dahilinde olmadığını biliyor olmalıydı. Belki de sadece boş yapıyordu ya da canı sıkılmıştı, bilemiyordum ama yine de uyarma ihtiyacı duymuştum.
"Onu sevmiyorsun." Kafasını iki yana salladı ve buruk bir ifadeyle gülümsedi. "Ona aşık değilsin."
"Seviyorum!" Var gücümle bağırdığımda bunu kabullenmiyormuş gibi kafasını iki yana salladı. Andrew'i gerçekten seviyordum fakat sevginin boyutları vardı. Andrew'i bir arkadaş olarak gerçekten çok seviyordum.
"Hayır hayır." Kafasını tekrar iki yana salladı. "Sevmiyorsun."
Ona, bunu inandırmak gibi bir derdim yoktu fakat artık çileden çıktığım için ben, ben değildim.
"Nereden biliyorsun?" Biraz önce onu durduran ben ona doğru adımladım. "Sen nereden biliyorsun!" Var gücümle omuzundan ittirip bağırdığımda afalladı fakat uzun sürmedi.
"Seni tanıyorum Ha Eun." Keşke ben de birazcık onu tanıyabilseydim. Gerçek şerefsiz jungkook'u.
"Sen aptal bir kız çocuğunu tanıyorsun ve o artık yok." İşaret parmağımı tehditkar bir şekilde omuzuna bastırdım. "Şimdi benden uzak dur çünkü birlikte olduğum bir adam var. Her anlamda birlikte olduğum bir adam!"
Bunu neden söylemiştim bir fikrim yoktu. Canının yanmayacağını bile bile bunu ona neden söylemiştim ki? Beni sevmiyordu, canının yanması için hiçbir neden yoktu fakat ben yine de bir umut söylemiştim işte.
Jungkook, anlamsız bir sinirle kafasını iki yana salladı. " Şu an saçmalıyorsun. Onu sevmediğini biliyorum. Aranızda ne bok dönüyor bilmiyorum ama gerçek değil." Daha çok kendini inandırmak ister gibi bir havası vardı.
Dudaklarım alayla yukarı doğru yukarı kıvrıldı. "Biliyor musun konumuz asla bu değil. Hayatımda biri var ya da yok, bu seni zerre ilgilendirmiyor."
Arkamı dönüp gitmek istediğimde elini tekrar bileğimde hissetmem ile var gücümle bağırdım.
"Dokunma!"
O bana dokunduğunda ayaklarımın bağı çözülüyordu ve her an yığılacak gibi oluyordum. Beni güçsüz görmesini istemiyordum.
Odanın kapısı ani bir şekilde açıldığında içeriye giren Yoongi ve Jin şaşkınlıkla bize baktı. Sesimizi başka kimler duymuştu bilmiyorum fakat umrumda değildi.
Bileğimi bırakmasıyla bir iki adım geriledim ve tekrar ona döndüm.
"Sen korkak adamın tekisin. Daha neden ayrıldığımızı en yakınlarına bile söyleyemeyen korkak adamın tekisin. Senin nasıl bir şerefsiz olduğunu bilmelerini istemiyorsun değil mi?"
Bu kesinlikle ben değildim, çıldırmış olmalıydım. Bu odadaki herkes beni çok iyi tanıyordu ve beni ilk defa böyle görüyordu.
Jungkook sonunda çıldırmama neden olmuştu.
Jungkook'dan bir cevap beklemeden arkamı dönüp gideceğim sırada Yoongi ile göz göze geldim ve tekrar Jungkook'a döndüm.
"Ona ne söyledin? Bana neden sürekli ters bakıyor bilmiyorum ama azıcık cesur ol."
Yoongi'ye beni kötüleyen şeyler söylemiş olabilirdi. Bu ayrılığın suçlusu olarak beni göstermiş olabilirdi. Ben ondan her şeyi beklerdim. Birlikte olduğumuz gecenin sabahında benimle sadece bedenim için birlikte olduğunu söyleyen ve beni terk eden bir adamdı.
Bu sefer kimseyle göz göze gelmeden odadan hızla çıkıp koridor boyunca yürümeye başladım.
"Ha Eun!"
Jungkook'un sesini duyduğumda arkama hiç dönmeden merdivenlere yöneldim, asansör beklemek ile vakit kaybedemezdim. Ardımda bir karmaşa bıraktığımı Yoongi'nin ve Hoseok'un onu engellemeye çalışan cümlelerinden anlamıştım.
Bir alt kata indiğimde yangın çıkışına ilerleyip yangın merdiveninden aşağıya inmeye başladım. Şirkete yeterince rezil olmuştuk ve o peşimden gelirken daha fazla insana rezil olmak istemiyordum.
Yangın merdivenleri nihayet bittiğinde otoparka gitmek yerine bir taksi çevirdim ve evimin adresini verdim.
Niyeti neydi bilmiyordum. Benimle yine dalga geçiyor olabilirdi ya da gerçekten özlemiş olabilirdi. Yani özlediği şey yine benimle dalga geçmek olabilirdi. Bana yaşattılarını unutmak gibi bir niyetim yoktu.
Eğer unutursam o zaman her şey boktan bir hal alırdı çünkü ona tekrar kanardım. Onu sevmiyordum ama bu kalp onun için bir kere attıysa hatta sadece ona attıysa tekrarı olabilirdi.
Beni tekrar etkisi altına almasına asla izin vermeyecektim.
Ben cennete uyandığımı düşünürken, beni cehenneme uğurladığı sabahı asla unutmayacaktım.
Vote
Arada bir jk sövme köşesi yapalım güzel oluyor. Buyurun?
Yorumlarda Jungkook'un ayrılması için bir nedeni olduğunu yazıyorsunuz ya yoksa? Ya gerçekten sadece korkaksa?
Vallahi spoiler vermedim sadece merak ettim yani böyle düşünüyor musunuz diye. Yani bence düşünün .
Beyin yakar giderim yanaklarınızdan öperim.